Aksa
Tufanı, Filistinli 14 yapının birleşerek kurduğu operasyon odası tarafından
başlatıldı. Emperyalizmin ileri karakolu Siyonist İsrail yönetimi, ezilenlerin
cüreti karşısında çaresiz kalınca askerlerini eğitmesi için emperyalist
generalleri çağırdı. Bu süreçte birçok iddia ortaya atıldı. “Aslında İsrail
yönetimi bu saldırıdan haberdardı fakat bilerek yapılmasını istedi” iddiası,
emperyalizmin yenilmez olduğu yönünde gerçekleştirilen propagandanın
teslimiyetçi söylemidir. Bu söylemin sonucu da Filistin’in kurtuluş
mücadelesini İsrail-Hamas Savaşı diye kitlelere ajite etmektir. Hamas, sadece
14 örgütten oluşan yapının bir bileşenidir ve diğer bileşenlerden ayrı hareket
edemez. Aksa Tufanı’na giden tünellerin inşa edilme süreci kolektif bir
çalışmanın ürünüdür.
Aksa
Tufanı başladığından beri Filistin halkını tüm çaresizliğiyle katleden Siyonistlerin
elinde 40 bini aşkın canın kanı var. Bu insanların önemli bölümü savunmasız
kadınlar, okul çağındaki çocuklar, bebekler, engelliler ve yaşını almış
insanlar. Öldürülenler sadece Müslüman halk değildir, Hıristiyanlara ait
hastaneye de saldırı gerçekleştirildi, ameliyatlar telefon ışıklarıyla zor
şartlarda yapıldı. Akademisyenler, şairler, emekçiler ve her sınıftan-kesimden
insan katledildi.
Tüm
bunların sonucunda Aksa Tufanı, Filistin halklarının kazandığı politik zaferi
getirdi. İsrail, tüm dünya halkları tarafından egemenlere ve emperyalistlere
rağmen mahkûm edilip yalnızlaştırıldı. İkinci kazanım ise Batı merkezli insan
hakları söyleminin Filistin özelinde ezilen ve sömürülen halklara
uygulanmadığı gerçeğinin teşhir edilmesiydi. Direnişin iktisadi kazanımı da boykotlar
yoluyla sınırlı biçimde de olsa emperyalist tekellerin kârlarının ve borsa
hesaplarının düşmesi oldu.
Ülkemizde
ise Filistin-İsrail savaşını Hamas-İsrail savaşı gibi algılayıp harekete
geçenler, İslamcı çevreler oldu. Zamanla bu çevrelerin çifte standartçı
tutumunu ve İsrail’le sürdürdükleri ticareti gören Müslüman çevreler, solun
düzenlediği protesto eylemlerine katılmaya başladılar fakat bu gerçeğe rağmen sol,
süreci erken okuyup tüm çevreleri birleştirecek hattı çizemedi, çizmedi.
Filistin
sorununa ülkemizde ilk desteği, Filistin’i canıyla bedel ödemek pahasına
savunanlar olarak sosyalist çevreler verdiler. Aynı dönemde Filistin’in sol
direniş çevreleriyle yan yana gelmek istemeyenler ise Müslüman halkın bu
birlikteliğe dâhil olmaması için çabalayan İslamcı çevrelerdi.
Bugün
ülkemizdeki bu paradigma tersine dönmüş durumda. Solun boş bıraktığı alanı
geçmişin emperyalist filolarına secde edip Filistin sorununu gündemine bile
almayanlar dolduruyor, süreci Hamas taraftarlığı üzerinden okudukları için.
Sol,
sosyalist, demokrat çevrelerin bir kısmı, limanlarda ve ticaret merkezleri
önünde açıklamalar düzenleyerek, İsrail’le yürütülen ticaretin sonlandırılması
gerektiğine dikkat çekti fakat onları alanda yalnız bırakanlar, sendikalar,
partiler ve meslek odaları oldu.
Filistin’de
eğitim kurumları vuruldu, okul çağındaki çocuklar katledildi fakat anti-emperyalist
olması gereken eğitim sendikalarından ses çıkmadı. Bir eğitim sendikasının
kaldı ki anti-emperyalist olmasa dahi eğitimcilerin duyarlılığını temsil etmek
adına adım atması ve sürece ses çıkarması gerekirdi.
Filistin’de kadınlar katledildi, kendi yurdunda “mülteci” kampında kalan yaşlı kadınlar uykularındayken Siyonist askerler tarafından saldırıya uğradılar, bu insanlara köpeklerle işkence yapıldı fakat hiçbir gerekçe olmaksızın ezilen kadınların yanında olduklarını iddia eden feminist hareket, Filistinli kadınlar için sokağa inmedi.
Afganistan yönetimi Taliban’a geçtiğinde, Ukrayna Savaşı
başladığında, İran’da Mehsa Emini için başlayan protestolarda kadın hareketi
sürece destek için sokaklardaydı. Batı’nın makbul kadını kapsamına girmeyen
Filistinli kadınlar, feminist hareket tarafından yalnız bırakıldılar.
Ezilen
halkın sözcüsü olduğunu iddia eden, halkların kardeşliğini savunan radikal demokrasi
hareketi ve partisi de Ortadoğu dengeleri üzerinden hesap yapıp Filistin için
adım atmadığı gibi kendilerine yakın yayınlarda Aksa Tufanı'nı eleştirdi. Bir
kez miting düzenleyecek oldu, sonra yerel seçim çalışmasını gerekçe göstererek
bu mitingi iptal etti ve halen de yapılmış bir miting yok. Temsil ettiğini
iddia ettiği halk ise din kardeşliği ve ezilmişlik temelinde Filistin halkıyla
duygudaşlık kurdu fakat radikal demokrasi hareketi tarafından pasifize edildi.
Bu durumdan yararlanan Hüdapar ise bölgenin hassasiyetinden ve kendisine terk
edilen boş alandan kaynaklı olarak gitgide genişlemeye başladı. Bu çevre için
de Filistin sorunu sadece bir gerekçe, onların hayalini kurduğu Filistin hiçbir
şekilde kendi politikalarına denk düşmüyor, Hamas’ı istedikleri gibi
algılasalar da kurulacak yeni bir yönetim için direnişin bileşenleri protokol
imzaladılar.
İHD,
insan haklarını evrensel temelde savunması gereken bir kurum olarak Filistin
konusunda tek adım atmama gerekçesini “ülkemizde yaşayan Musevi yurttaşları
ürkütmemek gerek” diye açıkladı. Aksine İHD özelinde sol, sürece güçlü bir
şekilde katılım sağlasaydı bu kaygı hayatta karşılık bulmazdı, buna rağmen
bulmadı da. Siyonist sermayesiyle işbirliği geliştiren gıda zincirleri protesto
edildi fakat burada oturan insanlara saldırı gerçekleştirilmedi.
İsrail’le
ticareti önce ülkemiz halkları kesti. Temizlik malzemesi üreten ilgili
firmaların ürünlerini boykot etti. Boykot karşılık bulunca emperyalist tekeller
zincir marketlerde sattıkları ürünlerin fiyatlarını yarıya düşürdü sonra
ürünlerini yerli üretim diye pazarlamaya çalıştı. Esasında uzun zamandır
yaşanan ekonomik kriz karşısında daha Aksa Tufanı yokken solun ve sendikaların
böyle bir boykotu geliştirmesini savunmuştuk fakat emekçiler olarak bu
talebimiz karşılık görmedi. Direnişin iktisadi kazanımlarından biri de bu olsa
gerek. Sol ve sendikalar ise süreçten zincir marketlerin sorumlu olmadığını
gazetelerinde yazdılar. Kahve zincirleri protesto edilip bu işletmelere gidip
boykot çağrısı yapanların da motivasyonunu düşürmeye yönelik yazılar ve
söylemler geliştirdiler.
Ülkenin
kurucu partisi CHP, savunduğu emperyalizme karşı bağımsızlık ve mazlum halklara
örnek olma tarihselliğini terk etti, bu konudaki riyası, gün yüzüne çıktı.
Yetmişli yıllarda emperyalizmin çıkarı için ortanın solu olma görevini icra
etti. Son altı aydır çeşitli sorunlara çözüm sunmak için mitingler düzenleyen CHP
yönetimi, Batı merkezli motivasyondan vazgeçmeyerek Filistin halkı için adım
atmadı.
Yakın
zamanda Hamas yöneticilerinden önemli bir isim olan İsmail Heniyye İran’da
katledildi. Daha önce de çocukları ve torunları göçmen kamplarında ve göç
yollarında katledilmişti. Bu durum üzerine İran yönetimi misilleme yapacağını
ilan etti. Artı gerçek gibi sol görünümlü medya kuruluşları aynı gün, İran'da “Jin,
Jiyan, Azadi” eylemlerine katıldığı için idam edilecek olan “erkeklerin”
haberlerini yaptı ( Başka bir tartışmanın konusu olsa da demek ki ortada sadece
kadınların katıldığı bir eylem yokmuş.)
Nisan
ayında İran’ın misilleme saldırısı sırasında da benzer kuruluşlar İran aleyhine
propaganda faaliyetlerinde bulunmuştu. Aynı şekilde, Ukrayna sorununda da Rusya
aleyhine propaganda yaparak Neonazileri mağdur gösterip onların yanında saf
tutmuştu. Heniyye’nin katledilmesinin ardından kara ve kirli propaganda devreye
konuldu. Montaj ve çeşitli benzetme teknikleri kullanılan videolarda Heniyye’nin
kadınlarla lüks bir mekânda kutlama yaptığı, şampanya patlattığı ve dans ettiği
yönünde sahte bir video dolaşıma sokuldu. Bu kirli yöntem, Siyonistlere yakın
sosyal medya hesapları tarafından yapıldı, çünkü asıl sorun Heniyye değildi,
asıl sorun, Filistin direnişinin kimlik ve medeniyet çatışması ekseninde
yalnızlaştırılmasıydı. Çocuklarını, torunlarını, ailesini direnişe şehit verip
kendisi de katledilen bir insanın burjuva ahlakıyla ve eğlenceyle bir bağı
olmadığı ve olamayacağı bir gerçektir. Heniyye ismi, Filistin bağımsızlık
mücadelesinin tarihine onurlu biçimde yazıldı.
Sonuç
olarak, Filistin direnişi, ülkemizin sınıflar mücadelesinden ayrı düşünülemez.
Bizim anti-emperyalist bir duruşumuz var ve Filistin halkının da yaşadığı
sorunun asıl nedeni, emperyalizmdir.
Bunun
somut örneği maruz kaldığımız sorunlarla açıklanabilir. Ülkemizde binin
üzerinde Alman emperyalizmine ait tekel var. Bu tekellerde çalışan işçi ve
emekçiler dolar ve avro bazında düşük ücretlerle sömürüldüğünden, kendi
ülkesinde maaşını kiraya yetiremiyor. Bu bağlamda, barınma krizinin nedeni
mülteciler değil, emperyalizmdir. Ülkemizin sahil şeridi ve doğası emperyalist
tekellere satılıyor ve kiralanıyor.
Bugün
işçiler ve emekçiler olarak deniz kıyısına gitmek bir yana, kıyıyı işgal eden
tekellere ait yapılar yüzünden denizi bile göremiyoruz. İşçi emekçi bir ailenin
günübirlik tatil yapabilmesi imkânsız. Bu yüzden nehirden denize kadar
özgürleşecek Filistin’i savunuyoruz. Filistin’in kurtuluşu işçilerin-emekçilerin
kurtuluşunda zincirin en zayıf halkasından kırılmasını ifade ediyor.
Tokatköy,
Fetihtepe, Tozkoparan, Akbelen halkı özelinde işçi emekçilerin kondularına göz
dikilip elektrikleri ve suları kesiliyor, zorla evleri boşaltılıp sermayeye
peşkeş çekiliyor. Bunun sonucunda halk, şehrin en ücra bölgesine göç
ettiriliyor. Filistin halkı da evlerinden göç ettiriliyor; gıdadan, elektrikten
ve sudan mahrum bırakılıyor. Bu durumda iki halkın birbirinden ayrı düşen tek
özelliği konuştukları dilleri ve kültürleri. Sermayenin dini ve dili olmadığı
gibi ezilenlerin ve sömürülenlerin de birbirinden farkı yoktur, o yüzden emek
en yüce değerdir.
28
Şubat döneminde her ne kadar tartışılsa da sol, başörtüsü eylemlerine destek
vermişti. Soruna sadece inancı yaşama ve insan hakları temelinde bakmıştı.
Destek veren kesimler arasında taktiksel yaklaşım sergileyenler muhafazakâr
kesimden beklediği karşılığı bugün göremediğini iddia ederek Filistin sorununa
da uzak duruyor. Bu, gerçeği yansıtmıyor çünkü ilke taktikten üstündür.
Soruna
ilke bağlamında bakıp destek verenler, bugün emperyalizmin konsoloslukları
önünde protesto, basın açıklaması ve yürüyüş düzenliyorlar. Bu eylemlere pankçı
denebilecek marjinal yaşam biçimlerine sahip insanlar katıldığı gibi bu
samimiyeti hissedip gören çarşaflı kadınlar da muhafazakâr erkekler de
aileleriyle eylemlere ortak oluyor. Hatta bugün fabrika havzalarındaki
direnişlerde boy gösteren işçi kadınların önemli bir bölümünün başörtülü olduğu
gerçeği unutulmamalıdır.
Direniş,
ezilenlerin ve sömürülenlerin özgürleşeceği tek gerçektir, bu gerçek hayata
geçirilip eylenirken din, dil, ırk ayrımını aşar fakat doğa da politika da
boşluk tanımaz ve sınıf hareketlerinin içinde olmadığı hiçbir hareket zafere
ulaşmaz. Bu yüzden gerek ülkemiz emekçi sınıflarının gerek Filistin halkının
kurtuluş mücadelesinin güçlenmesi kimliklerin ürettiği yapay ayrımların
aşılmasıyla mümkündür ve bunu da gerçekleştirip inancı fark etmeksizin halkları
anti-emperyalist hatta birleştirecek tek güç sol politikadır.
Emperyalist
kapitalizm sömürürken ve işgal ederken nasıl ki halkların rengine bakmıyorsa
emekçi halklar olarak bizim de birbirimizin rengine bakmamamız gerekiyor.
Bölündükçe kaybedeceğiz, birleştikçe kazanacağız. Üçüncü bir yol yok, üçüncü
yollar, istisnası olmaksızın emperyalizme hizmet eder. Üçüncü yol diye sunulan
çarpıtma, bugün için Heniyye’nin şahsında Filistin direnişinin yalnız
bırakılmasıdır.
Ülkemizdeki
intiharların, uyuşturucu bağımlılığının, barınma krizinin, açlığın,
yoksulluğun, işsizliğin, inancın sömürülmesinin, emeğin gaspının, sokaktaki
şiddetin, kadın cinayetlerinin, insanlık dışı toplumsal düzenin tek sorumlusu
emperyalizmdir. Filistin halkının katledilmesinin, sürgün edilmesinin ve
yurtsuzlaştırılmasının da tek sorumlusu emperyalizmdir. Anti-emperyalist
mücadeleyi birleştirmekten başka çözümümüz yok. Gerisi teferruat, gerisi yaşam.
S. Adalı
23
Ağustos 2024
0 Yorum:
Yorum Gönder