“Daha gelmesin mi bahar
Daha gülmesin mi ağlayanlar”
[Enver Gökçe]
Yerel
seçimlerden beri yükseltilen bir “umut” var: CHP genel seçimleri kazanacak ve
ülke “huzura” kavuşacak! Bunun gerçekleşmeyeceğini tarihin ortaya koyduğu
verilerle kanıtlamak zor değil.
Esasında
1947’ye gidildiğinde Truman Doktrini ve Marshall Planı karşımıza çıkar:
komünizm “tehdidinin” bastırılması. Nazım aynı dönemde hapistedir, Sabahattin
Ali mezarsız bırakılmıştır. Tehdidi bastırmak 1947 öncesinde başlar. Tarihe
geçen 51 Tevkifatı zincirin ortasındaki halkalardır. O tehdit CHP için hep
vardır ama 51 Tevkifatı, Köy Enstitüleri’nin kapatılması, Kore’ye asker
gönderilmesi gösterilerek 1950’yle başlatılan bir tarih yazımı vardır. Bu
hayatın akışına da bilimsel gerçekliği de terstir. Öyle ki bir şeyin doğumu
için süreç gerekir, emperyalizmle kurulan ilişki bir günde ortaya çıkmaz.
70’li
yılların idamları, baskıları ve sürgünlerine karşı CHP direniş göstermez ama
hep “İdamların gerçekleşmemesi için oy kullandık” derler. O yıllar ortanın solu
olurlar. Maraş ve Çorum yaşanır, CHP vardır ama ortada yoktur. 12 Eylül gelir,
CHP yine direnç gösteremez. Madımak’ta CHP yönetim ortağıdır fakat saatlerce
gönderilmeyen yardımın sorumlusudur ama bugün Hacıbektaş’ta ve Madımak
anmasında CHP boy gösterir.
19
Aralık geldiğinde yönetim ortağı yine ortanın solunu temsil eden CHP’nin
partisidir. Başka türlü dış borç alınamaz. Bu tarihi tartışmayan sol, ikinci
bir 12 Eylül’ün geldiğini, halkın yeni bir apolitizasyon ve depolitizasyon
dönemine alındığını dile getirmez ama bugünkü tepkisizliğin ve yozlaşmanın
nedeni için hep 12 Eylül’ü gösterir. CHP de onun solu da hiçbir zaman bir
Allende çıkaramaz.
Esasında
CHP sınıfsız sömürüsüz bir düzenin kurulmasının önündeki en önemli
nedenlerdendir. Daha 15 yıl önce kendi aydın tayfası ülkenin asli unsurunun
kendiler olduğunu söylüyordu, halen de öyleler. Tepkiyi yumuşatır,
sakinleştirir, dinamizmi pasifize eder. Varoluş gerekçesi, kendisine verilen bu
görev üzerinedir.
Sol
için de CHP bir emniyet supabıdır, baskı dönemlerinde kaçıp sığınacağı,
Kemalizm üzerinden kendini güvende ve egemenlere karşı “meşruiyetini”
kanıtlayacağı yerdir. Onun da varoluşu CHP’ye bağlıdır. Bu varoluş, pasifizmin,
sınıf uzlaşmacılığının, teslimiyetin sularında yaşar. O suya çağrılan emekçi
halk suda yumuşatılır.
Tekrar
başa dönersek, CHP, emekçi halk sınıflarına derman olmaz, olamaz. Daha inşa
etmediği kurumlara kendi yandaşlarını istihdam eder ama muhalefet adına tek
bildiği “Liyakat” kavramıdır. Kavram ne kadar çok kullanılırsa o kadar liyakate
karşı olunduğu bilinçlerden kaçırılır, kavramın içi boşaltılır. Geçmişten ve
tarihi var etme pahasına bedel ödeyenlerin kimlik kazandırdığı sanatçılar CHP
belediyelerinden turneye çıkar şekilde konser ve etkinlik alır, mülkü ve parayı
biriktirir. Konserlerle halkın tepkisi bir kez daha yumuşatılır, umut, yanlış
kanaldan yayılır. O aydın geçinen halkçı türkücü, sanatçı ve şairler CHP başa
gelsin ister çünkü bunu kendisi için ister. O kimliği size veren çevreler
olmasaydı, bugün tek başına yeteneğinizden dolayı halk sizi sahiplenmezdi.
Konser de olmazsa CHP’den milletvekili olunur, emeklilik ve belediye kapıları
tekrar açılır. Onların muhalefeti kendi ajandalarını saklamak içindir.
Soma’da
madenciye tekme atan eleştirilir, tedavisinin yapılması için konuştuğu Bakan
tarafından eline para sıkıştırılan, ataması yapılmayan kanser hastası öğretmene
sözde sahip çıkılır fakat geçtiğimiz haftalarda bir etkinlikte iş istemek için
İmamoğlu’yla görüşmek isteyen engelli bir yoksul, başkanın korumaları
tarafından yaka paça dışarı atılır ve bu insan gözyaşları döker. Şimdi kanser
hastası öğretmenin sözlerini hatırlayalım: “Ben dilenci değilim, belli ki siz
çaresizliği hiç tatmamışsınız!” Evet, çaresizliği hiç tatmadı CHP.
En
başta onun tabanının en önemli kesimi sınıfsal açıdan orta sınıf ve
burjuvaziden oluşur. Tabanın en büyük hayali Ege kıyılarında bir yazlıkta
balkona oturup rakı içmektir ama özellikle rakı, başka bir alkol değil.
Aydınlığı ister, o yüzden bizim gibi “karanlıkta” kalan yoksullar “cahildir”,
CHP’li olan yoksul ise oy deposudur, umudun boca edileceği insanlardır.
CHP
medyası var, burjuvaziyi çok seviyor: “Koç’un 75 dolarlık mütevazı kol saati
var... Koç ailesinden kolej mezuniyetinde duvara asılacak sözler... Koç,
Gezi’de otelini açtı insanlara... Yazık oldu Kavala’ya...”
Aynı
Koç salgının da içinde bulunduğu 3 yıllık kesitte borsadaki hisselerinin
değerini 18 katına çıkarıyor hem de laikliğin yara aldığı bir dönemde! Hayal
ettikleri ve kurmak istedikleri düzen bu. Bu medyanın kardeşlerinden bir
başkası da 80 öncesinin sosyalisti, 90 sürecinin hem sosyalisti hem de Özgür
Gündem çalışanı, 2000 sonrasının ulusalcısı, 2010’larda Ulusal
Kanal programcısı, 2015 sonrasının medya patronu...”
Bu
kariyer basamaklarının yolu hep siyasi çevrelerden geçiyor ama bu geçişler
görünmesin diye Perinçek’in siyasi dönüşümleri gösterilip eleştiriliyor, aforoz
ediliyor ama esasında Perinçek de Aydınlık da hep aynıydı, onlar açısından
değişen bir şey yok. Muhalefet ve aforoz etme sürekli bu kendini gizlemeden ve
ikizini öne çıkarmadan geçiyor. İkizin arkasına saklanan bedence küçük kardeş
böylece görünmüyor.
Bugün
çiftçiler, Burdur’da, Maraş’ta, Konya’da eylem yapıyor. Karadeniz’de halk,
vatan toprağını savunuyor. Fabrikalardaki grevler direnişle sonuçlanıyor.
Emekçi sınıflar direniyor ama solun da CHP’nin de onlara bakışı burjuvaziden
farksız. Filistin için miting düzenleyemeyen, solun tüm değerlerine saldıran
liberallere tepki veremeyen CHP ve partileri bu halka umut olamaz. Onların yeri
TÜSİAD'ın yanıdır. Onlar seküler, alkolünü alan, yaşam biçimine önem veren
burjuvaziyi ister. Tüm bu ve daha fazlası nedenlerden ötürü halka hiçbir
faydaları olmaz. Seçimden önce oy istemeye gelen fakat sonrasında yeni bir
seçime kadar mahallelere uğramayan bir parti halkçı olamaz.
İnsanları
Saraçhane’ye çağırdıktan sonra baskıyı ve zoru görüp kaçan bir partiden halka
umut olamaz. Faşistlerin yazılamalarını silemeyen, faşist için anma programı
düzenleyip mevlid okutan partiden de onun yandaşı soldan da demokrasi
mücadelesi çıkmaz.
CHP’nin
partileri de Fetihtepe’de suyu ve elektriği kesilen halka dayanışma etkinliği
adı altında CHP’li avukat getirip ona kürsü verdikten sonra halka Erik Dalı
oynatır. Karadeniz’de 1 Mayıs’ta Erik Dalı ve Kolbastı oynar, oynatır. Onlar da
Erik Dalı kadar "nazik" bir soldur.
Bu
ülkede komünist adıyla parti açıp ismi tekeline alanlar, kendilerine en yakın
kitlenin CHP tabanı olduğunu söyler; “elleri ve dilleri varmasa da(!)” ülkenin
geleceği için CHP’ye oy isterler. Sınıfsal analizden yoksunluk bu kadar olur,
CHP’nin öyle bir yoksul tabanı -ağırlık olarak- yoktur.
12
Eylül, sola da alan açar. Yayınevleri, kültür endüstrisi, eğlence sektörü sola
bırakılır. 1990 itibariyle Taksim’in eğlence mekânları sola bırakılır. İlk
barları, türkü barları ve meyhaneleri bu süreçte açan sol, reformist partiyi de
yine bu mekânların olduğu sokakta açar. Mis Sokak, solun nasıl bir ülke hayal
ettiğinin projesiyken artık Kadıköy, yeni bir ülke idealinin simgesine dönüştü.
Oysaki siyasetin kalbi sokakta, pazarda ve kahvehanede atar. Halk, bardan ve
meyhaneden tanınmaz.
Sosyalist
çevrelerden gelen türkücüler konserler alsın, zafer bayramlarında popçulara
sahne verilsin, bir uçak dolusu gazeteci belediye bütçesinden Avrupa gezisine
götürülsün, “çağdaş” sermaye sahiplerine ihale verilsin, engelli yoksul yaka
paça dışarı atılsın diye mi CHP’ye oy verilecek?
CHP
ve radikal demokrasi partisi arasında köprü olan sol bir partinin (SYKP)
insanlarının açtığı bir kafe de Nihal Atsızcıların para karşılığında mekânlarında
etkinlik düzenlemesine izin veriyor, Nihal Atsız’ın kitaplarını satıyor. Aynı
partinin bir yöneticisi, kadın arkadaşı tarafından “teşhir” ediliyor, iddiaya
göre bu yönetici, radikal demokrasi partisinin mührünü kullanarak Avrupa’ya
sığınma talebinde bulunan insanlarla dayanışma(!) gösteriyor (!) fakat bunu para
karşılığında yapıyor. Bu kişi, daha önce de başka bir sol partiden atılıyor.
Artık bu sol; fakirlik belgesi alan, iki yılına Sansaryan Han’da alıkonulan,
huzurevinde yaşamını yitiren Enver Gökçe’yle bağı kalmadığı gibi bugün
geldikleri yer Dil-Tarih’te kendi hocalarını fişleyip ihbar ederek ekmeğinden
ve öğrencilerinden mahrum bıraktıran Nihal Atsızcı akademisyenlerin yanıdır.
Umut
var. Umut, varla yok arasında geçen yaşamlarda. Karanlıkta uyanıp işe
gidenlerde. Güneş yüzü görmeden günün yarısında sömürülenlerde. Fabrikalarda ve
tarlalarda ekmeği ve onuru için direnenlerde. Umut; ter kokan, cahil görülen,
kaba ve eril olduğu için sol tarafından yüzüne bakılmayan, hiçbir zaman kulak
verilip güven verilmemiş emekçi halk sınıflarında. Tam olarak o beğenilmeyen
Konya’da ve Karadeniz’de. Onun dili anlaşıldığında bahar gelecek. O zaman
Allende çıkacak bu ülkeden.
Bizim
ihtiyacımız olan sınıfsız sömürüsüz düzeni getirmenin tek yolu emekçi halk
sınıflarının kuracağı parti. Bunun inşa süreci de başlamadığı sürece hepimiz
birer anarşist birey olarak kalacağız. CHP ve bu sol değil, bize mücadeleyi
öğretecek olan halkın yazdığı mücadeleler tarihidir. Başkasının kanatlarıyla
kimse uçamaz. CHP de bu sol da bize kanat olamaz.
S. Adalı
4 Ağustos 2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder