Bir
TKP’li, Çerkes Ethem’den söz ederken neden “iç çekip sözcükleri özenle seçme
gayreti”[1] içine girer? Neyden ve kimden korkmaktadır? Sözcüklerin korkuyla
dizildiği ip kime aittir? Çerkes’e dair bir iki güzel söz kimleri rahatsız
eder? TKP’li Yusuf Şaylan, Çerkes’ten bahsederken sözcüklerini özenle seçmeye
mecburdur.
Korku,
AB-Sermaye-Devlet ilişkileri dâhilinde komünistlik oynasın diye açılan kum
havuzunu yitirmekle ilgilidir. TKP, eklektik ve anakronik bir yerden,
Kemalizmi-Atatürkçülüğü, yakın tarihi ve burjuva cumhuriyeti kendi programına
bağlamak, kendi politik hattını burjuva devletine göre çizmek zorundadır. Bu da
yalanı boyayıp gerçekmiş gibi satmayı zorunlu kılmaktadır.
Geçmişte
“Osmanlı’yı karşısına alan, saltanat ve hilafete kafa tutan gerçeklik” diye bir
şey söz konusu değildir. TKP yalan söylemektedir. 1919’da ve 1920’de Komintern’in
iddiası aksi yöndedir. Bugünkü TKP, 28 Haziran 1920 günü Mustafa Suphi’nin “yaşasın
Türkiye amele, rençber ve askerlerinin hükûmet ve cumhuriyeti!” diye bitirdiği “Saltanattan
Sonra”[2] yazısını neden yazdığını anlayamaz. Saltanata ve hilafete bağlılığı
sebebiyle Ankara çizgisinin eleştirildiği gerçeğini bugün TKP gizlemek
zorundadır. O, tarihi, bugünden, bugündeki sınıfsal çıkarlarına göre
yazmaktadır.
“Nasıl
olsa Kemalist kalmadı, biz Kemalizmi kendi güdük sosyalizm anlayışımızmış gibi
yeniden tarif edelim, CHP’lileri bu şekilde avlayalım” diyen, bundan başka
siyaseti olmayan TKP’nin yürüdüğü yol, komünist hareketin yolu değildir.
Komünist hareket, burjuva partiler arası rekabete, burjuva ölçü ve ölçeğe göre
ilerleyemez.
Söyleşi
yapılan kişi (Yusuf Şaylan), SİP’e gelmeden önce Doktorcudur, az buçuk Hikmet
Kıvılcımlı tedrisatı görmüştür. O Kıvılcımlı, hilafetle ve saltanatla bir
mücadelenin yaşanmadığını söylemektedir. O güne dair kimi yanılsamaları olsa da
Kıvılcımlı, dönemin dinamiklerinin sınıfsal niteliğinin bilincindedir.
Şaylan’ın
“Şimdinin yobazlarıyla mücadelenin müftüsü arasında fark var. İşte o zaman
anlıyorsun. Mücadele dönüştürüyor insanı” lafı, Doktorculuktan kalan
kırıntıdır. Partide bir karşılığı yoktur. Partisinin yolunu bir müftünün, bir
Müslüman’ın devrimci olamayacağına dair inanç tayin etmektedir. Bu inanç,
burjuvaziye aittir. TKP, burjuvazinin yolundan da emrinden de çıkamaz. Mücadele
edip devrimci “müftü” var edemez. Müslüman Doğu’yu örgütleme iradesini ortaya
koyan Bolşeviklerin yoluna yoldaş olamaz.
Eski
doktorcu Yusuf Şaylan, doktoru zihinden ve tarihten sildiği için Hikmet
Kıvılcımlı’nın Kemalistlerin hilafete ve saltanata karşı gerçek bir mücadele
yürütmediklerini söylediğinden hiç bahsetmez. TKP’nin Kemalist mitolojiye
bağlanma iradesine teslim olduğu için sözcüklerini “özenle” seçer. Çerkes
Ethem’den ancak utana sıkıla bahsedebilir.
Bu
TKP’li şahıs, Çerkes Ethem, Mustafa Suphi, THİF gibi gerilimlerin Sovyetler’le
ilişkili olduğunu göremez. Mustafa Kemal’in sola, sosyalizme yönelik alerjisi,
bir açıdan, Enver’le girdiği iktidar mücadelesiyle ilişkili bir meseledir.
Enver, “Bolşevizmin yenildiğini görsek dahi ona yardıma koşmalıyız” diyendir.
“Osmanlı Federasyonu” kurmayı, imparatorluğu Doğu’ya kaydırmayı düşünen Enver,
Mustafa Kemal’i Türklük merkezli bir devlet kurmayı düşündüğü için eleştirir.
Şaylan’ın partisinin kurucu önderi Yalçın Küçük, AKP’nin kurulduğu yıllarda
işte bu Enverci çizgiye selam durur. O suyun başını tutar, devletine hizmet eder.
Enver,
Sovyetler’le kurduğu ittifak uyarınca, “Halk Şuralar Partisi” kurmayı düşünendir.
“Şura” “sovyet” sözcüğü yerine kullanılmaktadır. Parti programı, bugünkü
TKP’den bile ileridir! En azından üretim araçlarının kolektifleştirilmesini,
toplumun malı kılınmasını istemektedir.[3] Bugünkü TKP ise ancak şirketlerden
vergi almayı vaat edebilir.
TKP,
bugün Komintern-Moskova hattına yakın duran Enver çizgisine karşı yapılan
hamlelere her yönden sahip çıkar. Din ve millete göre tanımlanmış bir sosyalist
devrime vurgu yapan Enver çizgisi, esasında Bolşeviklerin Doğu programını uygulamaktadır.
Bu anlamda, Mustafa Kemal’in antikomünistliği dışarıdan, Enver’in
antikomünistliği içeriden işletilen bir pratiktir. İlki, Enver bahanesiyle tüm
sosyalist çıkışları ezer, ikincisi, o çıkışların içinde konumlanıp suyun başını
tutar.
Enver
çizgisi, tasfiye edilmemiş, devlet içi klikler içerisinde diri tutulup bugüne
taşınmıştır. Tarihin ilgili döneminde tartışma, İngilizler-Almanlar-Sovyetler
arası gerilimlerle tanımlıdır. Solun önemli bir bölümü, İngilizlerin kurduğu “devlet”in
aparatı ve uşağıdır.
Bugünkü
TKP, İngilizlerin kurduğu cumhuriyete, inşa ettiği tarihe “devrimci miras” diye
sahip çıkmaktadır. Çünkü TKP, Sovyetler’in İngilizlerle imzaladığı ticaret
anlaşmasının ürünüdür. Din ve milleti kesen sınıf mücadelesinde mevziler ören
Bolşevizm, o ticaret anlaşması sonrası geriye çekilir. İngilizlerin istediği
bir solculuk, İkinci Enternasyonal’in ve İngiliz İşçi Partisi’nin dişine uygun
bir pratik hâkim hâle gelir. Sosyalist hareketi bu solculuk ve pratik yönetmektedir.
Ticaret anlaşmasının ana maddesi, “komünizm propagandası yapmayacaksın!”dır.
Sosyalist hareketi tam da bu emir şekillendirmiş, ruhunu bu emir üflemiştir.
Diğer
kanat, “ama Ermenii (altınları)!” derken, Bakû Kurultayı’na düşmanlık ederken,
o da İkinci Enternasyonal çizgisini, Menşevizmi ve Ekim düşmanlığını
güncelleyip bugüne taşımaktadır. “Doğu despotizmi”nin lideri olarak görülen
Lenin, bugünde idam edilir. TKP ve HDP çizgisi, bütün olarak Leninizmi tasfiye
etmek için vardır.
TKP,
tam da bu düzlemde Yıldırım Koç denilen antikomünisti “bizim safta” diyerek
sahiplenir.[4] O da aslında 1920 TKP’sini Yıldırım Koç gibi eleştirmektedir:
“TKP’nin ilk kurulduğu
dönemdeki örgütsel dağınıklığı, siyasi birikim eksikliği ve ideolojik
bulanıklığı, Sovyet Rusya ve Komintern’le zorlayıcı ilişkileri ve tüm bu
koşullarda etkili bir siyaset yürütme konusunda yetersiz kaldığı ortadadır.”[5]
TKP’li
yazar, “zorlayıcı ilişkiler”i açıklamıyor. Muhtemelen, o da Koç gibi, komünist
hareketi “fazla kökü dışarıda” buluyor. Yazar, Moskova-Kazan-Bakû hattında
toparlanan örgütü, edinilen zengin politik birikimi ve kavuşulan ideolojik
netliği, kendi küçük burjuva konumu sebebiyle, göremiyor. Çünkü Ekim ve
Komintern düşmanı. Düşman olmasa, oradaki toparlanmayı, zengin birikimi ve
netliği görür, Kemalizme bu denli kul-köle olmazdı.
Yazar,
aslında bugünkü partisinin örgütsel dağınıklığından, siyasi birikim
eksikliğinden ve ideolojik bulanıklığından bahsediyor. Ekim Devrimi ve
Komintern gibi gerçeklerin sıcaklığında ilerleyen komünist hareketi kendisiyle
kıyaslıyor. 1923’e devrim, AB’ye ilerleme, burjuva cumhuriyete “devrimci mevzi”
diyen bir partinin ağzına yakışmayacak laflar bunlar. Bu tür laflar, Ekim’e ve
Komintern’e bağlı olmamanın, bağlılığı gericilik olarak görmenin neticesi.
TKP
yazarının yazısı, partisinin Ekim’le ve Komintern’le bir ilişkisinin
bulunmadığının kanıtıdır. O sebeple, “1920’li yılların başında Anadolu’da
komünizmin dikkate değer bir örgütsel gücü yoktur” diye cahilane laflar
etmektedir. Yazar, “Bolşevikler cihan harbinden çıkmaları ve çıkarken çarlığın
tüm iddialarından vazgeçtikleri gibi kirli anlaşmaları ifşa etmiş olmalarıyla
sempati yarattıklarına” inanmaktadır. İşçi-köylü iktidarının, ezilen milletleri
özgürleştirmesinin hiçbir önemi yoktur. Bolşevikler, sadece savaştan çıktıkları
için değer görmüşlerdir. Onun için Bolşevikler ve sosyalizm, devlete sunduğu
askeri ve diplomatik destek dolayısıyla değerli ve önemlidir. Bolşevikler ve
sosyalizm, ben-merkezcilikle, o benin genel hâli olarak devlet ölçüsünde anlam
ve değere sahip olabilmektedir. Bu tür küçük burjuvalar, sosyalizmle ancak bu
düzeyde ilişki kurabilmektedirler. Cahil köylülerin ve geri kafalı aydınların
sosyalizmi idrak etmiş olmaları mümkün değildir. Onlar, ancak İngiliz’e layık
solcu olabilirler.
TKP’li
yazar, dönemin Kemalistleri gibi konuşmaya mecburdur: “Bolşevik liderler,
Türkiye’nin o günkü vaziyetinde hiçbir şekilde bir sosyalist devrim potansiyeli
görmezler. Kapitalizm gelişmemiştir, işçi sınıfı zayıftır.” Tarihi Kemalizme
göre kuran ve yazan bir küçük burjuva solcusunda tabii ki 1920’nin küçük
burjuvaları konuşacaktır. “Kapitalizm gelişmemiştir, işçi sınıfı zayıftır,
dolayısıyla burada sosyalizm olmaz.” Bu, örtük olarak, Avrupalı ikinci
enternasyonalcilerin, oportünistlerin Ekim Devrimi ve Bolşevizm eleştirisidir.
Kautsky’nin Ekim Devrimi eleştirisi bundan başka bir şey söylememektedir. TKP,
bu dili bugünde güncellemektedir.[5] Kautsky, “sosyalizm için sanayi
kapitalizmi de sanayi proletaryası da gelişmeli”den gayrı bir şey söylememektedir.
TKP’li
yazar, komünistlerin devlet baskısı altında olduğuna işaret ederken, yoldaşı
Orhan Gökdemir, Karadeniz’deki o takada Suphilerden değil, Kemalistlerden yana
olduğunu, iki tarafı rakı sofrasında barıştırabileceğini söylüyor. TKP, o baskı
uygulayan devletten yana saf tutuyor.
Sol
örgütler, CHP’yle iltisaklı, CHP’yle tanımlı, CHP odaklı siyasetleriyle,
sosyalist birikimi ve komünist mücadele mirasını ilişkilendirme, uyumlu kılma
konusunda güçlükler yaşıyorlar. Eylem ve düşüncede yaşanan gerilimler, bu fiili
çatışmayla ilgili. CHP’deki devlete veya sermayeye kul-köle oldukları için
CHP’yi belirli bir bağlama oturtamıyorlar, sınıf mücadelesinin konusu
kılamıyorlar.
Ölçü
ve ölçeği CHP tayin ediyor. AKP düşmanlığı bile CHP için, CHP’ye göre, CHP
güdümünde. Bu sebeple, kimse mevzi elde edemiyor. Örgütler, hep birlikte, mevki
peşinde olanların eline geçiyor. O ölçü ve ölçekle dövüşmek gerekiyor. Enver’in
TKP’si ile Mustafa Kemal’in TKP’sine karşı Suphilerin TKP’sine yoldaş
olunmalı.[6]
Eren Balkır
6
Ağustos 2024
Dipnotlar:
[1] Özkan Öztaş, “Yakın Tarihimizin Gri Noktaları: Ankara 1920”, 21 Temmuz
2024, Sol.
[2]
Mustafa Suphi, “Saltanattan Sonra”, 28 Haziran 1920, İştiraki.
[3]
Paul Dumont, “La fascination du bolchevisme : Enver pacha et le parti des
soviets populaires, 1919-1922”, 1975. Türkçesi: İştiraki.
[4]
Gözde Kök, “Yıldırım Koç’un Yazı Dizisi Vesilesiyle: 'Eski TKP', Sovyet Rusya
ve Milli Mücadele Üzerine Bazı Hatırlatmalar”, 27 Temmuz 2024, Sol.
[5]
Gözde Kök, A.g.m.
[6]
Karl Kautsky, Bolshevism at a Deadlock, Çeviri: B. Pritchard, Routledge,
2014, s. 16.
[7]
Eren Balkır, “Üç TKP”, 13 Eylül 2020, İştiraki.
0 Yorum:
Yorum Gönder