04 Eylül 2024

,

Matematik Bilgisi: Etkisiz ve Yutan Eleman


Daha gelmesin mi bahar
Daha gülmesin mi ağlayanlar

[Enver Gökçe]

 

Yerel seçimlerden beri yükseltilen bir “umut” var: CHP genel seçimleri kazanacak ve ülke “huzura” kavuşacak! Bunun gerçekleşmeyeceğini tarihin ortaya koyduğu verilerle kanıtlamak zor değil.

Esasında 1947’ye gidildiğinde Truman Doktrini ve Marshall Planı karşımıza çıkar: komünizm “tehdidinin” bastırılması. Nazım aynı dönemde hapistedir, Sabahattin Ali mezarsız bırakılmıştır. Tehdidi bastırmak 1947 öncesinde başlar. Tarihe geçen 51 Tevkifatı zincirin ortasındaki halkalardır. O tehdit CHP için hep vardır ama 51 Tevkifatı, Köy Enstitüleri’nin kapatılması, Kore’ye asker gönderilmesi gösterilerek 1950’yle başlatılan bir tarih yazımı vardır. Bu hayatın akışına da bilimsel gerçekliği de terstir. Öyle ki bir şeyin doğumu için süreç gerekir, emperyalizmle kurulan ilişki bir günde ortaya çıkmaz.

70’li yılların idamları, baskıları ve sürgünlerine karşı CHP direniş göstermez ama hep “İdamların gerçekleşmemesi için oy kullandık” derler. O yıllar ortanın solu olurlar. Maraş ve Çorum yaşanır, CHP vardır ama ortada yoktur. 12 Eylül gelir, CHP yine direnç gösteremez. Madımak’ta CHP yönetim ortağıdır fakat saatlerce gönderilmeyen yardımın sorumlusudur ama bugün Hacıbektaş’ta ve Madımak anmasında CHP boy gösterir.

19 Aralık geldiğinde yönetim ortağı yine ortanın solunu temsil eden CHP’nin partisidir. Başka türlü dış borç alınamaz. Bu tarihi tartışmayan sol, ikinci bir 12 Eylül’ün geldiğini, halkın yeni bir apolitizasyon ve depolitizasyon dönemine alındığını dile getirmez ama bugünkü tepkisizliğin ve yozlaşmanın nedeni için hep 12 Eylül’ü gösterir. CHP de onun solu da hiçbir zaman bir Allende çıkaramaz.

Esasında CHP sınıfsız sömürüsüz bir düzenin kurulmasının önündeki en önemli nedenlerdendir. Daha 15 yıl önce kendi aydın tayfası ülkenin asli unsurunun kendiler olduğunu söylüyordu, halen de öyleler. Tepkiyi yumuşatır, sakinleştirir, dinamizmi pasifize eder. Varoluş gerekçesi, kendisine verilen bu görev üzerinedir.

Sol için de CHP bir emniyet supabıdır, baskı dönemlerinde kaçıp sığınacağı, Kemalizm üzerinden kendini güvende ve egemenlere karşı “meşruiyetini” kanıtlayacağı yerdir. Onun da varoluşu CHP’ye bağlıdır. Bu varoluş, pasifizmin, sınıf uzlaşmacılığının, teslimiyetin sularında yaşar. O suya çağrılan emekçi halk suda yumuşatılır.

Tekrar başa dönersek, CHP, emekçi halk sınıflarına derman olmaz, olamaz. Daha inşa etmediği kurumlara kendi yandaşlarını istihdam eder ama muhalefet adına tek bildiği “Liyakat” kavramıdır. Kavram ne kadar çok kullanılırsa o kadar liyakate karşı olunduğu bilinçlerden kaçırılır, kavramın içi boşaltılır. Geçmişten ve tarihi var etme pahasına bedel ödeyenlerin kimlik kazandırdığı sanatçılar CHP belediyelerinden turneye çıkar şekilde konser ve etkinlik alır, mülkü ve parayı biriktirir. Konserlerle halkın tepkisi bir kez daha yumuşatılır, umut, yanlış kanaldan yayılır. O aydın geçinen halkçı türkücü, sanatçı ve şairler CHP başa gelsin ister çünkü bunu kendisi için ister. O kimliği size veren çevreler olmasaydı, bugün tek başına yeteneğinizden dolayı halk sizi sahiplenmezdi. Konser de olmazsa CHP’den milletvekili olunur, emeklilik ve belediye kapıları tekrar açılır. Onların muhalefeti kendi ajandalarını saklamak içindir.

Soma’da madenciye tekme atan eleştirilir, tedavisinin yapılması için konuştuğu Bakan tarafından eline para sıkıştırılan, ataması yapılmayan kanser hastası öğretmene sözde sahip çıkılır fakat geçtiğimiz haftalarda bir etkinlikte iş istemek için İmamoğlu’yla görüşmek isteyen engelli bir yoksul, başkanın korumaları tarafından yaka paça dışarı atılır ve bu insan gözyaşları döker. Şimdi kanser hastası öğretmenin sözlerini hatırlayalım: “Ben dilenci değilim, belli ki siz çaresizliği hiç tatmamışsınız!” Evet, çaresizliği hiç tatmadı CHP.

En başta onun tabanının en önemli kesimi sınıfsal açıdan orta sınıf ve burjuvaziden oluşur. Tabanın en büyük hayali Ege kıyılarında bir yazlıkta balkona oturup rakı içmektir ama özellikle rakı, başka bir alkol değil. Aydınlığı ister, o yüzden bizim gibi “karanlıkta” kalan yoksullar “cahildir”, CHP’li olan yoksul ise oy deposudur, umudun boca edileceği insanlardır.

CHP medyası var, burjuvaziyi çok seviyor: “Koç’un 75 dolarlık mütevazı kol saati var... Koç ailesinden kolej mezuniyetinde duvara asılacak sözler... Koç, Gezi’de otelini açtı insanlara... Yazık oldu Kavala’ya...”

Aynı Koç salgının da içinde bulunduğu 3 yıllık kesitte borsadaki hisselerinin değerini 18 katına çıkarıyor hem de laikliğin yara aldığı bir dönemde! Hayal ettikleri ve kurmak istedikleri düzen bu. Bu medyanın kardeşlerinden bir başkası da 80 öncesinin sosyalisti, 90 sürecinin hem sosyalisti hem de Özgür Gündem çalışanı, 2000 sonrasının ulusalcısı, 2010’larda Ulusal Kanal programcısı, 2015 sonrasının medya patronu...”

Bu kariyer basamaklarının yolu hep siyasi çevrelerden geçiyor ama bu geçişler görünmesin diye Perinçek’in siyasi dönüşümleri gösterilip eleştiriliyor, aforoz ediliyor ama esasında Perinçek de Aydınlık da hep aynıydı, onlar açısından değişen bir şey yok. Muhalefet ve aforoz etme sürekli bu kendini gizlemeden ve ikizini öne çıkarmadan geçiyor. İkizin arkasına saklanan bedence küçük kardeş böylece görünmüyor.

Bugün çiftçiler, Burdur’da, Maraş’ta, Konya’da eylem yapıyor. Karadeniz’de halk, vatan toprağını savunuyor. Fabrikalardaki grevler direnişle sonuçlanıyor. Emekçi sınıflar direniyor ama solun da CHP’nin de onlara bakışı burjuvaziden farksız. Filistin için miting düzenleyemeyen, solun tüm değerlerine saldıran liberallere tepki veremeyen CHP ve partileri bu halka umut olamaz. Onların yeri TÜSİAD'ın yanıdır. Onlar seküler, alkolünü alan, yaşam biçimine önem veren burjuvaziyi ister. Tüm bu ve daha fazlası nedenlerden ötürü halka hiçbir faydaları olmaz. Seçimden önce oy istemeye gelen fakat sonrasında yeni bir seçime kadar mahallelere uğramayan bir parti halkçı olamaz.

İnsanları Saraçhane’ye çağırdıktan sonra baskıyı ve zoru görüp kaçan bir partiden halka umut olamaz. Faşistlerin yazılamalarını silemeyen, faşist için anma programı düzenleyip mevlid okutan partiden de onun yandaşı soldan da demokrasi mücadelesi çıkmaz.

CHP’nin partileri de Fetihtepe’de suyu ve elektriği kesilen halka dayanışma etkinliği adı altında CHP’li avukat getirip ona kürsü verdikten sonra halka Erik Dalı oynatır. Karadeniz’de 1 Mayıs’ta Erik Dalı ve Kolbastı oynar, oynatır. Onlar da Erik Dalı kadar "nazik" bir soldur.

Bu ülkede komünist adıyla parti açıp ismi tekeline alanlar, kendilerine en yakın kitlenin CHP tabanı olduğunu söyler; “elleri ve dilleri varmasa da(!)” ülkenin geleceği için CHP’ye oy isterler. Sınıfsal analizden yoksunluk bu kadar olur, CHP’nin öyle bir yoksul tabanı -ağırlık olarak- yoktur.

12 Eylül, sola da alan açar. Yayınevleri, kültür endüstrisi, eğlence sektörü sola bırakılır. 1990 itibariyle Taksim’in eğlence mekânları sola bırakılır. İlk barları, türkü barları ve meyhaneleri bu süreçte açan sol, reformist partiyi de yine bu mekânların olduğu sokakta açar. Mis Sokak, solun nasıl bir ülke hayal ettiğinin projesiyken artık Kadıköy, yeni bir ülke idealinin simgesine dönüştü. Oysaki siyasetin kalbi sokakta, pazarda ve kahvehanede atar. Halk, bardan ve meyhaneden tanınmaz.

Sosyalist çevrelerden gelen türkücüler konserler alsın, zafer bayramlarında popçulara sahne verilsin, bir uçak dolusu gazeteci belediye bütçesinden Avrupa gezisine götürülsün, “çağdaş” sermaye sahiplerine ihale verilsin, engelli yoksul yaka paça dışarı atılsın diye mi CHP’ye oy verilecek?

CHP ve radikal demokrasi partisi arasında köprü olan sol bir partinin (SYKP) insanlarının açtığı bir kafe de Nihal Atsızcıların para karşılığında mekânlarında etkinlik düzenlemesine izin veriyor, Nihal Atsız’ın kitaplarını satıyor. Aynı partinin bir yöneticisi, kadın arkadaşı tarafından “teşhir” ediliyor, iddiaya göre bu yönetici, radikal demokrasi partisinin mührünü kullanarak Avrupa’ya sığınma talebinde bulunan insanlarla dayanışma(!) gösteriyor (!) fakat bunu para karşılığında yapıyor. Bu kişi, daha önce de başka bir sol partiden atılıyor. Artık bu sol; fakirlik belgesi alan, iki yılına Sansaryan Han’da alıkonulan, huzurevinde yaşamını yitiren Enver Gökçe’yle bağı kalmadığı gibi bugün geldikleri yer Dil-Tarih’te kendi hocalarını fişleyip ihbar ederek ekmeğinden ve öğrencilerinden mahrum bıraktıran Nihal Atsızcı akademisyenlerin yanıdır.

Umut var. Umut, varla yok arasında geçen yaşamlarda. Karanlıkta uyanıp işe gidenlerde. Güneş yüzü görmeden günün yarısında sömürülenlerde. Fabrikalarda ve tarlalarda ekmeği ve onuru için direnenlerde. Umut; ter kokan, cahil görülen, kaba ve eril olduğu için sol tarafından yüzüne bakılmayan, hiçbir zaman kulak verilip güven verilmemiş emekçi halk sınıflarında. Tam olarak o beğenilmeyen Konya’da ve Karadeniz’de. Onun dili anlaşıldığında bahar gelecek. O zaman Allende çıkacak bu ülkeden.

Bizim ihtiyacımız olan sınıfsız sömürüsüz düzeni getirmenin tek yolu emekçi halk sınıflarının kuracağı parti. Bunun inşa süreci de başlamadığı sürece hepimiz birer anarşist birey olarak kalacağız. CHP ve bu sol değil, bize mücadeleyi öğretecek olan halkın yazdığı mücadeleler tarihidir. Başkasının kanatlarıyla kimse uçamaz. CHP de bu sol da bize kanat olamaz.

S. Adalı
4 Ağustos 2024

0 Yorum: