Pages

01 Eylül 2024

Gündoğumunu Görmek


1-7 Eylül 1920 tarihleri arasında Azerbaycan Sovyeti’nin başkenti Bakû’de düzenlenen Birinci Doğu Halkları Kurultayı, sömürge ve ezilen halkların özgürleşme mücadelesinin, ayrıca tüm dünya genelinde verilen sosyalizm mücadelesinin girdiği yeni aşamayı ifade eder. Bu aşama, Bolşevik Parti’nin devrimci işçilerin ve köylülerin cumhuriyetinin kuruluşuna öncülük ettikleri, Rusya’da Ekim 1917’de gerçekleşen devrimle başlamıştır.

Bakû’de gerçekleştirilen kurultay, eşi benzeri olmayan bir etkinlikti. Asyalı 25’ten fazla ülkeden gelen delegeler, emperyalist hâkimiyete ve kapitalist sömürüye karşı verilen mücadelede müşterek bir siyaset belirlemek için Rusya’da, Batı Avrupa’da ve ABD’de faal olan işçi partilerinin liderleriyle birlikte bir konferans düzenlediler.

İki binden fazla delegenin içerisinde bazı isimler, Doğulu emekçiler için yeni bir çağın başladığı, insana kör olan güçlerin ezilen-sömürülen halkların hayatlarına yön verdiği dönemin son bulduğu yorumunu yapıyorlardı. Azerbaycan Komünist Partisi’nin selamlama konuşması, “Doğu başlığı altında toplanan mazlum milletlerin yeni dünyası hayata ve mücadeleye uyanıyor” diye başlıyordu (bkz.: Ek 5).

Dünyadaki politik durum başlıklı raporunu kurultayda aktaran Komintern lideri Karl Radek, “Doğu halklarının İngiliz kapitalistlerine, daha doğrusu İngiliz vampirlerine ölmek istemediklerini, umutlu olduklarını ve kendilerini güçlü hissettiklerini ispatlayacakları gün gelip çatmıştır” diyordu (2. Oturum).

Bibinur ismindeki Kazakistanlı bir kadın delege, Sovyet iktidarının doğuşunu şu şekilde tasvir ediyordu:

“[…] parlak bir güneş bize ulaştı, bizi ısıttı ve beşikteki çocuklar gibi bizi huzura kavuşturdu. Bilebildiğimiz kadarıyla işçi, köylü ve dekhan vekillerinden müteşekkil sovyet iktidarı ilk kez kuruluyor. Sovyet iktidarı bizim anamız ve biz, onun çocuklarıyız.”

Bir başka kadın delege, Türkiye’den gelmiş olan Naciye Hanım, içinde olduğu kurultayın yeni bir günün başlamasına yol açacağına dair fikrini güvenle dile getiriyordu: “Gündoğumunu görmek için karanlık geceden geçmek gerek.” (7. Oturum)

Doğu’da demokrasi, bağımsızlık ve toplumsal ilerleme için gerekli zemini oluşturmayı amaçlayan mücadeleler, geçmişte toprak sahipleri, tefeciler, küçük imalatçılar ve diğer sömürücü toplumsal katmanlar eliyle boğulmuştu. Ülkelerdeki yöneticilerin uyguladığı örgütlü şiddetin ve eskiden beri dayattıkları otoritenin yetersiz olduğu görüldüğünde ise bu sefer işçilerin, köylülerin ve gençlerin verdiği mücadeleler, sömürgeci güçlerin elindeki askeri güçle ezildi. Kapitalizmin ekonomi düzlemine nüfuz etmesinin yol açtığı etkiyle eskinin toplumsal sistemleri dağılıyor olsa da sanayileşme ve toplumsal ilerleme yolu bizatihi muktedir emperyalist güçler eliyle kesiliyordu. Sömürge toplumlar, içine düştükleri, sefalet ve toplumsal çürümenin sebep olduğu bataklıkta ümitsizce debelenip duruyorlardı.

Kurultay delegelerinin Bakû’de toplandığı dönemde bir dünya sistemi olarak kapitalizmin temelleri, savaş ekonomik dağılma ve devrim üzerinden sarsılıyor, kapitalizm, o güne dek deneyimlediği en ağır krizi yaşıyordu. Rusya’da eskiden Çarlık rejimine ait olan geniş topraklarda yaşayan işçiler ve köylüler, kapitalizmin iktidarından kurtulmuşlardı. Rus işçileri ve köylüleri devrimci hükümetler kurmuş, bu hükümetler, Rusya Sovyet Cumhuriyeti’nin öncülük ettiği federatif ittifaka gönüllü olarak katılmışlardı.

Sovyet hükümetinin ilk adımlarından biri, “ayrılma hakkı da dâhil, kendi kaderini tayin hakkı”nı (Bkz.: 1. Oturum) birçok Asyalı halkı içeren eski Çarlık İmparatorluğu sınırlarındaki halklara vermek oldu. Finlandiya ve Estonya gibi ülkeler, bu vaat üzerinden hareket ederek bağımsız oldular.

Sovyetler’in Müslüman işçi ve köylülere sunduğu bir diğer vaat de şuydu: “Bundan böyle inançlarınız ve gelenekleriniz, millî ve kültürel kurumlarınız hür ve dokunulmaz kılınmıştır” (Bkz.: Ek 2). Çarlık rejiminin Doğu halklarını yağmalayan ve onların üzerinde egemenlik tesis etmesini sağlayan tüm anlaşmaları hükümsüz kılan çağrıda, “Kendi millî hayatınızı serbestçe ve hiçbir engele maruz kalmadan kurun. Bu, sizin hakkınızdır” deniliyordu. Bu vaat, sonrasında çarlık rejimine olan borçların silinmesi gibi hükümleri içeren ve Çin, İran gibi ülkelerle imza edilen anlaşmalarda somuta döküldü.

Komintern, işçileri ve köylüleri zafere taşıyan Komünist Parti (Bolşevik)’in inisiyatifiyle, Mart 1919’da kuruldu. Temmuz 1920’de yeni kurulmuş olan Enternasyonal, ikinci kongresini düzenledi. Petrograd ve Moskova’da düzenlenen bu kongrede, dünya sosyalist devriminin yürüyeceği yol belirlendi. Komintern kongresinden üç hafta önce, 29 Haziran’da Komintern İcra Komitesi, tüm Asya halklarına temsilcilerini Bakû’ye göndermeleri çağrısı yaptı. Komintern başkanı Gregori Zinovyev, sonrasında, Bakû toplantısının ve onun bünyesinde yapılacak oturumların yeni düzenlenmiş olan dünya kongresinin “ikinci bölümü, ikinci yarısı” olduğunu söyleyecekti (1. Oturum).

Komintern’in eleştirdiği İkinci Enternasyonal’de yaygın olan görüş şuydu: gelişmiş kapitalist ülkelerdeki işçilerin Doğu’yla ilişkileri gelecekte kurulacak sosyalist hükümetin yerine getireceği temel yükümlülük üzerine kuruludur. Bu tür bir hükümet, Batı’daki ilerlemenin sunduğu meyveleri Asya ve Afrika’nın “geri kalmış” halklarına aktaracaktır. Bolşeviklerin karşı çıktığı bu fikir, Sosyalist Enternasyonal’in onu 1914’te rezil bir dizi politika üzerinden çöküşe sürükleyen ve 1907 yılından itibaren “reforme edilmiş” bir sömürgeciliği savunan liderlerinin oportünizmini meşrulaştırmaktaydı.[1]

Sosyalist Enternasyonal’in sömürgelerle ve ilerlemeyle ilgili görüşüne karşı çıkan Komintern, ezilen halkların beynelmilel sınıf mücadelesinde önemli bir müfrezeyi meydana getirdiğini düşünüyordu. Asya ve Afrika’nın büyük bir bölümünde makineye dayalı sanayi ve onun ana unsuru olan sanayi proletaryası çok ufaktı, hatta neredeyse yoktu. Ama gene de birçok ülkede proleter, hatta komünist örgütler, bunun yanında, kent ve kır emekçilerini, genel manada köylüleri içeren bağımsız örgütler kurulabilmişti.

Bakû Kurultayı’ndan bir yıl önce Lenin, o güne dek “sadece beynelmilel emperyalist politikanın nesnesi olabilmiş, sadece kapitalist kültürün ve medeniyetin geliştirilmesinde basit bir malzeme olarak kullanılmış olan ezilen kitlelerin yeni bir hayatın inşacısı ve bağımsız katılımcılar olarak ayaklanabileceğini” tespit etmişti.

Lenin, buradan şu sonuca ulaşıyordu:

“Sosyalist devrim, sadece veya esas olarak her ülkede devrimci proleterlerin burjuvaziye karşı vereceği bir mücadele olmayacaktır. Hayır. Sosyalist devrim, tüm sömürgelerin ve emperyalizmin ezdiği ülkelerin mücadelesi hâline gelecektir.”

Lenin’in Sovyet Rusya’da yaşayan Asya ülkelerinden gelen komünistlerin katıldığı konferansta yaptığı açıklamaya 3. Ek’te yer veriliyor.

Lenin’in döneminde Komünist Enternasyonal’in gerçekleştirdiği eylemler sayesinde Dünya genelinde devrimci işçiler, eskiden kurtuluş umudu bulunmayan emekçi halk kitleleriyle ittifak kurmak için ellerini onlara uzatabildiler. Dahası, Rusya’da kurulan işçi-köylü cumhuriyeti, kurulduğu ilk günden itibaren emperyalist hâkimiyetten kopmak için mücadele eden halklara yardım etti. Bu gelişmeler ışığında cumhuriyet, Bakû Kurultayı’nın “kapitalizme ancak Asya ve Avrupa’nın değil, tüm Dünya’nın emekçi halklarıyla kurulacak birliğin son vereceğine, yeni ve daha güzel bir hayatı yaratmaya ancak bu sayede başlanabileceğine” dair tespitini dile getirdi (Ortak Resmî Toplantı).

Konferansın sonunda yaptığı konuşmasında Zinovyev, Marx ve Engels’in 1848’de yazdıkları, komünist hareketin temel programatik metni olarak Komünist Manifesto’nun sonunda yapılan çağrıya bugün artık yeni bir ek yapmanın ve kapsamını genişletmenin mümkün olduğunu söylüyordu. Bu sözleri ardından Zinovyev, ilgili çağrının şu şekilde değiştirilmesini önerdi: “Tüm ülkelerin işçileri ve tüm dünyanın ezilen halkları, birleşin!”

Komintern’in iddiasına göre, ezilen halkların devriminin emperyalist ülkelerde müttefikler bulması gerekiyordu. Aynı şekilde, sanayisi gelişmiş ülkelerdeki proletarya da sömürge ve yarı-sömürge ülkelerdeki halklarla ittifak kurduğu takdirde zafere ulaşabilirdi. Böylece tarihte ilk kez ortadaki acil ihtiyaç, her iki tarafın Doğu ve Batı’nın emekçi halklarını ortak bir beynelmilel hareket içerisinde müttefik kılması için gerekli maddi zemini hazırladı.

Bakû Kurultayı’nın Mesajı

Bakû Kurultayı’nda geliştirilen ve harekete yön verecek olan fikirler, bir ay önce Komintern’in ikinci kongresine gelen, aralarında Asyalı isimlerin de bulunduğu delegelerce tartışılıp kabul edildi. Bu devrimci bakış açısı, ikinci kongrenin onayladığı sömürge ve millet meseleleriyle ilgili kararlar dâhilinde bir araya getirildi (Bkz.: Ek 4). Kararları metne döken Lenin, onları kongreye bizzat sundu.[2]

Bu kararın geliştirdiği önemli hususları ve ikinci kongrede kararla ilişkili olarak hazırlanan belgeleri şu şekilde özetlemek mümkün:

* Büyük kapitalist güçlerin sömürge halkları bağımsızlığa ve refaha taşıması iddialarının gerçekte hiçbir karşılığı yok. Esasında Birinci Dünya Savaşı’ndan zaferle çıkan sömürgeci güçler, Asya ve Afrika’nın boğazlarını daha fazla sıkmaya, Doğu halklarının çilesini çektikleri köleliği daha da derinleştirmeye hazırlanıyorlar. Genelde yerine getirmedikleri bağımsızlık vaatlerine yer verilen kararlarında “emperyalist güçler, ezilen ülkelerdeki imtiyazlı sınıfların yardımlarıyla, bir sahtekârlığa başvuruyorlar. Politik düzlemde bağımsızmış gibi poz kesen ama öte yandan, ekonomi, maliye ve askeriye düzleminde tümüyle emperyalist güçlere bağımlı olan devlet yapıları inşa ediyorlar.”

* Milli kurtuluş mücadelesi, hem bir avuç emperyalist ülkedeki muktedir kapitalist aileler hem de yereldeki toprak sahibi ve zengin sınıflar eliyle gerçekleştirilen sömürü ve zulme karşı uluslararası düzlemde verilen sınıf mücadelesinin parçasıdır. Komünistlerin millet politikası, “ezilen sınıfların, emekçilerin, sömürülenlerin çıkarlarıyla esasen muktedir sınıfın çıkarlarını ifade eden ‘halkın çıkarları’ arasında net bir ayrım koymalıdır.” İkinci Kongre, açıklamasını şu şekilde sürdürüyordu: “Bu politika, en gelişmiş ve en zengin kapitalist ülkelerdeki küçük bir azınlığın tüm dünya nüfusu içerisindeki büyük bir çoğunluğu sömürgecilik faaliyetleri ve maliye düzleminde köleleştiriyor oluşunu gizleyen burjuva demokrasisine ait yalanlara karşı koymak adına, eşit haklara sahip olmayan, ezilen ve bağımlı milletlerle bu haklara sahip olan, ezen ve sömüren milletler arasında net bir ayrım yapmak zorundadır.”

* Köylülük, kendisini aktif bir devrimci güç olarak harekete geçirecek bir tarım devrimi gerçekleştirmedikçe, sömürge ülkelerinde milletin özgürlüğü için halk hiçbir şekilde harekete geçmez. Bu mücadelenin hedefi, ülkeyi toprak sahipliğinin, borçların, insanın hayatını mahveden vergilerin yükünden arındırmak ve iktidarı emekçilerin eline teslim etmek olmalıdır. Komintern İkinci Kongresi, köylülük ve toprak meselesiyle ilgili programatik tezleri kabul etmiş, bu tezler, Bakû Kurultayı’nda geliştirilen, eksiksiz kılınan tarımla alakalı kararın temelini teşkil etmiştir (Bkz.: 6. Oturum).

* İkinci Kongre’nin millet ve sömürge meseleleriyle ilgili kararında şu söylenmektedir: “Biz, mümkün olduğunca köylü hareketine en devrimci karakteri kazandırmak için uğraşmalıyız. Uygun olduğu her yerde tüm sömürülenleri ve köylüleri sovyetler dâhilinde örgütlemeli, bunu yanında, Batı Avrupa’daki komünist proletarya ile Doğu’daki, sömürgelerdeki ve genel manada geri kalmış ülkelerdeki devrimci köylü hareketi arasında bağ kurmalıyız.” Lenin’in İkinci Kongre’nin aldığı bu kararla ilgili yorumu şu şekildeydi: “Köylü sovyetleri, sömürülenlerin teşkil ettikleri sovyetler, sadece kapitalist ülkelerde değil, kapitalizm öncesi ilişkilerin hüküm sürdüğü ülkelerde de devreye sokulabilecek bir silâhtır.”

* Emekçi halk, kendi sömürücülerini ve iktidar kurumlarını, genelde tüm eski toplumsal yapıları korumaya yönelik mücadeleyle kurtuluşa eremez. Muktedir sınıflar, kendi ülkelerinde sömürgecilerin fetihleri öncesinde de halklarını acımasızca köleleştiriyor, onları iliklerine varana dek sömürüyorlardı. Bu sınıflar, yabancıların hâkim olduğu koşullarda da ellerindeki tüm imkânları kullanarak bu süreci devam ettirdiler. Bugün dünya kapitalizminin yol açtığı tesirle birlikte, her türden ümidi ortadan kaldıran kriz koşullarında yaşayan söz konusu toplumlar, emekçilerin mahvolması karşısında onları savunma imkânı bulamıyorlar. Her bir ülkedeki sömürücü sınıflar, ellerindeki güce ve imtiyazlara kılıflar örüyorlar, uzun zamandır çoğunluğu boyunduruk altında tutmak için kullanılan geleneksel âdetlerin, değerlerin ve uygulamaların sözde erdemlerini yüceltmek suretiyle emperyalist ağalarının masasından biraz daha kırıntı kopartmak için uğraşıyorlar. Bu türden demagojik çabalar asla emekçi halkın çıkarına değildir.

* Sömürge ülkelerdeki köylüler ve diğer emekçiler, milli kurtuluş için faaliyet yürüten tüm hakiki devrimci hareketleri, bu hareketlere ilgili ülkelerdeki kapitalist güçler öncülük ediyor olsa bile desteklemelidirler.[3] Fakat bu türden hareketlere fiili olarak iştirak eden komünistler, burjuva liderlerin programlarını ve stratejik bakış açılarını benimsememelidirler. Komünistler, bunun yerine, ülkedeki feodal ve burjuva, tüm sömürücü katmanların nüfuzuyla mücadele etmeli, emekçilerin çıkarlarını savunmalıdırlar. İkinci Kongre’nin aldığı karardaki ifadeyle, komünistler, “rüşeym hâlinde olsa bile, proleter hareketin bağımsız niteliğini muhafaza etmelidirler.”

* Milliyetçi bir ideoloji, kurtuluş mücadelesine katkı sunmak şöyle dursun, ona ayak bağı olur. Doğulu halklar, emperyalist hâkimiyetle ve yereldeki sömürücülerle mücadelede kendi müşterek sınıfsal çıkarları temelinde bir araya gelmeli, uzun yıllardır muktedirlerin onları zayıf ve dağınık kılmak için kullandıkları etnik düşmanlıkları veya başka milletleri dışlayıcı yaklaşımları her türden izleriyle birlikte söküp atmalıdırlar. Doğulu halklar, dünya ölçeğinde kapitalizmin iktidarını yıkmayı ve dünya genelinde kurulacak hür işçi-köylü cumhuriyetleri federasyonuna katılmayı amaçlamalıdırlar. İkinci Kongre kararında izah edildiği biçimiyle, “federasyon, tüm milletlerden emekçileri kucaklayacak birlik tesis edilene dek yürürlükte kalacak, geçici bir yönetim biçimidir.”

* Ortada güçlü bir işçi-köylü cumhuriyetinin varolması durumunda ezilen ülkeler, kapitalist gelişme aşamasından geçmeden sanayileşme ve toplumsal açıdan ilerleme imkânı bulacaklardır. Henüz işçi sınıfının ortaya çıkmadığı en yoksul ülkelerde bile mücadele, sovyet sistemini, yani modernleşme sürecinin zenginle yoksul arasındaki ayrımı aşan bir yoldan ilerleyeceği, köylülerin ve diğer emekçilerin teşkil ettikleri devrimci konseyleri temel alan bir devleti inşa etmeyi hedeflemelidir.

* Doğulu emekçiler, gelişmiş kapitalist ülkelerdeki devrimci işçi sınıfını kendileri için zaruri müttefikleri olarak görmelidirler. İkinci Kongre’nin yapıldığı sıralarda Enternasyonal’e bağlı yapılar arasında Avrupa’nın birçok ülkesinde faal olan, çoğunluğu on binlerce üyeye sahip işçi partileri de vardı. Hızla büyüyen bu partiler, bugün sömürge halklarının sömürgeci ülkelerde devrimci fikre sahip çok sayıda işçiyle ittifak kurabilecekleri vaadinde bulunuyorlar. Ayrıca, Rusya’daki Sovyet cumhuriyeti tüm sömürge halklara politik ve maddi destek sunuyor.

* İkinci Kongre’nin aldığı kararının sonunda şunlar söyleniyordu: “Dolayısıyla, tüm ülkelerdeki sınıf bilinçli komünist proletarya, uzun süredir kölelik koşullarında yaşamakta olan ülke ve halklarda gelişmiş milliyetçi duygulara özel bir dikkat ve ilgi göstermek, bir yandan da güvensizlikleri ve önyargıları aşmak için kimi tavizlerde bulunmak gibi bir sorumluluğa sahiptir. Kapitalizme karşı zafer, proletarya olmadan elde edilemez. Bugün tüm emekçi halklar ve milletler, ittifak dâhilinde gönüllü olarak bir araya gelmektedirler.”

* İkinci Kongre’de ve Bakû Kurultayı’nda Komünist Enternasyonal liderleri, sadece ezilen milletlere mensup özgürlük savaşçılarıyla ittifak tesis etmeyi değil, ayrıca onları komünizm davasına kazanmayı amaçladılar. Emperyalizmin durgunluğa ve geri kalmışlığa mahkûm ettiği ülkelerdeki devrimciler, artık Komintern’in eşit bileşeni ve dünya genelinde faaliyet yürüten toplumsal devrim hareketinin liderleriydi.

Avrupa’da Yükselen Devrim Dalgası

Bakû Kurultayı çağrısını yaparken Komintern, “Dünya Savaşı’nın sebep olduğu kasırga ile uyanan, açlığa saplanmış ve artık zenginler için değil, sadece kendileri için çalışmak, bir dahaki sefere kendileri gibi acı çeken yoksul kardeşlerine değil, sömürücülere karşı silâhlanarak başkaldıran” Avrupa’nın devrimci emekçi kitleleri adına konuşuyordu. O dönemde dünya siyasetinin odağında Avrupa’daki kapitalist düzene yönelik devrimci itiraz duruyordu.

1914’te büyük kapitalist güçler arasındaki ekonomik ve politik husumetler, onları dünya savaşına sürükledi. Savaş neticesinde üretim imkânları yok oldu, kıtlık meydana geldi, Avrupa’daki emekçi halklar sefalete sürüklendi. Milyonlarca insan katledildi. Savaş, yol açtığı tesirle sınıfsal çatışmaları derinleştirdi, karşıt sınıfları yüzleşmeye mecbur etti. 1918 yılının sonu itibarıyla Rusya, Almanya ve Avusturya-Macaristan’da yaşanan devrimler neticesinde Doğu ve Orta Avrupa’daki hükümetler ve krallıklar yıkıldı, böylelikle katliam son buldu. Birinci Dünya Savaşı’ndan zaferle çıkmış olan Fransa, İngiltere ve diğer Müttefik Devletler, işçi ve köylülerin mücadeleleri, bunun yanında, askerlerle bahriyeliler arasında kökleşen hoşnutsuzluk neticesinde sarsıldılar. Rusya’da emekçi halk, Kasım 1917’de zafere ulaştı ve sovyet hükümetini kurdu.[4]

1919’da Avrupa’da yükselen devrim dalgası dindi. Almanya’da işçi hareketine karşı yürütülen savaşta birçok kişi katledildi. Macaristan’da sovyet modelini esas alan devrimci hükümet yıkıldı. Ama gene de sonraki yüzleşmelerde zafere katkı sunabilecek, işçi sınıfı içerisinde köklü ilişkiler kurmuş komünist partiler kurmak için ilk adımlar atıldı. Diğer yandan, ekonomik yıkım süreci, Avrupa’daki kapitalist rejimlere zarar vermeye devam etti. 1920’de işçilerin direnişi yeni bir zindelikle kendisine yeni bir yol buldu. Almanya, İtalya, Fransa ve İngiltere’de ülkeyi etkileyen kapsamlı mücadeleler verildi.

Müttefik devletler, kendi ülkelerinde ve sömürgelerde isyan ve başkaldırının mayalanmasına tanık oldular. Bu mayalanma sürecini esas olarak hükümetlerin Sovyet Rusya’yı ve ona müttefik olan sovyet cumhuriyetlerini yıkmaya yönelik harekâtları beslemekteydi. 1918 yılının ortalarından itibaren Sovyet topraklarına karşı-devrimci Beyaz Muhafız birlikleri gönderildi. Bu birliklere o toprakları işgal eden bir düzine kadar devletin işgalci güçleri ve Sovyet sınırlarını abluka altına almış olan Müttefikler destek sundu. Kızıl Ordu, 1919 yılı boyunca Beyaz Muhafız birliklerini ve Müttefiklere bağlı işgal ordularını püskürtmeyi bilse de savaş, Bakû Kurultayı’nın toplandığı sıralarda birkaç cephede hâlen daha sürmekteydi.

Bakû’ye Yolculuk

Bakû Kurultayı’nı Azerbaycanlı komünistler Neriman Nerimanov ile M. D. Hüseyinov’u, Dağıstanlı Said Gabiyev’i, Türk komünist hareketinin lideri Mustafa Suphi’yi, bunun yanında Rusya Komünist Partisi Merkez Komitesi temsilcileri G. K. Orjonikidze ile Yelena Stasova’yı içeren bir komite örgütledi.

Emperyalist ülkelerde faal olan komünist partilere mensup delegeler, kurultaya Moskova’dan kalkan özel bir trenle geldiler. Rusya Komünist Partisi liderleriyle birlikte bu delegeler, yol boyunca gerçekleştirilen birçok toplantıya ve kutlamaya katıldılar. Beyaz Muhafız güçlerinin faal oldukları bölgelerden geçen tren, Ukrayna’da bulunan ve Beyazların saldırısı sonucu harap olan Lozovaya istasyonuna da uğradı. Moskova’ya dönüşte tren bir noktada durmak zorunda kaldı, zira Beyazlar rayları tahrip etmişlerdi. Bu yüzden lokomotif raydan çıktı. Bu noktanın yakınlarında bulunan Naurskaya istasyonu da saldırıya uğramıştı. Bakû Kurultayı treni, büyük bir tehlikeyle yüzleşti ve durmak zorunda kaldı, ama sonra Beyaz Muhafız askerleri saldırmadan geri çekildiler.

Fransız delege Alfred Rosmer’in de aktardığı biçimiyle, “istasyonların önemli bir bölümü harap olmuştu, her yerde demiryolunun sağında solunda yarısı yanmış vagonlara rastlıyordunuz. Beyazlar saldırıya geçtiklerinde, mümkün olduğunca her şeyi yok ediyorlardı.”[5] Stasova ise o günlerde yakıt sıkıntısının zamanla had safhaya ulaştığını, ara sıra yolcuların istasyonlarda trenden inip etraftaki çitleri söktüklerini, başka ahşap malzemeleri toplayıp kazana attıklarını söylüyor.[6]

Asya’da Sovyetler’in elinde bulunan topraklar boyunca delegelerin halk tarafından seçilmesi sürecini sağlıklı bir şekilde işletmek adına kapsamlı eğitim kampanyası yürütüldü. Bu çalışmanın örgütlenmesi sürecinde birçok yere “ajitasyon trenleri” gönderildi. Bu trenlere “VJ. Lenin”, “Kızıl Doğu” ve “Sovyet Kafkasyası” gibi isimler verilmişti. Bu kampanya dâhilinde bazı “ajitasyon gemileri”nden de istifade edildi. Sovyetler’in elindeki Doğu coğrafyası genelinde toplantılar ve mitingler gerçekleştirildi.

Delegeler, Bakû yolunda iken uğradıkları yerlerde törenlerle karşılandılar. Ağdaş şehrinde kurultay şerefine yüz kadar keçi ve koyun kesildi. Sürece sunulan destekler farklı biçimler aldı. Bu biçimlerden biri de ücretsiz ve gönüllü çalışma gruplarını ifade eden subbotniklerdi. Doğu coğrafyasında birçok noktada Bakû Kurultayı için bu türden birçok grup oluşturuldu. Bakû’deki en büyük grubun içerisinde gönüllü çalışan insan sayısı yirmi beş bini buluyordu.[7]

İngiliz hükümeti, Bakû’ye gidenlerin yolunu kesmek için elinden geleni yaptı. İran’da Hazar Denizi kıyısındaki Enzeli şehrinden gelen ve delegeleri taşıyan buharlı gemi, İngilizlerin savaş uçaklarının saldırısına uğradı. İki delege öldürüldü, birçoğu yaralandı. İki delegeyi ise Azerbaycan sınırında İran polisi katletti. Karadeniz’de Türkiye’ye ait karasularında sahil boyunca devriye atan İngiliz savaş gemileri, delegelerin Türkiye’den Sovyet topraklarına tekne gibi imkânlarla ulaşmasına mani olmak için uğraştı. Fakat tam zamanında kopan fırtına yüzünden İngiliz gemisi, İstanbul’a dönmek zorunda kaldı. Bu noktada Türkiyeli devrimciler, hızla tekneye binip riskli yolculuğu başarıyla tamamlamayı bildiler. Kafkas Dağları, Türkiye ve İran arasındaki bölgeyi ifade eden Transkafkasya’da kurulmuş olan Ermenistan ve Gürcüstan, iki burjuva cumhuriyeti olarak, Bakû Kurultayı’na katılıma yasak getirdi. Buna rağmen birçok delege, kontrol edilmeyen sınırları geçerek kurultaya katıldı.

Bakû Kurultayı’nı önceleyen aylar içerisinde binlerce militan Müslüman, Hindistan’dan ayrılarak batıya doğru yol aldı. Bu insanlar, Müttefik Kuvvetler’in Türkiye’yi bölmesine mani olmayı, dünya genelinde Müslümanların başı olarak gördükleri halifelik makamını korumayı umut ediyorlardı. Bu savaşçıların büyük kısmı Kabil’e ulaştı ve burada 150 kadar insan, 1920 yılı başlarında Sovyet yanlısı Hintli Devrimciler Birliği’ni kurdu. Yirmi sekiz kadarı Türkistan’a geçti. Hindu Kuş ve Alai dağlarını aşan, onca badire atlatan bu devrimciler, 2 Temmuz günü Taşkent’e vardılar. Diğerleri de aynı yolu takip etti. Bu esnada İngilizlerin Ortadoğu’da konuşlandırdığı ordu birliklerinden bazı Hintli askerler kaçıp Sovyetler’in safına geçtiler ve Bakû’ye doğru yola koyuldular. 1920 yılının sonunda Sovyet topraklarındaki Hintli devrimcilerin sayısı iki yüzü geçmişti. Bunların on dördü Bakû Kurultayı’na katıldı. Bu askerlerin yanında, Rusya’da yaşayan az sayıda Çinli ve Koreli işçi de kurultaya katıldı. Kurultayda ayrıca Japonya’dan da bir delege yer aldı.[8]

Kimdi Bu Delegeler?

Bakû Kurultayı’na katılan delegeler arasında Bolşevik hareket içerisinde uzun süre çalışmış, Azerbaycanlı komünist Nerimanov ile İranlı komünist Ahmed Sultanzade gibi isimler de yer alıyordu. Sovyet iktidarı için çalışma yürütmüş olan devrimci harekete kısa süre önce katılmış, çarın zulmüne karşı mücadele etmiş savaşçılar da kurultaya katıldılar. Bu isimler arasında, Türkistan’daki partide Müslüman komünistler grubuna liderlik eden Turar Riskulov ve Bakû’de partisiz delegelerin sözcülüğünü üstlenen Narbutabekov bulunuyordu. Hive’den [Harezm’den] gelen heyetin başında Hive Komünist Partisi’ne kısa süre önce katılmış olan Müslüman din adamı Bekhan Rahmanov bulunuyordu. Bu durum, Batı Avrupa’da bazı kişilerin Komintern’i alaycı ifadelerle eleştirmesine sebep oldu. Farklı politik geçmişlere sahip olan ve Batı’daki partilerden Bakû’ye gelen delegeler de aynı şekilde komünizme yeni örgütlenmiş kişilerdi.

Kurultayda kayıtlı delegelerin toplam sayısı 2.050 civarıydı. Kurultay kayıtlarından alınan ve delegelerin politik yönelimlerini aktaran listeye göre, kurultay katılımcılarının yüzde 55’i Komünist Partisi üyesi, yüzde 20’si destekçi, yüzde 25’i “partisiz”di (Bkz.: Milliyetlerine Göre Kurultayın Bileşimi). Fakat sonrasında Zinovyev’in hazırladığı raporda komünist olmayanlar (“partisizler”) grubu adına toplantılara katılanların sayısının komünist delegelerden epey fazla olduğu söyleniyordu. Zinovyev devamında, “bu partisizler grubunun iki kısma ayrıldığından” bahsediyordu: “İlk kısımda köylülüğün ve kentlerden gelen yarı proleterlerin temsilcilerini içeren gerçek manada partisiz güçler yer alıyordu. Bir de partisiz olduğunu iddia eden ama aslında burjuva partilerine mensup olanlar vardı.”[9]

Burjuva siyasetine mensup olanlar arasında en fazla bilinen isim, Jöntürk hareketinin eski lideri olan ve Birinci Dünya Savaşı boyunca Türk hükümetine başkanlık eden Enver Paşa’ydı. Türkiye’nin düşman güçlerine teslim olması ardından ülke dışına çıkan Enver Paşa, Türkiye’yi Müttefik güçlerin işgalinden kurtarma hedefi doğrultusunda beynelmilel bir Müslüman devrimci örgüt inşa etmek amacıyla Sovyetler’den silâh ve para bulmak niyetiyle 14 Ağustos günü Moskova’ya geldi. Bakû’de birçok emekçi, Enver Paşa’yı Batılı güçlere, özellikle İngiltere’ye karşı yürütülen savaşta Müslüman direnişine öncülük etmiş bir kahraman olarak karşıladı. Fakat kurultay delegelerinin önemli bir kısmı paşayı Türk işçi ve köylülerini savaşa soktuğu, ayrıca Türkiye’de Ermenilere yönelik katliamı teşvik ettiği için ağır bir dille eleştiriyordu. Enver Paşa’nın kurultaya hitap etmesine ilk başta izin veren Başkanlık Kurulu, delegelerin büyük bir kısmının olumsuz tepkileriyle karşılacağı gerekçesiyle paşaya oturumlara katılma izni vermedi.

Enver Paşa, Bakû Kurultayı haricinde, onunla bağlantılı olarak yürütülen ve sonrasında iki antikomünist politik partinin, sonrasında Türkistan Sosyalistleri Örgütü ismini alacak olan Erk’in ve Milli Müslüman Birlikler Merkez Komitesi’nin oluşumuna öncülük eden tartışmalara katıldı. Rus nüfuzuna karşı olan bu iki örgüt, eski Çarlık İmparatorluğu’na mensup Müslüman halkların politik birliği fikrinden yanaydı.

Kurultaya Türkiyeden bir başka burjuva akım da heyet gönderdi. Anadolu’da Mustafa Kemal’in öncülük ettiği milli bağımsızlık hareketinin temsilcisinin açıklaması da Enver Paşa’nın açıklaması da dördüncü oturumda delegelere okundu.

Bakû’de Yaşanan Olayların Seyri

Çarlık Rusyası’nın önemli ticaret ve sanayi merkezlerinden olan Bakû şehri, bu imparatorluğun petrol sanayiinin merkeziydi. Modern şehir merkezinde daha çok Rus ve Ermeni mülk sahibi sınıflar, memurlar ve vasıflı işçiler oturuyorlardı. Dış halkada sanayi işçilerinin ve yoksulların oturduğu kenar mahalleler, onun da dışında petrol sahaları bulunuyordu. Çoğunluğu Müslüman olan işçiler, Azerbaycanlı ve başka milletlerdendi. İşçilerin önemli bir kısmı derme çatma kulübelerde, ailelerinden ayrı olarak yaşıyordu. Petrol sahasının ötesine geçtiğinizde karşınıza geri kalmış, başkentteki toplumsal ve politik mücadelelerin neredeyse hiç temas kurmadığı köyler çıkıyordu.

Bakû Kurultayı, Çarlık idaresine ait kurumsal yapıların, iç savaşın değiştirdiği sınırların, bunun yanında, yereldeki sömürücülerin beslediği, Moskova’daki Çarlık yanlısı sömürgeci iktidarın teşvik ettiği, etnisiteler ve dinler arasında kemikleşmiş güvensizlik ortamının uzun zamandır ayrıştırdığı halkların temsilcilerini bir araya getirdi. Bakû şehrinin kendisi de 1918’de önce Müslüman, ardından Ermeni mahallelerine yönelik saldırılar gerçekleştiren burjuva milliyetçi partilerin kavgasına tanıklık eden bir yerdi. Bu çatışmalarda binlerce insan öldü.

Bu koşullarda yapılan kurultay, ezilen milletlere mensup emekçilerin birliğinin kutlandığı bayram yerinin renklerine büründü. 3 Eylül Cuma günü Bakû sokaklarında geçit töreni düzenlendi, ayrıca Karl Marx anıtının açılışı yapıldı. Hollandalı delege Henk Sneevliet’in aktarımına göre, “Bakû’nün tamamı örgütlü halkı Doğu’nun yakıcı güneşi altında gerçekleştirilen geçit töreninde saatlerce yürüdü”:

“İranlı veya Türk, tüm işçiler, kadınlar, gençler, talebeler, Kızıl Ordu’nun tüm askerleri […] ve tüm milletlerden kurultay delegeleri oradaydı.”[10]

8 Eylül günü, yani kurultayın son gününü takip eden gün, 1918’de Beyaz Muhafızlar’ın İngilizlerin desteğiyle katlettiği, Bakû Sovyeti’nin yirmi altı liderinin defin töreninde büyük bir kitle bir araya geldi. 9-10 Eylül’de Bakû’de Ermenistan, Azerbaycan, Buhara, Gürcüstan, İran, Hive, Türkistan ve Türkiye’den gelen yüzden fazla temsilci Asya Gençlik Konferansı’na katıldı.

Bazı delegeler, temsil ettikleri halkların yüzleştikleri politik meselelerle ilgili bildiriler sundular. Ermenistan delegeleri, “azınlık olan etnik gruplara yönelik temizlik operasyonlarındaki ve bölge genelinde yaşanan askeri çatışmalardaki sorumluluğu sebebiyle Ermeni hükümetini kınayan” bir açıklama yayınladılar. Ek 6’da yer verilen bu bildiri, Kafkasya’daki emekçi halkların birliğine giden yolu açan devrimci mücadelenin ilerlediği güzergâha uygun ve denk düşen bir metindi.

Ek 7 Ek başlığı altında yer verilen ve İngilizcede ilk kez yayımlanan üç bildiri, Yahudileri Filistin’e yerleştirmeye yönelik Siyonist projeye dair birbiriyle çelişen görüşleri içeriyor. Kurultaya sunulan bu üç bildirinin ilki Dağ Yahudilerine ait. Altında Siyonizmden etkilenmiş olan, Doğulu Yahudi cemaatine mensup devrimcilerin imzası var. Poale Zion bildirisi (Ek 7b) komünist partiye yakınlaşan ve Sovyet iktidarını destekleyen Siyonist bir örgüt tarafından kaleme alınmış. Rusya Komünist Partisi içerisindeki Yahudi seksiyonlarının cevabında (Ek 7c) Komintern’in Siyonizme ve onun Filistin’e yönelik etkisine dair analizine yer veriliyor. Bu analiz, İkinci Kongre’nin millet meselesiyle ilgili kararında şu şekilde özetleniyor: “İtilaf Devletleri’nin öncülük ettiği emperyalizm ile ilgili ülkenin burjuvazisi ezilen bir millete mensup işçi sınıfını kandırmak için uğraşıyor.”

Kurultay oturumlarında çarların iktidarda olduğu dönemde kesilmiş olan Asya dillerine yapılan çeviriler dinlendi. Rusça bilmeyen birçok Avrupalı ve Amerikalı delege de çeviriye ihtiyaç duydu. Her konuşmayı, yaygın konuşulan belli başlı Asya dillerine çeviri yapılmasına ilişkin tartışma izledi. Bazen konuşmayı sadece özetlemekle yetinen çeviriler çoğunlukla özgün konuşmadan daha uzun oluyordu. Sonrasında kaleme aldığı bir çalışmasında John Reed, muhtemelen Thomas Quelch isimli yoldaşları ile ilgili olarak İngiliz komünistleri makaraya alıyor. Reed’e göre, İngiliz heyetinin ürkek ve tereddütlü açıklamalarını Peter Petrov coşkuyla ve yenilikçi bir ruhla çeviriyor, çeviri ardından salonda alkış tufanı kopuyor, katılımcılar kılıçlarını ve tüfeklerini havaya kaldırarak, hep bir ağızdan “Kahrolsun İngiliz emperyalizmi!” diye bağırıyorlar. Bu sahne karşısında korkuya kapılan bir İngiliz delegesi, tepkisini “Ben evvelinde böyle bir şey söylemediğime eminim, dolayısıyla, düzgün bir çeviri yapılmasını talep ediyorum” diyerek dile getiriyor.[11]

Kısa bir süre sonra oturumların gereğinden fazla uzadığı, planlanan sürenin aşıldığı görüldü. Bunun üzerine, dördüncü oturumda kurultayın işleyişi ve düzenine ilişkin katı kurallar getirildi. Sahneden yapılan çeviriler Farsça, Azerbaycanca ve Rusça ile sınırlı tutuldu, ayrıca çevirilerin süresi de kısıtlandı. Başka dillere yapılacak çeviriler için delegeler gruplar oluşturdular.

Kurultaya az ama önemli sayıda kadın katıldı. Yaklaşık elli beş kadının yer aldığı kurultayda kadınların kurtuluş mücadelesi ele alındı.[12] Zinovyev’in de sonradan aktardığı biçimiyle, Başkanlık Kurulu’na üç kadının alınması teklifi üzerine partisizler grubuna mensup delegelerin güçlü itirazlarına tanık olundu, mesele uzun süre tartışıldı. Ancak beşinci oturumda üç kadının oybirliğiyle seçilmesi ardından tüm kurultay, onları ayakta alkışlayıp selamladı. Yedinci oturumda Doğulu kadınların kurtuluşu konusunda iki kadın delege söz aldı.

Üçüncü oturumda, Türkistan’dan gelmiş olan ve komünist partili olayan Narbutabekov, Orta Asya’da bazı Sovyet memurlarının yerli halklara yönelik şovenist saldırı ve tacizlerine karşı eyleme geçilmesi çağrısında bulundu. Bunun üzerine, bir dizi millete mensup yirmi delegeyle birlikte Komünist Partili delege Turar Riskulov, bu tür taciz ve saldırılara karşı çıkan bir kararı kurultaya sundu.

Komünist liderler, eski çarlık idaresinin hâlen daha güçlü olduğu yerlerde ortaya konulan bu türden şovenist uygulamaları tekrar tekrar mahkûm ettiler. Aralık 1922’de Lenin de bu tehlike konusunda uyarılarda bulundu:

“Özünde tıpkı o herkesin bildiği Rus bürokratı gibi alçak ve zorba olan Büyük Rusya şovenistinin, kendisini gerçek Rus olarak gören adamın saldırılarına karşı Rus olmayanları savunamazsak, kendi varlığımıza meşru zemin sunan, birlikten ayrılma hürriyeti, çöp kadar değersiz olur.”[13]

Bahsi edilen sorun, Beyaz Muhafız güçlerinin 1918 yılı başlarından itibaren Sovyet Rusya’dan kopartmaya başladığı Türkistan’da daha da derinleşmişti. Bu süreçte Türkistan hükümeti, alabildiğine şovenist olan bir yola girdi. Sovyet bayrağı altında faaliyet yürüten Rus Komünist Partisi Merkez Komitesi’nin sonrasında ifade ettiği biçimiyle, “Çarlık rejimine eskiden beri hizmet eden maceracılar ve kulaklar [zengin köylüler] yerli halka en ağır şekilde zulmetmeye başladılar.” Sonuçta Türkistan’daki emekçi halk bölgeyi yöneten gericilerin kollarına itildi.[14] 1919 güzünde Türkistan’daki sovyetler, bu felâketlere yol açan politikadan kopup devrimci hattı takip etmeye başladı. Gene de şovenistlerin saldırıları, Bakû Kurultayı’nın yapıldığı dönemde tam anlamıyla aşılamayan bir mesele olarak varlığını sürdürdü.

Kurultayın kapanış konuşmasında Zinovyev, Narbutabekov’un gündeme getirdiği hususları düzeltme vaadinde bulundu. İlk adım kısa süre içerisinde atıldı. Yirmi yedi delege, Moskova’ya gidip eleştirilerini ve önerilerini Komünist Parti Politbürosu ile tartıştı. Ardından, Lenin’in hazırladığı taslağı temel alan ve Bakû Kurultayı’nda yirmi bir delegenin sunduğu belgede gündeme getirilen bir dizi maddeyi içeren bir karar alındı. Ek 8, kurultay delegeleri ile Politbüro’nun kararları yanı sıra Politbüro’nun kararının uygulanması sürecinde yapılan açıklamalardan birini içeriyor. Yeni ele geçirilmiş olan bu üç belge, kapalı olan Sovyet arşivlerinde onlarca yıl saklı kalmış.

Kurultayın benimsediği kararlar, Doğu Halkları Manifestosu’nu, ileri kapitalist ülkelerin işçilerine yapılan çağrıyı ve tarım sorunu ve Doğu’da Sovyet iktidarı ile ilgili tezleri içeriyordu. Kurultay son olarak, çalışmalarını sürdürecek bir icra birimi seçmeyi kararlaştırdı: bu birimin adı Propaganda ve Eylem Konseyi’ydi.

Sömürgeler Dünyasında Mücadele Yükseliyor

Bakû Kurultayı’nın İngiliz emperyalizmine karşı tüm eylemleri birleştirme çağrısı, tam da Asya’da sömürgeci idareye karşı mücadelede açığa çıkan çok önemli bir dönüm noktasında gündeme geldi.

1905 Rus Devrimi’ni takip eden yıllarda Türkiye, İran ve Çin milli demokratik ayaklanmalarla sarsıldı. Lenin bu dönemi “Asya’nın uyanışı” olarak selamladı. Fakat eski düzeni yıkmaya yönelik olarak ortaya konulan söz konusu çabalar boşa düştü, emperyalist güçlerin yardımıyla kan deryasında boğuldu.

Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesiyle birlikte Rus Devrimi’nin sunduğu örneklik sayesinde Asya kıtası genelinde sömürgecilik karşıtı mücadeleler dalgasına tanık olundu. 1919’da sonuçlandırılan Versay Anlaşması’nda savaştan galip çıkanların tescil ettikleri sömürgeci idarenin devam ediyor oluşuna yönelik gerçekleştirilen halk muhalefeti, bu kalkışma sürecini besleyen diğer bir unsurdu. Versay Anlaşması, neredeyse tüm Afrika’nın, Asya’nın büyük bir bölümünün, Karayipler ve Pasifik’teki toprakların İngiltere, Fransa, ABD gibi güçler arasında taksim edilmesine onay veriyordu. Türkiye, İran ve Çin gibi birkaç bağımsız ülke, kapitalist güçlerin dayattıkları ekonomik engellerle ve egemenliklerine yönelik tecavüzlerle uğraşmak zorunda kaldı. Bu esnada Mısır ve Hindistan’daki üslere sırtını yaslayan İngiliz ordusuna ait birlikler, Yakın Doğu ile Orta Asya’nın büyük bir kısmına yayıldı.

1920 yılının ortalarına gelindiğinde sömürgecilik karşıtı mücadeleler, Asya’nın önemli bir kısmında emperyalizmi savunma konumuna çekilmeye mecbur etti. Türkiye’de bağımsızlık yanlısı güçler, Müttefikler’e bağlı işgal güçlerine karşı silahlandılar. Büyük bir bölümü İngiliz işgali altında olan İran’da Tahran’daki yöneticilere karşı ülkenin kuzeydoğusunda ve kuzeybatısında ayaklanmalar yaşandı, ayrıca, ülkeyi fiilen İngiliz sömürgesi kılacak olan anlaşmaya karşı kitlesel hareketler baş gösterdi. İran’ın kuzeyindeki Gilan eyaletinde komünistler, 1920 yılının başlarında milli bağımsızlık yanlısı savaşçılarla birleşerek devrimci bir hükümet kurdular. Bu esnada Ortadoğu’daki İngiliz ve Fransız yanlısı iktidarlar, 1919 ve 1920 boyunca Mısır, Suriye ve Irak’ta yoğun çatışmaların ve halk ayaklanmalarının yaşanmasına neden oldular.

Bakû Kurultayı’nın toplandığı dönemde İngiliz hükümeti, bu direnişin güçlenmesiyle birlikte güçlüklerle yüzleşti. Bu süreçte Sovyet devrimi, Afganistan, Türkistan, Transkafkasya ve Kuzey İran’dan çekildi. Londra, bu tür güçlükler yaşarken bir de Bakû Kurultayı’ndan bir ay önce Mühendis Gandi’nin öncülük ettiği Hindistan Milli Kongresi’nin İngiliz idaresinden bağımsızlaşma amacı güden kampanyasıyla yüzleşti. Kongre, kitleleri bu kararıyla peşinden sürükledi.

Çin’de Versay Anlaşması, 4 Mayıs 1919’da Pekin’de öğrenci eylemlerini tetikledi. Bunun üzerine, ülke genelinde Çin’in milli egemenliği üzerinde duran ajitasyon çalışması yürütüldü, gençlik bu süreçte iyice radikalleşti.

Bakû Kurultayı’nda konuşan delegeler, Doğu’dan söz ederken akıllarında esas olarak Asya ve Afrika vardı.[15] Fakat kurultayda konuşan ABD’li delege John Reed, ABD hâkimiyetinin Karayipler’in ve Meksika’nın boynuna geçirdiği boyunduruktan da bahsediyordu. Reed konuşmasında, Meksika’nın zenginliğinin Meksikalara kalması fikrini savunan bir devrimin yol aldığını, öte yandan, ABD’de siyahların ırkçılık karşıtı direnişinin yoğunlaştığını söyledi (Bkz.: dördüncü oturuma ek).

Sömürgelerdeki ezilen halkların gerçekleştirdiği kalkışma, eski Çarlık Rusyası’nda da karşılık buldu. Bu coğrafyada Asyalı halkların Sovyet idaresine sunduğu destek iç savaşta güçlerin dengelenmesini, işgalci emperyalist orduların püskürtülmesini sağladı. 1919 yılının başlarında Kızıl Ordu içerisinde askerlik yapan 250.000 kadar Müslüman emekçi vardı ve bunların başında Müslüman subaylar bulunuyordu. Bu Müslüman askerler, Sibirya cephesinde Beyaz Ordu komutanı Kolçak’a direnen ana güç olan Altıncı Sovyet Ordusu’nun subaylarının ve erlerinin neredeyse yarısını teşkil ediyordu. Kızıl Ordu birlikleri, bir milyondan fazla Asyalı göçmen işçinin içinden seçilmiş askerlerden oluşuyordu. Sovyet güçlerine on binlerce Çinli işçi de katılmıştı ki bu gelişme, Sovyet karşıtı propagandacıların paniğe kapılmasına neden olmuştu. Esasında Kızıl Ordu, bir Rus ordusu değil, dünya devrimi davasına hizmet etmeye ant içmiş enternasyonal bir güç olarak inşa edilmişti.

1920 yılının ilk ayları boyunca Kuzey Kafkasya, Azerbaycan ve Hive’de emekçi halklar sovyet cumhuriyetleri kurdukça, devrim de Asya içlerine ilerleme imkânı buldu. Sovyet topraklarının başka kısımlarında da birçok Asyalı halk özerk cumhuriyetler kurdu. Türkistan’da Kızıl Ordu, İran, Afganistan ve Çin sınırlarına kadar ilerledi.

Asya genelinde birçok devrimcinin Bakû Kurultayı’na katılmış olması, güç durumda olan sovyet cumhuriyetleriyle dayanışma ilişkisi kurma konusunda atılan somut bir adımdı. Kurultaya katılan delegeler, Çarlık otokrasisinin yıkılması, toprak reformu ve esir halkların özgürleştirilmesi gibi Rus Devrimi’nin elde ettiği tarihsel kazanımları savunmanın yollarını aradılar. Fakat delegeler açısından en etkili savunma, ancak Doğulu işçi ve köylülerin İran, Türkiye ve Asya’nın diğer ülkelerinde yeni sovyet devriminin zeminini hazırlamak için dünya genelinde kapitalizmin yüzleştiği krizden istifade etmeleriyle gerçekleştirilebilirdi.

Kurultayın Tesiri

Bakû Kurultayı ve onu önceleyen Komintern’in ikinci kongresinin yol açtığı sonuçları değerlendiren Lenin’e göre, “bu iki çalışmanın ulaştığı başarı ilk elden değerlendirilebilecek veya doğrudan hesaplanabilecek bir başarı değildi, bu başarı, bazı askeri zaferlerden daha da önemliydi”. Lenin ayrıca, Bakû Kurultayı’nın Bolşevizmin bayrağının ve programının “tüm geri kalmış sömürge ülkelerdeki köylüler ve tüm medeni ülkelerdeki işçilerin mücadelesinin bir simgesi” olduğunu söylüyor, “Temmuz’da Moskova’da, Eylül’de Bakû’de elde edilen başarıların aylar boyunca dünya işçilerini ve köylülerini fikren besleyeceği, bu fikirlerin işçi ve köylülerce özümseneceği” tespitinde bulunuyordu.[16]

Kurultayın “tüm insanlığı kapitalist ve emperyalist köleliğin boyunduruğundan kurtarmak […] için yaptığı cihat çağrısı”, Bakû’ye yakın olan ülkelerdeki emekçilerde hızla karşılık buldu. Kurultayda muhafız olarak görev almış olan Azerbaycanlı genç Müslüman Babayev’in aktardığına göre, kurtuluş anlayışı katılımcılarca epey benimsenmişti. Öyle ki kendisi, “namaza durduğumda kurultayı ve devrimi kanımla savunmak için hemen geri dönebileyim diye silahını yanıma koyuyordum” diyordu. Devrimin düşmanlarına karşı yapılan cihat çağrısından etkilenen Babayev’e göre, “o dönemde Bolşevik olmakla Müslüman olmak arasında herhangi bir çelişkinin bulunmadığına kani olmuş binlerce insan Bolşevizm safına katıldı.”[17]

Bakû Kurultayı’nın en önemli başarılarından biri de Doğu’da komünist partilerin kuruluş ve gelişme sürecini hızlandırmış olmasıydı. Kafkasya, İran, Türkiye ve Arap coğrafyasında birçok işçi, Bakû Kurultayı’nın başarılarını kurultayın kurduğu Propaganda ve Eylem Konseyi denilen icra komitesinin çalışmaları aracılığıyla işitti. Bakû’de kurulmuş olan bu komite kurultay kararlarını Farsça, Türkçe ve Arapça olarak yayımladı. Faaliyet sürecinin ilk on haftasında konsey, 170 eğitimciyi ve örgütçüyü eğitip sahada görevlendirdi. Kadroların eğitimi için kurduğu okul, ilk elli öğrencisini Ocak 1921’de mezun etti. Bu öğrencilere kitaplar ve broşürler verildi. İlk iki haftanın kayıtlarının da ortaya koyduğu biçimiyle muhtelif yerlere 1.270 adet kitap gönderildi. Bunların 433’ü Farsça, 176’sı Türkçeydi. Ekim ayında Rusça ve Türkçe olarak yayımlanan Narody Vostoka [“Doğu Halkları”] dergisinin kapağında Bakû Kurultayı’nın da sloganı olan “Dünyanın tüm işçileri ve ezilen halkları, birleşin” cümlesi yazılıydı.[18]

Bakû Kurultayı, İngiliz hükümetinin sert tepkisiyle yüzleşti. İngiliz hükümeti 1 Ekim günü, “propaganda, entrika ve komplo rüzgârının İngilizlerin Asya’daki çıkarları ve gücü aleyhine estiğinden” şikâyet ediyordu.[19] Düşmanın hamlelerine rağmen Sovyet hükümeti, İngiltere ile imza edilecek ticaret anlaşması için gerekli mevzii hızla elde etmeyi bildi. Mart 1921’de imzalanan anlaşma, Sovyet karşıtı ablukayı önemli ölçüde kırdı.

Kurultayı takip eden yıl boyunca Ermenistan ve Gürcüstan’da sovyet hükümetleri kuruldu, öte yandan, Moğolistan’da Sovyet yanlısı devrimci hareket zafere ulaştı. Sovyet Rusya sahada savaşan son Beyaz Muhafız ordularını da mağlup etti, işgalci Polonya hükümetini barış masasına oturttu, böylelikle yıkıcı sonuçlara yol açmış olan iç savaş döneminin sonunu getirdi.

Öte yandan, milli bağımsızlığın güvence altına alındığı Türkiye’de Mustafa Kemal’in başında bulunduğu burjuva hükümeti devrimci kalkışmayı bastırdı. Benzer bir gelişme, Gilan eyaletindeki ayaklanmanın yeni hükümet eliyle ezildiği İran’da da yaşandı. 1925’te bu ülkede Pehlevi hanedanlığı kuruldu.

Komintern’in Temmuz 1921’de toplanan üçüncü kongresi, dünya ölçeğinde kapitalizmin yeniden istikrara kavuştuğu tespitinde bulundu. Değişen koşullara uyum sağlamak, aynı zamanda Komintern çalışmalarını merkeze koymak adına 1922 yılının başında Propaganda ve Eylem Konseyi tasfiye edildi. Konsey, faaliyetlerini Moskova’da Komintern’e bağlı bir merkez olarak sürdürdü.

Ocak 1922’de Moskova’da Uzak Doğulu Emekçiler kongresi gerçekleştirildi.[20] Takip eden yıl boyunca Çin devriminin mevzi kazanması ve kitleler içerisinde kök salmasıyla birlikte Komintern önemli bir fırsata kavuştu. Böylelikle Komintern, Bakû Kurultayı’nda geliştirilmiş olan fikirleri uygulamak için gerekli imkânı buldu.

John Riddell
Mahmut Şirvani

15 Temmuz 1993

[Kaynak: To See the Dawn: Baku 1920-First Congress of the Peoples of the East, Pathfinder, 1993, s. 11-31.]


Bakû Kurultayı PDF

Dipnotlar:
[1] Bu meseleyle ilgili olarak İkinci Enternasyonal içinde verilen mücadeleye dair belgeler ve Lenin’in konuyla ilgili değerlendirmesi için bkz.: Yayına Hz.: John Riddell, Lenin's Struggle for a Revolutionary International (New York: Pathfinder, 1986), s. 7-20, 38-39, 75-83, 98-102, ve 496-504. V.I. Lenin’in 1913 tarihli makaleleri “Asya’nın Uyanışı” ve “Geri Avrupa, İleri Asya” bu derleme içinde s. 98-99’da bulunabilir. Sosyalist Enternasyonal’in başarıları ve kusurlarıyla ilgili bir analizi şu çalışmada bulmak mümkün: Farrell Dobbs, Revolutionary Continuity: The Early Years, (New York: Pathfinder, 1980), s. 39-43 ve 120-31.

[2] Lenin’in raporu için bkz.: Yayına Hz.: Riddell, Workers of the World and Oppressed Peoples, Unite! (New York: Pathfinder, 1991), Cilt 1., s. 211-16.

[3] İkinci Kongre’de bu hususla ilgili önemli bir tartışmaya tanık olundu. Önde gelen iki komünist, Hintli M. N. Roy ile İranlı Ahmed Sultanzade belirli düzeyde kapitalist gelişmeye tanıklık etmiş Asya ülkelerinde “burjuva demokratik” hareketlere destek verilmesine ilk başta karşı çıktı. Lenin’in kongreye sunduğu rapor, “milli devrimci” hareketlerin mevcut niteliğinin desteği hak ettiği konusunda net ifadeler içeriyordu. Bu tartışmanın Lenin ve Roy’un önerdiği tezlerde yapılan değişiklikleri de içeren kaydı için bkz.: Riddell, Workers of the World, Cilt. 1, s. 51-52, 211-83 ve Cilt 2, s. 846-71.

[4] Devrim, devrim öncesinde Rusya’da kullanılan Jülyen takvimine göre 25 Ekim 1917’de zafere ulaştı. Bu kitapta verilen tüm tarihler Gregoryen takvime göredir. Bu takvim Şubat 1918’den sonra Rusya’da kullanılmaya başlandı.

[5] Alfred Rosmer, Moscow under Lenin (New York: Monthly Review Press, 1971), s. 86.

[6] Yelena Stasova, Vospominaniya (Hatırat) (Moskova: Mysl, 1969), s. 177.

[7] Subbotnik hareketinin önemi konusunda bkz.: Lenin, "A Great Beginning," Collected Works (Moskova: Progress Publishers, 1960-71 ), Cilt. 29, s. 411-34; “Report on Subbotniks,” Cilt. 30, s. 283-88; “From the Destruction of the Old Social System to the Creation of the New,” Cilt. 30, s. 516-18 ve “From the First Subbotnik ... to the All-Russia May Day Subbotnik,” Cilt. 31, s. 123-25.

[8] Hindistan komünist hareketinin önde gelen isimlerinden olan M. N. Roy, Komintern’in Taşkent bürosunun kuruluşunda görevlendirildi, dolayısıyla Bakû Kurultayı’na katılamadı. Moskova’da çıkan Pravda [“Gerçek”] gazetesinin 8 Eylül tarihli haberine göre 4 Eylül günü Bakû’de Türkistan’daki bir milyon Çinliyi temsil eden isimler, Kuzey Çin’deki devrimci güçlerle temas hâlinde olduklarını ifade ediyorlardı.

[9] Kommunistische Internationale (Komünist Enternasyonal), Sayı. 14 (Ekim 1920), s. 292.

[10] De Tribune, 3 Kasım 1920.

[11] J.T. Murphy, New Horiz.ons (Londra: John Lane The Bodley Head, 1941), s. 121.

[12] Stasova’nın aktarımına göre tarım raporu yanında kadınların eşitliği meselesinin de birçok kişinin gereksiz gördüğü koşullarda gündeme getirildi. Stasova, Vospominaniya, s. 179. Fakat kurultay oturumlarında okunan tarım raporu ile ilgili metinde bu tür bir ifadeye rastlanmıyor.

[13] Lenin, "Question of Nationalities," Collected Works, Cilt. 36, s. 606.

[14] G. Safarov, Kolonial'naya revolyutsiya (apyt Turkestana) (“Sömürge Devrimi: Türkistan Deneyimi) (Moskova: State Publishing House, 1921), s. 133. Merkez Komite’nin yorumları 1920 başlarında Türkistan Komünist Partisi üyelerine gönderilen genelge içerisinde yer alıyordu.

[15] Beşinci oturumda konuşan Matuşev, Doğu teriminin Sahra Çölü’nün kuzeyindeki Afrika’yı tam kapsamadığını söylüyor. Diğer yandan, Ek 5’te yer verilen Azerbaycan Komünist Partisi açıklamasında Doğu Amerika kıtasındaki tüm halkları içerecek şekilde tarif ediliyor.

[16] Lenin, speech to chairmen of Moscow-area soviet executive committees, 15 Ekim 1920, Collected Works, Cilt. 31, s. 330.

[17] 1983’te Reşt’te bulunan Samed Yerivani ile yapılan tartışmadan. Babayev 1987’de vefat etti.

[18] Lenin sloganı onu Marx ve Engels’in 1848’deki ifadesinde yapılmış, yersiz bir değişiklik olarak görenlere karşı savundu. “Bu değişiklik, Komünist Manifesto açısından baktığımızda tabii ki yanlış. Fakat Komünist Manifesto tümüyle farklı koşullarda kaleme alındı. Bugünün politikası açısından baktığımızda ise değişiklik doğru.” Lenin, "Speech at a Meeting of Activists," Collected Works, Cilt. 31, s. 453.

[19] Curzon’un Çiçerin’e gönderdiği diplomatik nota, aktaran: Stephen White, “Communism and the East: The Baku Congress, 1920,” Slavic Review, Cilt 33, Sayı 3 (Eylül 1974), s. 502-3.

[20] Oturum kayıtlarına şuradan ulaşılabilir: The First Congress of the Toilers of the Far East (Lonra: Hammersmith Reprints, 1970).

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder