Pages

22 Ağustos 2024

Kara Panter Partisi’nin Kuruluşu

Tüm bu süreç boyunca Bobby Seale ve benim Kara Panter Partisi gibi bir düşüncemiz yoktu, herhangi bir örgütün başına geçmeyi düşünmüyorduk, üstelik 10 maddeli program henüz daha hazırlanmamıştı. 

Bir önceki yıl, yani 1965’te Los Angeles’ın Watts mahallesinin ayaklandığına tanıklık etmiştik. İlk etapta soruna sebep olan polis Watts mahallesinde yaşayan Siyahî halka saldırmıştı.

Martin Luther King’in insanları sakinleştirmek için Watts’a geldiğini ve onun barışçı felsefesinin reddedildiğini de görmüştük. Siyahlara barışçılık öğretilmişti. Bu barışçı siyaset iliklerimize işlemişti. Ancak polis, güç kullanarak mahallede hâkimiyet kurmaya karar vermişse bu barışçılık ne işe yarardı?

Sonra, Oakland polisinin ve Kaliforniya Otoyol Devriyesi’nin topluma korku salmanın bir başka yolu olarak pompalı tüfeklerini herkesin gözü önünde taşımaya başladığını gördük. Tüm bunlara şahit oluyorduk ve Siyahların artan bilincinin neredeyse patlama noktasına geldiğini fark ettik.

İnsan, kendi toplumunun geçmişiyle ve geleceğiyle ilişki kurmalıdır. Gördüğümüz her şey bizi vaktimizin geldiğine ikna etti.

Bu ihtiyaçtan da Kara Panter Partisi doğdu. Bobby ve benim, en sonunda alt sınıftaki kardeşlerimizi de kapsayacak bir örgüt kurmaktan başka çaremiz kalmamıştı.

İşe sohbetler ve tartışmalarla başladık. Konuşmaların çoğu sıradan şeylerle ilgiliydi. Bobby, kampüse yakın bir yerde yaşıyordu ve oturduğu ev bir tür karargâh hâline gelmişti. Konsey’e hâlâ dâhil olmamıza rağmen çok az toplantıya katılıyorduk ve gittiğimizde de varlığımız çoğunlukla yıkıcı oluyordu, çünkü insanların canını sıkan sorular soruyorduk. Birbirimizle yaptığımız sohbetler daha önemliydi. Dersler arasında boş vakti olan kardeşler ve kampüste takılan diğerleri Bobby’nin evine girip çıkıyordu. Bira ve şarap içip siyasi durum, sosyal sorunlarımız ve diğer grupların erdemleri ve eksiklikleri üzerine kafa yoruyorduk. Ayrıca, özellikle güncel olayları anlamamıza yardımcı oldukları için Siyahların geçmişteki kazanımlarını da tartışıyorduk.

Bobby’nin evindeki bu toplantılar, bir anlamda siyasi eğitim dersleriydi, Parti’nin tohumları bu toplantılarda atılmıştı. Resmi olarak örgütlendikten sonra da bu toplantılara ofisimizde devam etmiştik. Fakat artık yalnızca sorunları değil, muhtemel çözümleri de tartışıyorduk.

Aynı zamanda okuyorduk da. Ezilen halkların ve onların diğer ülkelerdeki kurtuluş mücadelelerinin literatürü çok genişti ve onların deneyimlerinin bizim durumumuzu anlamamıza nasıl yardımcı olabileceğini görmek için bu kitapları inceliyorduk. Frantz Fanon’un eserlerini, özellikle de Yeryüzünün Lanetlileri’ni, Başkan Mao Zedung’un yazılarından oluşan dört cildi ve Che Guevara’nın Gerilla Savaşı’nı okuduk. Che ve Mao, halk savaşlarının gazileriydi, ayrıca halklarını özgürleştirmek için başarılı stratejiler geliştirmişlerdi. Bu adamların eserlerini okuduk, çünkü onları kardeşimiz olarak görüyorduk; bir zamanlar bu halkları yöneten zalimler, bizi de hem doğrudan hem de dolaylı olarak kontrol ediyorlardı. Kendi özgürlüğümüzü elde etmek için bu halkların özgürlüğü nasıl kazandıklarını bilmenin gerekli olduğuna inanmıştık. Ancak bizim istediğimiz şey, yalnızca fikir ve strateji ithal etmekten ibaret değildi; öğrendiğimiz şeyleri mahalledeki kardeşlerimizin kabul edebileceği ilkelere ve yöntemlere dönüştürmek zorundaydık.

Mao, Fanon ve Guevara, insanların doğuştan sahip oldukları haklarının ve onurlarının, herhangi bir felsefe ya da sözle değil, silâh zoruyla ellerinden alındığını açıkça görmüşlerdi. Halk, gangsterler tarafından soyulmuş ve tecavüze uğramıştı; halk için özgürlüğü kazanmanın tek yolu zora zorla karşılık vermekti. Esasen bu, bir tür meşru müdafaaydı. Bu türden bir öz-savunma, zaman zaman saldırgan bir niteliğe bürünse de, son tahlilde tüm bu şiddet olayını başlatan taraf halk değildi, çünkü halk, kendisine dayatılana bir cevap veriyordu.

İnsanlar, zulmün silahlarına boyun eğmeyi reddedenlerin sahip olduğu güçlü ve haysiyetli duruşa saygı duyarlar. Böyle kişiler, sonunda ölüm olsa bile savaşırlar, çünkü bilirler ki haysiyetli bir ölüm zillete yeğdir. Hem, dövüşüldüğü takdirde, zalimin alt edilmesi de mümkündür.

Cezayir Kurtuluş Savaşı sırasında Fanon’un bir ifadesi beni etkilemişti. Şiddetin üçüncü aşaması olan “Bumerang Yılı” içinde olduklarını söylüyordu. Bu aşamada, saldırganın şiddeti kendi üzerine döner ve ona ölümcül darbeyi indirir. Ancak zalimler bu süreci anlamamışlardır, şiddeti başlattıkları ilk aşamada bildiklerinden daha fazlasını bilmiyorlardır. Mazlumlar, her zaman savunma konumundadır ve zalimler ise her zaman saldırgandır. Bununla birlikte, zalimler, halka karşı kullandıkları şiddet kendi üzerlerine döndüğünde şaşırırlar.

Robert Williams’ın yazdığı Negroes with Guns [“Silâhlı Zenciler”] adlı kitabın geliştirdiğimiz parti örgütlenmesi üzerinde büyük etkisi oldu. Williams, Monroe, Kuzey Carolina’da silâhlı öz-savunma programıyla aktif olarak çalışmış, toplumdaki pek çok kişinin desteğini almıştı. Ancak, federal hükümeti yardıma çağırma şeklini beğenmemiştim. Biz, hükümeti bir düşman, ülkeyi kontrol eden yönetici bir kliğin kurumu olarak görüyorduk. Ayrıca, doğduğum eyalet olan Louisiana’daki Savunma ve Adalet Yanlısı Yardımcı Papazlar hakkında da bazı yayınlarımız vardı. Bunların liderlerinden biri, bir konuşma ve bağış toplama turu için Körfez Bölgesi’ne gelmişti ve söyledikleri hoşumuza gitmişti. Yardımcı papazlar, kendi bölgelerinde insan hakları için yürüyüş yapanları savunma konusunda iyi bir iş çıkarmışlardı, ancak aynı zamanda federal hükümeti bu savunmayı gerçekleştirmeye ya da en azından yasaları koruyan insanları savunmada onlara yardımcı olmaya çağırmak gibi bir alışkanlıkları vardı. Hatta bu yardımcı papazlar, yürüyüşçüleri savunmaları için gittikleri şehirlerdeki şerifleri ve polisleri görevlendirecek kadar ileri gitmişlerdi ve kolluk kuvvetlerinin onları savunmaması hâlinde yardımcı papazların savunacağı tehdidinde bulunmuşlardı. Oysa biz polisi, Ulusal Muhafızları ve düzenli orduyu halkın iradesine karşı çıkan büyük silâhlı gruplar olarak görüyorduk. Olağanüstü durumlarda, halkı kendisinden başka hiçbir güç savunamaz.

Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Siyah toplulukları için çok şey yapmış olan özgürlük savaşçılarının eserlerini de okuduk. Bobby, Malcolm X’in tüm konuşmalarını ve fikirlerini Militant [“Militan”] ve Muhammad Speaks [“Muhammed Konuşuyor”] gibi gazetelerden toplamıştı. Bunları dikkatle inceledik. Malcolm’ın Afrikalı-Amerikalı Birliği Örgütü programı hiçbir zaman hayata geçirilememiş olsa da, Siyahların silâhlanması gerektiğini açıkça ortaya koymuştu.

Malcolm’ın etkisi her zaman mevcuttu. Biz hâlâ Kara Panter Partisi’nin Malcolm’ın ruhuyla var olduğuna inanıyoruz. Çoğu zaman bir eylemin ya da programın maneviyat düzleminde nasıl belirlendiğini ya da yönlendirildiğini tam olarak söylemek zordur. Bu tür soyut unsurları tarif etmek kolay iş değildir, ancak bunlar, herhangi bir somut etkiden daha önemli olabilir. Bu nedenledir ki bu sayfadaki kelimeler Malcolm’ın Kara Panter Partisi üzerindeki etkisini ifade etmekte yetersiz kalır, ancak bana kalırsa Kara Panter Partisi, Malcolm’ın yaşamı boyunca yaptığı çalışmaların canlı bir şahididir. Parti’nin Malcolm’ın yapacağı bir şeyi yaptığını iddia etmiyorum. Diğer pek çok kişi, kendi programlarının Malcolm’ın programlarıyla aynı olduğunu söylüyor. Biz bunu söylemiyoruz ama Malcolm’ın ruhu bizim içimizdedir.

Kitaplar, Malcolm’ın yazıları ve ruhu, ülkenin durumuna dair analizlerimizden oluşan bütünlük üzerinden bir örgütlenme fikri oluştu. Bir gün, aniden ve neredeyse tesadüfen bir isim bulduk.

Mississippi’de seçmen kayıtlarıyla ilgili bir broşür okumuştum, Lowndes ilçesindeki insanlar, düzenin şiddetine karşı ele silâh almışlardı. Lowndes İlçesi Özgürlük Örgütü adını taşıyan politik örgütlerinin sembolü bir kara panterdi.

Birkaç gün sonra, Bobby ve ben, tartışırken panteri sembolümüz olarak kullanmayı ve siyasi örgütümüze “Kara Panter Partisi” adını vermeyi önerdim. Panter vahşi bir hayvandır ama köşeye sıkıştırılana kadar saldırmaz; ancak kendisini tehdit altında hissettiğinde saldırır. Bu imge uygun göründü ve Bobby tartışmadan kabul etti. Bu noktada, artık konuşmayı bırakıp örgütlenmeye başlamanın zamanının geldiğini biliyorduk. Her zaman diğer grupların kendilerine has olan entelektüelleşme ve retorik kasma özelliklerinden uzaklaşmak istemiş olsak da, zaman zaman biz de onlar kadar hareketsiz kalabiliyorduk. Artık harekete geçme zamanı gelmişti.

Huey P. Newton
Çeviri: Emre Abasıyanık

Dipnot:
[1] Robert Williams, Kuzey Carolina’nın Monroe kentinde NAACP’nin başkanlığını yürütürken, erkek üyeleri öz-savunma yapmak için silâh taşımayı savunan bir örgüte dâhil etti; bu hareket, Siyah toplumuna düzenli olarak ateş açıp sakinlerini dehşete düşüren Beyazlara karşı korunmak için gerekliydi. Williams, öz-savunmanın ilk modern Siyahî savunucularından biriydi ve bu konumunu destekleyen makaleler yazdı. 1961 yılında, adam kaçırma suçundan hakkında federal kaçak tutuklama emri çıkarılınca Amerika Birleşik Devletleri’nden kaçtı. Williams’ın örgütünün üyeleri, kısa bir süre için gözaltına aldıkları bölgedeki Beyaz bir çiftin, polise Siyahlara karşı taciz ve şiddet için resmi bir bahane vermek üzere geceleri Siyah toplumuna gönderildiklerini söylemişlerdi. Williams, Küba, Çin ve Tanzanya’ya gitti, buralarda da yazmaya devam etti. 1969 yılında Amerika Birleşik Devletleri’ne döndü -yazarın notu.

[Kaynak: Revolutionary Suicide, Penguin Books, 1973.]

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder