Tüm bu süreç boyunca Bobby Seale ve benim Kara Panter Partisi gibi bir düşüncemiz yoktu, herhangi bir örgütün başına geçmeyi düşünmüyorduk, üstelik 10 maddeli program henüz daha hazırlanmamıştı.
Bir önceki yıl, yani 1965’te Los Angeles’ın Watts
mahallesinin ayaklandığına tanıklık etmiştik. İlk etapta soruna sebep olan
polis Watts mahallesinde yaşayan Siyahî halka saldırmıştı.
Martin
Luther King’in insanları sakinleştirmek için Watts’a geldiğini ve onun barışçı
felsefesinin reddedildiğini de görmüştük. Siyahlara barışçılık öğretilmişti. Bu
barışçı siyaset iliklerimize işlemişti. Ancak polis, güç kullanarak mahallede
hâkimiyet kurmaya karar vermişse bu barışçılık ne işe yarardı?
Sonra,
Oakland polisinin ve Kaliforniya Otoyol Devriyesi’nin topluma korku salmanın
bir başka yolu olarak pompalı tüfeklerini herkesin gözü önünde taşımaya
başladığını gördük. Tüm bunlara şahit oluyorduk ve Siyahların artan bilincinin
neredeyse patlama noktasına geldiğini fark ettik.
İnsan,
kendi toplumunun geçmişiyle ve geleceğiyle ilişki kurmalıdır. Gördüğümüz her
şey bizi vaktimizin geldiğine ikna etti.
Bu
ihtiyaçtan da Kara Panter Partisi doğdu. Bobby ve benim, en sonunda alt
sınıftaki kardeşlerimizi de kapsayacak bir örgüt kurmaktan başka çaremiz
kalmamıştı.
İşe
sohbetler ve tartışmalarla başladık. Konuşmaların çoğu sıradan şeylerle ilgiliydi.
Bobby, kampüse yakın bir yerde yaşıyordu ve oturduğu ev bir tür karargâh hâline
gelmişti. Konsey’e hâlâ dâhil olmamıza rağmen çok az toplantıya katılıyorduk ve
gittiğimizde de varlığımız çoğunlukla yıkıcı oluyordu, çünkü insanların canını
sıkan sorular soruyorduk. Birbirimizle yaptığımız sohbetler daha önemliydi.
Dersler arasında boş vakti olan kardeşler ve kampüste takılan diğerleri Bobby’nin
evine girip çıkıyordu. Bira ve şarap içip siyasi durum, sosyal sorunlarımız ve
diğer grupların erdemleri ve eksiklikleri üzerine kafa yoruyorduk. Ayrıca,
özellikle güncel olayları anlamamıza yardımcı oldukları için Siyahların
geçmişteki kazanımlarını da tartışıyorduk.
Bobby’nin
evindeki bu toplantılar, bir anlamda siyasi eğitim dersleriydi, Parti’nin
tohumları bu toplantılarda atılmıştı. Resmi olarak örgütlendikten sonra da bu
toplantılara ofisimizde devam etmiştik. Fakat artık yalnızca sorunları değil,
muhtemel çözümleri de tartışıyorduk.
Aynı
zamanda okuyorduk da. Ezilen halkların ve onların diğer ülkelerdeki kurtuluş
mücadelelerinin literatürü çok genişti ve onların deneyimlerinin bizim
durumumuzu anlamamıza nasıl yardımcı olabileceğini görmek için bu kitapları
inceliyorduk. Frantz Fanon’un eserlerini, özellikle de Yeryüzünün
Lanetlileri’ni, Başkan Mao Zedung’un yazılarından oluşan dört cildi ve Che
Guevara’nın Gerilla Savaşı’nı okuduk. Che ve Mao, halk savaşlarının
gazileriydi, ayrıca halklarını özgürleştirmek için başarılı stratejiler
geliştirmişlerdi. Bu adamların eserlerini okuduk, çünkü onları kardeşimiz
olarak görüyorduk; bir zamanlar bu halkları yöneten zalimler, bizi de hem
doğrudan hem de dolaylı olarak kontrol ediyorlardı. Kendi özgürlüğümüzü elde
etmek için bu halkların özgürlüğü nasıl kazandıklarını bilmenin gerekli
olduğuna inanmıştık. Ancak bizim istediğimiz şey, yalnızca fikir ve strateji
ithal etmekten ibaret değildi; öğrendiğimiz şeyleri mahalledeki kardeşlerimizin
kabul edebileceği ilkelere ve yöntemlere dönüştürmek zorundaydık.
Mao,
Fanon ve Guevara, insanların doğuştan sahip oldukları haklarının ve
onurlarının, herhangi bir felsefe ya da sözle değil, silâh zoruyla ellerinden
alındığını açıkça görmüşlerdi. Halk, gangsterler tarafından soyulmuş ve
tecavüze uğramıştı; halk için özgürlüğü kazanmanın tek yolu zora zorla karşılık
vermekti. Esasen bu, bir tür meşru müdafaaydı. Bu türden bir öz-savunma, zaman
zaman saldırgan bir niteliğe bürünse de, son tahlilde tüm bu şiddet olayını
başlatan taraf halk değildi, çünkü halk, kendisine dayatılana bir cevap veriyordu.
İnsanlar,
zulmün silahlarına boyun eğmeyi reddedenlerin sahip olduğu güçlü ve haysiyetli
duruşa saygı duyarlar. Böyle kişiler, sonunda ölüm olsa bile savaşırlar, çünkü
bilirler ki haysiyetli bir ölüm zillete yeğdir. Hem, dövüşüldüğü takdirde,
zalimin alt edilmesi de mümkündür.
Cezayir
Kurtuluş Savaşı sırasında Fanon’un bir ifadesi beni etkilemişti. Şiddetin
üçüncü aşaması olan “Bumerang Yılı” içinde olduklarını söylüyordu. Bu aşamada,
saldırganın şiddeti kendi üzerine döner ve ona ölümcül darbeyi indirir. Ancak
zalimler bu süreci anlamamışlardır, şiddeti başlattıkları ilk aşamada
bildiklerinden daha fazlasını bilmiyorlardır. Mazlumlar, her zaman savunma
konumundadır ve zalimler ise her zaman saldırgandır. Bununla birlikte,
zalimler, halka karşı kullandıkları şiddet kendi üzerlerine döndüğünde
şaşırırlar.
Robert
Williams’ın yazdığı Negroes with Guns [“Silâhlı Zenciler”] adlı kitabın
geliştirdiğimiz parti örgütlenmesi üzerinde büyük etkisi oldu. Williams,
Monroe, Kuzey Carolina’da silâhlı öz-savunma programıyla aktif olarak çalışmış,
toplumdaki pek çok kişinin desteğini almıştı. Ancak, federal hükümeti yardıma
çağırma şeklini beğenmemiştim. Biz, hükümeti bir düşman, ülkeyi kontrol eden
yönetici bir kliğin kurumu olarak görüyorduk. Ayrıca, doğduğum eyalet olan
Louisiana’daki Savunma ve Adalet Yanlısı Yardımcı Papazlar hakkında da bazı
yayınlarımız vardı. Bunların liderlerinden biri, bir konuşma ve bağış toplama
turu için Körfez Bölgesi’ne gelmişti ve söyledikleri hoşumuza gitmişti. Yardımcı
papazlar, kendi bölgelerinde insan hakları için yürüyüş yapanları savunma
konusunda iyi bir iş çıkarmışlardı, ancak aynı zamanda federal hükümeti bu
savunmayı gerçekleştirmeye ya da en azından yasaları koruyan insanları
savunmada onlara yardımcı olmaya çağırmak gibi bir alışkanlıkları vardı. Hatta bu
yardımcı papazlar, yürüyüşçüleri savunmaları için gittikleri şehirlerdeki şerifleri
ve polisleri görevlendirecek kadar ileri gitmişlerdi ve kolluk kuvvetlerinin
onları savunmaması hâlinde yardımcı papazların savunacağı tehdidinde
bulunmuşlardı. Oysa biz polisi, Ulusal Muhafızları ve düzenli orduyu halkın
iradesine karşı çıkan büyük silâhlı gruplar olarak görüyorduk. Olağanüstü
durumlarda, halkı kendisinden başka hiçbir güç savunamaz.
Amerika
Birleşik Devletleri’ndeki Siyah toplulukları için çok şey yapmış olan özgürlük
savaşçılarının eserlerini de okuduk. Bobby, Malcolm X’in tüm konuşmalarını ve
fikirlerini Militant [“Militan”] ve Muhammad Speaks [“Muhammed Konuşuyor”]
gibi gazetelerden toplamıştı. Bunları dikkatle inceledik. Malcolm’ın Afrikalı-Amerikalı
Birliği Örgütü programı hiçbir zaman hayata geçirilememiş olsa da, Siyahların
silâhlanması gerektiğini açıkça ortaya koymuştu.
Malcolm’ın
etkisi her zaman mevcuttu. Biz hâlâ Kara Panter Partisi’nin Malcolm’ın ruhuyla
var olduğuna inanıyoruz. Çoğu zaman bir eylemin ya da programın maneviyat
düzleminde nasıl belirlendiğini ya da yönlendirildiğini tam olarak söylemek
zordur. Bu tür soyut unsurları tarif etmek kolay iş değildir, ancak bunlar,
herhangi bir somut etkiden daha önemli olabilir. Bu nedenledir ki bu sayfadaki
kelimeler Malcolm’ın Kara Panter Partisi üzerindeki etkisini ifade etmekte
yetersiz kalır, ancak bana kalırsa Kara Panter Partisi, Malcolm’ın yaşamı
boyunca yaptığı çalışmaların canlı bir şahididir. Parti’nin Malcolm’ın yapacağı
bir şeyi yaptığını iddia etmiyorum. Diğer pek çok kişi, kendi programlarının
Malcolm’ın programlarıyla aynı olduğunu söylüyor. Biz bunu söylemiyoruz ama
Malcolm’ın ruhu bizim içimizdedir.
Kitaplar,
Malcolm’ın yazıları ve ruhu, ülkenin durumuna dair analizlerimizden oluşan
bütünlük üzerinden bir örgütlenme fikri oluştu. Bir gün, aniden ve neredeyse
tesadüfen bir isim bulduk.
Mississippi’de
seçmen kayıtlarıyla ilgili bir broşür okumuştum, Lowndes ilçesindeki insanlar,
düzenin şiddetine karşı ele silâh almışlardı. Lowndes İlçesi Özgürlük Örgütü adını taşıyan politik örgütlerinin sembolü bir kara panterdi.
Birkaç
gün sonra, Bobby ve ben, tartışırken panteri sembolümüz olarak kullanmayı ve
siyasi örgütümüze “Kara Panter Partisi” adını vermeyi önerdim. Panter vahşi bir
hayvandır ama köşeye sıkıştırılana kadar saldırmaz; ancak kendisini tehdit
altında hissettiğinde saldırır. Bu imge uygun göründü ve Bobby tartışmadan
kabul etti. Bu noktada, artık konuşmayı bırakıp örgütlenmeye başlamanın zamanının
geldiğini biliyorduk. Her zaman diğer grupların kendilerine has olan entelektüelleşme
ve retorik kasma özelliklerinden uzaklaşmak istemiş olsak da, zaman zaman biz
de onlar kadar hareketsiz kalabiliyorduk. Artık harekete geçme zamanı gelmişti.
Huey P. Newton
Çeviri:
Emre Abasıyanık
Dipnot:
[1] Robert Williams, Kuzey Carolina’nın Monroe kentinde NAACP’nin başkanlığını
yürütürken, erkek üyeleri öz-savunma yapmak için silâh taşımayı savunan bir
örgüte dâhil etti; bu hareket, Siyah toplumuna düzenli olarak ateş açıp
sakinlerini dehşete düşüren Beyazlara karşı korunmak için gerekliydi. Williams,
öz-savunmanın ilk modern Siyahî savunucularından biriydi ve bu konumunu
destekleyen makaleler yazdı. 1961 yılında, adam kaçırma suçundan hakkında
federal kaçak tutuklama emri çıkarılınca Amerika Birleşik Devletleri’nden
kaçtı. Williams’ın örgütünün üyeleri, kısa bir süre için gözaltına aldıkları
bölgedeki Beyaz bir çiftin, polise Siyahlara karşı taciz ve şiddet için resmi
bir bahane vermek üzere geceleri Siyah toplumuna gönderildiklerini
söylemişlerdi. Williams, Küba, Çin ve Tanzanya’ya gitti, buralarda da yazmaya
devam etti. 1969 yılında Amerika Birleşik Devletleri’ne döndü -yazarın notu.
[Kaynak: Revolutionary Suicide, Penguin Books, 1973.]
0 Yorum:
Yorum Gönder