15 Nisan 1920’de, Massachusetts’te Güney Braintree
adındaki küçük bir kasabada hava, silâh sesi ve bir otomobilin motor gürültüsü
ile bir anda değişti. Slater&Morrill Ayakkabı Şirketi’nin yanı başında bir
mutemet ve ona eşlik eden bekçi, vurularak caddeye düştü, üzerinde taşıdıkları
16.000 dolar, iki silâhlı adamı olay yerinden uzaklaştıran araba ile birlikte,
gözden kayboldu. Her ne kadar bahsi geçen cürüm tüm vahşetiyle yaşanmışsa da bu
olay, Birinci Dünya Savaşı sonrasında toparlanmak için mücadele veren Dünya’da
sıkça görülen olağan durumlardan birisi olması sebebiyle pek fazla önemsenmedi.
İlk başta yerel basında güçbelâ dikkate değer bulunan olay, sonrasında, takip
eden bir yıl boyunca, “yüzyılın duruşması” olarak tanımlanacak gelişmeye
sebebiyet verdi.
Üç hafta sonra, kendisini açıktan anarşist olarak
ifade eden iki İtalyan göçmen, yetenekli bir ayakkabı ustası Nicola Sacco ve
seyyar balık satıcısı Bartolomeo Vanzetti, Brockton, Massachusetts’te bir
arabanın içinde tutuklandı ve cinayetlerle ilgili olarak suçlandı. Radikal ve
göçmen karşıtı histeri ülkeyi kasıp kavurdu. Mahkeme, inandırıcılığı olmayan
delillere takılıp kalarak Sacco ve Vanzetti’nin anarşist görüşleri ve asker
kaçağı oluşları üzerinde durdu. Amerika Emek Fedarasyonu’nun söylediği gibi
dava, “adaleti tüm korkunçluğu ile başarısızlığa mahkûm etti” ve bu iki kişi,
ölüm cezasına çarptırıldı. Yedi yıl süren dava boyunca ABD, Avrupa ve Güney
Amerika’da çok sayıda gösteri düzenlendi ve politik açıdan da tüm yönleriyle
desteklenen böylesi bir zulme maruz kalan, ancak o günlerde pek fazla
tanınmayan iki anarşist, uluslararası planda meşhur bir davanın konusu hâline
geldi.
İki göçmenin idamı ile davanın son bulacağını düşünen
Massachusetts seçkinleri yanılıyorlardı. Dava, takip eden süreçte, birçok
eylemciye, radikale, aydına, şaire, yazara ve sanatçıya ilham verdi. Sacco ve
Vanzetti’nin yayımlanmış mektuplarından Ben Shahn’ın Sacco ve Vanzetti’nin
Çilesi adı altında topladığı çizimlerine; Woody Guthrie’nin iki politik
tutsak için yazdığı protest şarkılardan, düzenli olarak farklı yerlerde ortaya
çıkan resmî görüşmelerdeki çeşitliliğe; Joan Baez’in yazdığı şarkıdan, 1977’de
bu iki insanın adil bir yargılamaya tâbi tutulmadığını söyleyen Vali Michael
Dukakis’in itirafına; Dünya çapında ölüm yıldönümlerinde gerçekleşen toplantı
ve gösterilerin yaygınlığına kadar birçok tepki, davanın gerçekten de ölümsüz
olduğunu ispatlamaktadır.
Bugünün hâkim söylemi, “ya bizimle ya da teröristlerle
birliktesiniz”dir. Şüphenin nesnesi olarak Araplar bugün İtalyanların yerini
aldı, radikaller, hızla terörist olarak damgalandılar; Sacco ve Vanzetti’nin
hikâyesi, hâlâ güçlü bir biçimde yankısını buluyor.
“Bir Önceki Gün O Anarşist Piçlere Ne Yaptığımı Gördünüz
mü?”
Birçok İtalyan anarşist için 1920 yılında ABD, gerçekte
düşman arazisinden başka bir şey değildi. Kasım 1919’da Avukat A. Mitchell
Palmer, 10.000 tutuklama ile sonuçlanan, göçmenlere, emekçi ve komünist
örgütlere yönelik bir dizi polis baskını gerçekleştirdi. Bu polis baskınlarının
özel hedefi, 1915 yılında Başkan Woodrow Wilson’ın “millî hayatımızın
atardamarlarına ihanet zehrini akıtan çifte vatandaşlı Amerikalılar” olarak
tarif ettiği “yabancılar”dı. Bu cadı avı, aralarında Emma Goldman ve Alexander
Berkman’ın da olduğu 800 şüpheli radikalin ve “yurttaş olmayan” insanın
tutuklanıp sınır dışı edilmesi ile sonuçlandı. Göçmen karşıtı histeri ve
paranoyanın kendisine başkanlığı kazandıracağını uman Palmer: “Onların o sinsi
ve kurnaz gözleri, açgözlülüğü, insafsızlığı, deliliği ve suçu tetikliyor; bir
yana kaymış suratları, hırsı, yamuk kaşları ve şekilsiz görünümleri, yanlış
anlaşılmalara mahal vermeyecek ölçüde suçlu tipinin tanınmasını sağlıyor”
diyordu.
Sacco ve Vanzetti, sadece birer göçmen değil, ayrıca
anarşistti, Vanzetti’nin sonradan ifade ettiği üzere, “radikalin radikali” bu
iki anarşist, Kızıl Korku histerisine batırılmış bir milletin en büyük
önyargılarıyla yüzleşti. Dartmouth Profesörü James Richardson, 1924’te verdiği
yeminli ve yazılı ifadesinde, yeni bir yargılama için her türlü girişimi
reddeden Hâkim Thayer’ın şu sözünü aktarıyor: “Bir önceki gün o anarşist
piçlere ne yaptığımı gördünüz mü? Bu, onların bir süre alıkonmalarını sağlar.”
Tutuklandıklarında, her ikisinin üzerinde silâh
bulundu, ancak sorgulama esnasında bu konuda yalan söylediler. Onlar, katil
değil, radikal ve göçmen oldukları için yakalandıklarına inanıyorlardı. Bu
yalanlar, bilhassa yasal savunmalarına zarar veriyor, Hâkim Thayer’ın onların
“katil, serseri ve radikal olduklarından suçluluk bilinci” ile hareket
ettikleri iddiasına sarılmasına sebep oluyordu.
Harvard’da hukuk profesörü olan Felix Frankfurter’in
ifade ettiği üzere, “Şerif vekilleri tarafından Masonik birlikler ve şerif
vekillerinin ‘sağlam’ ve ‘zeki’ temsilci yurttaşlar’ olarak addettiği kişiler
arasından seçilmiş jürinin başkanlığını, dava öncesinde bir arkadaşına ‘onlara
lânet olsun, her şekilde asılmalılar’ diyen Walter Ripley yapıyordu.” Thayer’ın
“hükümete sadık” olma yönünde jüriyi yönlendirmesi ve onların “müzakere
sürecinde Fransa’daki savaş alanlarında dövüşüp hayatlarını veren ve kendisinde
simgeleşen Amerikan askeri gibi cesur olmaları”nı istemesi ile sahne kurulum
süreci tamamlandı. Hâkim, Sacco ve Vanzetti’nin 1916’da Meksika’ya yaptıkları
yolculuk sayesinde askerlikten kaçmış olduklarını biliyordu, Bölge Avukatı
Frederick G. Katzmann’ın bu iki tutsağın uçuşları için izin tedarik ettiğini
öğrenmesi ve sonrasında da iki anarşistin ateist olduklarını “itiraf” etmesi,
davayla ilgili olarak jürinin tam anlamıyla pişmesini sağladı.
Katzmann’ın mahkemedeki Sacco ve Vanzetti’ye yönelik
suçlamaları oldukça insafsızdı, jüriden delilleri saklayan Katzmann, FBI’dan
aldığı yardımlarla tanıkları sürekli rahatsız edip kabadayılık yaparak onları
etkisizleştirdi. Tarihçi Paul Avrich’in de belirttiği gibi, “Katzmann,
sanıklara karşı geliştirilen en derin önyargıların açığa çıkmasını sağlayarak,
jüri üyelerinin duygularına oynadı. Gözaltına alındıkları andan itibaren tüm
silâhlar Sacco ve Vanzetti’ye çevrildi; çünkü onlar, yabancı, ateist ve
anarşistti. Buna bağlı olarak tüm yargılama süreci kara bulutlarla kuşatıldı.”
Davaya sunulan kanıtlar, çapraz sorgularla ve
sanıkların olay anında başka bir yerde olduğunu ispatlayan bir dizi kanıtla
birçok kez geçersizleştirildi. Ancak tüm bu gerçeklerin davaya çok az etkisi
oldu.
Yoğun çabalarına rağmen müdafi avukatı Fred H.
Moore’un davaya hiçbir katkısı olamadı. Batı Yakası’nda “radikallerin
profesyonel bir savunucusu” ve Massachusetts’teki karışık durumlara pek de
aşina olmayan birisi olarak Moore, onu dışsal bir unsur kabul eden
müvekkillerinin de kendisine husumet beslemeye başladığı bir gerçeğin içinde
boğuldu. Kaçınılmaz olarak bu durum, Savunma Komitesi ile Moore arasında temyiz
başvurusu sürecinin nasıl devam edeceği meselesiyle ilgili olarak kimi fikir
aykırılıklarına yol açtı ve 1923 Ekim’inde Moore’un yerine William G. Thompson
getirildi.
Bu sebeple, yapılan hukukî manevralar ve dehşet verici
tarafgirliğin ötesinde, Sacco ve Vanzetti’nin hikâyesi, aynı zamanda iki emekçi
insanın hikâyesiydi.
İyi Bir Ayakkabıcı ve Fakir Bir Balıkçı
Sacco ve Vanzetti, anarşizme yönelik aynı sevdayı
duyup Luigi Galleani’nin etkisi altında olan küçük bir anarşist grubun üyesi
olarak tanışmış olsa da, bu iki insan, birbirinden farklı hayatları tecrübe etti.
Nicola Sacco, Güney İtalya’da küçük bir kasaba olan
Torremaggiorre’de 22 Nisan 1891’da doğdu. Uzun yıllar babasının üzüm bağında
çalıştı. 1908’de 17 yaşındayken ABD’ye göç etti, bir yıl sonra Milford Ayakkabı
Şirketi’nde iş buldu. İşindeki kalite ve hız sebebiyle Sacco’ya saygı duyuldu,
Three-K Ayakkabı Şirketi’ndeki ayakkabı işçileri için açılan gece okulunda
zanaatıyla ilgili önemli konuları öğrendi. 1916 yılında askerden kaçmak için
Meksika’ya gitti ve sonrasında Three-K Ayakkabı Şirketi’ne geri döndü.
Sacco’nun suça iştirak edemeyecek bir insan olduğuna inanmayı her zaman
sürdüren fabrika sahibi Michael F. Kelley’nin arzusu üzerine fabrikada gece
bekçiliği görevine getirildi. Kelley onunla ilgili olarak, “Sabah saat 4’te
bahçede, akşam saat 7’de fabrikada olan, akşam yemeğinin ardından tekrar
bahçesine geri dönen, gece saat 9’a, 10’a kadar orada kalan, su taşıyan,
ihtiyaç duyduğu sebzeleri toplayıp onları fakirlere veren bir insan, yol kesen
bir haydut olamaz” değerlendirmesinde bulunuyordu.
ABD’ye geldiğinde sadık bir cumhuriyetçi İtalyan olan
Sacco, kısa bir süre sonra anarşist oldu. Milford Ayakkabı Şirketi’nde bir dizi
greve katıldı ve Kelley, onun Three-K Ayakkabı Şirketi’nde radikal metinler
dağıttığını fark etti. Kelley, “bu işte para yok” diyerek ona kimi tavsiyelerde
bulundu.
Sacco 1912’de evlendi, bir yıl sonra 1913’te Dante
adında bir oğlu oldu. Kızı İnes, 1920’de tutuklanmasının hemen ardından
Dünya’ya geldi.
Bartolomeo Vanzetti, İtalya’nın sanayi açısından
gelişkin olan Kuzey bölgesindeki Villafalletto kasabasındandı. 11 Haziran
1888’de orta sınıfa mensup dindar bir Katolik ailede dünyaya geldi. 13 yaşına
dek okula giden Vanzetti, sonrasında babası tarafından, fırıncı olarak
yetişmesi için Cuneo’ya gönderildi. Vanzetti orada yazdığı bir yazısında, “ilk
kez zor ve acımasız olan emeğin tadına vardım” diye hayatına ilişkin bir not
düşüyordu.
Altı yılın ve sayısız işin ardından ağır hasta olarak
Villafaletto’daki evine geri döndü. Ona çok iyi bakan annesi kısa bir süre
sonra öldü; bu gelişme, Vanzetti’yi derinden etkiledi. Pek de uzun olmayan bir
süre zarfında, 9 Haziran 1908’de İtalya’yı terk etti. O günlerde 20 yaşındaydı.
Aile kurup para biriktiren, bahçesiyle meşgul olan ve
sonrasında radikal harekete iştirak eden Sacco, ABD’deki İtalyan cemaati içinde
kurduğu yeni hayata hızla alışırken Vanzetti, ülkenin dört bir yanını dolaşan
gezgin bir işçi ordusunun parçası oldu. 1920’de tutuklandığında seyyar balık
satıcısı olarak çalışıyordu.
Felsefeci olarak görülebilecek olan Vanzetti,
Springfield ve Meriden’da sıradan işlerde çalıştığı dönem boyunca sınıf
bilincinin propagandacıların icat ettikleri bir ifade değil, gerçek ve yaşamsal
bir güç olduğunu gördü ve bu bilincin, artık birer yük havyanı olmaktan
kurtulmak isteyip insan oluşlarını fark edenlere ait olduğunu anladı. Hevesli
bir okuyucu olan Vanzetti, tutuklu olduğu dönem boyunca eğitimini epey ilerletti.
Yazdığı sayısız mektup, romancı Frederick Lewis Allen’ın “göründüğü kadarıyla,
mutemedin cinayetine iştirak etmesi imkânsız olan, zekâ açısından olağanüstü
bir insan, karakteri asaletle yüklü bir entelektüel ve felsefî bir anarşist”,
aynı zamanda köşe yazarı Heywood Broun’un “o günlerin en büyük insanlarından
biri” olarak tarif ettiği bir kişinin görüşlerini takdim ediyordu.
Belki de ülser şüphesi yüzünden kararlılığının
zayıfladığı ve 1925’te kısa bir süre delilik suçlaması yüzünden Bridgewater
Hastanesi’nde kaldığı dönemde onu ayakta tutan, sadece sahip olduğu entelektüel
disiplin ve irade gücüydü.
Sacco, kendisi için pek de hayırlı olmayan sınırlı
İngilizcesi ile uzunca bir süre hastanede kaldı. İlk kez 1922’de İngilizce
sözlük istedi ve ilk mektubunu yazdı. Mektuplaşmaları, onun takip eden yıllar
boyunca oluşan fikirlerinin çerçevesine dönük genel bir bakış sunuyor.
Vanzetti, temyiz aşaması ile ilgili yeni gelişmelere
ve işçi sınıfının birleşip kendilerini kurtaracağına dair iyimser bir tutum
sergilerken Sacco, her şeye rağmen kendilerinin idam edileceği konusunda ikna
olmuştu. Cezalandırmaya ilişkin mahkemeye sunduğu son ifadesinde, “verdiğiniz
hüküm iki sınıf, yani mazlum ve zengin sınıf arasında yaşanan çatışmanın
sonucunda biçimlenecektir. Biz, kitabı ve kendisine ait bir edebiyatı olan
insanlara yoldaşlık ediyoruz. Sizse bu insanlara zulmediyor, onlara baskı
uyguluyor ve onları katlediyorsunuz” diyordu.
Sacco, New England Sivil Özgürlükler Komitesi üyesi
Cerise Jack’e gönderdiği mektupta, rüyasında savaşan işçilerle askerlerin
birleşmesi için yalvarırken öldürüldüğünü anlatıyor, kendisini şehitlik
mertebesinde gösterirken, kötümser bir bakış açısına sahip olduğunu dolaylı
olarak ifade ediyordu. Bu yaklaşım, Vanzetti’deki idealist tutumla çelişmekteydi.
Bu idealizme bağlı olarak Vanzetti, pratik anarşizmini
ilerletti. Bir yerde, “Ben ve Nick anarşistiz, radikalin radikaliyiz. Biz kara
kedileriz, tüm bağnaz insanların, sömürücülerin, şarlatanların, sahtekârların
ve zalimlerin tepesine çöken terörün adıyız” diye bağırıyordu. Bu sebeple,
ikilinin uzun süre destekçisi olan gazeteci Gardner Jackson, Vanzetti’yi
kuşatan “tümüyle dingin bir aura” tespitinde bulunup onu betimlerken, Paul
Avrich konuyla ilgili olarak, “destekçileri tarafından zararsız hayalperestler
biçiminde resmedilmelerinin ötesinde, onların anarşist hareketin şiddete dayalı
bir ayaklanmayı, suikast ve dinamit de dâhil her türlü silâhlı misillemeyi
vazeden bir koluna mensup olduğu”na dair kendi görüşünü öne çıkartıyor.
Kendi Onurunuz İçin Onları Kurtarın
Sinclair, davadan etkilenen ilk edebî figür değildi.
Tüm yazar, şair ve sanatçı kuşağı, meseleden haberdardı ve süreç içinde
radikalleşti, çünkü 1928’de Edmund Wilson’ın ifade ettiği gibi, “dava, tüm
sınıflarıyla, bu sınıfların bakış açıları ve ilişkileriyle Amerikan hayatının
tüm anatomisini açığa vuruyor, ayrıca politik ve toplumsal sistemimizin
neredeyse tüm temel meselelerini su yüzüne çıkartıyor”du.
Örneğin, romancı John Dos Passos Savunma Komitesi’nde
birkaç yıl boyunca çalıştı ve komitenin Savunma için Hitap’ı kaleme aldı.
Arasında üç ciltlik romanı ABD ve “Bizim milletimiz Amerika, dilimizi
ters yüz eden, babalarımızın konuştuğu temiz sözcükleri kirletip onları bozan
yabancılara yenilmiştir” diyen Palmer’ın göçmen karşıtı retoriğini tepe taklak
etmek amacıyla, montajlanmış bilinç akımı içinde kalarak kaleme aldığı Kamera
Gözü (50) gibi kapsamlı edebî çalışmalara imza attı.
Fakat dava, ona doğrudan dâhil olanları daha fazla
etkiledi. Sacco ve Vanzetti’nin Çilesi adı altında bir dizi çizim yapan
ressam Ben Shahn’ın şu ifadeleri oldukça çarpıcıdır:
“Tüm
doğru resimleri gördüm ve tüm doğru kitapları okudum: Vollard, Meier-Graefe ve
David Hume. Fakat bunun hiçbir şeye katkısı olmadı. O noktada, Sacco-Vanzetti
davası üzerine düşünmeye başladım. 1927’de elektrikli sandalyede idam edildiler
ve ben, Avrupa’da davaya karşı düzenlenen gösterilerin hepsini, hatta
oradakilerden daha fazlasını burada gördüm. Hz. İsa’nın çarmıha gerilmesi kadar
büyük olan bu olaya tanık olduğumda, uzun süre yaşamak konusunda yeterince
şanslı olmayı arzuladığımı hatırlıyorum. Ve birden fark ettim ki hayattayım!
Şimdi burada bir başka çarmıha gerilme vak’ası yaşanıyor. Bu da altı çizilmesi
gereken bir durum!”
İronik olarak, “Çile” ve “Çarmıha Gerilme” gibi,
Shahn’ın kullandığı kimi sözcüklerin dinî yan anlamları, bu tip ifadelerin “ne
Tanrı ne efendi” gibi anarşist ilkelere hakaret olduğunu düşünen bazı komünist
grupların da içinde olduğu, Sacco ve Vanzetti’yi kurtarmak için başlatılan
kampanyanın kimi üyelerini kızdırdı.
Sanatçılar George Grosz ve George Biddle çalışmalara
katıldı, onlara, birçok liberal ve radikal yayında çalışmalarına yer verilen
sayısız politik karikatürist de eşlik etti.
Diğer birçok ünlü kişi, adalet için verilen kavgaya
dâhil oldu. H. G. Wells, birçok Amerikalı yayınevinin yayınlamayı reddettiği,
1927 tarihli İki Radikalin Kasıtlı Katli adlı oyununu nihayet Dünya’nın
İzlediği Yol başlığı altında toplanan makaleleriyle birlikte okuyucusuna
sundu. Kadınların oy hakkı savunucusu Elizabeth Glendower Evans’ın Yeni
Cumhuriyet ve davaya yönelik ilk yorumlardan biri olan Yabancılar başlıklı
makaleleri de aynı kaderi paylaştı. Fransız yazar Anatole France’ın aynı yıl
yayımlanan Amerikan Halkı’na adlı yazısı şu ricayla sona eriyordu:
“Kendi onurunuz, çocuklarınızın ve henüz doğmamış kuşakların onuru için, onları
kurtarın.”
İki İtalyan politik tutsağın içinde yaşadığı berbat
durumun ve adaletin açıktan yanlış yöne sevk edilmesi gerçeğinin kamuya
duyurulmasında Avrupa’daki aydınlar ve radikaller önemli bir rol oynadılar.
Filozof Bertrand Russell, “Bu insanların politik görüşleri adına mahkûm
edildiği ve onların, yanlış da olsa, düşüncelerini ifade etmelerine izin
verilmesi gerektiği yönünde kanaat oluşturmaya zorlandım, çünkü bu insanlar,
yaşamaya hakkı olmayan bu tarz görüşlere sahip oldukları için alıkonuluyorlar”
diyerek kampanyaya önderlik etti. Russell, kampanyanın ilerleyen aşamalarında o
denli başarılı oldu ki, birçok İngiliz parlamento üyesi, Sacco ve Vanzetti’yi
destekleyen konuşmalar yaptı, hatta eski Başbakan Ramsay MacDonald şu sözü sarf
etmek zorunda kaldı: “Umarım ki, ABD’nin sahip olduğu şeref bu idamın
dehşetinden kurtulacak düzeydedir.”
Dünya genelinde gazete ve dergiler, Almanya,
Avusturya, Fransa ve İtalya’daki kitlesel toplantıları ve isyanları haberleştirdiler.
Mussolini, sonradan kanıtlandığı üzere, İtalya ve ABD hükümetleri arasında
gerçekleşen bir diyalog aracılığıyla, ABD’nin iki anarşiste yönelik muamelesini
övüp sınır dışı etmenin yükünden kendisini kurtardığı için teşekkür etmesine
rağmen, bu iki insan için açıktan ricada bulundu.
“Yasal cinayet”ten iki yıl sonra anarşist Emma
Goldman, meseleyle ilgili olarak, aralarında Alexander Berkman ile kaleme
aldığı ateşli bir makalenin de bulunduğu sayısız yazı yazıp birçok farklı yerde
konferans verdi. Tekrar ABD’ye geri dönecek olursak; sosyalist lider Eugene V.
Debs, kendisine yazılmış mektupların da gösterdiği üzere, Sacco ve Vanzetti ile
düzenli olarak temas kurdu. Bu mektuplarda ifade ettikleri gibi, Sacco ve
Vanzetti, kimi ideolojik farklılıklara rağmen, dayanışmanın önemini kabul ediyordu.
1921’de cezaevinden salıverilmesinin ardından Debs, kendisine “özgürlük
ödemesi” olarak verilen beş doları savunma fonuna bağışladı.
İki anarşistin idamından önce Rahibe Jones, “Onları
asla idam edemezler.” diye haykırdı. Helen Keller ve Charlie Chaplin, iki
politik tutsağın içinde bulunduğu kötü durumun son bulmasına yönelik
taleplerini yüksek sesle dillendirdi.
Sacco ve Vanzetti davası, Massachusetts’te ve tüm
Dünya’da anarşistleri, komünistleri ve göçmenleri bir araya getirdi. Komünist
gazeteci James P. Cannon, davayla ilgili sayısız yorum kaleme aldı ve herkesi
Savunma Komitesi etrafında politik bir birlik oluşturmaya çağırdı: “Birçok
meseleye ilişkin farklı görüşlere sahip olabiliriz; fakat şu yedi yıl içinde
emin olmamız gereken bir şey var […] biz, Sacco ve Vanzetti’nin, kitlelere
yönelik kapitalist sömürüye karşı isyan etmek dışında, her türlü suç karşısında
masum olduğuna inanıyoruz.” Meseleyle ilgili olarak düzenlenen ve yüz binlerce
işçinin katıldığı ABD genelindeki mitingler, ağır polis baskısı ve yüzlerce
gözaltıyla sona erdi.
Sacco ve Vanzetti’nin elektrikli sandalyeye
gönderilmesinin ardından dava, onlarca yıl yankı bulmaya devam etti. Bu dava,
tarihin çeşitli aşamalarında baskı ve mücadeleye ait doğanın esas olarak aynı
kaldığı konusunda bizi bilgilendirirken, biz, kendilerini “iyi bir ayakkabıcı
ve fakir bir balıkçı” olarak tanıtan ve inançları için ölen bu iki insandan
umut ve cesaret devşirebiliriz. Bu inanç, sefalet ve sömürüden kurtulmuş bir
dünya yaratabileceğimizle; başka bir dünyanın mümkün olması ile ilgilidir.
Vanzetti’nin kendisi ile ilgili olarak söylediği gibi:
“Bu
olay yaşanmamış olsaydı, hayatımı cadde köşelerinde herkese tepeden bakan
insanlara laf anlatarak geçirecektim. Kimsenin tanımadığı, dikkatini çekmediği,
hatalarla yüklü bir insan olarak ölecektim. Şimdi yaptığımız ise bir hata
değildir. Bu, bizim meslekî başarımız ve zaferimizdir. Bütün hayatımız boyunca
hoşgörü, adalet ve şimdilerde bizim de anlayış tarzımızla insanlara bakan
herkes için çeşitli ümitler besledik. Bizim sözlerimiz, bizim hayatlarımız ve
acılarımız; iyi bir ayakkabıcı ve fakir bir seyyar balık satıcısının hayatını
almak, tüm bunlar hiçbir şeydir! Sahip olduğumuz şu son ân, çektiğimiz bu son
ıstırap, bizim zaferimizdir.”
John Davis
[Kaynak: Sacco & Vanzetti, Ocean Press, 2004.]
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder