1-7
Eylül 1920 tarihleri arasında Azerbaycan Sovyeti’nin başkenti Bakû’de
düzenlenen Birinci Doğu Halkları Kurultayı, sömürge ve ezilen halkların
özgürleşme mücadelesinin, ayrıca tüm dünya genelinde verilen sosyalizm
mücadelesinin girdiği yeni aşamayı ifade eder. Bu aşama, Bolşevik Parti’nin
devrimci işçilerin ve köylülerin cumhuriyetinin kuruluşuna öncülük ettikleri,
Rusya’da Ekim 1917’de gerçekleşen devrimle başlamıştır.
Bakû’de
gerçekleştirilen kurultay, eşi benzeri olmayan bir etkinlikti. Asyalı 25’ten
fazla ülkeden gelen delegeler, emperyalist hâkimiyete ve kapitalist sömürüye
karşı verilen mücadelede müşterek bir siyaset belirlemek için Rusya’da, Batı
Avrupa’da ve ABD’de faal olan işçi partilerinin liderleriyle birlikte bir
konferans düzenlediler.
İki
binden fazla delegenin içerisinde bazı isimler, Doğulu emekçiler için yeni bir
çağın başladığı, insana kör olan güçlerin ezilen-sömürülen halkların
hayatlarına yön verdiği dönemin son bulduğu yorumunu yapıyorlardı. Azerbaycan
Komünist Partisi’nin selamlama konuşması, “Doğu başlığı altında toplanan mazlum milletlerin yeni
dünyası hayata ve mücadeleye uyanıyor” diye başlıyordu (bkz.: Ek 5).
Dünyadaki
politik durum başlıklı raporunu kurultayda aktaran Komintern lideri Karl Radek,
“Doğu halklarının İngiliz kapitalistlerine, daha doğrusu İngiliz vampirlerine
ölmek istemediklerini, umutlu olduklarını ve kendilerini güçlü hissettiklerini
ispatlayacakları gün gelip çatmıştır” diyordu (2. Oturum).
Bibinur
ismindeki Kazakistanlı bir kadın delege, Sovyet iktidarının doğuşunu şu şekilde
tasvir ediyordu:
“[…] parlak bir güneş bize
ulaştı, bizi ısıttı ve beşikteki çocuklar gibi bizi huzura kavuşturdu.
Bilebildiğimiz kadarıyla işçi, köylü ve dekhan vekillerinden müteşekkil
sovyet iktidarı ilk kez kuruluyor. Sovyet iktidarı bizim anamız ve biz, onun
çocuklarıyız.”
Bir
başka kadın delege, Türkiye’den gelmiş olan Naciye Hanım, içinde olduğu
kurultayın yeni bir günün başlamasına yol açacağına dair fikrini güvenle dile
getiriyordu: “Gündoğumunu görmek için karanlık geceden geçmek gerek.” (7.
Oturum)
Doğu’da
demokrasi, bağımsızlık ve toplumsal ilerleme için gerekli zemini oluşturmayı
amaçlayan mücadeleler, geçmişte toprak sahipleri, tefeciler, küçük imalatçılar
ve diğer sömürücü toplumsal katmanlar eliyle boğulmuştu. Ülkelerdeki
yöneticilerin uyguladığı örgütlü şiddetin ve eskiden beri dayattıkları
otoritenin yetersiz olduğu görüldüğünde ise bu sefer işçilerin, köylülerin ve
gençlerin verdiği mücadeleler, sömürgeci güçlerin elindeki askeri güçle ezildi.
Kapitalizmin ekonomi düzlemine nüfuz etmesinin yol açtığı etkiyle eskinin
toplumsal sistemleri dağılıyor olsa da sanayileşme ve toplumsal ilerleme yolu
bizatihi muktedir emperyalist güçler eliyle kesiliyordu. Sömürge toplumlar, içine
düştükleri, sefalet ve toplumsal çürümenin sebep olduğu bataklıkta ümitsizce
debelenip duruyorlardı.
Kurultay
delegelerinin Bakû’de toplandığı dönemde bir dünya sistemi olarak kapitalizmin
temelleri, savaş ekonomik dağılma ve devrim üzerinden sarsılıyor, kapitalizm, o
güne dek deneyimlediği en ağır krizi yaşıyordu. Rusya’da eskiden Çarlık
rejimine ait olan geniş topraklarda yaşayan işçiler ve köylüler, kapitalizmin
iktidarından kurtulmuşlardı. Rus işçileri ve köylüleri devrimci hükümetler kurmuş,
bu hükümetler, Rusya Sovyet Cumhuriyeti’nin öncülük ettiği federatif ittifaka
gönüllü olarak katılmışlardı.
Sovyet
hükümetinin ilk adımlarından biri, “ayrılma hakkı da dâhil, kendi kaderini
tayin hakkı”nı (Bkz.: 1. Oturum) birçok Asyalı halkı içeren eski Çarlık İmparatorluğu
sınırlarındaki halklara vermek oldu. Finlandiya ve Estonya gibi ülkeler, bu
vaat üzerinden hareket ederek bağımsız oldular.
Sovyetler’in
Müslüman işçi ve köylülere sunduğu bir diğer vaat de şuydu: “Bundan böyle
inançlarınız ve gelenekleriniz, millî ve kültürel kurumlarınız hür ve dokunulmaz
kılınmıştır” (Bkz.: Ek 2). Çarlık rejiminin Doğu halklarını yağmalayan ve
onların üzerinde egemenlik tesis etmesini sağlayan tüm anlaşmaları hükümsüz
kılan çağrıda, “Kendi millî hayatınızı serbestçe ve hiçbir engele maruz
kalmadan kurun. Bu, sizin hakkınızdır” deniliyordu. Bu vaat, sonrasında çarlık
rejimine olan borçların silinmesi gibi hükümleri içeren ve Çin, İran gibi
ülkelerle imza edilen anlaşmalarda somuta döküldü.
Komintern,
işçileri ve köylüleri zafere taşıyan Komünist Parti (Bolşevik)’in
inisiyatifiyle, Mart 1919’da kuruldu. Temmuz 1920’de yeni kurulmuş olan
Enternasyonal, ikinci kongresini düzenledi. Petrograd ve Moskova’da düzenlenen
bu kongrede, dünya sosyalist devriminin yürüyeceği yol belirlendi. Komintern
kongresinden üç hafta önce, 29 Haziran’da Komintern İcra Komitesi, tüm Asya
halklarına temsilcilerini Bakû’ye göndermeleri çağrısı yaptı. Komintern başkanı
Gregori Zinovyev, sonrasında, Bakû toplantısının ve onun bünyesinde yapılacak
oturumların yeni düzenlenmiş olan dünya kongresinin “ikinci bölümü, ikinci
yarısı” olduğunu söyleyecekti (1. Oturum).
Komintern’in
eleştirdiği İkinci Enternasyonal’de yaygın olan görüş şuydu: gelişmiş
kapitalist ülkelerdeki işçilerin Doğu’yla ilişkileri gelecekte kurulacak
sosyalist hükümetin yerine getireceği temel yükümlülük üzerine kuruludur. Bu
tür bir hükümet, Batı’daki ilerlemenin sunduğu meyveleri Asya ve Afrika’nın
“geri kalmış” halklarına aktaracaktır. Bolşeviklerin karşı çıktığı bu fikir,
Sosyalist Enternasyonal’in onu 1914’te rezil bir dizi politika üzerinden çöküşe
sürükleyen ve 1907 yılından itibaren “reforme edilmiş” bir sömürgeciliği
savunan liderlerinin oportünizmini meşrulaştırmaktaydı.[1]
Sosyalist
Enternasyonal’in sömürgelerle ve ilerlemeyle ilgili görüşüne karşı çıkan
Komintern, ezilen halkların beynelmilel sınıf mücadelesinde önemli bir
müfrezeyi meydana getirdiğini düşünüyordu. Asya ve Afrika’nın büyük bir
bölümünde makineye dayalı sanayi ve onun ana unsuru olan sanayi proletaryası
çok ufaktı, hatta neredeyse yoktu. Ama gene de birçok ülkede proleter, hatta
komünist örgütler, bunun yanında, kent ve kır emekçilerini, genel manada
köylüleri içeren bağımsız örgütler kurulabilmişti.
Bakû
Kurultayı’ndan bir yıl önce Lenin, o güne dek “sadece beynelmilel emperyalist
politikanın nesnesi olabilmiş, sadece kapitalist kültürün ve medeniyetin
geliştirilmesinde basit bir malzeme olarak kullanılmış olan ezilen kitlelerin
yeni bir hayatın inşacısı ve bağımsız katılımcılar olarak ayaklanabileceğini”
tespit etmişti.
Lenin,
buradan şu sonuca ulaşıyordu:
“Sosyalist devrim, sadece
veya esas olarak her ülkede devrimci proleterlerin burjuvaziye karşı vereceği
bir mücadele olmayacaktır. Hayır. Sosyalist devrim, tüm sömürgelerin ve
emperyalizmin ezdiği ülkelerin mücadelesi hâline gelecektir.”
Lenin’in
Sovyet Rusya’da yaşayan Asya ülkelerinden gelen komünistlerin katıldığı
konferansta yaptığı açıklamaya 3. Ek’te yer veriliyor.
Lenin’in
döneminde Komünist Enternasyonal’in gerçekleştirdiği eylemler sayesinde Dünya
genelinde devrimci işçiler, eskiden kurtuluş umudu bulunmayan emekçi halk
kitleleriyle ittifak kurmak için ellerini onlara uzatabildiler. Dahası,
Rusya’da kurulan işçi-köylü cumhuriyeti, kurulduğu ilk günden itibaren
emperyalist hâkimiyetten kopmak için mücadele eden halklara yardım etti. Bu
gelişmeler ışığında cumhuriyet, Bakû Kurultayı’nın “kapitalizme ancak Asya ve
Avrupa’nın değil, tüm Dünya’nın emekçi halklarıyla kurulacak birliğin son
vereceğine, yeni ve daha güzel bir hayatı yaratmaya ancak bu sayede
başlanabileceğine” dair tespitini dile getirdi (Ortak Resmî Toplantı).
Konferansın
sonunda yaptığı konuşmasında Zinovyev, Marx ve Engels’in 1848’de yazdıkları,
komünist hareketin temel programatik metni olarak Komünist Manifesto’nun
sonunda yapılan çağrıya bugün artık yeni bir ek yapmanın ve kapsamını
genişletmenin mümkün olduğunu söylüyordu. Bu sözleri ardından Zinovyev, ilgili
çağrının şu şekilde değiştirilmesini önerdi: “Tüm ülkelerin işçileri ve tüm
dünyanın ezilen halkları, birleşin!”
Komintern’in
iddiasına göre, ezilen halkların devriminin emperyalist ülkelerde müttefikler
bulması gerekiyordu. Aynı şekilde, sanayisi gelişmiş ülkelerdeki proletarya da
sömürge ve yarı-sömürge ülkelerdeki halklarla ittifak kurduğu takdirde zafere
ulaşabilirdi. Böylece tarihte ilk kez ortadaki acil ihtiyaç, her iki tarafın
Doğu ve Batı’nın emekçi halklarını ortak bir beynelmilel hareket içerisinde
müttefik kılması için gerekli maddi zemini hazırladı.
Bakû
Kurultayı’nın Mesajı
Bakû
Kurultayı’nda geliştirilen ve harekete yön verecek olan fikirler, bir ay önce
Komintern’in ikinci kongresine gelen, aralarında Asyalı isimlerin de bulunduğu
delegelerce tartışılıp kabul edildi. Bu devrimci bakış açısı, ikinci kongrenin
onayladığı sömürge ve millet meseleleriyle ilgili kararlar dâhilinde bir araya
getirildi (Bkz.: Ek 4). Kararları metne döken Lenin, onları kongreye bizzat
sundu.[2]
Bu
kararın geliştirdiği önemli hususları ve ikinci kongrede kararla ilişkili
olarak hazırlanan belgeleri şu şekilde özetlemek mümkün:
*
Büyük kapitalist güçlerin sömürge halkları bağımsızlığa ve refaha taşıması
iddialarının gerçekte hiçbir karşılığı yok. Esasında Birinci Dünya Savaşı’ndan
zaferle çıkan sömürgeci güçler, Asya ve Afrika’nın boğazlarını daha fazla
sıkmaya, Doğu halklarının çilesini çektikleri köleliği daha da derinleştirmeye
hazırlanıyorlar. Genelde yerine getirmedikleri bağımsızlık vaatlerine yer
verilen kararlarında “emperyalist güçler, ezilen ülkelerdeki imtiyazlı
sınıfların yardımlarıyla, bir sahtekârlığa başvuruyorlar. Politik düzlemde
bağımsızmış gibi poz kesen ama öte yandan, ekonomi, maliye ve askeriye
düzleminde tümüyle emperyalist güçlere bağımlı olan devlet yapıları inşa
ediyorlar.”
*
Milli kurtuluş mücadelesi, hem bir avuç emperyalist ülkedeki muktedir
kapitalist aileler hem de yereldeki toprak sahibi ve zengin sınıflar eliyle
gerçekleştirilen sömürü ve zulme karşı uluslararası düzlemde verilen sınıf
mücadelesinin parçasıdır. Komünistlerin millet politikası, “ezilen sınıfların,
emekçilerin, sömürülenlerin çıkarlarıyla esasen muktedir sınıfın çıkarlarını
ifade eden ‘halkın çıkarları’ arasında net bir ayrım koymalıdır.” İkinci Kongre,
açıklamasını şu şekilde sürdürüyordu: “Bu politika, en gelişmiş ve en zengin
kapitalist ülkelerdeki küçük bir azınlığın tüm dünya nüfusu içerisindeki büyük
bir çoğunluğu sömürgecilik faaliyetleri ve maliye düzleminde köleleştiriyor
oluşunu gizleyen burjuva demokrasisine ait yalanlara karşı koymak adına, eşit
haklara sahip olmayan, ezilen ve bağımlı milletlerle bu haklara sahip olan,
ezen ve sömüren milletler arasında net bir ayrım yapmak zorundadır.”
*
Köylülük, kendisini aktif bir devrimci güç olarak harekete geçirecek bir tarım
devrimi gerçekleştirmedikçe, sömürge ülkelerinde milletin özgürlüğü için halk
hiçbir şekilde harekete geçmez. Bu mücadelenin hedefi, ülkeyi toprak
sahipliğinin, borçların, insanın hayatını mahveden vergilerin yükünden
arındırmak ve iktidarı emekçilerin eline teslim etmek olmalıdır. Komintern
İkinci Kongresi, köylülük ve toprak meselesiyle ilgili programatik tezleri
kabul etmiş, bu tezler, Bakû Kurultayı’nda geliştirilen, eksiksiz kılınan
tarımla alakalı kararın temelini teşkil etmiştir (Bkz.: 6. Oturum).
*
İkinci Kongre’nin millet ve sömürge meseleleriyle ilgili kararında şu
söylenmektedir: “Biz, mümkün olduğunca köylü hareketine en devrimci karakteri
kazandırmak için uğraşmalıyız. Uygun olduğu her yerde tüm sömürülenleri ve
köylüleri sovyetler dâhilinde örgütlemeli, bunu yanında, Batı Avrupa’daki
komünist proletarya ile Doğu’daki, sömürgelerdeki ve genel manada geri kalmış
ülkelerdeki devrimci köylü hareketi arasında bağ kurmalıyız.” Lenin’in İkinci
Kongre’nin aldığı bu kararla ilgili yorumu şu şekildeydi: “Köylü sovyetleri,
sömürülenlerin teşkil ettikleri sovyetler, sadece kapitalist ülkelerde değil,
kapitalizm öncesi ilişkilerin hüküm sürdüğü ülkelerde de devreye sokulabilecek
bir silâhtır.”
*
Emekçi halk, kendi sömürücülerini ve iktidar kurumlarını, genelde tüm eski
toplumsal yapıları korumaya yönelik mücadeleyle kurtuluşa eremez. Muktedir
sınıflar, kendi ülkelerinde sömürgecilerin fetihleri öncesinde de halklarını
acımasızca köleleştiriyor, onları iliklerine varana dek sömürüyorlardı. Bu
sınıflar, yabancıların hâkim olduğu koşullarda da ellerindeki tüm imkânları
kullanarak bu süreci devam ettirdiler. Bugün dünya kapitalizminin yol açtığı
tesirle birlikte, her türden ümidi ortadan kaldıran kriz koşullarında yaşayan
söz konusu toplumlar, emekçilerin mahvolması karşısında onları savunma imkânı
bulamıyorlar. Her bir ülkedeki sömürücü sınıflar, ellerindeki güce ve
imtiyazlara kılıflar örüyorlar, uzun zamandır çoğunluğu boyunduruk altında
tutmak için kullanılan geleneksel âdetlerin, değerlerin ve uygulamaların sözde
erdemlerini yüceltmek suretiyle emperyalist ağalarının masasından biraz daha
kırıntı kopartmak için uğraşıyorlar. Bu türden demagojik çabalar asla emekçi
halkın çıkarına değildir.
*
Sömürge ülkelerdeki köylüler ve diğer emekçiler, milli kurtuluş için faaliyet
yürüten tüm hakiki devrimci hareketleri, bu hareketlere ilgili ülkelerdeki
kapitalist güçler öncülük ediyor olsa bile desteklemelidirler.[3] Fakat bu
türden hareketlere fiili olarak iştirak eden komünistler, burjuva liderlerin
programlarını ve stratejik bakış açılarını benimsememelidirler. Komünistler,
bunun yerine, ülkedeki feodal ve burjuva, tüm sömürücü katmanların nüfuzuyla
mücadele etmeli, emekçilerin çıkarlarını savunmalıdırlar. İkinci Kongre’nin
aldığı karardaki ifadeyle, komünistler, “rüşeym hâlinde olsa bile, proleter
hareketin bağımsız niteliğini muhafaza etmelidirler.”
*
Milliyetçi bir ideoloji, kurtuluş mücadelesine katkı sunmak şöyle dursun, ona
ayak bağı olur. Doğulu halklar, emperyalist hâkimiyetle ve yereldeki
sömürücülerle mücadelede kendi müşterek sınıfsal çıkarları temelinde bir araya
gelmeli, uzun yıllardır muktedirlerin onları zayıf ve dağınık kılmak için
kullandıkları etnik düşmanlıkları veya başka milletleri dışlayıcı yaklaşımları
her türden izleriyle birlikte söküp atmalıdırlar. Doğulu halklar, dünya
ölçeğinde kapitalizmin iktidarını yıkmayı ve dünya genelinde kurulacak hür
işçi-köylü cumhuriyetleri federasyonuna katılmayı amaçlamalıdırlar. İkinci
Kongre kararında izah edildiği biçimiyle, “federasyon, tüm milletlerden
emekçileri kucaklayacak birlik tesis edilene dek yürürlükte kalacak, geçici bir
yönetim biçimidir.”
*
Ortada güçlü bir işçi-köylü cumhuriyetinin varolması durumunda ezilen ülkeler,
kapitalist gelişme aşamasından geçmeden sanayileşme ve toplumsal açıdan
ilerleme imkânı bulacaklardır. Henüz işçi sınıfının ortaya çıkmadığı en yoksul
ülkelerde bile mücadele, sovyet sistemini, yani modernleşme sürecinin zenginle
yoksul arasındaki ayrımı aşan bir yoldan ilerleyeceği, köylülerin ve diğer
emekçilerin teşkil ettikleri devrimci konseyleri temel alan bir devleti inşa
etmeyi hedeflemelidir.
*
Doğulu emekçiler, gelişmiş kapitalist ülkelerdeki devrimci işçi sınıfını
kendileri için zaruri müttefikleri olarak görmelidirler. İkinci Kongre’nin
yapıldığı sıralarda Enternasyonal’e bağlı yapılar arasında Avrupa’nın birçok
ülkesinde faal olan, çoğunluğu on binlerce üyeye sahip işçi partileri de vardı.
Hızla büyüyen bu partiler, bugün sömürge halklarının sömürgeci ülkelerde
devrimci fikre sahip çok sayıda işçiyle ittifak kurabilecekleri vaadinde
bulunuyorlar. Ayrıca, Rusya’daki Sovyet cumhuriyeti tüm sömürge halklara
politik ve maddi destek sunuyor.
*
İkinci Kongre’nin aldığı kararının sonunda şunlar söyleniyordu: “Dolayısıyla,
tüm ülkelerdeki sınıf bilinçli komünist proletarya, uzun süredir kölelik
koşullarında yaşamakta olan ülke ve halklarda gelişmiş milliyetçi duygulara
özel bir dikkat ve ilgi göstermek, bir yandan da güvensizlikleri ve önyargıları
aşmak için kimi tavizlerde bulunmak gibi bir sorumluluğa sahiptir. Kapitalizme
karşı zafer, proletarya olmadan elde edilemez. Bugün tüm emekçi halklar ve
milletler, ittifak dâhilinde gönüllü olarak bir araya gelmektedirler.”
*
İkinci Kongre’de ve Bakû Kurultayı’nda Komünist Enternasyonal liderleri, sadece
ezilen milletlere mensup özgürlük savaşçılarıyla ittifak tesis etmeyi değil,
ayrıca onları komünizm davasına kazanmayı amaçladılar. Emperyalizmin durgunluğa
ve geri kalmışlığa mahkûm ettiği ülkelerdeki devrimciler, artık Komintern’in
eşit bileşeni ve dünya genelinde faaliyet yürüten toplumsal devrim hareketinin
liderleriydi.
Avrupa’da
Yükselen Devrim Dalgası
Bakû
Kurultayı çağrısını yaparken Komintern, “Dünya Savaşı’nın sebep olduğu kasırga
ile uyanan, açlığa saplanmış ve artık zenginler için değil, sadece kendileri
için çalışmak, bir dahaki sefere kendileri gibi acı çeken yoksul kardeşlerine
değil, sömürücülere karşı silâhlanarak başkaldıran” Avrupa’nın devrimci emekçi
kitleleri adına konuşuyordu. O dönemde dünya siyasetinin odağında Avrupa’daki
kapitalist düzene yönelik devrimci itiraz duruyordu.
1914’te
büyük kapitalist güçler arasındaki ekonomik ve politik husumetler, onları dünya
savaşına sürükledi. Savaş neticesinde üretim imkânları yok oldu, kıtlık meydana
geldi, Avrupa’daki emekçi halklar sefalete sürüklendi. Milyonlarca insan
katledildi. Savaş, yol açtığı tesirle sınıfsal çatışmaları derinleştirdi,
karşıt sınıfları yüzleşmeye mecbur etti. 1918 yılının sonu itibarıyla Rusya,
Almanya ve Avusturya-Macaristan’da yaşanan devrimler neticesinde Doğu ve Orta
Avrupa’daki hükümetler ve krallıklar yıkıldı, böylelikle katliam son buldu.
Birinci Dünya Savaşı’ndan zaferle çıkmış olan Fransa, İngiltere ve diğer
Müttefik Devletler, işçi ve köylülerin mücadeleleri, bunun yanında, askerlerle
bahriyeliler arasında kökleşen hoşnutsuzluk neticesinde sarsıldılar. Rusya’da
emekçi halk, Kasım 1917’de zafere ulaştı ve sovyet hükümetini kurdu.[4]
1919’da
Avrupa’da yükselen devrim dalgası dindi. Almanya’da işçi hareketine karşı
yürütülen savaşta birçok kişi katledildi. Macaristan’da sovyet modelini esas
alan devrimci hükümet yıkıldı. Ama gene de sonraki yüzleşmelerde zafere katkı
sunabilecek, işçi sınıfı içerisinde köklü ilişkiler kurmuş komünist partiler
kurmak için ilk adımlar atıldı. Diğer yandan, ekonomik yıkım süreci,
Avrupa’daki kapitalist rejimlere zarar vermeye devam etti. 1920’de işçilerin
direnişi yeni bir zindelikle kendisine yeni bir yol buldu. Almanya, İtalya,
Fransa ve İngiltere’de ülkeyi etkileyen kapsamlı mücadeleler verildi.
Müttefik
devletler, kendi ülkelerinde ve sömürgelerde isyan ve başkaldırının
mayalanmasına tanık oldular. Bu mayalanma sürecini esas olarak hükümetlerin
Sovyet Rusya’yı ve ona müttefik olan sovyet cumhuriyetlerini yıkmaya yönelik
harekâtları beslemekteydi. 1918 yılının ortalarından itibaren Sovyet
topraklarına karşı-devrimci Beyaz Muhafız birlikleri gönderildi. Bu birliklere
o toprakları işgal eden bir düzine kadar devletin işgalci güçleri ve Sovyet
sınırlarını abluka altına almış olan Müttefikler destek sundu. Kızıl Ordu, 1919
yılı boyunca Beyaz Muhafız birliklerini ve Müttefiklere bağlı işgal ordularını
püskürtmeyi bilse de savaş, Bakû Kurultayı’nın toplandığı sıralarda birkaç
cephede hâlen daha sürmekteydi.
Bakû’ye
Yolculuk
Bakû
Kurultayı’nı Azerbaycanlı komünistler Neriman Nerimanov ile M. D. Hüseyinov’u,
Dağıstanlı Said Gabiyev’i, Türk komünist hareketinin lideri Mustafa Suphi’yi,
bunun yanında Rusya Komünist Partisi Merkez Komitesi temsilcileri G. K.
Orjonikidze ile Yelena Stasova’yı içeren bir komite örgütledi.
Emperyalist
ülkelerde faal olan komünist partilere mensup delegeler, kurultaya Moskova’dan
kalkan özel bir trenle geldiler. Rusya Komünist Partisi liderleriyle birlikte
bu delegeler, yol boyunca gerçekleştirilen birçok toplantıya ve kutlamaya
katıldılar. Beyaz Muhafız güçlerinin faal oldukları bölgelerden geçen tren,
Ukrayna’da bulunan ve Beyazların saldırısı sonucu harap olan Lozovaya
istasyonuna da uğradı. Moskova’ya dönüşte tren bir noktada durmak zorunda
kaldı, zira Beyazlar rayları tahrip etmişlerdi. Bu yüzden lokomotif raydan
çıktı. Bu noktanın yakınlarında bulunan Naurskaya istasyonu da saldırıya uğramıştı.
Bakû Kurultayı treni, büyük bir tehlikeyle yüzleşti ve durmak zorunda kaldı,
ama sonra Beyaz Muhafız askerleri saldırmadan geri çekildiler.
Fransız
delege Alfred Rosmer’in de aktardığı biçimiyle, “istasyonların önemli bir
bölümü harap olmuştu, her yerde demiryolunun sağında solunda yarısı yanmış
vagonlara rastlıyordunuz. Beyazlar saldırıya geçtiklerinde, mümkün olduğunca
her şeyi yok ediyorlardı.”[5] Stasova ise o günlerde yakıt sıkıntısının zamanla
had safhaya ulaştığını, ara sıra yolcuların istasyonlarda trenden inip etraftaki
çitleri söktüklerini, başka ahşap malzemeleri toplayıp kazana attıklarını
söylüyor.[6]
Asya’da
Sovyetler’in elinde bulunan topraklar boyunca delegelerin halk tarafından
seçilmesi sürecini sağlıklı bir şekilde işletmek adına kapsamlı eğitim
kampanyası yürütüldü. Bu çalışmanın örgütlenmesi sürecinde birçok yere
“ajitasyon trenleri” gönderildi. Bu trenlere “VJ. Lenin”, “Kızıl Doğu” ve
“Sovyet Kafkasyası” gibi isimler verilmişti. Bu kampanya dâhilinde bazı
“ajitasyon gemileri”nden de istifade edildi. Sovyetler’in elindeki Doğu
coğrafyası genelinde toplantılar ve mitingler gerçekleştirildi.
Delegeler,
Bakû yolunda iken uğradıkları yerlerde törenlerle karşılandılar. Ağdaş şehrinde
kurultay şerefine yüz kadar keçi ve koyun kesildi. Sürece sunulan destekler
farklı biçimler aldı. Bu biçimlerden biri de ücretsiz ve gönüllü çalışma
gruplarını ifade eden subbotniklerdi. Doğu coğrafyasında birçok noktada
Bakû Kurultayı için bu türden birçok grup oluşturuldu. Bakû’deki en büyük
grubun içerisinde gönüllü çalışan insan sayısı yirmi beş bini buluyordu.[7]
İngiliz
hükümeti, Bakû’ye gidenlerin yolunu kesmek için elinden geleni yaptı. İran’da
Hazar Denizi kıyısındaki Enzeli şehrinden gelen ve delegeleri taşıyan buharlı
gemi, İngilizlerin savaş uçaklarının saldırısına uğradı. İki delege öldürüldü,
birçoğu yaralandı. İki delegeyi ise Azerbaycan sınırında İran polisi katletti.
Karadeniz’de Türkiye’ye ait karasularında sahil boyunca devriye atan İngiliz
savaş gemileri, delegelerin Türkiye’den Sovyet topraklarına tekne gibi
imkânlarla ulaşmasına mani olmak için uğraştı. Fakat tam zamanında kopan
fırtına yüzünden İngiliz gemisi, İstanbul’a dönmek zorunda kaldı. Bu noktada
Türkiyeli devrimciler, hızla tekneye binip riskli yolculuğu başarıyla
tamamlamayı bildiler. Kafkas Dağları, Türkiye ve İran arasındaki bölgeyi ifade
eden Transkafkasya’da kurulmuş olan Ermenistan ve Gürcüstan, iki burjuva
cumhuriyeti olarak, Bakû Kurultayı’na katılıma yasak getirdi. Buna rağmen
birçok delege, kontrol edilmeyen sınırları geçerek kurultaya katıldı.
Bakû
Kurultayı’nı önceleyen aylar içerisinde binlerce militan Müslüman,
Hindistan’dan ayrılarak batıya doğru yol aldı. Bu insanlar, Müttefik
Kuvvetler’in Türkiye’yi bölmesine mani olmayı, dünya genelinde Müslümanların
başı olarak gördükleri halifelik makamını korumayı umut ediyorlardı. Bu
savaşçıların büyük kısmı Kabil’e ulaştı ve burada 150 kadar insan, 1920 yılı
başlarında Sovyet yanlısı Hintli Devrimciler Birliği’ni kurdu. Yirmi sekiz
kadarı Türkistan’a geçti. Hindu Kuş ve Alai dağlarını aşan, onca badire atlatan
bu devrimciler, 2 Temmuz günü Taşkent’e vardılar. Diğerleri de aynı yolu takip
etti. Bu esnada İngilizlerin Ortadoğu’da konuşlandırdığı ordu birliklerinden
bazı Hintli askerler kaçıp Sovyetler’in safına geçtiler ve Bakû’ye doğru yola
koyuldular. 1920 yılının sonunda Sovyet topraklarındaki Hintli devrimcilerin
sayısı iki yüzü geçmişti. Bunların on dördü Bakû Kurultayı’na katıldı. Bu
askerlerin yanında, Rusya’da yaşayan az sayıda Çinli ve Koreli işçi de
kurultaya katıldı. Kurultayda ayrıca Japonya’dan da bir delege yer aldı.[8]
Kimdi
Bu Delegeler?
Bakû
Kurultayı’na katılan delegeler arasında Bolşevik hareket içerisinde uzun süre
çalışmış, Azerbaycanlı komünist Nerimanov ile İranlı komünist Ahmed Sultanzade
gibi isimler de yer alıyordu. Sovyet iktidarı için çalışma yürütmüş olan
devrimci harekete kısa süre önce katılmış, çarın zulmüne karşı mücadele etmiş
savaşçılar da kurultaya katıldılar. Bu isimler arasında, Türkistan’daki partide
Müslüman komünistler grubuna liderlik eden Turar Riskulov ve Bakû’de partisiz
delegelerin sözcülüğünü üstlenen Narbutabekov bulunuyordu. Hive’den
[Harezm’den] gelen heyetin başında Hive Komünist Partisi’ne kısa süre önce
katılmış olan Müslüman din adamı Bekhan Rahmanov bulunuyordu. Bu durum, Batı
Avrupa’da bazı kişilerin Komintern’i alaycı ifadelerle eleştirmesine sebep
oldu. Farklı politik geçmişlere sahip olan ve Batı’daki partilerden Bakû’ye
gelen delegeler de aynı şekilde komünizme yeni örgütlenmiş kişilerdi.
Kurultayda
kayıtlı delegelerin toplam sayısı 2.050 civarıydı. Kurultay kayıtlarından
alınan ve delegelerin politik yönelimlerini aktaran listeye göre, kurultay
katılımcılarının yüzde 55’i Komünist Partisi üyesi, yüzde 20’si destekçi, yüzde
25’i “partisiz”di (Bkz.: Milliyetlerine Göre Kurultayın Bileşimi). Fakat
sonrasında Zinovyev’in hazırladığı raporda komünist olmayanlar (“partisizler”)
grubu adına toplantılara katılanların sayısının komünist delegelerden epey
fazla olduğu söyleniyordu. Zinovyev devamında, “bu partisizler grubunun iki
kısma ayrıldığından” bahsediyordu: “İlk kısımda köylülüğün ve kentlerden gelen
yarı proleterlerin temsilcilerini içeren gerçek manada partisiz güçler yer
alıyordu. Bir de partisiz olduğunu iddia eden ama aslında burjuva partilerine
mensup olanlar vardı.”[9]
Burjuva
siyasetine mensup olanlar arasında en fazla bilinen isim, Jöntürk hareketinin
eski lideri olan ve Birinci Dünya Savaşı boyunca Türk hükümetine başkanlık eden
Enver Paşa’ydı. Türkiye’nin düşman güçlerine teslim olması ardından ülke dışına
çıkan Enver Paşa, Türkiye’yi Müttefik güçlerin işgalinden kurtarma hedefi
doğrultusunda beynelmilel bir Müslüman devrimci örgüt inşa etmek amacıyla
Sovyetler’den silâh ve para bulmak niyetiyle 14 Ağustos günü Moskova’ya geldi.
Bakû’de birçok emekçi, Enver Paşa’yı Batılı güçlere, özellikle İngiltere’ye
karşı yürütülen savaşta Müslüman direnişine öncülük etmiş bir kahraman olarak
karşıladı. Fakat kurultay delegelerinin önemli bir kısmı paşayı Türk işçi ve
köylülerini savaşa soktuğu, ayrıca Türkiye’de Ermenilere yönelik katliamı
teşvik ettiği için ağır bir dille eleştiriyordu. Enver Paşa’nın kurultaya hitap
etmesine ilk başta izin veren Başkanlık Kurulu, delegelerin büyük bir kısmının
olumsuz tepkileriyle karşılacağı gerekçesiyle paşaya oturumlara katılma izni
vermedi.
Enver
Paşa, Bakû Kurultayı haricinde, onunla bağlantılı olarak yürütülen ve
sonrasında iki antikomünist politik partinin, sonrasında Türkistan
Sosyalistleri Örgütü ismini alacak olan Erk’in ve Milli Müslüman Birlikler
Merkez Komitesi’nin oluşumuna öncülük eden tartışmalara katıldı. Rus nüfuzuna
karşı olan bu iki örgüt, eski Çarlık İmparatorluğu’na mensup Müslüman halkların
politik birliği fikrinden yanaydı.
Kurultaya
Türkiyeden bir başka burjuva akım da heyet gönderdi. Anadolu’da Mustafa Kemal’in
öncülük ettiği milli bağımsızlık hareketinin temsilcisinin açıklaması da Enver
Paşa’nın açıklaması da dördüncü oturumda delegelere okundu.
Bakû’de
Yaşanan Olayların Seyri
Çarlık
Rusyası’nın önemli ticaret ve sanayi merkezlerinden olan Bakû şehri, bu
imparatorluğun petrol sanayiinin merkeziydi. Modern şehir merkezinde daha çok
Rus ve Ermeni mülk sahibi sınıflar, memurlar ve vasıflı işçiler oturuyorlardı.
Dış halkada sanayi işçilerinin ve yoksulların oturduğu kenar mahalleler, onun
da dışında petrol sahaları bulunuyordu. Çoğunluğu Müslüman olan işçiler,
Azerbaycanlı ve başka milletlerdendi. İşçilerin önemli bir kısmı derme çatma
kulübelerde, ailelerinden ayrı olarak yaşıyordu. Petrol sahasının ötesine
geçtiğinizde karşınıza geri kalmış, başkentteki toplumsal ve politik
mücadelelerin neredeyse hiç temas kurmadığı köyler çıkıyordu.
Bakû
Kurultayı, Çarlık idaresine ait kurumsal yapıların, iç savaşın değiştirdiği
sınırların, bunun yanında, yereldeki sömürücülerin beslediği, Moskova’daki
Çarlık yanlısı sömürgeci iktidarın teşvik ettiği, etnisiteler ve dinler
arasında kemikleşmiş güvensizlik ortamının uzun zamandır ayrıştırdığı halkların
temsilcilerini bir araya getirdi. Bakû şehrinin kendisi de 1918’de önce
Müslüman, ardından Ermeni mahallelerine yönelik saldırılar gerçekleştiren
burjuva milliyetçi partilerin kavgasına tanıklık eden bir yerdi. Bu
çatışmalarda binlerce insan öldü.
Bu
koşullarda yapılan kurultay, ezilen milletlere mensup emekçilerin birliğinin
kutlandığı bayram yerinin renklerine büründü. 3 Eylül Cuma günü Bakû
sokaklarında geçit töreni düzenlendi, ayrıca Karl Marx anıtının açılışı
yapıldı. Hollandalı delege Henk Sneevliet’in aktarımına göre, “Bakû’nün tamamı
örgütlü halkı Doğu’nun yakıcı güneşi altında gerçekleştirilen geçit töreninde
saatlerce yürüdü”:
“İranlı veya Türk, tüm
işçiler, kadınlar, gençler, talebeler, Kızıl Ordu’nun tüm askerleri […] ve tüm
milletlerden kurultay delegeleri oradaydı.”[10]
8
Eylül günü, yani kurultayın son gününü takip eden gün, 1918’de Beyaz
Muhafızlar’ın İngilizlerin desteğiyle katlettiği, Bakû Sovyeti’nin yirmi altı
liderinin defin töreninde büyük bir kitle bir araya geldi. 9-10 Eylül’de
Bakû’de Ermenistan, Azerbaycan, Buhara, Gürcüstan, İran, Hive, Türkistan ve
Türkiye’den gelen yüzden fazla temsilci Asya Gençlik Konferansı’na katıldı.
Bazı
delegeler, temsil ettikleri halkların yüzleştikleri politik meselelerle ilgili
bildiriler sundular. Ermenistan delegeleri, “azınlık olan etnik gruplara
yönelik temizlik operasyonlarındaki ve bölge genelinde yaşanan askeri
çatışmalardaki sorumluluğu sebebiyle Ermeni hükümetini kınayan” bir açıklama
yayınladılar. Ek 6’da yer verilen bu bildiri, Kafkasya’daki emekçi halkların
birliğine giden yolu açan devrimci mücadelenin ilerlediği güzergâha uygun ve
denk düşen bir metindi.
Ek
7 Ek başlığı altında yer verilen ve İngilizcede ilk kez yayımlanan üç bildiri, Yahudileri
Filistin’e yerleştirmeye yönelik Siyonist projeye dair birbiriyle çelişen
görüşleri içeriyor. Kurultaya sunulan bu üç bildirinin ilki Dağ Yahudilerine
ait. Altında Siyonizmden etkilenmiş olan, Doğulu Yahudi cemaatine mensup
devrimcilerin imzası var. Poale Zion bildirisi (Ek 7b) komünist partiye
yakınlaşan ve Sovyet iktidarını destekleyen Siyonist bir örgüt tarafından
kaleme alınmış. Rusya Komünist Partisi içerisindeki Yahudi seksiyonlarının
cevabında (Ek 7c) Komintern’in Siyonizme ve onun Filistin’e yönelik etkisine
dair analizine yer veriliyor. Bu analiz, İkinci Kongre’nin millet meselesiyle
ilgili kararında şu şekilde özetleniyor: “İtilaf Devletleri’nin öncülük ettiği
emperyalizm ile ilgili ülkenin burjuvazisi ezilen bir millete mensup işçi
sınıfını kandırmak için uğraşıyor.”
Kurultay
oturumlarında çarların iktidarda olduğu dönemde kesilmiş olan Asya dillerine
yapılan çeviriler dinlendi. Rusça bilmeyen birçok Avrupalı ve Amerikalı delege
de çeviriye ihtiyaç duydu. Her konuşmayı, yaygın konuşulan belli başlı Asya
dillerine çeviri yapılmasına ilişkin tartışma izledi. Bazen konuşmayı sadece
özetlemekle yetinen çeviriler çoğunlukla özgün konuşmadan daha uzun oluyordu. Sonrasında
kaleme aldığı bir çalışmasında John Reed, muhtemelen Thomas Quelch isimli
yoldaşları ile ilgili olarak İngiliz komünistleri makaraya alıyor. Reed’e göre,
İngiliz heyetinin ürkek ve tereddütlü açıklamalarını Peter Petrov coşkuyla ve
yenilikçi bir ruhla çeviriyor, çeviri ardından salonda alkış tufanı kopuyor,
katılımcılar kılıçlarını ve tüfeklerini havaya kaldırarak, hep bir ağızdan “Kahrolsun
İngiliz emperyalizmi!” diye bağırıyorlar. Bu sahne karşısında korkuya kapılan
bir İngiliz delegesi, tepkisini “Ben evvelinde böyle bir şey söylemediğime
eminim, dolayısıyla, düzgün bir çeviri yapılmasını talep ediyorum” diyerek dile
getiriyor.[11]
Kısa
bir süre sonra oturumların gereğinden fazla uzadığı, planlanan sürenin aşıldığı
görüldü. Bunun üzerine, dördüncü oturumda kurultayın işleyişi ve düzenine
ilişkin katı kurallar getirildi. Sahneden yapılan çeviriler Farsça, Azerbaycanca
ve Rusça ile sınırlı tutuldu, ayrıca çevirilerin süresi de kısıtlandı. Başka dillere
yapılacak çeviriler için delegeler gruplar oluşturdular.
Kurultaya
az ama önemli sayıda kadın katıldı. Yaklaşık elli beş kadının yer aldığı
kurultayda kadınların kurtuluş mücadelesi ele alındı.[12] Zinovyev’in de sonradan
aktardığı biçimiyle, Başkanlık Kurulu’na üç kadının alınması teklifi üzerine partisizler
grubuna mensup delegelerin güçlü itirazlarına tanık olundu, mesele uzun süre
tartışıldı. Ancak beşinci oturumda üç kadının oybirliğiyle seçilmesi ardından
tüm kurultay, onları ayakta alkışlayıp selamladı. Yedinci oturumda Doğulu
kadınların kurtuluşu konusunda iki kadın delege söz aldı.
Üçüncü
oturumda, Türkistan’dan gelmiş olan ve komünist partili olayan Narbutabekov,
Orta Asya’da bazı Sovyet memurlarının yerli halklara yönelik şovenist saldırı
ve tacizlerine karşı eyleme geçilmesi çağrısında bulundu. Bunun üzerine, bir dizi
millete mensup yirmi delegeyle birlikte Komünist Partili delege Turar Riskulov,
bu tür taciz ve saldırılara karşı çıkan bir kararı kurultaya sundu.
Komünist
liderler, eski çarlık idaresinin hâlen daha güçlü olduğu yerlerde ortaya
konulan bu türden şovenist uygulamaları tekrar tekrar mahkûm ettiler. Aralık
1922’de Lenin de bu tehlike konusunda uyarılarda bulundu:
“Özünde tıpkı o herkesin
bildiği Rus bürokratı gibi alçak ve zorba olan Büyük Rusya şovenistinin,
kendisini gerçek Rus olarak gören adamın saldırılarına karşı Rus olmayanları
savunamazsak, kendi varlığımıza meşru zemin sunan, birlikten ayrılma hürriyeti,
çöp kadar değersiz olur.”[13]
Bahsi
edilen sorun, Beyaz Muhafız güçlerinin 1918 yılı başlarından itibaren Sovyet
Rusya’dan kopartmaya başladığı Türkistan’da daha da derinleşmişti. Bu süreçte
Türkistan hükümeti, alabildiğine şovenist olan bir yola girdi. Sovyet bayrağı
altında faaliyet yürüten Rus Komünist Partisi Merkez Komitesi’nin sonrasında
ifade ettiği biçimiyle, “Çarlık rejimine eskiden beri hizmet eden maceracılar
ve kulaklar [zengin köylüler] yerli halka en ağır şekilde zulmetmeye başladılar.”
Sonuçta Türkistan’daki emekçi halk bölgeyi yöneten gericilerin kollarına itildi.[14]
1919 güzünde Türkistan’daki sovyetler, bu felâketlere yol açan politikadan
kopup devrimci hattı takip etmeye başladı. Gene de şovenistlerin saldırıları,
Bakû Kurultayı’nın yapıldığı dönemde tam anlamıyla aşılamayan bir mesele olarak
varlığını sürdürdü.
Kurultayın
kapanış konuşmasında Zinovyev, Narbutabekov’un gündeme getirdiği hususları
düzeltme vaadinde bulundu. İlk adım kısa süre içerisinde atıldı. Yirmi yedi
delege, Moskova’ya gidip eleştirilerini ve önerilerini Komünist Parti Politbürosu
ile tartıştı. Ardından, Lenin’in hazırladığı taslağı temel alan ve Bakû
Kurultayı’nda yirmi bir delegenin sunduğu belgede gündeme getirilen bir dizi
maddeyi içeren bir karar alındı. Ek 8, kurultay delegeleri ile Politbüro’nun
kararları yanı sıra Politbüro’nun kararının uygulanması sürecinde yapılan
açıklamalardan birini içeriyor. Yeni ele geçirilmiş olan bu üç belge, kapalı
olan Sovyet arşivlerinde onlarca yıl saklı kalmış.
Kurultayın
benimsediği kararlar, Doğu Halkları Manifestosu’nu, ileri kapitalist ülkelerin
işçilerine yapılan çağrıyı ve tarım sorunu ve Doğu’da Sovyet iktidarı ile ilgili
tezleri içeriyordu. Kurultay son olarak, çalışmalarını sürdürecek bir icra birimi
seçmeyi kararlaştırdı: bu birimin adı Propaganda ve Eylem Konseyi’ydi.
Sömürgeler
Dünyasında Mücadele Yükseliyor
Bakû
Kurultayı’nın İngiliz emperyalizmine karşı tüm eylemleri birleştirme çağrısı,
tam da Asya’da sömürgeci idareye karşı mücadelede açığa çıkan çok önemli bir
dönüm noktasında gündeme geldi.
1905
Rus Devrimi’ni takip eden yıllarda Türkiye, İran ve Çin milli demokratik
ayaklanmalarla sarsıldı. Lenin bu dönemi “Asya’nın uyanışı” olarak selamladı. Fakat
eski düzeni yıkmaya yönelik olarak ortaya konulan söz konusu çabalar boşa
düştü, emperyalist güçlerin yardımıyla kan deryasında boğuldu.
Birinci
Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle birlikte Rus Devrimi’nin sunduğu örneklik
sayesinde Asya kıtası genelinde sömürgecilik karşıtı mücadeleler dalgasına
tanık olundu. 1919’da sonuçlandırılan Versay Anlaşması’nda savaştan galip
çıkanların tescil ettikleri sömürgeci idarenin devam ediyor oluşuna yönelik
gerçekleştirilen halk muhalefeti, bu kalkışma sürecini besleyen diğer bir unsurdu.
Versay Anlaşması, neredeyse tüm Afrika’nın, Asya’nın büyük bir bölümünün,
Karayipler ve Pasifik’teki toprakların İngiltere, Fransa, ABD gibi güçler
arasında taksim edilmesine onay veriyordu. Türkiye, İran ve Çin gibi birkaç
bağımsız ülke, kapitalist güçlerin dayattıkları ekonomik engellerle ve
egemenliklerine yönelik tecavüzlerle uğraşmak zorunda kaldı. Bu esnada Mısır ve
Hindistan’daki üslere sırtını yaslayan İngiliz ordusuna ait birlikler, Yakın
Doğu ile Orta Asya’nın büyük bir kısmına yayıldı.
1920
yılının ortalarına gelindiğinde sömürgecilik karşıtı mücadeleler, Asya’nın
önemli bir kısmında emperyalizmi savunma konumuna çekilmeye mecbur etti. Türkiye’de
bağımsızlık yanlısı güçler, Müttefikler’e bağlı işgal güçlerine karşı silahlandılar.
Büyük bir bölümü İngiliz işgali altında olan İran’da Tahran’daki yöneticilere
karşı ülkenin kuzeydoğusunda ve kuzeybatısında ayaklanmalar yaşandı, ayrıca,
ülkeyi fiilen İngiliz sömürgesi kılacak olan anlaşmaya karşı kitlesel hareketler
baş gösterdi. İran’ın kuzeyindeki Gilan eyaletinde komünistler, 1920 yılının
başlarında milli bağımsızlık yanlısı savaşçılarla birleşerek devrimci bir hükümet
kurdular. Bu esnada Ortadoğu’daki İngiliz ve Fransız yanlısı iktidarlar, 1919
ve 1920 boyunca Mısır, Suriye ve Irak’ta yoğun çatışmaların ve halk
ayaklanmalarının yaşanmasına neden oldular.
Bakû
Kurultayı’nın toplandığı dönemde İngiliz hükümeti, bu direnişin güçlenmesiyle
birlikte güçlüklerle yüzleşti. Bu süreçte Sovyet devrimi, Afganistan,
Türkistan, Transkafkasya ve Kuzey İran’dan çekildi. Londra, bu tür güçlükler
yaşarken bir de Bakû Kurultayı’ndan bir ay önce Mühendis Gandi’nin öncülük
ettiği Hindistan Milli Kongresi’nin İngiliz idaresinden bağımsızlaşma amacı
güden kampanyasıyla yüzleşti. Kongre, kitleleri bu kararıyla peşinden
sürükledi.
Çin’de
Versay Anlaşması, 4 Mayıs 1919’da Pekin’de öğrenci eylemlerini tetikledi. Bunun
üzerine, ülke genelinde Çin’in milli egemenliği üzerinde duran ajitasyon
çalışması yürütüldü, gençlik bu süreçte iyice radikalleşti.
Bakû
Kurultayı’nda konuşan delegeler, Doğu’dan söz ederken akıllarında esas olarak
Asya ve Afrika vardı.[15] Fakat kurultayda konuşan ABD’li delege John Reed, ABD
hâkimiyetinin Karayipler’in ve Meksika’nın boynuna geçirdiği boyunduruktan da
bahsediyordu. Reed konuşmasında, Meksika’nın zenginliğinin Meksikalara kalması
fikrini savunan bir devrimin yol aldığını, öte yandan, ABD’de siyahların
ırkçılık karşıtı direnişinin yoğunlaştığını söyledi (Bkz.: dördüncü oturuma
ek).
Sömürgelerdeki
ezilen halkların gerçekleştirdiği kalkışma, eski Çarlık Rusyası’nda da karşılık
buldu. Bu coğrafyada Asyalı halkların Sovyet idaresine sunduğu destek iç
savaşta güçlerin dengelenmesini, işgalci emperyalist orduların püskürtülmesini
sağladı. 1919 yılının başlarında Kızıl Ordu içerisinde askerlik yapan 250.000
kadar Müslüman emekçi vardı ve bunların başında Müslüman subaylar bulunuyordu.
Bu Müslüman askerler, Sibirya cephesinde Beyaz Ordu komutanı Kolçak’a direnen
ana güç olan Altıncı Sovyet Ordusu’nun subaylarının ve erlerinin neredeyse
yarısını teşkil ediyordu. Kızıl Ordu birlikleri, bir milyondan fazla Asyalı
göçmen işçinin içinden seçilmiş askerlerden oluşuyordu. Sovyet güçlerine on
binlerce Çinli işçi de katılmıştı ki bu gelişme, Sovyet karşıtı
propagandacıların paniğe kapılmasına neden olmuştu. Esasında Kızıl Ordu, bir
Rus ordusu değil, dünya devrimi davasına hizmet etmeye ant içmiş enternasyonal
bir güç olarak inşa edilmişti.
1920
yılının ilk ayları boyunca Kuzey Kafkasya, Azerbaycan ve Hive’de emekçi halklar
sovyet cumhuriyetleri kurdukça, devrim de Asya içlerine ilerleme imkânı buldu.
Sovyet topraklarının başka kısımlarında da birçok Asyalı halk özerk cumhuriyetler
kurdu. Türkistan’da Kızıl Ordu, İran, Afganistan ve Çin sınırlarına kadar
ilerledi.
Asya
genelinde birçok devrimcinin Bakû Kurultayı’na katılmış olması, güç durumda
olan sovyet cumhuriyetleriyle dayanışma ilişkisi kurma konusunda atılan somut
bir adımdı. Kurultaya katılan delegeler, Çarlık otokrasisinin yıkılması, toprak
reformu ve esir halkların özgürleştirilmesi gibi Rus Devrimi’nin elde ettiği
tarihsel kazanımları savunmanın yollarını aradılar. Fakat delegeler açısından
en etkili savunma, ancak Doğulu işçi ve köylülerin İran, Türkiye ve Asya’nın
diğer ülkelerinde yeni sovyet devriminin zeminini hazırlamak için dünya
genelinde kapitalizmin yüzleştiği krizden istifade etmeleriyle gerçekleştirilebilirdi.
Kurultayın
Tesiri
Bakû
Kurultayı ve onu önceleyen Komintern’in ikinci kongresinin yol açtığı sonuçları
değerlendiren Lenin’e göre, “bu iki çalışmanın ulaştığı başarı ilk elden
değerlendirilebilecek veya doğrudan hesaplanabilecek bir başarı değildi, bu
başarı, bazı askeri zaferlerden daha da önemliydi”. Lenin ayrıca, Bakû Kurultayı’nın
Bolşevizmin bayrağının ve programının “tüm geri kalmış sömürge ülkelerdeki
köylüler ve tüm medeni ülkelerdeki işçilerin mücadelesinin bir simgesi”
olduğunu söylüyor, “Temmuz’da Moskova’da, Eylül’de Bakû’de elde edilen
başarıların aylar boyunca dünya işçilerini ve köylülerini fikren besleyeceği,
bu fikirlerin işçi ve köylülerce özümseneceği” tespitinde bulunuyordu.[16]
Kurultayın “tüm insanlığı kapitalist ve
emperyalist köleliğin boyunduruğundan kurtarmak […] için yaptığı cihat çağrısı”,
Bakû’ye yakın olan ülkelerdeki emekçilerde hızla karşılık buldu. Kurultayda
muhafız olarak görev almış olan Azerbaycanlı genç Müslüman Babayev’in aktardığına
göre, kurtuluş anlayışı katılımcılarca epey benimsenmişti. Öyle ki kendisi, “namaza
durduğumda kurultayı ve devrimi kanımla savunmak için hemen geri dönebileyim
diye silahını yanıma koyuyordum” diyordu. Devrimin düşmanlarına karşı yapılan
cihat çağrısından etkilenen Babayev’e göre, “o dönemde Bolşevik olmakla
Müslüman olmak arasında herhangi bir çelişkinin bulunmadığına kani olmuş
binlerce insan Bolşevizm safına katıldı.”[17]
Bakû
Kurultayı’nın en önemli başarılarından biri de Doğu’da komünist partilerin
kuruluş ve gelişme sürecini hızlandırmış olmasıydı. Kafkasya, İran, Türkiye ve
Arap coğrafyasında birçok işçi, Bakû Kurultayı’nın başarılarını kurultayın
kurduğu Propaganda ve Eylem Konseyi denilen icra komitesinin çalışmaları
aracılığıyla işitti. Bakû’de kurulmuş olan bu komite kurultay kararlarını
Farsça, Türkçe ve Arapça olarak yayımladı. Faaliyet sürecinin ilk on haftasında
konsey, 170 eğitimciyi ve örgütçüyü eğitip sahada görevlendirdi. Kadroların
eğitimi için kurduğu okul, ilk elli öğrencisini Ocak 1921’de mezun etti. Bu öğrencilere
kitaplar ve broşürler verildi. İlk iki haftanın kayıtlarının da ortaya koyduğu
biçimiyle muhtelif yerlere 1.270 adet kitap gönderildi. Bunların 433’ü Farsça,
176’sı Türkçeydi. Ekim ayında Rusça ve Türkçe olarak yayımlanan Narody Vostoka
[“Doğu Halkları”] dergisinin kapağında Bakû Kurultayı’nın da sloganı olan “Dünyanın
tüm işçileri ve ezilen halkları, birleşin” cümlesi yazılıydı.[18]
Bakû
Kurultayı, İngiliz hükümetinin sert tepkisiyle yüzleşti. İngiliz hükümeti 1
Ekim günü, “propaganda, entrika ve komplo rüzgârının İngilizlerin Asya’daki
çıkarları ve gücü aleyhine estiğinden” şikâyet ediyordu.[19] Düşmanın
hamlelerine rağmen Sovyet hükümeti, İngiltere ile imza edilecek ticaret
anlaşması için gerekli mevzii hızla elde etmeyi bildi. Mart 1921’de imzalanan
anlaşma, Sovyet karşıtı ablukayı önemli ölçüde kırdı.
Kurultayı
takip eden yıl boyunca Ermenistan ve Gürcüstan’da sovyet hükümetleri kuruldu,
öte yandan, Moğolistan’da Sovyet yanlısı devrimci hareket zafere ulaştı. Sovyet
Rusya sahada savaşan son Beyaz Muhafız ordularını da mağlup etti, işgalci
Polonya hükümetini barış masasına oturttu, böylelikle yıkıcı sonuçlara yol
açmış olan iç savaş döneminin sonunu getirdi.
Öte
yandan, milli bağımsızlığın güvence altına alındığı Türkiye’de Mustafa Kemal’in
başında bulunduğu burjuva hükümeti devrimci kalkışmayı bastırdı. Benzer bir
gelişme, Gilan eyaletindeki ayaklanmanın yeni hükümet eliyle ezildiği İran’da
da yaşandı. 1925’te bu ülkede Pehlevi hanedanlığı kuruldu.
Komintern’in
Temmuz 1921’de toplanan üçüncü kongresi, dünya ölçeğinde kapitalizmin yeniden istikrara
kavuştuğu tespitinde bulundu. Değişen koşullara uyum sağlamak, aynı zamanda
Komintern çalışmalarını merkeze koymak adına 1922 yılının başında Propaganda ve
Eylem Konseyi tasfiye edildi. Konsey, faaliyetlerini Moskova’da Komintern’e
bağlı bir merkez olarak sürdürdü.
Ocak
1922’de Moskova’da Uzak Doğulu Emekçiler kongresi gerçekleştirildi.[20] Takip eden
yıl boyunca Çin devriminin mevzi kazanması ve kitleler içerisinde kök
salmasıyla birlikte Komintern önemli bir fırsata kavuştu. Böylelikle Komintern,
Bakû Kurultayı’nda geliştirilmiş olan fikirleri uygulamak için gerekli imkânı
buldu.
John Riddell
Mahmut Şirvani
15 Temmuz 1993
[Kaynak: To See the Dawn: Baku 1920-First Congress of the Peoples of the East, Pathfinder, 1993, s. 11-31.]
Dipnotlar:
[1] Bu meseleyle ilgili olarak İkinci Enternasyonal içinde verilen mücadeleye
dair belgeler ve Lenin’in konuyla ilgili değerlendirmesi için bkz.: Yayına Hz.:
John Riddell, Lenin's Struggle for a Revolutionary International (New
York: Pathfinder, 1986), s. 7-20, 38-39, 75-83, 98-102, ve 496-504. V.I. Lenin’in
1913 tarihli makaleleri “Asya’nın Uyanışı” ve “Geri Avrupa, İleri Asya” bu
derleme içinde s. 98-99’da bulunabilir. Sosyalist Enternasyonal’in başarıları
ve kusurlarıyla ilgili bir analizi şu çalışmada bulmak mümkün: Farrell Dobbs, Revolutionary
Continuity: The Early Years, (New York: Pathfinder, 1980), s. 39-43 ve
120-31.
[2] Lenin’in raporu için bkz.: Yayına Hz.: Riddell, Workers
of the World and Oppressed Peoples, Unite! (New York: Pathfinder, 1991), Cilt
1., s. 211-16.
[3] İkinci Kongre’de bu hususla ilgili önemli bir tartışmaya
tanık olundu. Önde gelen iki komünist, Hintli M. N. Roy ile İranlı Ahmed
Sultanzade belirli düzeyde kapitalist gelişmeye tanıklık etmiş Asya ülkelerinde
“burjuva demokratik” hareketlere destek verilmesine ilk başta karşı çıktı.
Lenin’in kongreye sunduğu rapor, “milli devrimci” hareketlerin mevcut niteliğinin
desteği hak ettiği konusunda net ifadeler içeriyordu. Bu tartışmanın Lenin ve
Roy’un önerdiği tezlerde yapılan değişiklikleri de içeren kaydı için bkz.: Riddell,
Workers of the World, Cilt. 1, s. 51-52, 211-83 ve Cilt 2, s. 846-71.
[4] Devrim, devrim öncesinde Rusya’da kullanılan Jülyen
takvimine göre 25 Ekim 1917’de zafere ulaştı. Bu kitapta verilen tüm tarihler
Gregoryen takvime göredir. Bu takvim Şubat 1918’den sonra Rusya’da kullanılmaya
başlandı.
[5] Alfred Rosmer, Moscow under Lenin (New York:
Monthly Review Press, 1971), s. 86.
[6] Yelena Stasova, Vospominaniya (Hatırat) (Moskova:
Mysl, 1969), s. 177.
[7] Subbotnik hareketinin önemi konusunda bkz.: Lenin, "A
Great Beginning," Collected Works (Moskova: Progress Publishers,
1960-71 ), Cilt. 29, s. 411-34; “Report on Subbotniks,” Cilt. 30, s. 283-88; “From
the Destruction of the Old Social System to the Creation of the New,” Cilt. 30,
s. 516-18 ve “From the First Subbotnik ... to the All-Russia May Day Subbotnik,”
Cilt. 31, s. 123-25.
[8] Hindistan komünist hareketinin önde gelen isimlerinden
olan M. N. Roy, Komintern’in Taşkent bürosunun kuruluşunda görevlendirildi,
dolayısıyla Bakû Kurultayı’na katılamadı. Moskova’da çıkan Pravda [“Gerçek”]
gazetesinin 8 Eylül tarihli haberine göre 4 Eylül günü Bakû’de Türkistan’daki
bir milyon Çinliyi temsil eden isimler, Kuzey Çin’deki devrimci güçlerle temas
hâlinde olduklarını ifade ediyorlardı.
[9] Kommunistische Internationale (Komünist Enternasyonal),
Sayı. 14 (Ekim 1920), s. 292.
[10] De Tribune, 3 Kasım 1920.
[11] J.T. Murphy, New Horiz.ons (Londra: John Lane The
Bodley Head, 1941), s. 121.
[12] Stasova’nın aktarımına göre tarım raporu yanında kadınların
eşitliği meselesinin de birçok kişinin gereksiz gördüğü koşullarda gündeme
getirildi. Stasova, Vospominaniya, s. 179. Fakat kurultay oturumlarında okunan
tarım raporu ile ilgili metinde bu tür bir ifadeye rastlanmıyor.
[13] Lenin, "Question of Nationalities," Collected
Works, Cilt. 36, s. 606.
[14] G. Safarov, Kolonial'naya revolyutsiya (apyt
Turkestana) (“Sömürge Devrimi: Türkistan Deneyimi) (Moskova: State
Publishing House, 1921), s. 133. Merkez Komite’nin yorumları 1920 başlarında
Türkistan Komünist Partisi üyelerine gönderilen genelge içerisinde yer alıyordu.
[15] Beşinci oturumda konuşan Matuşev, Doğu teriminin Sahra Çölü’nün
kuzeyindeki Afrika’yı tam kapsamadığını söylüyor. Diğer yandan, Ek 5’te yer
verilen Azerbaycan Komünist Partisi açıklamasında Doğu Amerika kıtasındaki tüm
halkları içerecek şekilde tarif ediliyor.
[16] Lenin, speech to chairmen of Moscow-area soviet executive
committees, 15 Ekim 1920, Collected Works, Cilt. 31, s. 330.
[17] 1983’te Reşt’te bulunan Samed Yerivani ile yapılan
tartışmadan. Babayev 1987’de vefat etti.
[18] Lenin sloganı onu Marx ve Engels’in 1848’deki ifadesinde
yapılmış, yersiz bir değişiklik olarak görenlere karşı savundu. “Bu değişiklik,
Komünist Manifesto açısından baktığımızda tabii ki yanlış. Fakat Komünist
Manifesto tümüyle farklı koşullarda kaleme alındı. Bugünün politikası
açısından baktığımızda ise değişiklik doğru.” Lenin, "Speech at a Meeting of
Activists," Collected Works, Cilt. 31, s. 453.
[19] Curzon’un Çiçerin’e gönderdiği diplomatik nota, aktaran:
Stephen White, “Communism and the East: The Baku Congress, 1920,” Slavic Review,
Cilt 33, Sayı 3 (Eylül 1974), s. 502-3.
[20]
Oturum kayıtlarına şuradan ulaşılabilir: The First Congress of the Toilers
of the Far East (Lonra: Hammersmith Reprints, 1970).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder