Bugün
İngiliz “sol”u, tuhaf konumlar alıyor. Misal, Savaşı Durdurun hareketi,
dünyanın nükleer silahlarla imha edilmenin eşiğine geldiği bir momentte, sıfır
karbon ve iklim krizi meselelerini öncelikli görüyor.
Diğer
yandan, 2015-2020 arası dönemde Corbyn projesine bağlanan yeni sol medyadan
kimi isimler, dış politikanın öncelikli olmadığını, “NATO’dan ayrılalım” lafını
ağzımıza dahi almamamız gerektiğini söylüyor, bir yandan da Kuzeydoğu
Suriye’deki etnik temizlikten ve çocuk kaçırma olaylarından sorumlu olan CIA
düzenine destek çıkıyorlar.
Bu
koşullarda şu soruyu sormak gerekiyor: bugün solda neler olup bitiyor?
Soruya
cevap vermeden önce bizim bugünün güvenlik devletine ait birçok kurumun
kurulduğu ve bugün “sol” denilen yapıya evrilmeye başladığı, on dokuzuncu
yüzyıl sonundan yirminci yüzyılın ortalarına dek uzanan, İngiliz-Amerika
dünyasındaki ahbap-çavuş kapitalizminin tarihine kısaca bakmamız gerekiyor.
“Hayırsever”
Ahbap-Çavuş Kapitalizminin Kökenleri
Bizdeki
ahbap-çavuş kapitalizmi kültürünün kaynağını teşkil eden oligarşinin ilk
örneklerinden biri, Güney Afrika’da elmas madenlerine sahip olan Cecil
Rhodes’tur. Bu kişi, sömürgelerden elde ettiği zenginliği bölgede İngiliz
imparatorluğunun hâkimiyet sahasını genişletme çabalarını finanse etmede ve
kendi politik konumunu güçlendirmede kullandı. Ömrünün sonuna doğru Rhodes,
İngiliz imparatorluğunun ömrünü uzatmak için çalıştı, hatta Alman
imparatorluğunun bir kapitalist devletler federasyonuna dâhil edilmesine
yönelik bir plan hazırladı. Öngörüsü, sonrasında Batı Avrupa Birliği ile
birlikte gerçekleşti. Bu birlik, devamında AB’ye ve 1948-1954 arası dönemde
imza edilen Brüksel Anlaşması üzerinden NATO’ya evrildi.
Rhodes’un
mirasının varisleri, onun fikirlerini yirminci yüzyıla taşıdılar. Bu isimler,
Profesör Caroll Quigley’nin Milner Grubu adını verdiği gayrı resmi ittifakın
üyesi oldular. Bu Milner Grubu içerisinde Nazilere sempati duyan Lord Astor ve
Leydi Astor da vardı. Bu iki isim, sonrasında CIA’in başına geçecek olan, aynı
şekilde Nazilere sempati duyan Alan Dulles’a ev sahipliği yaptı. Rhodes’un
İngilizce konuşan halkların ve Alman halkının üstünlüğüne ve özel bir gayesi
olduğuna dair görüşlerini paylaşan Milner Grubu, Amerikalı “hayırsever”,
öjenist ve Nazilerin yürüttüğü öjeni programına para yatıran ilk isimlerden
olan J. D. Rockefeller’la birlikte 1917’de bugün herkesin Chatham House olarak
bildiği Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nü kurdu.
Rockefeller,
aynı zamanda İkinci Dünya Savaşı süresince sonrasında Alan Dulles’ın başkanlık
edeceği CIA’e evrilecek olan OSS’in [“Stratejik Hizmetler Bürosu”nun] kurulması
sürecine katkı sunacak olan MI6 subaylarına ev sahipliği eden, Manhattan’daki
Rockefeller Merkezi’nin inşa sürecini finanse etti.
Batı’daki
Ahbap-Çavuş Kapitalizminde İklim Aktivizminin Kökenleri
İkinci
Dünya Savaşı sonrası ve Soğuk Savaş boyunca Rockefeller ailesi ve sahip olduğu
servet, İngiliz-Amerikan müesses nizamı ve güvenlik hizmetleri içinde çalışan
dostlarını beslemeye devam etti. Bu noktada aile, Kültürel Özgürlük
Kongresi’nin aracı kurumu olarak iş gördü. Bilindiği üzere kongre, ortayolcu
aydınların oluşturduğu, CIA destekli bir forumdu. Harm Langenkamp’a göre, “ta
başından beri CIA, bu ‘operasyon amaçlı kongre’yi hayırsever kurumlar alanına,
özelde Ford ve Rockefeller vakıflarının faal olduğu sahaya taşımak istiyordu.”
“Kültürel Özgürlük
Kongresi Rockefeller Vakfı’ndan teşvik almayı bildi. Nelson ve David
Rockefeller istihbaratla sıkı ilişkiler içerisinde olan isimlerdi ve hiç
tereddüt etmeden, CIA’in gizli operasyonlarına yardım sunuyorlardı.”
David
Rockefeller, sonrasında internetteki bir kaynağın derin siyaset alanında önemli
olan ve önemi pek görülmeyen Üçlü Komisyon’u oluşturdu.
“Büyük
Bir Yalan: İklim Aktivizmi, Petrol ve İmparatorluk” başlıklı makalemde de dile
getirdiğim biçimiyle, fosil yakıtların çevreye etkisine dair endişelerin asıl
kaynağı, bu Üçlü Komisyon’du. OPEC’in petrol ambargosu sonrası İngiliz-Amerikan
İmparatorluğu’nun yüzleştiği baskılar ardından komisyon, bu türden bir politik
hamleye başvurmuştu.
1973’te
“üç ülke”nin Yom Kippur savaşı sırasında İsrail’e destek sunmasına cevap
olarak, OPEC içerisindeki Arap ülkeleri, petrol fiyatını dört katına çıkartarak
Batı’nın petrol tüketimini kısıtladı. Bunun üzerine Amerikan ekonomisi epey
zarar gördü, hatta hükümet, benzini-mazotu karneye bağlamak zorunda kaldı,
ayrıca tüketimi azaltmak için hız limitlerini düşürdü. Yaşanan krizle birlikte
OPEC ülkelerinin, ABD ekonomisi üzerindeki hâkimiyetleri sayesinde, ABD dış
politikasını etkileme gücüne sahip oldukları görüldü.
“Bugün hâlâ Üçlü
Komisyon’un dayattığı iklim değişikliği ajandası, esasen İngiliz-Amerikan
imparatorluğunu yönetenlerin petrol fiyatlarını enerji tedariki ile ilgili
kaynakları çeşitlendirmek suretiyle düşürme arzusunun bir sonucu. Bu tür bir
hamle üzerinden petrol fiyatlarının düşürülmesi, böylelikle OPEC ülkelerinin
bir daha ABD ekonomisini eskiden olduğu gibi etkileme imkânından mahrum
kalmasının sağlanması, imparatorluğun uluslararası ilişkiler sahasında elinde
tuttuğu pazarlık gücünün artırılması öngörülüyor.”
Bu
noktada Rockefeller ailesinin elindeki paranın iklim aktivizmiyle meşgul
hareketlerin finansmanında kullanıldığını hatırlatmakta fayda var. Örneğin
Petrolü Hemen Durdurun ve Yok Oluş İsyanı isimli hareketler, İklim Acil Durumu
Fonu’ndan (CEF) para alıyor. CEF ise parayı Rockefeller ailesinin finanse
ettiği Avrupa İklim Vakfı’ndan temin ediyor.
CEF’in
diğer önemli bağışçılarından biri de kurucularından olan Hillary Clinton
üzerinden müesses nizamla bağlantılı olan Hep Birlikte İleri Vakfı. Clinton,
aynı zamanda Yedinci Kat Grubu denilen yapı üzerinden “derin siyaset”le
bağlantılı bir isim.
Yedinci
Kat Grubu, ABD dışişleri bakanlığı yetkililerinden oluşan, Amerikan derin
devletine ait bir ekip. Yıllar içerisinde dışişleri bakanlığının lider isimleri
için kullanılan bu tabir ile anılan grubun merkezinde Hillary Clinton var. Elde
bu konuyla ilgili bir kanıt yok ama Clinton’ın bu çalışmayı yönlendirdiği
düşünülüyor.
Aynı
zamanda Clinton, Batı’nın felâketlere yol açan 2011 tarihli Libya müdahalesinin
başındaki isim. Bu harekâtın gerekçelerinden biri, Libya’yı imha etme ve
Batı’nın çok istediği petrol rezervlerini gasp etme arzusu. Bu Libya yağmasının
öncüsü olan Clinton’ın CEF ile ilişkisi var. İşin tuhafı, Petrolü Hemen
Durdurun hareketi Clinton’ın vakfından para alıyor.
Clinton’ın
CEF’le (İklim Acil Durumu Fonu’yla) ilişkisini sağlayan diğer bir isim de kısa
süre önce istifa etmiş olan, fonun kurucularından Trevor Nielson. Bu kişi,
Clinton’ın yönettiği Beyaz Saray’da çalışmıştı. Buna ek olarak Nielson, aynı
zamanda CIA’yle bağlantılı olan dış politika düşünce kuruluşu Dış İlişkiler
Konseyi’nin eski bir üyesi. Nielson, bugünlerde şirketlerin varlıklarını ve
markaların itibarlarını koruma amacı güden son teknoloji ürünü istihbarat ve
karşı-istihbarat stratejilerini kullanan Threat Pattern şirketini yönetiyor ve
CIA’in eski memurlarıyla birlikte çalışıyor.
Rockefeller
ailesinin iklim aktivisti hareketlere yönelik desteği ve istihbarat
kuruluşlarıyla politik kurumlara yakın olan kişi ve örgütlerle kurduğu bağlar,
bize iklim aktivizminin STK-İstihbarat Kompleksi’nin bir ürünü olarak
tanımlanabileceğini söylüyor.
Ahbap-Çavuş
Kapitalizmi İngiliz Solunu İklim Aktivizmi Üzerinden Ele Geçirdi
2021
tarihinde solun başarısı için hazırladığı “Bizim Blok: Nasıl Kazanacağız”
isimli planında, Jeremy Corbyn’in eski sözcüsü ve Stratejik İletişim Direktörü,
“iklim acil durumu”nun solun ajandasının merkezine yerleştirilmesi gerektiğini
söylüyordu. Daha da özelde bu kişi, sola “kızıl-yeşil bayrak” altında
toplaşmayı tavsiye ediyor, emek hareketleriyle ekoloji hareketlerinin Amerikan
Kongresi üyesi Alexandria Ocasio-Cortez ile Gündoğumu Hareketi’nin savunduğu
Yeşil Yeni Mutabakat etrafında birleşmesi fikrini savunuyordu.
Bu
önerilen kızıl-yeşil ittifakı, CIA’yle bağlantılı STK’ların fonladığı, Yok Oluş
İsyanı ve Petrolü Hemen Durdurun gibi bir dizi örgütü içeriyor. Petrolü Hemen
Durdurun, Schneider’ın bizzat parçası olduğu bir örgüt.
Schneider’ın
kızıl-yeşil ittifakının önemli bir başarı kazandığı görülüyor. “Bizim Blok”
isimli planı onaylayan Jeremy Corbyn, onu “eylem için kullanılacak güçlü bir
plan” olarak tarif etti. Corbyn’in başını çektiği Savaşı Durdurun hareketinin
İngiltere ayağı, eskiden nükleer savaş riski üzerinde dururdu, ama bugün tuhaf
bir biçimde insanlığın yok olma tehdidiyle yüzleştiği gerçeklikte çevreyle
ilgili meselelere odaklanıyor. 2022’de Corbyn’in hazırladığı Barış ve Adalet
Projesi, Petrolü Hemen Durdurun hareketiyle işbirliği kurduğunu duyurdu.
Muhtemelen bu bağın kurulmasını sağlayan isim, Schneider.
Corbyn’in
eski stratejik iletişim direktörünün sola yönelik dillendirdiği, STK-İstihbarat
Kompleksi’ne ait şemsiye altında bir araya gelmesine ilişkin öneri, kimilerini
şaşırtabilir. Oysa Schneider’ın üniversitedeki dostları da bu çalışmanın bir
parçası.
Spectator’da
yayınlanan “John le Carré’in Sürgünler Londrası Canlı ve İyi Durumda” başlıklı
makalesinde Schneider’ın dostu ve Oxford’dan birlikte mezun olan
arkadaşlarından David Patrikarakos, John le Carré’in kitaplarındaki
kahramanların “casus” olduklarını söylüyor ve onları “kaliteli ama o kadar da
kaliteli değil; İngiliz ama tam da İngiliz değil” olarak tarif ediyor.
Devamında da Schneider, Ben Judah ve kendisini bu casuslara benzetiyor:
“Oxford’daki üçüncü
yılımda şimdilerde dostum (muhtemelen uzaktan kuzenim) olan yazar Ben Judah ile
tanıştım. […] Gece yarısına doğru Ben’in arkadaşı James Schneider geldi […] o
da sürgün pratiğinin bir ürünüydü (babası aslen Doğu Avrupalı olan bir Yahudi’ydi),
İngiltere’deki kurumlar var etmişti onu. O da bizim gibi kaliteli bir isimdi
ama o kadar da kaliteli değildi, İngiliz’di ama tam da İngiliz değildi.”
“Sadece
Kötü Bir Tavsiye Değil” başlıklı makaleme verdiği sert cevapta Schneider, beni
kendisinin casus olabileceği imasında bulunmakla suçluyordu. Bu iddia
karşısında ben suçlamayı reddettiğimi söylemeliyim: Schneider’ın casus
olabileceğine dair ima bana değil, Patrikarakos’un Spectator’da çıkan
makalesine ait. Ben, sadece makaleden alıntı yaptım. Patrikarakos’un makalesi,
hâlen daha derginin internet sitesinde duruyor.
Şunu
net olarak ifade edeyim: Schneider’ın casus olduğunu söylemeye yetecek bir
delil yok ortada. Gene de Schneider’ın dostları olarak Patrikarakos ve Judah,
istihbarat dünyasına yakın isimler. Hatta Wikispooks’un “İngiliz derin
devletinin organı” olarak tanımladığı Bütünlük İnisiyatifi’nden sızan
belgelerde her ikisinin ismi geçiyor.
İngiliz
Kara Kuvvetleri İstihbarat Teşkilâtı’nda eskiden yedek subay olarak çalışmış
olan, ayrıca dört NATO genel sekreterine özel danışmanlık yapan Chris
Donnelly’nin başkanlık ettiği Bütünlük İnisiyatifi, kendisini Rusya kaynaklı
“dezenformasyon faaliyetleri”yle mücadele eden bir yapı olarak takdim etse de
onu kendi propaganda çalışmalarını yürüten bir kurum olarak görmek gerekiyor.
“Üye devletlerdeki savunma ve siyaset sahası”na sunumlar yapan kurumun
çalışmaları Donnelly’nin Bütünlük İnisiyatifi’nin Fransız grubu üyelerine
gönderdiği 2016 tarihli notta ifşa oldu.
Bu
notta Donnelly, amacının Bütünlük İnisiyatifi kaynaklı ürünlerin, çalışmaların
NATO’ya bağlı Kamu Diplomasisi Bölümü içerisinde bulunan ve kuruma sempati
duyan kişiler aracılığıyla dağıtılmasını sağlamak olduğunu söylüyordu. Bu
“kuruma sempati duyan kişiler”den birinin adını paylaşan Donnelly, Ben Judah’ın
bu süreçte bir aracı olarak iş gördüğünü söylüyordu.
Patrikarakos’un
ismi ise İfşa Ağı denilen, “ana akım medyanın güvenirliğine halel getiren,
belirli devletlerin desteklediği dezenformasyon faaliyetlerine karşı çalışma
yürütme, bunun yanında, demokratik kurumlara ve süreçlere yönelik şüpheyi ve
güvensizliği ortadan kaldırma amacı güden” STK’lar ağının finansmanı konusunda
İngiliz hükümetine sunulan öneriyi içeren, sonrasında dışarı sızan belgede
karşımıza çıktı.
Kendisini
radikal solcu olarak takdim eden James Schneider gibi bir ismin Chris Donnelly
gibi etkili bir istihbaratçıyla bağlantısının açığa çıkması talihsizlik olarak
görülebilir. Ama üç arkadaşın da ilişkili olması, yüz kızartıcı bir durumdur.
Asıl yüz kızartıcı olansa bu üç isimden biri olan Ben Judah’nın NATO’nun etkili
düşünce kuruluşlarından, CIA’le bağlantılı Atlantik Konseyi’nde çalışıyor
olmasıdır. Bilindiği üzere bu konseyin parası, CIA’in kullandığı Ford
Vakfı’ndan gelmektedir. Asıl garip olanınsa Judah’nın Schneider’ın kızıl-yeşil
blok oluşturma planını “muhteşem bir fikir” diyerek onaylamış olmasıdır.
Bu
İlerici Enternasyonal Gerçekten de İlerici mi?
Schneider’ın
iletişim direktörlüğünü yaptığı İlerici Enternasyonal, bahsi geçen kızıl-yeşil
koalisyon içerisindeki en önemli örgüt. Parası Demokrat Parti’yle bağlantılı
Sanders Enstitüsü isimli STK’dan gelen İlerici Enternasyonal, “emperyalizmin
her biçimine karşı olduğunu, savaştan yaptırımlara, özelleştirmeden ‘yapısal
ayarlamalar’a varana dek her türden müdahaleye itiraz ettiğini” söylüyor. Tabii
bu ajanda, enternasyonalin deklarasyonunda çevreci dille ifade ediliyor.
“Misyonumuz, dünya
genelinde ilerici güçlerin cephesini inşa etmektir. Biz ilericiliği demokrat,
sömürgelikten kurtulmuş, adil, eşitlikçi, özgür, feminist, ekolojik, barışçı,
postkapitalist, çoğulcu ve radikal sevgiye bağlı bir dünya arzusu olarak tarif ediyoruz.”
Gelgelelim,
İlerici Enternasyonal’in “Rojava” adı verilen, PKK uzantısı YPG’nin CIA
koordinasyonunda yönettiği Kuzeydoğu Suriye’deki ABD işgaline verdiği destek bu
ifadeleri boşa düşürüyor. ABD işgali, bir yandan da Suriye petrolünün
çalınmasına, çocuk tecavüzlerine, çocuk kaçırma olaylarına, etnik temizliğe
tanıklık eden bir süreç olarak işliyor.
Erdoğan
karşıtı HDP’den yana duran İlerici Enternasyonal, HDP tarafından Türkiye
seçimlerini gözlemlemesi için ülkeye davet edildi.
Ayrıca
enternasyonalin parçası olan Schneider, Sudan’da Ömer Beşir’e karşı
gerçekleştirilen, ABD destekli, CIA’in yönettiği darbeye de destek verdi.
Ayrıca Schneider, Sudan’da kurulan ve 2021’deki karşı darbe sonrası ülkeyi
istikrarsızlaştıran direniş komitelerine de destek sundu.
Schneider’ın
aldığı konum 2023’te İlerici Enternasyonal’in açıklamalarında da karşılık
buldu. Enternasyonal, yayınlarında Hartum’da Sudan hükümetine karşı çıkan
Direniş Komiteleri’nin sözcüsünün açıklamalarına yer verdi.
Eğer
İlerici Enternasyonal’in genel koordinatörü David Adler’in açıklamaları
enternasyonalin politik konumlarını yansıttığını varsayarsak, o vakit örgütün
yaptırımlara yönelik eleştirisinin seçmeci bir pratik olduğunu, her yaptırımı
kapsamadığını söyleyebiliriz. Guardian’da ve Kyiv Post’ta çıkan,
Atlantik Konseyi’nden Ben Judah ile birlikte kaleme aldığı, Rhodes bursu almış
bir isim olarak David Adler, Rusya’ya karşı yaptırımları içeren programı
savunuyordu. Yazıda bu program “vergi cennetlerinin kapısına kilit vurma,
anonim ve paravan şirketleri kapatma, kleptokratların paralarının dünya
genelinde rahatça akmasını sağlayan Wall Street bankalarını düzene sokma gibi
tüzel sorumlulukları hatırlatan bir program” olarak tarif ediliyordu.
Birbiriyle
tutarsız antiemperyalist konumlar almasından bağımsız olarak, kızıl-yeşil blok
içerisinde yer alan solcular, İlerici Enternasyonal’in kucağına koştular.
Jeremy Corbyn, Cornel West, Noam Chomsky, Slavoj Žižek ve Naomi Klein gibi
isimler enternasyonalin Konsey’ine girdiler.
Bugünkü
solcu örgütler içerisinde İlerici Enternasyonal, Schneider’ın “Bizim Blok”
isimli planda birleşik ve birbirinden kopuk sol örgütlerin “sekretarya”sı
olarak tarif ettiği işi görüyor.
“Sekretaryanın görevi,
birbirinden kopuk güçleri koordine etmek, kolektif kampanyalar yürütmek,
çıkarlar konusunda mevziler kazanmak, ilerici güçlerin azami dikkatini yetkili
ve gerekli kaynaklara sahip bir ekiple sağlamak, kampanyalarda ve günün meselelerinde
halkın, platformların ve örgütlerin, tüm ilerici yapıların belirli bir noktaya
odaklanması için çalışmak olmalı. Pratik düzeyde sekretarya herkesin kabul
ettiği günlük faaliyetleri yürütmeli, örgütü, her bir eylemin menzilini ve
tesirini büyütmelidir.”
Endişe
verici ölçüde anti-demokratik olan bu model, yeşil-kızıl solu bir araya getiren
şemsiye örgüt olarak İlerici Enternasyonal’in oynadığı mevcut rol üzerinden
oluşturuldu. İlerici Enternasyonal, STK’lar ile istihbarat örgütlerinin
oluşturduğu kompleks eliyle sol örgütleri emperyalizmin yoluna sokmak için
uğraşıyor.
Sonuç:
Kırmızıyla Yeşil Karışırsa Kahverengi Çıkar
Hükümetlerarası
İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) sözünü aktaran Petrolü Hemen Durdurun
hareketi, yaşanan “soykırım”a mani olmak, bu anlamda, fosil yakıt kullanımını
azaltmak için sert adımlar alınması gerektiğini söylüyor.
Buradan
da şu soru gündeme geliyor: iklim hareketi, dünyayı ekolojik soykırıma karşı
kurtarma amacı güttüğüne göre, Nazi sempatizanlarının, öjenistlerin ve
emperyalistlerin adımlarını takip ediyor olabilir mi?
Bu
sorunu ele alırken aklımıza dünya tarihinde en büyük zulümlerin kendisini haklı
gören kişilerce gerçekleştirildiği gerçeği gelmeli.
Ayrıca
şu gerçek görülmeli: Petrolü Hemen Durdurun hareketi, iklim değişikliğinin
sonuçları ve Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) yorumu
konusunda fena hâlde yanılıyor. IPCC bile iklim değişikliğinin nihayetinde
milyonlarca insanın ölümüne yol açacağını söylemiyorken, “iklim acil durumu”
ajandası farklı laflar ediyor. “Sıfır Karbon Hedefinin Tehlikeleri” isimli
yazımda ben IPCC’nin bulgularından farklı sonuçlar çıkartıyorum:
“Sıfır Karbon hedefinin
emrettiği şekliyle, fosil yakıtları hızla azalttığımızda ve buna denk düşecek
şekilde, fosil yakıtların tarımdaki kullanım miktarını aşağıya çektiğimizde,
dünyayı besleyecek yeterli gübre miktarını üretemeyeceğiz. Dünya nüfusunun arttığı,
gıda üretiminin Ukrayna’daki savaş sebebiyle azaldığı bir dönemde petrol
şirketlerine yeni lisanslar vermeyerek petrole mani olduğumuzda, gübre
fiyatları da hızla artacaktır. Bu da sonuçta kıtlığa hatta Petrolü Hemen
Durdurun hareketinin yanlış bir öngörü dâhilinde iklim değişikliğinin sonucu
olarak oluşacağını söylediği kitlesel açlığa yol açacaktır.”
İklim
aktivistlerinin önerdikleri çözümler soykırıma denk sonuçlara yol açacak. Bu
gerçeği ifşa eden cümlelerin kimi insanları şoke ettiğinin farkındayım. Bu
ifşaata şaşıran insanlar, gidip iklim aktivisti hareketinin kökenlerine ve
ahbap-çavuş kapitalizminin tarihiyle ilişkisine bakmalıdırlar.
Tarih,
insanın var ettiği ölü bir eser değil, canlı bir süreçtir. Geçmiş, bugünde
yaşamaktadır. STK-İstihbarat Kompleksi’nin ürettiği ve var ettiği örgütlerin
gerçekleri yorumlama süreçlerini sonlandırmasına, bu noktada imparatorluğu
meşrulaştıran ve muhtemel “soykırım”lara uzanan yolu açan önyargılara göre
gerçeği yorumlamalarına kimse şaşırmasın. Emperyalizmin örgütleri, doğaları
gereği, emperyalist kurumlara, pratiklere ve fikirlere meyillidir.
Bu
noktada şunu da söylemek lazım: STK-İstihbarat Kompleksi’ne ait kurumlar
üzerinden sosyalizme yürümeye çalışan ilericiler, solcuları emperyalist
politikalara ve pratiklere uyumlu hâle getirme işi haricinde, hiçbir işte
başarılı olamazlar. Kanaatimce bu tespit, İlerici Enternasyonal ve genel manada
iklim aktivisti hareketi için de geçerli.
STK-İstihbarat
Kompleksi’yle kurduğu ittifak dâhilinde iklim aktivisti sol, karşı çıktığını
söylediği şeye dönüştü. O, artık Rhodes ve Rockefeller’ın yirmi birinci
yüzyıldaki varisleridir ve Batı emperyalizminin, oradaki ahbap-çavuş
kapitalizminin öncüsü hâline gelmiştir.
Phil Bevin
14
Eylül 2023
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder