Mustafa
Kemal’i öncü ve önder olarak görmezden önce bugünkü TKP, 1998’de Kaypakkaya’yı
“sempatik ve kendilerine yakın” bulan bir yapıydı.[1]
O
günlerde “Kemalizme ister olumlamak ister eleştirmek için jakobenizm
atfedenler, yanılgı içindedir” diyorlardı. Kemalizm, “amorf bir ideoloji”ydi,
ona şekil verilmeliydi. O, “Kürtlere yönelik asimilasyonu temel alan siyasal
gericiliğin mirasçısı ve uygulayıcısı”ydı. O gün birilerini avlamak,
birilerinin önünü almak, birilerine hoş görünmek için bu tür laflar edilmek
zorundaydı. Çünkü ülkece Avrupa’ya yürüyorduk.
Neticede
parti, varolmak için gerekli icazeti ve ehliyeti işçi sınıfı ve köylülükten
temin etmiş bir yapı değildi. Onu özel yetiştirilmiş, küçük burjuvalardan
oluşan bir arkadaş grubu kurdu. Dolayısıyla, varoluşunu ve bekasını işçi
sınıfına ve köylülüğe değil, devlet içi güçlere bağlamak zorundaydı. Parayı
veren düdüğü çalmalıydı. Yolu açan, yolu çizmeliydi.
Kaypakkaya
güzellemeleri ve Kemalizm eleştirileri, AB’ye yürüyen devletle ilişkiliydi. O
günlerde TKP’nin başkanı, “Kemalizm ancak Avrupa Birliği’ne girildiğine
aşılacak bir şey” diyen yazılar yazıyordu. Kemalizm kirdi ve ülke, bu kirden
ancak Avrupa suyunda arınabilirdi.
TKP,
bu tür yazılar üzerinden, sol içine yönelik yürütülen operasyonda belirli bir
mevzi kazanmak adına hareket etti. Sonra AB uyum süreci ile birlikte ülkede
resmi bir KP kurulması gündeme geldi. Rakip örgütleri bir bir tasfiye ettikten
sonra SİP, TKP ismine, devletin onayı ve icazetiyle, el koydu.
O
günlerde SİP’i birlik görüşmesi yapmak için ziyaret eden Fabrika dergisi
ekibi içinde Orhan Gökdemir de vardı. SİP’liler, komünist parti kurmaktan söz
eden Fabrikacılara, “ne yani, Kopenhag kriterlerine uygun parti mi kuracaksınız
yoksa?” diyerek alay edip, gelen heyete kapıyı gösterdiler. Üç gün sonra o
partiyi kendileri kurdular. Bunun üzerine boşa düşen Fabrikacılar, tasfiye oldular.
Şef TİP’e; yancısı TKP’ye gitti. TKP mitinginin yanından geçen AB’ci ANAP
korteji, partiye selam gönderdi.
Çünkü
AB rüzgârının estiği günlerdi. Orhan Gökdemir, o rüzgârın şişirdiği yelkenle
ilerleyen AKP’ye destek sunmak adına, din çalışmaya başladı. O günlerde
Gökdemir, “Din zenginlik, Aydınlanma gerici ve tehlikeli” diye yazılar
döşeniyordu. Fethullahçıların açtığı kapılardan girip, medyada kendisine yer
buldu. O gün kasasını doldurmak için dine övgüler düzen, dini ezmenin bir
zenginliği yok etmek anlamına geldiğini söyleyen, AKP’nin zeminine taş ören
Gökdemir, 2007’den sonra askerin sol örgütlere biçtiği rol gereği, dümen kırdı.
Bugün “Hitchkins”[2] türü liberallerden daha ateist ve din düşmanı olduğunu
birilerine ispat etmek için türlü tweet taklaları atıyor. Kasasını dolduruyor.
Çünkü sol örgütleri, solu tecim, çıkar, kasa meselesi, bir fırsat olarak
görenler yönetiyorlar.
* * *
“Bizim geleneğimizde
geleneksel solun, sosyal-demokrasinin güç kazanması karşısında bu akımın
[kemalizmin] burjuva karakterini unutturmaya çalışmasına direnç vardır. […]
bizim geleneğimizde Türkiye’de marksizm adına burjuva devrim sürecinin
alabildiğine sert eleştirisini gerçekleştiren Yalçın Küçük’ün ‘Türkiye
Üzerine Tezler’i vardır.”[3]
Bu,
yazarın üzerine bol gelen cümleler de AB uyum süreci bağlamında sarf
edilmekteydi. Sonrasında alıntıda ismi geçen Yalçın Küçük, “ülkenin batısını
AB; doğusunu ABD yönetiyor” dedi.
Bu
sebeple, egemenler, ülkenin batısı için AB’ye uyumlu “HDP olarak” TKP’yi,
ülkenin doğusu için de ABD’ye uyumlu “TKP olarak” HDP’yi kurmaya karar
verdiler.[4] İki parti de icazetini ve ehliyetini işçi sınıfından ve
köylülükten almamıştı. İkisi de işçi sınıfı ve köylülüğün mücadele geleneği
üzerinden inşa edilmemişti.
Bugün TKP, 1998’de tarif ettiği Kemalizm ölçüsünde, din ve Kürt düşmanı olan, CHP’nin bu iki dinamikle kirlenen yanlarından uzak duran küçük burjuva kenti örgütleme görevini üstlendi. Bugün dine ve Kürt’e dair sorumluluklarından kendi gündelik küçük çıkarları adına kurtulmayı seçen küçük burjuvaların TKP’ye akın etmesi bekleniyor. TKP ne derse desin, yelkenini liberalizm rüzgârıyla şişiriyor. O yelken, Gorbaçov eliyle bireyin özgürce gelişiminin hızlandırıldığını söyleyen yazılardan beri besleniyor.
Muhtemeldir
ki son dönemde TİP’in Kürdistan örgütlerinde ve çeşitli bürolarda yaşanan ayrışma ile
TKH’de yakın dönemde yaşanan ayrışma arasında bağ var. Muhtemelen bu iki
ayrışma da TKP’nin birkaç ay içerisinde düzenleyeceği kongreyle alakalı.
Emirler iletilmiş, fısıltılarla her yana aktarılmış demek ki.
Bugün
partinin yıllar önce “çobanla benim oyum bir mi?” deyip, her çıktığı programda
“bizi meritokrasi kurtaracak”tan başka bir şey söylemeyen Aysun Kayacı
çizgisine gelmesi, asla tesadüf değil. Birileri “gel!” demiş, o da gelmiş.
Tencereler, kendilerine uygun kapaklara doğru yuvarlanıyor. Birileri “yuvarlan
tonton!” demiş, parti de yuvarlanmış!
Başkalarının
sorumluluğunu alan, başkalarını yüklenen, başkalarıyla kirlenen, terlenen,
kanlanan kişiler, bu tepedeki meritokrasi ve liberalizm ölçüsünde
arındırılıyor, tasfiye ediliyor. TKP, varoluşunu ve bekasını bağladığı güçler
adına, bu tasfiyeye mecbur. Onun devrim ve sosyalizm gibi iradesi ve kavgası
olamaz. TKP, Suphilerin TKP’sini içeride katletmek için kurulmuş olan Resmi
TKP’nin uzantısı, onun sermaye ve devlete göre güncellenmiş hâli.
TKP,
buranın “kara Cezayirlisi” olan Müslüman ve Kürt’e yönelik düşmanlığı esas alan
bir Kemalizmi laboratuvar ortamında imal etmeyi seçti. Bugün
yasama-yürütme-yargının, meclise dolduracağı askerler şahsında bir bütün
kılınmasıyla cisimleşecek bir burjuva iktidarının oluşturulması çağrısında
bulunuyor. Döne dolaşa AB ve ABD’nin icazet verdiği ölçüde AKP’yle yan yana
geliyor. Onun eleştirel vicdanı olmayı seçiyor.
Sosyal medya ortamında bir HKP’li, “AKP’yi eleştirmediğimiz” tespiti üzerinden bize sürekli mesaj gönderiyor. Bu kişi, düşmanın eleştirinin değil, kavganın ve mücadelenin konusu olduğunu anlamıyor. Çünkü bu gerçeği bilmiyor. Sol-sosyalist güçler eleştiriliyor, düşmanla mücadele ediliyor.
Buradan anlıyoruz ki HKP’li arkadaş, partisiyle AKP’yi (burjuva) parti olma
düzleminde eş ve denk görüyor. “Beni eleştiriyorsun biraz da AKP’yi eleştir”
diyor. Tam da kendisini AKP’yle denk ve eş düzlemde görme hâlini
eleştirdiğimizi anlamıyor. Anlamak istemiyor.
Yan
yana gelmeyi rekabet gereği sevmek durumunda olan HKP, 2005 yılında küçük bir
broşür yayımladı. Broşürde, legal parti kurmanın gerekliliği üzerinde duruluyor, tabana açıklama yapılıyordu. Bu gereklilikse şu şekilde izah edilmekteydi:
“N’apalım, legal parti kuran yol aldı, yarışta öne geçti, biz geride kaldık,
bir an önce legal parti kurmalıyız.” “Yol aldı” dedikleri ise SİP’ti.
Buradan
anlıyoruz ki HKP, esasen “CHP kitlesi denilen yağma sofrasından pay alma”
yarışında öne geçmek için parti kurmuştu, devrim ve sosyalizm için değil. Parti
iradesinin arkasında işçi sınıfı ve köylülük yoktu. Bizim eleştirimiz, tam da
soldaki mülkiyetçilik ve rekabetçilikle ilgiliydi.
O hedef kitle, tek tek örgütleri kendisine benzetti. Herkes CHP’lileşti. HKP, gidip CHP’nin hukuk bürosuna dönüştü. Bu “tefeci-bezirgân” partisinin ayak işlerini üstlendi.
Önder kabul ettikleri Hikmet Kıvılcımlı, en azından, belirli bir mirasa sırtını yaslayarak, altmış darbesini yapan generallerin kapısında, onlara partisinin programını anlatmak için bekliyordu.
O bekle(til)me sırasında
Kıvılcımlı, içeri bir subayın girdiğini gördü. Bu üniformalı, kendisini
işkencede sorgulayan kişiydi. Kıvılcımlı, o an anladı beklemenin
kifayetsizliğini. Programını anlatmayı öngördüğü paşa, sonrasında Komünizmle
Mücadele Derneği’nin fahri üyesi oldu.
O Kıvılcımlı’nın öğrencisi olduğunu iddia eden bir HKP’li, bugün “Türkiye’de gerilla mücadelesi imkânsız. Bu mücadeleyi vaktiyle Kuvvayı Milliye verdi. Ondan sonra verilemez” diyor.[5] Sömürü ve zulmün iliklere dek hissedildiği koşullarda devletini ve sermayesini koruyor. Çünkü CHP’cilik, “bu ülkede bir daha devrim olmasın”cılıktır.[6] Kadim devlete halel getirmeyelimciliktir.
HKP’li, gerilla mücadelesini Kemalist resmi tarihe göre tanımlıyor, sonra bu olguyu boşa düşürüyor, değersizleştiriyor. Oysa o resmi tarih bile gerilla mücadelesine denk düşen gücün Kuvvayı Seyyare olduğunu, onun da merkezi ordu iradesince tasfiye edildiğini söylüyor.
HKP’li, tefeci-bezirganların cumhuriyetine bekçilik yapmayı solculuk olarak tarif ediyor. Sonra “zaten sosyalizm otuzlarda yapıldı. Daha sonra yapılamazdı” diyor. "Burada komünizm yapılacaksa biz yaparız" diyenlere hizmet ediyor. Ağalarını-paşalarını korumaya çalışıyor. Sosyalizmle tarif ettiği Osmanlı’nın çocuklarını sosyalizmin ulaştığı son nokta olarak takdim ediyor. Böylelikle, sosyalizme yönelik çabanın zeminini ortadan kaldırıyor. Osmanlı'da bulunan sosyalizm, bu ülkeyi meşrulaştırıyor, bu meşruluk ve sosyalizm, işçinin-köylünün kuracağı sosyalizme mani olmaktan başka bir anlama sahip değil.
HKP,
TKP, ÖDP gibi yapılar, kendilerine, kendi çıkarlarına göre tarihi çarpıtmaya
mecburlar. Kendilerini işçi sınıfının ve köylülüğün kavgasına göre değil,
egemenlerin varlığına ve iradesine göre tarif ediyorlar. Varoluşlarını oradan
anlamlı ve değerli kılmak için uğraşıyorlar. Döne dolaşa işçiyi-köylüyü
düşmanlarına kul etmek için çabalıyorlar. Ankara balolarına göre inşa edilmiş,
tanımlanmış bir sosyalizmin emekçi halka düşman olduğunu doğal olarak göremiyorlar.
İcazeti
ve ehliyeti işçi sınıfından ve köylülükten, onların kavgasından alanlar, bu tür
yolların bir yere çıkmayacağını bilirler. Altmış ya da yüz yıldır “ülkeyi kuran
irade”den solculuk yapma izni dilenenlerin işçiye-köylüye verebileceği bir şey
yoktur. Bize, Doğu’nun sınıfsal kavgasında, o kavganın harında pişmiş
Suphilerin partisi lazım.
Eren Balkır
25
Ağustos 2024
Dipnotlar:
[1] Aydın Giritli, “Restorasyon Kemalizmi”, Haziran 1998, Sayı 57, Gelenek.
[2]
Luke Savage, “Yeni Ateizm, Eski İmparatorluk”, 2 Aralık 2014, İştiraki.
[3]
Aydın Giritli, “Sosyalist Devrim ve Yurtseverlik”, Haziran 2001, Gelenek.
[4]
Eren Balkır, “HDP-TKP Notları”, 9 Mart 2019, İştiraki.
[5]
Halk Komiseri, “Gerillacılık”, 23 Ağustos 2024, X.
[6]
Eren Balkır, “Suphilerin Yolunda”, 6 Şubat 2013, İştiraki.
0 Yorum:
Yorum Gönder