Ülkemizde
bu yıl KPSS’ye giren aday sayısı 1 milyon 470 bin, bu adaylardan 526 bini
eğitim bilimleri sınavına, 171 kişi de alan bilgisi sınavına girdi, sınav
başvuruları istatistiklerine yansıyan durum bu.
Sayıların
gösterdiği gibi öğretmen olarak kamu kurumlarına atanmak için 526 bin öğretmen
sınava giriyor. Üç oturum şeklinde düzenlenen sınavın ilk oturumuna katılan
aday sayısı bir buçuk milyon sınırına dayanmış durumda.
Alım yapılacak öğretmen sayısı şimdiye kadar bir yılda 40 bini geçmiş değil. Öğretmenlere yönelik kara propaganda ise “Herkes memur mu olacak, sokaktaki yetmiş kişiden biri kamu kurumlarında öğretmen ve öğretmenleri kamu fonluyor” ifadelerine dayanıyor.
Süreç buraya nasıl geldi, sorunun asıl kaynağı nedir? Bu
netleştirilmeden sunulacak çözüm havada kalacaktır.
KPSS’den
önce DMS yapılıyordu, 2000 yılından itibaren KPSS’ye giren öğretmen sayısı yüz
bin değil. 2007-2008 sürecinde bölge üniversitelerine bağlı illerin fakülte
sayısı artırılarak her ile üniversite açıldı. Bu durumun sonucunda her yıl
fen-edebiyat ve eğitim fakültesi mezunu sayısı artarak devam etti. 2013
sürecinde Anadolu öğretmen liseleri kapatıldı. Birçoğu parasız yatılı olan bu liselerde
hazırlık sınıfından sonra her yıl eğitim bilimleri dersleri veriliyordu. Bu
dersleri veren meslek öğretmenleri de norm fazlası olunca alan değişikliği
yaptırıldı. Öğretmenlik mesleği, bu aşamada nitelik yönünden bir yara aldı
çünkü temelden öğretmen yetiştirme programı tozlu raflara kaldırıldı. Her yıl
öğretmen sayısı arttıkça geleceğin öğretmenlerini yetiştiren liselere de “gerek”
kalmıyordu. Hem nitel hem nicel dönüşüm başlamıştı.
Fen-edebiyat
mezunlarının alması gereken formasyon, “sürpriz” olarak farklı yıllarda sınırlı
da olsa verildi. Sonraki süreçte birçok üniversitede verildi, sonra tekrar
kaldırıldı, sonra yüksek harç ücreti ödenmesi karşılığında tekrar gündeme getirildi.
Bir yandan da açık öğretim fakültelerinde öğretmenlik branşları bölümleri
açıldı. Mezun sayısı daha da artıyordu. KPSS “yetersiz” kalıyordu çünkü çok
yüksek puanlar alan öğretmenler sıralamada geriye düşüp atanmıyordu. Bazı
yıllar fizik öğretmeninin alan birincisi olduğu sınavdan sonra fizik öğretmeni
kontenjanı açılmıyordu.
KPSS
yetmeyince üçüncü bir sınav olan alan bilgisi sınavı getirildi, o da yetmeyince
mülakat getirildi, o da yetmeyince güvenlik soruşturması getirildi. Tüm bu
süreç OHAL döneminde daha da perçinlendi. 2009-2014 yıllarında ataması
yapılmayan öğretmenlerin demokratik eylemlilikleri OHAL ile hem iyice
baskılandı hem de hak arama bilinci baskılanan yeni bir üniversite kuşağı
yetiştirildi. Öğretmenler, bu eylemlere aileleriyle katılıp kamuoyu
oluşturabiliyordu, öğretmen-halk bütünleşmesinde önemli bir adımdı.
OHAL
sürecinde yeni bir siyasi kadrolaşmanın yolu açılmak için kamudan ihraçlar
gerçekleştirildi. Asıl engellenmek istenen de gerek kadrolu gerek ücretli
gerekse atama bekleyen öğretmenin sesini kısmak için en dinamik kesimlerin
kamuda yer almamasıydı. O yüzden ihracın adı “idari tedbir”di. Bir yandan da
her seçim döneminde seçim vaadine dönüştürülen sözleşmeden kadroya geçirme
sonra tekrar sözleşmeli öğretmenliği getirme uygulamaları rutine döndü.
Şimdi
de başka bir sorun var. Lisans mezunu, pedagojik formasyona sahip, gereken
stajları tamamlamış, üç ayrı yazılı sınavı geçmiş, güvenlik soruşturmasından
geçirilmiş, mülakatı geçmiş öğretmenin bir yıllık Öğretmen Akademileri’ne
alınması. Orada kim ders verecek? Akademisyenler ve öğretmenler. Peki bu akademisyenler,
zaten lisans döneminde aynı dersleri vermiyor mu, öğretmenler de kendilerine
staj için gelen lisans öğrencisini yetiştirmiyor mu! Bu, bilinen gerçek fakat
gerçeğin başka bir yüzü var.
Bugün
kamuda yüz bin öğretmen ihtiyacı olduğu söyleniyor. Sınıflar halâ daha 40
kişilik. Halen ikili öğretim yapıp sabah karanlığında okula giden, akşam
karanlığında okuldan çıkan öğrenci ve öğretmenler var. Okul öncesi eğitimin 5
yıl önce zorunlu olacağı gündemdeydi. Bu olduğu takdirde ilkokulun olduğu her
yerde okul öncesi eğitimi de olacak. Diğer yandan, özel eğitim ihtiyacı bulunan
çocuklar var.
1990’ların
başında Richard Sennett, Karakter Aşınması kitabında, kapitalizmin esnek
çalışma ve yeni koşullarında geleneksel yapının bozularak her insanın işgücüne
katılımından dolayı yaşlı, engelli ve çocuk “bakım” hizmetleri alanında
çalışacak insanlara ihtiyacın gitgide artacağını belirtir. 2008 sürecinde lise
eğitiminin dört yıla çıkarılması ve daha sonra zorunlu yapılmasının bir nedeni
de bu gerçeğe dayanıyor: çalışan anne-babalar ve evdeki çocuklar.
Sınıfı
kırk kişi yapıp ikili öğretimle sürdürülen okullarda öğretmenlere haftada 30
saat ders verip ilk 15 saat için maaş, diğer 15 saat için ek ders ödendiği
sürece ve emeklilik ücretleri iyileştirilip emeklilik yaşı geriye çekilmedikçe
öğretmen açığı sayısı hiçbir şekilde gerçeği yansıtmıyor. O zaman neden
öğretmen istihdam edilmiyor? Çünkü “ücretli öğretmenlik” adı altında asgari
ücrete denk gelmeyen ödemelerle açık kapatıldığı gibi haftada 30 saat derse
giren ücretli öğretmenin sigortası okul günü kadar yatırılıyor.
Diğer
çalışma alanı da belediyeler. Richard Sennett’in işaret ettiği duruma
belediyeler el atıyor. Son seçimde CHP’nin ilçe adaylarının “her mahalleye kreş”
vaadi de gerçeklikten uzak. Mevcut kreşlerde kamu emekçisinin aldığı maaşın
altında ücret ödemesi yapılıyor. Bugün o kreşlere ve kültür dairesine ihtiyacı
olan öğretmenler değil, partinin yetkililerine yakın kişiler ve seçim
ittifakını oluşturdukları partilerin referans verdiği insanlar istihdam
ediliyor. Bu konuda CHP belediyeciliği çözümün değil sömürünün parçası
durumundadır.
Bu
belediyelere popülerleştirilen İstanbul ve Ankara dışındaki bir ilde
yapacağınız iş başvurusuna dönüş bile yapılmıyor. Zaten CHP de dayandığı
tabanın sınıfsal yapısı açısından işçi, emekçi ve yoksul kesimden çok uzakta
konumlanıyor.
CHP,
öğretmenlerin istihdamına yönelik miting düzenler ama kendi belediyelerinde
düşük ücretlerle öğretmen çalıştırır. Asgari ücretin biraz üzerinde vereceği
ücret için de başvuru yapan öğretmenden bir dizi “referans” ister.
Sonuç
olarak öğretmenler, kamu emekçileri arasında halka en yakın ve aydın kesimi
oluşturuyor. İnsan yetiştirme programında bu kesimin politik dönüşümünde bahsi
edilen “liyakat” kavramının uygulanmaması anormal değil, aksine normal bir
durumdur. Emperyalist kapitalizmin neoliberal politikalarının doğası gereği
liyakat esas alınmaz. Kim ki liyakati parti söylemi haline getirip muhalefet
ediyorsa gelecekte koltuk sahibi olduğunda onu esas almayacaktır.
KPSS
açıklandı. Bir yıllık emeğin ardından ataması yapılmayan hiçbir meslektaşımız,
sakın düzenin yaydığı umutsuzluğa razı olmasın. “Ben yeteriz miyim!” diye
kendini sorgulayıp depresyona ve anksiyeteye kapılmasın, çünkü bu işletilen
çarkın sorumlusu biz öğretmenler değiliz. Düzenin yapmak istediği de tam olarak
insanların umudunu bitirmek.
Bir
branştan 10 bin mezunun girdiği sınavdan sonra 500 kişi istihdam edilecekse
geriye kalan 501.'nin de dâhil olduğu 9.500 öğretmen “yetersiz” midir!
Kesinlikle hayır!
Çözüm
nedir? Çözüm, kesinlikle bu krize yol açanlarda değildir. Çözüm, yine
öğretmenlerin birlik olup ses çıkarmasından geçiyor. Yakın dönemde kurulan ve
içinde özel okul çalışanlarının yer aldığı Öğretmenler Sendikası, yaptıkları
eylemlerle ses getirip yetkililer tarafından görüşmeye çağrıldı. Talepleri çok
net, ilk aşamada yasal hakları olan taban maaşın uygulanması. Bu haklarını
kazanma pahasına direniyorlar.
Birleşmekten
başka çare yok. Birleşerek önce sendikaların kapısı aşındırılmalı. Size destek
olmama gibi lüksleri bulunmuyor. Geçmişte nasıl ataması yapılmayan
öğretmenlerin eylemlerine maddi ve manevi destek sağladılarsa öğretmenliğin
onuru ve öğrencilerimiz için bugün de bu destek sağlamak zorunda.
Aramızda
din, dil farklılıkları, ideolojik ayrılıklar olabilir ama öğretmenler odasında
ve sınıfta hepimiz öğretmeniz, sınıfa girince de hiçbir öğrenciye dil ve din
ayrımı yapmayız. Öğretmene şiddet konusunda Mayıs’ta nasıl birleşik grev ilan
edilince bu konuda eleştirilse de bir düzenlemeye gidildiyse bugün aynısı
atanma hakkı için de yapılır.
Emeğimizden
ve mesleğimizden başka temel ortaklığımız yok. Size ayrılıklarla ve
farklılıklarla gelenleri dinlemeyin. Sosyal medyanın kirli ortamında
Öğretmenler Sayfası gibi platformlardaki paylaşımların altında yazan yorumları
ciddiye alıp kendinizden şüphe etmeyiniz. Size başka işte çalışmanızı
söyleyenleri de dinlemeyiniz. Öğretmenin tek mesleği ve işi öğretmenliktir. Unvan,
konum, güvencesi fark etmeksizin hepimiz öğretmeniz.
GÜVENCELİ
İŞ, GÜVENCELİ GELECEK!
EŞİT İŞE EŞİT ÜCRET!
S. Adalı
25 Ağustos 2024
0 Yorum:
Yorum Gönder