1.
Hüseyin
Can, 2010’da Peri Yayınları’ndan Nazım Hikmet ve Kürtler: İttihatçı-Kemalist
İdeolojiden Kurtulmamış Sosyal Şoven TKP’nin Üyesi Bir Şair adlı kitabı
çıkardı. Yazarın başka kitaplarını Çağrı ve Güney dergilerine
yakın yayınevi olan İnter Dönüşüm Yayınları çıkardı. İlgili kitabın arka
kapak/tanıtım yazısı şu şekilde:
“Nazım
Hikmet;
Egemen
ulusun egemenleri, başka başka halkların varlığını kendine feda ederken suskun
kaldın.
Diğer
halkların jenoside uğratılmasına seyirci kaldın.
Kürt
ulusunun yok sayılmasına, yok edilmesine, trajedi derecesinde uzun sürece
yayılan ve uygulanan soykırımını görmezden geldin.
Egemen
ve hâkimiyet kurmak isteyen Kuvayilere methiyeler dizdin, onların atlarına,
paşalarının “çakmak çakmak gözleri”ne hayranlığını dizelerinde işledin...
Koçgiri’de,
Zilan’da, Dersim’de, Piran’da, Palu’da, Geliye Sapo’da ve daha evvelinde
Haput’ta, Sivas’ta, Adana’da, Trabzon, Samsun, Rize’de ya da Hakkari’de,
Mardin’de, Erzurum’da, Van’da vs. oluk oluk her karışında akan kan ve
gözyaşlarına kalemin ve ellerin tutuk kaldı, dillendirmedin.
Eğer
dillendirseydin, bugün Onur Öymen’ler de çıkıp “Dersim’de, Piran’da anaların
gözyaşlarına” bu kadar seslice “bakmayın!” deme cüretini göstermezdi. Katliama
maruz kalan sürgün ailenin çocuğu Kılıçdaroğlu gibileri de ona ‘avukat’
olmazdı!”
2.
5
Harfliler adlı internet sayfası, Hazal Atay imzalı “Kadınlar, Sizin
Kadınlarınız Olmak İstemiyorlar!” başlıklı bir yazıyı 12 Mart 2015’te
yayınlıyor. Yazıda 8 Mart’ta erkeklerin 8 Mart algısının dile yansımasını özel
mülkiyet ve ataerkillik üzerinden tartışarak erkeklere zaten feminist
duyarlılık kazandırmanın zorluğunu eleştiriyor. 8 Mart kutlamalarının
erkeklerin söyleminde “kadınlarımız” şeklinde geçmesine itiraz geliştiriyor. Bu
söylemin esin kaynağının da Nazım’ın şiirinden kaynaklandığını ona atıf yaparak
belirtiyor:
“Ve
kadınlar
bizim kadınlarımız:
korkunç ve mübarek elleri
ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
anamız, avradımız, yârimiz
ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen
ve soframızdaki yeri
öküzümüzden sonra gelen
kadınlar
bizim kadınlarımız”
3.
Bir
de Nazım Hikmet’in adını kültür merkezine tabela yapan Kadıköy Partisi var.
İçinde etkinliklerin yapıldığı, Ovacık’tan gelen doğal ürünlerin satıldığı,
kitap satışlarının yapıldığı, yazın bahçesinde, kışın bina içerisinde
dostlarınızla civardaki kafe-barlara göre daha pahalı içki içeceğiniz, kültür
merkezinin sokağa bakan arka duvarında Ege tarzı meyhane masalarında rakı
demleneceğiniz ferah, nezih, steril bir ortam. Yobazın karanlığından, zalimin zorbalığından
“sürüden ayrılanlarla” yoldaşça alkol alıp düzenin dertlerini unutabileceğiniz,
orta sınıfla yoldaş olabileceğiniz yaşam alanı.
4.
Geçtiğimiz
aylarda akademik kitaplar basan Nobel Akademik Yayıncılık tarafından yayımlanan
Büyük Türk Şairi Nazım Hikmet ve Türk Dünyası adlı kitap, Prof. Dr. Ali
Kafkasyalı imzasıyla yayımlandı. Ali Kafkasyalı, 71 yaşında. 80 öncesi dönemde
milliyetçi hareketin içinde yer alan bir insan. Fransa’da öğretmenlik yapıyor.
Daha sonra uzun yıllar Atatürk Üniversitesi’nde akademisyen olarak görev
yapıyor, 3 Mayıs Türk Dünyası Şöleni düzenleyerek Türk ülkelerinden sanatçıları
davet ediyor. İran Türkleri ve edebiyatı hakkında kitaplar yazıyor. Turancı
düşünceleriyle tanınan biri. İdeali, Türk ülkeleri arasında birlik kurmak.
İlgili kitabın arka kapak/tanıtım yazısı şu şekilde:
“Cennetten kovulmuş Âdem
gibi, cennet bildiği memleketinden, vatanından kovulmuş bir âdemdir Nâzım
Hikmet. Devletini, istemediklerini kovabilecek kadar sahiplenenlerden çok daha
fazla seven bir adam. Hem sevgisinden hem bağlılığından hem de kendine sövenlerin
cehaletini anlayıp onlardan nefret etmeden, yalnız onların olmadığını bildiği
devletine ve yalnız onlardan ibaret olmayan milletine büyük bir şevkle,
kararlılıkla ve inançla hizmet edişinden şüphe edilemeyecek bir adam.
Aymazların sevmediği, kıymetini bilmediği, hain belleyip bellettiği bir adam.
Yâd ellerde, özgenin takdiriyle, sevsin istediklerinin husumetiyle ve
hasretiyle geçen ömrünü, sanat, edebiyat, fikir ve ülkü bakımından
fevkaladeliği ancak zamanla anlaşılabilen eserler vererek doldurmuş bir adam.
Saygısızca yaşayıp ölen ve tükenen hasımlarına mukabil eserleriyle yücelen ve
ebedîleşen bir adam.
Nâzım Hikmet’in, yıldızlar
kadar, hatta gençliği kadar uzak olduğunu bildiği memleketine duyduğu hasret ve
platonik aşk, böylesine bir bilmenin yakıcılığıyla, tükenmez bir ümitle ve
gayretle birleşerek hem hizmetlerini çok değerli hem eserlerini ölümsüz
eylemiş.
Bu eser, sinesinden
çıktığı milletinin sözde mümessillerinin sevgisinden mahrum kalsa da
yüceliğinden emin olduğu milletinin sevgisiyle ve himayesiyle hikmetini
gösterip yetiştirdiği bir eser üzerinedir.
Bu eser; fikirleriyle,
çalışmalarıyla, hizmetleriyle ve eserleriyle kendini vakfettiği yüce milletinin
bir eseri olmuş Nâzım Hikmet üzerinedir.”
[Prof. Dr. Muhammet Savaş Kafkasyalı]
Yazımızın
bu bölümüne kadar Nazım Hikmet’in hangi kesimler tarafından nasıl algılandığını
birer örnekle betimlemeye çalıştık. Üzerine tartışma yürütmek uzun bir yazının
konusu fakat şairle ilgili birkaç hususu belirtmek, tarihe not düşmek açısından
önemli. Hoca’nın şair hakkında belirttiklerinin üzerine ekleme yapılabilir.
Aslında o, söylenmesi gerekenleri özetlemiş, hakkını teslim etmek gerek.
Nazım
Hikmet, varsıl bir aileden gelme bir insan. Sınıf değiştirerek sınıfsız
sömürüsüz bir düzenin kurulması yolunda 13 yılını hapiste geçiren biri. Bugünün
şairlerinin göze almadığı bedel ödemeyi yaşamıyla ödemiş bir şair. Bugün baskı
ve sansür gerekçe olarak gösterilse de Nazım, en yetkin şiirlerini hapiste
kaleme almıştır. Genç yaşta, Anadolu’nun bağımsızlığını savunmak için yurt
savunması savaşına gönüllü yazılan biri fakat sağlık durumu müsait olmadığı
gerekçesiyle başka görevleri üstlenir. Gerçek anlamda bir yurtseverdir.
Karadeniz açıklarında katledilen Suphilerin yoldaşı. 1938’e kadar defalarca
yargılanır. Cezaevinde tanıştığı Orhan Kemal’i anlatı yazması konusunda
yüreklendirir ve edebiyatımıza Murtaza karakterinin kazandırılmasında öncülük
eder. Attila İlhan, lise yıllarında onun şiirlerinden dolayı yargılanır. 1951’de
Cahit Sıtkı, Orhan Veli ve Sait Faik öncülüğünde başlatılan açlık grevleri ve
çeşitli girişimlerle cezaevinden çıkar. Askerliğe sağlığı uygun olmadığı hâlde
askere alınmak istenmesi üzerine, bu şüpheli durumdan kaynaklı, yurt dışına
çıkar. Vatan haini ilân edilir. Sovyetler’e ulaştığında da bir süre gözetlenir.
Zor bir yaşamı vardır ama bu zorluğu göze alan bir insandır. 3 Haziran’da aramızdan
ayrılır. (O hep yaşıyor.) Altmışlı yıllara kadar da kitaplarının basılması
yasaklanır.
Bugün
“SAHİPLENİLİYOR” adı altında da olsa Nazım’a saldırılıyor. Gerek soldan gerek
sol görünümlü liberallerden geliyor bu saldırı. Adını yaşattığı kültür
merkezinin sahip olduğu ideolojik hat ne bedel ödemeyi göze alıyor ne de halkla
ve işçiyle bütünleşmeyi. Milyonlarca Sovyet yurttaşının canı ve kanıyla
sahiplendiği sosyalizmin anayurdunun bayrağına uluslararası tekellerden ve
emperyalistlerden fon alan bayrağını ekliyor. Bir oy “Kemal’e” istiyor,
kapitalizm gitsin diye değil, tasvip etmediği parti gitsin diye. Özneye
aldanıyor. Sorunu öznede görüyor ama eleştiriye tabi tuttuğu liberalizmle aynı
hataya düşüyor. Bilmiyor ki karşı çıktığı parti ve düzen kendisine solu
geriletmek adına alan açıyor. Nazım adını tekeline aldığı gibi komünist parti
adını da tekeline alıyor. Sermaye düzeniyle çelişkisi yok, kıyamda değil,
kıvamda komünistlik nasıl yapılırı sergiliyor. “Hiç yoktan iyidir”
motivasyonuna örüyor solu. Nazım olmanın gereğini yerine getirmiyor,
getirenlerden de uzak duruyor. Asıl görevi de bu, görevini icra ediyor.
Feministler,
Nazım üzerinden Sovyet ideolojisine saldırıyor, bunu bilinçli yapıyorlar.
Sovyet, Çin, Küba liderlerine saldırmanın köprüsünü Nazım üzerinden kuruyorlar.
Evet, kadın, değil erkek, kimsenin mülkü değildir. Onun “Kadınlarımız” dediği
feminizme uygun kadınlar değildir. Kimdir Nazım’ın yücelttiği kadınlar?
Erkeklerle birlikte faşizme karşı savaşan Sovyet kadınlarıdır, Anadolu’nun
düşman işgalinden kurtuluşu için savaşanlara yemek, giysi ve savaş için ne
gerekiyorsa çocuğunu evde bırakıp taşıyan kadınlardır. Şair, Yunus’a da Şeyh
Bedrettin’e de Hoca Nasreddin’e de savaşa katıldığı için mezun veremeyen lise
öğrencilerine de köylüye de yoksula da yani bir bütün olarak Anadolu’ya da
sahip çıkar. Vasiyeti yerine getirilmeyen, vatanından uzakta yaşamını yitirip
ailesinden uzak kalandır. Anadolu'daki mütevazı bir köy mezarlığında bir
çınarın altında yatmak ister ama o çoktan sınıfsız sömürüsüz düzen
mücadelesinin tarihinde Çınar olmuştur. O çınarın gölgesinde büyüdü bu kavga,
orman oldu. Ondan öğrendik sol mememizin altındaki cevahiri karartmamayı, meselenin
esir düşmek değil teslim olmakta bittiğini, kalbimizin bir yarısının Çin’de
Sarı Nehir’e doğru aktığını, hep “doğru” akması gerektiğini, Hiroşima’da ölen
kız çocuklarını kendi evlatlarımız gibi belleyip dünyayı çocuklara vermek
gerektiğini, dertliyle dertlenmeyi, tarihimizden ama bizim tarihimizden
utanmamayı, ateşi ve ihaneti görmeyi, kime saygı duymamızın önemini, kalbe
bıçak gibi saplanan hatıraları, gerektiğinde ceviz ağacı olabilmeyi, kararlığı,
bedel ödemeyi, ücreti, fedakarlığı, küçük burjuva kişilikten sıyrılmayı,
halkını ve vatanını sevebilmeyi, yaşam sevincimizi ne olursa olsun
kaybetmemeyi, aşkı, sevgiyi, neler uğruna dövüşeceğimizi, dostluğu,
arkadaşlığı, enternasyonal bilinci, kahramanlığı, tevazuyu, paylaşmayı...ve
daha birçok değeri ondan öğrendik. Nazım, ezilenlerin ve sömürülenlerin
tarihinde köşe taşı. O taş çekilirse tarihimiz tahrip edilir.
Feministlerin
Nazım’ın özel hayatı üzerinden başlattığı tartışma, solun değerleri olan
insanlara ve Yılmaz Güney’e saldırmaya kadar vardı. Bu isimler, saldırı için
sadece bir gerekçe, asıl saldırı sınıfsız sömürüsüz düzen ideolojisine. Bu
görülmediği zaman, varılacak yer özne sorununa teşne olmaktır. “Özel olan
politiktir” safsatası altında solun ideolojik bunalımını katmerlemektir asıl
amaç.
Bu
amacın bir diğer sürdürücüsü de Hüseyin Can. Onun da asıl derdi “ittihatçı”
dediği Nazım üzerinden Sovyetler ve Komintern’in bölgemizde yaşanan sorunlara
yaklaşımı. Milliyetçilik çıkmazına saplananlar, sömürüsüz düzenin ideolojisine
ve değerlerine saldırmak için bu ideoloji uğruna bedel ödeyenlere özel
yaşamları üzerinden saldırıyor.
Nazım’ın
da Yılmaz Güney’in de sanatı eleştiriden azade değildir, zaten kara propaganda
da onların bu yönü üzerinden yürümüyor. Nazım ile başlatılan saldırı dalgası
Turgut Uyar’ın bir şiiri üzerinden başlatılan tartışma “Türk şiiri ırkçıdır”
söylemine kadar vardırılarak milliyetçiliğin en bağnaz hâli sergilendi ama soldan
İştirakî haricinde bu saldırıya karşı tek bir ses çıkmadı, ama Nazım’a saldıran
Hüseyin Can’ın kitapları Çağrıcılar tarafından yayımlandı. Öyle bir noktaya
geldik ki Nazım’ın hakkı Turancı bir akademisyen tarafından teslim edildi. Hem
de kendisine saldıranlara karşı bile yüce gönüllü mealinde yorumlanarak.
Tüm
bu tartışma solun ideolojik bunalımı üzerine. Kendine gelmesi gerekenlerin
atacağı ilk adım, ideolojiyle, tarihe, geleneğe, değerlere ve kavgaya sahip
çıkmak. Ezilen ve sömürülenlerin derdiyle dertlenmeyip orta sınıfın küçük
burjuva birey ideolojisine kendisini örgütleyenlerden bunu beklemek iyi
niyetlilik olabilir ama o hareketlerin var olması için yaşamıyla
bayraklaşanların hakkı görmezden gelinemez.
Hüseyin
Can ve temsil ettiği ideoloji, bugünden bakıp Nazım’ı neyi eksik bıraktığı
üzerinden değerlendiriyorsa o zaman Nazım’ın şu şiirini paylaşalım:
"bakkal
karabetin ışıkları yanmış
affetmedi bu Ermeni vatandaş
Kürt dağlarında babasının kesilmesini
fakat seviyor seni çünkü sen de affetmedin
bu karayı sürenleri Türk halkının alnına” [Nazım Hikmet]
S. Adalı
13 Ocak 2024
0 Yorum:
Yorum Gönder