30 Ekim 1918 günü Osmanlı’nın tam yetkili temsilcileri, Mondros Ateşkes Anlaşması’nı imzaladılar. Büyük bir felâketle yüzleşen[1], 1908’den beri Osmanlı’nın uyguladığı politikalardan sorumlu olan İttihat ve Terakki Komitesi liderleri, beceriksizliklerinin hesabını verme korkusuyla yurtdışına kaçmaya karar verdiler.
1 Kasım’ı 2
Kasım’a bağlayan gece Başvezir Talat Paşa[2], Bahriye Nazırı Cemal Paşa[3] ve
Harbiye Nazırı Enver Paşa[4], yanlarındaki askerlerle birlikte[5] bir Alman
gemisine binip Odessa’ya gitti. Oradan Berlin’e geçen İttihatçı liderler, kışı
yarı gizli bir hâlde Berlin’de geçirdiler.[6] Orada İstanbul hükümetinin
suçluları iade talebi konusunda Almanya’nın alacağı kararı beklediler.[7]
5 Temmuz 1919 günü gıyaplarında
ölüme mahkûm edilen bu isimler, Türkiye topraklarına bir daha ayak basmadılar. Ne
var ki bu durum, onların o birkaç yıl boyunca politika sahasında faaliyet
yürütmelerine mani olmadı.[8] Sürgünde Türkiye’nin boğazına yapışmış olan
emperyalist elleri biraz olsun gevşetmek adına bazı adımlar attılar. Berlin’de
Talat Paşa, Batılıların taleplerini kısmen gözden geçirmelerini sağlama
umuduyla, İngiliz ajanlarıyla temas kurdu. Cemal Paşa, Doğu’da İngilizlerin
elinde olan topraklarda halk ayaklanmalarını esas alan programını hazırladı ve
Afganistan kralı Emir Emanullah’la bağ kurdu. Enver ise yüzünü Bolşeviklere
dönerek, Sovyet makamlarının himayesinde, İslam İhtilal Cemiyetleri İttihadı
ile Halk Şuralar Partisi üzerinden çalışmalar yürüttü.
İngiltere ile uzlaşma siyasetinin
destekçisi olarak Talat, Berlin’de kaldığı süre zarfında İngilizlerin ortağı
konumuna kaydı. Enver ise 1920 ile birlikte sürgünde İttihatçıların gerçek
lideri olarak görüldü. Enver’in teşviki ve itkisiyle İttihatçılar, Batı
emperyalizmine karşı kapsamlı mücadeleden yana olduklarını beyan ettiler.
Dönemin genel bağlamı dâhilinde bu tür bir mücadele, doğalında Bolşeviklerle
ittifak kurmak zorundaydı. Fakat aynı yola girmek zorunda kalan Kemalistler[9],
Moskova’yla anlaşma konusuna belirli bir ihtiyatlılıkla yaklaşırken Enver,
kendisini komünistlerin kollarına bıraktı.
Bu tavrın sahibinin bir Osmanlı
paşası olması kimilerine şaşırtıcı gelebilir. İlgili tavrın ardındaki bir dizi
etmene bakmak gerek.
1. Enver Paşa’nın Bolşevizmin
yükselişi karşısında “büyülenmiş” olması muhtemel. Kendilerini ilerici olarak
adlandırmayı seven Jöntürklerin en azından bir kısmı, yirmilerde Sovyetler’e
sempati duymuş olabilir. Tabii bir yandan da bu insanlarda gördüğümüz ideolojik
hamlık ve yavanlık da dikkate alınmalı.
Komintern’in kullandığı jargondan
beslenen lafların ardına bakıldığında, Enver’in gerçekte, Halk Şuralar Partisi
programında da görüleceği üzere, korporatizm gibi muhtelif düşünce akımlarından
ödünç aldığı farklı görüşleri bir araya getirdiğini söyleyebiliriz.
2. Bu düzlemde Enver’in zihninde
“sosyalist devrim”le “İslamî devrim”i birbirine karıştırma eğilimi baş
göstermiş olabilir. Doğulu devrimciler arasında[10] bu iki devrimi örtüştürmek,
İslam ve sosyalizmin öğretileri arasındaki kısmi uyumun üzerinde durulduğu
dönemde epey yaygın bir fikirdi. Birçok Doğulu devrimci gibi Enver de
sosyalizmin Müslüman dünyaya bu açmazdan kurtulması konusunda yardım edeceğini
düşünüyordu (elimizdeki metinler bu hipotezi doğruluyor).
3. Ayrıca, her şeyin ötesinde
Osmanlı ordusunun eski genelkurmay başkanının kişisel hesapları üzerinde
durulmalı. Komünistlerin safına geçen Enver, Sovyetler’in kendisini Türkiye’ye
muzaffer bir komutan olarak dönmesine katkıda bulunacağına inanıyordu. 1921’de
Mustafa Kemal’den iktidarı yeniden alması için gerekli mali ve askeri desteğin
karşılığında kendisinin Anadolu’da Bolşevik paşa olarak çalışma sözü vermiş
gibiydi. İtilaf devletinin elçileri de bu meseleyi epey ciddiye aldılar.
1919-1921 arası dönemde Fransız ve İngiliz dış işleri bakanlıkları[18],
Anadolu’nun sovyetleşmesini acilen ele alınması gereken bir tehlike olarak
görüyorlardı.
Enver Paşa ile ilgili çok sayıda
çalışma kaleme alınmışsa da onun Mondros sonrası yaptıkları pek fazla ele
alınmış bir konu değil. Uzun süredir Türkiye ve Sovyetler Birliği’nde Enver
Paşa meselesini ele alması gereken birçok isim, olayları basit kimi yaklaşımlar
üzerinden değerlendirdi. Burada politik düzlemde ihtiyatlı bir tavrın devrede
olduğuna hiç şüphe yok. İki ülkede de kişiler, konuyla belirli bir
tarafgirlikle yaklaştılar. Ama son dönemde bazı değişimlere tanık olundu.
Türkiye’de açığa çıkan arşiv ve hatırat, İttihatçı liderin hayatının son
yılları konusunda doğru ve detaylı bir görüşe kavuşmamıza imkân sunuyor.
En önemli hatırat, Nisan
1919-Ekim 1922 arası dönemde Doğu Cephesi komutanı olarak çalışan General Kâzım
Karabekir’in[11] hatıratı. Konumu gereği Karabekir, o dönemde İttihatçıların
Rusya’daki faaliyetlerini izleme işinden sorumlu. Kendisi, Trabzon, Batum ve
Bakû’deki ajanları aracılığıyla yürüttüğü bu izleme işini büyük bir şevkle
yapıyor. Sakladığı mektupları, raporları ve muhtelif belge yanında kaleme
aldığı hatıratında tanıklıklarını ayrıntılı bir şekilde aktarmaktan çekinmiyor.
1921-1922’de Kemalistlerin
Moskova büyükelçisi olarak görev yapan Ali Fuad Cebesoy[12] da Enver Paşa ve
destekçilerinin manevraları konusunda epey bilgi sunuyor. Moskova Hatıraları[13]
isimli çalışmasında, sürgündeki İttihatçılara ait çok sayıda mektuba yer
veriyor. Ama ne yazık ki kitabın yazarı, alıntıladığı malzemeyi gelişigüzel ve
özensiz bir biçimde aktarıyor. Bazı metinleri kesip biçtiği, bazılarını
güncellediği, bazılarını da değiştirdiği görülüyor. Bunlar, çok önemli
değişiklikler değil ama gene de bütün çalışmanın doğruluğuna bir biçimde gölge
düşürüyor.
Neyse ki 1944-1945 yıllarında
gazeteci Hüseyin Cahit Yalçın, günlük Tanin gazetesinde Cebesoy’un
aktardığı belgelerin önemli bir bölümünü yayınladı.[14] Böylelikle iki metni
kıyaslama, nerelerin silindiğini, nerelerin değiştirildiğini anlama imkânı
doğdu.[15]
Bu önemli değerlendirmelere ek
olarak, elimizde bir de Halk Şuralar Partisi’nin liderlerinden olan, Enver
Paşa’nın amcası Halil Paşa’nın[16] hatıratı var. Duygusal bir yükle kaleme
alınmış olan bu çalışmada bol miktarda kişisel değerlendirmeye yer veriliyor.
Olayların gerçekleştiği tarihler nedense hiç paylaşılmıyor. Ama gene de
doğruluğuna güvenebileceğimiz kimi olaylardan bahsedilen kitap, Karabekir ve
Cebesoy’un iddialarını teyit eden ifadelere yer veriyor.
Son önemli belge, Şevket Süreyya
Aydemir’in Enver Paşa biyografisi ve Mete Tunçay’ın Halk Şuralar Partisi
programı ile ilgili çalışması.[17] Bu iki çalışma sayesinde Enver Paşa hakkında
çok sayıda yeni gerçeğe vakıf olduk. Türk Tarih Kurumu’nda bulunan Cemal Paşa
arşivini inceleyen Aydemir, bunun yanında başka özel arşivlere de ulaştı ve bu
üç ciltlik kitabında Enver Paşa’yla ilgili önemli belgeleri paylaştı. Mete Tunçay
ise “Bolşevizme yönelen” İttihatçıların politik hedefleri konusunda bilgiler
içeren, çok az insanın haberdar olduğu metinleri ve yayımlanmamış belgeleri aktardı.
Burada Enver’in 1919-1922 arası
dönemde ortaya koyduğu faaliyetleri tespit ederken, bu materyallerin yanında,
İngiliz ve Fransız dışişleri bakanlıklarının arşivlerinden de yararlandık. Bu
inceleme dâhilinde ilgili dönemi beş ana aşamaya ayırdık.
1. Aşama: Bu dönemde sürgündeki
İttihatçılar, Bolşeviklerle temas kurdu ve birer birer Moskova’ya geçti:
Enver’in amcası Halil Paşa, Sovyet başkentine Mayıs 1920’de geldi. Kısa bir
süre sonra ona Cemal Paşa eşlik etti. Moskova’ya geliş tarihini ertelemek
zorunda kalan Enver, şehre ancak 14 Ağustos’ta gelebildi.
2. Aşama: Ağustos-Eylül 1920
arası dönemi kapsayan bu aşamada Enver, Bolşevik liderlerle müzakere yürüttü.
Eylül başlarında Bakû’de düzenlenen Doğu Halkları Kurultayı, bu dönemin
zirvesini teşkil ediyordu.
3. Aşama: Ekim 1920-Şubat 1921
arası dönemi kapsayan bu aşamada Enver, İslam İhtilâl Cemiyetleri İttihadı’nı
kurmak için İtalya ve Almanya’ya gitti. Aynı dönemde bir yandan da
Bolşeviklerden Anadolu’daki direniş hareketini kurtarmak için asker istedi.
Takip eden aylar içerisinde, Mart-Eylül 1921 arası dönemde Enver, Anadolu’yu
yeniden fethetme sürecini organize etti.
4. Aşama: Kemal’e bağlı
askerlerin Sakarya ötesine çekildiği, Yunan ordusunun güçlendiği Temmuz ayı
sonunda Enver, Batum’a gitti. Niyeti, buradan Türkiye’ye geçmekti. Ama
Anadolu’daki güçler, Eylül ayının ilk yarısında zafer kazanınca tüm planları
suya düştü.
5. Aşama: Ekim 1921’den Enver’in
öldüğü Ağustos 1922’ye dek uzanan dönemde Enver’in Bolşeviklerle ilgili görüşü
tümüyle değişti.
Mustafa Kemal’in bu talihsiz
rakibiyle uzlaşmaktan uzak duran Sovyet liderlerinin sırtını döndüğü Enver,
oynadığı oyunun seyrini kökten değiştirdi. Ekim 1921 sonrası komünistlerle
kurduğu ittifaka ihanet etti ve tepki olarak, gidip Buhara’da Sovyet iktidarına
karşı mücadele yürüten Basmacı hareketine katıldı.
İttihatçılar, Bolşeviklerle ilk
temasları muhtemelen 1919’da kurdular.[19] Fakat ne yazık ki bu yakınlaşma
yönünde atılan ilk adımlar konusunda yeterince bilgiye sahip değiliz. Ayrıca
Ağustos 1919-Ocak 1920 arası dönemde gerçekleşen müzakerelerle ilgili bilgimiz
de sınırlı. Bu dönemde Enver Paşa, Berlin’de hapiste olan Karl Radek’le bir
araya geldi.[20] İstanbul’da faal olan Karakol Cemiyeti de Bolşevik sefir Şalva
Elieva’yla buluştu.[21] Bakû’deki İttihatçı militanlar, Türkiye Komünist
Partisi’ni kurdular ve Sovyet Rusya’nın yereldeki temsilcileriyle ilişkiye
geçtiler.
Müzakere süreci, Enver-Radek
arasında gerçekleşen görüşmelerle birlikte başladı. Talat Paşa’nın bir
mektubundan[22] öğrendiğimiz kadarıyla, görüşmeler esnasında Radek,
Anadolu’daki direnişe Sovyetler’in somut destek sunmasını önerdi, bunun
karşılığında İttihatçı liderlerin Müslüman dünyada Bolşevik propagandası
yürütmelerini istedi. Zaten Müslümanlara öncülük etmek gibi bir hayali olan
Enver, bu teklifin cazibesine kapıldı. 1919 sonunda komünistlerle işbirliği
kurulması fikrine tümüyle örgütlendi. Aralık 1919’da Cemal Paşa’ya gönderdiği
mektubunda konumunu gayet iyi özetlemekteydi:
“Bolşevik
dostumuz hapisten çıkartıldı. Birlikte Moskova’ya gitmek zorundayız. Polonya
üzerinden gitmek için izin alabildik. Dostumuz da nihayet bu güzergâhı tercih
etti. Bir doktorla birlikte gideceğim.[23] Bolşevik dostlarımız, görüşmelerimiz
esnasında tartıştığımız fikirlerin çerçevesinde bize yardım etmeyi kabul
ediyorlar. Şu an için benim konumum genel hatlarıyla şu şekildedir:
1.
Müslüman milletleri kurtarmak;
2.
Emperyalist kapitalizmin ortak düşmanımız olması sebebiyle sosyalistlerle
işbirliği kurmak;
3.
Müslüman ülkelerin içişlerini yönetecek olan dini öğretilere uyum sağlaması
şartıyla sosyalizmi benimsemek;
4.
İslam’ı kurtarmak için devrim dâhil mümkün olan tüm baskı araçlarını kullanmak;
5.
Bu konuyla ilgili olarak Müslüman olmayan esir milletlerle de işbirliği kurmak;
6.
İslam toplumu içerisinde tüm toplumsal katmanların gelişimine imkân sağlamak.
Şimdilik
bu kadar. Bundan sonrasında mevcut hâlin yaşayacağı değişim uyarınca hareket
etmek zorunda kalacağız.”[24]
Bu cümleler yorumu hak ediyor.
Öncelikle Enver’deki İslamcılık çekiyor dikkatimizi. Onun Avrupa emperyalizmine
karşı mücadeleye İslam adına öncülük etmek istediği görülüyor. Ama bir yandan
da üçüncü maddenin sahip olduğu önem üzerinde durmak gerekiyor. Zira bu maddede
Enver Paşa, “Müslüman ülkelerin içişlerini yönetecek olan dini öğretilere uyum
sağlaması şartıyla sosyalizmi benimsemek” gerektiği üzerinde duruyor. Buradan
Enver’in aklında komünistlerle taktiksel ittifaktan daha fazlası olduğu
sonucuna ulaşabiliyoruz. Enver, daha da ileri giderek, kendisinin öncülük
edeceği bir tür “İslami sosyalizm”e vurgu yapıyor. Bunu Bolşeviklere doğru
atılmış ilk adım olarak yorumlamak mümkün. İkinci adımsa Ekim veya Kasım
1919’da Şalva Elieva ile Karakol ismini taşıyan İttihatçı teşkilâtın üyeleri
arasındaki müzakerelerde atıldı. Bu görüşmeler konusunda çok az şey biliyoruz.
Ama Şalva Elieva’nın Karakol liderlerini Sovyetler’le karşılıklı yardım
anlaşması imzalamaya ikna ettiğine dair elimizde kimi işaretler var.[25]
Sonrasında, 1919 yılının sonunda bu anlaşma metnine son hâlini vermek amacıyla
Baha Sait Bakû’ye gidiyor.[26] Karakolcuların Rusların sundukları fırsattan
istifade etme konusunda bu kadar hevesli olmasına şaşırmamak gerekiyor.
Esasında sosyalistlerle ve beynelmilel işçi sınıfıyla anlaşmayı öngören proje, 1918
yılının sonundan beri yürürlükte olan programlarının ana maddelerinden
biri.[27]
Bakû’de hazırlanan ve 11 Ocak
1920[28] günü Baha Sait tarafından imzalanan belge, sadece Avrupa
emperyalizmine karşı verilen mücadeleyi güçlendirmeyi değil, aynı zamanda,
anlaşmaya taraf olan ülkelerin devrimci çabalarına destek vermeyi amaç edinmiş,
savunma ve saldırı esası üzerine kurulacak ittifakın ana zeminini teşkil
etti.[29]
Bu süreçte İttihatçılar, Müslüman
dünyayı Batılı güçlere karşı kışkırtma ve nüfuz alanlarında komünizmi yayma
işini üstlendiler. Bunun karşılığında Ruslar, silâh, cephane ve para verdiler.
Ayrıca, antiemperyalist mücadeleye katılan İslam milletlerinin politik ve
ideolojik bağımsızlıklarının güvence altına alınacağını duyurdular. Bunun
yanında, Türkistan ve Dağıstan’da kurulan sovyetlerin tanınmasını talep
ettiler. Bakû’ye gelen İttihatçılar da Gürcistan, Azerbaycan ve Ermenistan’da
sovyet iktidarının kurulmasına katkı sunma sözü verdiler.
Enver’in yukarıda aktardığımız
mektubuyla kıyaslandığında Bakû’de imza edilmiş olan anlaşma, İttihatçıların
konumunun radikalleştiğini net bir şekilde ortaya koyuyor. Artık mesele,
İslam’ı sosyalistleştirmek değildi. Bolşevizme bağlanmaktı. İttihatçılar, bu
süreçte Sovyet rejimini Müslüman ülkelerde savunmakla ve fikirlerini yaymakla
suçlandılar. Komünistlerin Türkistan’ı ve tüm Kafkasya’yı ve Transkafkasya’yı
almasına rıza göstermek durumunda kaldılar. Hatta program metninde kimi
maddeler, bilhassa ilk iki madde, Anadolu’nun da sovyetleştirilmesini
öngörüyordu. Bu anlamda, Cemal Paşa’ya gönderilen mektuptaki tam ne dediği
belli olmayan ifadelerden çok farklı bir içeriğe sahipti. Karakol liderlerinin
Enver’in düşünce dünyasının ötesine geçmeleri mümkün değildi. Berlin’de sunulan
önerilerin Bakû’deki anlaşmada gündeme gelen uç görüşleri bir biçimde
içerdiğine hükmedebiliriz.
Bolşeviklere doğru atılmış üçüncü
adımsa 1920’nin başında Bakû’de kurulan Türkiye Komünist Partisi’ydi.[30] Bu
partinin liderleri, Azerbaycan’a sığınmış olan, herkesin bildiği
İttihatçılardı: Enver’in amcası Halil Paşa ve Talat Paşa’dan ayırmak için
İttihatçıların “Küçük Talat” dediği kişi[31], Baha Sait, Fuad Sabit[32] bu
isimler arasında bulunuyordu. Ayrıca, çoğunluğu Osmanlı subayı olan kişiler de
lider kadrosunda yer almaktaydı. Bu adamların amacı, Baha Sait’in 11 Ocak’ta
imzaladığı anlaşmadaki hükümleri uygulamaya koymaktı. Kısa vadede Azerbaycan’da
komünistlerin zaferinin güvence altına alınması amaçlandı.[33] Uzun vadede ise
bu adamlar, Kızıl Ordu ile Anadolu’daki askerler arasındaki temasların rahatça
kurulmasını sağlamak amacıyla Gürcistan ve Ermenistan’ın sovyetleştirilmesini
istediler.[34] Bu amaç doğrultusunda Halil Paşa ve arkadaşları, aynı yılın ilk
birkaç ayında yereldeki Bolşevik komiteleriyle görüşmeler gerçekleştirdiler. Kemalist
güçler için yürüttükleri faaliyetler dâhilinde Moskova’yla doğrudan yürütülecek
müzakereler için gerekli zemini teşkil ettiler.
İdeolojik düzlemde Bakû’de
kurulan parti, komünizme epey olumlu yaklaşıyordu. Bizim kanaatimize göre bu
parti, Rusları kandırmak için kurulmuş, göstermelik bir kurum değildi. Bilâkis,
o öğreti düzeyinde sahip oldukları saflık ve hamlık sebebiyle Bakû’deki
İttihatçılar, Bolşevizmin Türkiye’ye taşınması ihtimaline samimiyetle ikna
olmuşlardı.[35] Ayrıca, Mayıs 1920 sonunda Bakû’ye gelen Mustafa Suphi’nin[36]
partiyi tasfiye etmek yerine basit bir tasfiye işlemiyle yetinmesinin de
sürecin seyri konusunda çok şey söylediğini görmek gerekmektedir.[37] Eğer
Ruslar, Halil Paşa’nın TKP’sinin düzmece ve sahte bir parti olduğunu
düşünselerdi, eski teşkilât hemen yok edilir, yerine tümüyle yeni temeller
üzerinde yeni bir parti kurulurdu. Bunun yerine, sadece yoldan çıkmış isimler
atıldı, Fuad Sabit ve eski vali Salih Zeki Zor, yeni liderlik kadrosu
içerisinde sahip olduğu önemli konumu bir biçimde muhafaza etti. Ayrıca, sıkı
bir İttihatçı olan Küçük Talat bile yayın sorumluluğu görevine devam etti. Oysa
“Küçük Talat, Mustafa Suphi’nin toplumsal devrime dair görüşlerini paylaşmayan
bir isimdi.”[38]
Mustafa Suphi’nin İttihatçılara
yönelik hoşgörülü tutumu, 1920 yılı itibarıyla İttihatçıların solda olduklarını
ortaya koyuyor. Bu anlamda, İttihatçıların kurduğu TKP, Enver’in birkaç ay
sonra kuracağı Halk Şuralar Partisi’nin bir tür taslağı olarak görülebilir.
Hatta bizim kanaatimize göre TKP
ile Halk Şuralar Partisi arasında doğrudan bir bağ var. Azerbaycan’da bulunan
İttihatçılardan oluşan bir ekibin Enver’in taslağını hazırladığı metni
geliştirip Mesai adı altında yayımladıklarını, bunun Halk Şuralar
Partisi’nin programının ana çerçevesini içerdiğini söylemek mümkün. Bu anlamda,
Mustafa Suphi öncesi TKP içerisinde birikmiş olan deneyimin yeni partinin
kuruluşunda önemli bir oynadığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Yukarıda bahsi edilen temasların
ardından İttihatçılar, Mayıs 1920’de Bolşeviklerle bir dizi görüşmeyi içeren
süreci başlattı. Bu sefer Moskova’da düzenlenen zirveye bizzat katıldılar.
Halil Paşa, Cemal Paşa ve son olarak Enver Paşa, Moskova’ya gitti. Berlin’de
İngilizlerle son kez görüşen Enver[39], Almanların Ruslarla iyi ilişkileri
sayesinde Moskova’ya gitme imkânı buldu. Ağustos ortalarında Rusya’ya ulaşan
Enver, 1-8 Eylül tarihleri arasında Bakû’de düzenlenen Doğu Halkları
Kurultayı’na vakitlice katıldı. Kemalistlerin öncülük ettiği direniş adına
hareket eden Halil, Sovyetler’den silah, cephane ve altın para aldı.[40] Cemal
Paşa, Afgan ordusunun modernizasyonu görevi dâhilinde Sovyetler’in ilgisini ve
desteğini gördü.[41] Ayrıca, sadece Anadolu’nun yabancı işgalcilere karşı elde
edeceği zaferi değil, ayrıca Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu “iç devrim”i güvence
altına alacak askeri ve mali katkıyı talep etti.
Elimizde, Enver’in 1920 yılının
Ağustos ayının ikinci yarısında geliştirdiği planları açıklığa kavuşturan iki
önemli mektup var: 20 Ağustos tarihli olan ilk mektup Cemal Paşa’ya; 26 Ağustos
tarihli olan ikinci mektupsa Mustafa Kemal’e yazılmış. Enver’in Cemal Paşa’ya
yazdığı mektubun özeti şu şekilde:
“İslam
İhtilâl Cemiyetleri Teşkilâtı’nı kuracağım. Şu an Berlin’de olan teşkilât
temsilcilerini sürece dâhil edeceğim. Niyetim, teşkilâta askeri bir boyut
kazandırmak. Yani ben, esasında bugün bahar aylarında Anadolu’daki cephelerin
yardımına koşacak Müslüman müfrezelerini kurmak istiyorum.”[42]
Aynı husus, Mustafa Kemal’e
gönderilen mektupta da dile getiriliyor ama bu sefer Anadolu’nun kurtarılması
için görevlendirilecek Müslüman müfrezelerinden bahsetmiyor. Bir rakibine hitap
ettiğini bilen Enver, onun İttihatçıların gidişata el koyma ihtimali konusunda
endişeye kapılmasını istemiyor:
“Moskova’ya
ülkemize yardım edecek Müslüman teşkilâtını kurmakla ilgili görüşle geldim.
Tanıştığım Sovyet liderleri planlarıma onay verdiler. İlkesel düzeyde Ruslar,
İngiltere’ye karşı mücadele eden devrimci hareketleri, bu hareketler komünizm
görüşü dışında olsalar bile, desteklemeyi kabul ediyorlar. [...] Berlin’deyken
Müslümanlar arasında İtilaf Kuvvetleri’ne düşman kimi hareketlerin açığa
çıktığını gördük. Bu hareketler örgütsüz ve mali destekten yoksun, bu sebeple
biz, meseleyi dostlarımız arasında tartıştıktan sonra bu hareketleri bir araya
getirmeye karar verdik. Muhtelif Müslüman ülkelerin temsilcileriyle, bilhassa
Hindistan temsilcisi Mehmet Ali’yle temas kurduk. Bu tartışmaların ardından, hareketin
tek bir merkezden yönetilmesine ve tüm ülkelerden gelecek delegelerden oluşan
bir birliğin oluşturulmasına karar verdik. Sonrasında ben, bu işlerin Rusya’dan
yürütülmesi durumunda daha verimli olacağını düşündüm. Bu sebeple, Moskova’ya
varır varmaz teklifimi kabul eden Dışişleri Bakanlığı ile görüştüm. Sonuç
olarak birliğin üyelerine mektup gönderip buraya gelmelerini istedim.”[43]
Bu mektup, Berlin teşkilâtına
dair birçok detayı sunuyor. Ama gene de insan, Enver’in Mustafa Kemal’e caka
satmak adına olan biteni abartıp abartmadığını, yaptıklarını süslemeye çalışıp
çalışmadığını merak ediyor. Gerçekten de döneme dair tanıklıklar[44], bu
teşkilât konusunda farklı bir resim sunuyor. Görebildiğimiz kadarıyla ortada
boş laflar edip kahve içen ve Doğululardan oluşan bir çevreden başka bir şey
yok. Gerçek bir devrimci birliğin olmadığı görülüyor. Enver’in “delege” lafıyla
allayıp pulladığı aktif üyelerin sayısı ise altıdan fazla değil.[45]
Bir de “Rusların İngiltere’ye
karşı mücadele eden devrimci hareketleri, bu hareketler komünizm görüşü dışında
olsalar da desteklediği”yle ilgili ifadesine bakmak gerekiyor. İlgili bağlama
yerleştirildiğinde bu cümleyle Enver, kendisini “komünizm görüşü dışında” gören
yaklaşımları destekliyor. Böylece 1919 yılının ortalarından beri, bilhassa
Bakû’deki TKP aracılığıyla, Bolşeviklere yönelik geliştirilmiş yaklaşımları
redde tabi tutan bir tavır içine giriyor. Ama aslında burada Enver, bir
numaraya başvuruyor. Mustafa Kemal’i ve İttihatçıları kendisinin tümüyle sola
kaymadığı konusunda ikna etmeye, en azından, onların güvenini kazanmaya
çalışıyor.
Oysa gerçekte süreç çok farklı
işliyor. Enver, Bolşeviklerden uzaklaşmak şöyle dursun, onlarla arasındaki
bağları daha da güçlendiriyor. Bu noktada Doğu Halkları Kurultayı’nın dördüncü
oturumunda yaptığı açıklama özel bir öneme sahip.[46] Üçüncü Enternasyonal’e
emperyalizme ve dünya kapitalizmine karşı mücadelede öncü rolü Üçüncü
Enternasyonal’e verdikten sonra Enver, öğretiyle alakalı meseleleri ele alıyor:
“Bizi
Üçüncü Enternasyonal yönüne döndüren neden, yalnız başladığımız mücadelede
destek bulma isteği değildir. Herhalde, nedeni ilkelerin yakınlığıdır. Devrimci
gücümüzü her zaman halktan, halkın ezilen bölümünden, köylüden aldık. Fabrika
işçilerimiz güçlü olsalardı, önce onların sözünü ederdim. Fakat onlar bizimle
birlikti. Ruhen ve bedenen bizimle çalıştılar. Bu, bugün de böyledir. Böylece,
halkın ezilenler grubuna dayandık. Ve onun acısını duyarız, onunla yaşar ve
onunla birlikte ölürüz. [...] Fabrika işçilerimiz güçlü olsalardı, önce onların
sözünü ederdim. Fakat onlar bizimle birlikti. Ruhen ve bedenen bizimle
çalıştılar. Bu, bugün de böyledir. Böylece, halkın ezilenler grubuna dayandık.
Ve onun acısını duyarız, onunla yaşar ve onunla birlikte ölürüz. Yoldaşlar,
savaşa [...] karşıyız. Ve bu yüzden sürekli barış elde edebilmek için, Üçüncü
Enternasyonal’le birlikte yürüyoruz. [...] Yoldaşlar, emekçilerin mutluluğunu
istiyoruz, yani, yabancı ya da yerli, başkalarının kazancından hileyle
faydalanan fırsatçıların karşısındayız. Onlarla ilişkilerde acımasız davranmak
gereklidir. Tarım ve endüstrinin büyük ölçüde gelişerek, ülkemizin bu genel
mesainin meyvelerinden faydalanmasını istiyoruz. Ekonomik sorunla ilgili
düşüncemiz de budur. Yoldaşlar, yalnız yaratıcı halkın mutluluk ve özgürlüğe
erişebileceğine inanıyoruz. Temel bilginin çalışma ile birleşerek gerçek
özgürlüğü teminat altına almasını, ülkemizin böyle aydınlanmasını diliyoruz.”[47]
“Halkın ezilen bölümü”ne verilen
öncelik, baskı altındaki milletlerin kendi politik kaderlerini tayin etme
hakkına yapılan vurgu[48], barış yanlılığı, Ekonomik zenginliğin eşit
dağıtılması, eğitimin her yere yayılması gibi başlıklar üzerinden görülüyor ki
Enver, Bolşevik propagandanın dilini kendince taklit ediyor. Ama tabii açıklamasında
her şey net ve açık değil. Görüşleri genel manada muğlâk. Özellikle “ezilen
halklar” ifadesiyle neyi kastettiği açık değil. Aynı belirsizlik ekonomi
meselesine dair önerilerinde de söz konusu. Demek ki karşımızda, sosyalizme
ulaşmak için daha yürümesi gereken çok yolu olan ama Türk milliyetçilerinin sevdiği
popülizme epey yakın duran biri var.
Ama gene de Enver’de sola kayış
aşikâr. Daha önce de dile getirdiğimiz biçimiyle, Bakû’deki fırtınalı ortama
dalarken zerre tereddüt yaşamadı. Eskiden gösterdiği ihtiyatlı tavrı terk etti
ve esasen İttihatçıların kurduğu, sonradan Mustafa Suphi’nin yönetimine giren
TKP’nin ve belki de Doğu Halkları Kurultayı’nda tanıştığı[49] Sultan Galiyev’in
etkisi altına girerek, komünist öğretilerden ilham alan bir programa sahip yeni
partinin kuruluş süreci içine girdi.[50]
Sonradan Mete Tunçay’ın
yayımladığı[51] Mesai isimli metnin Enver’in Bakû’de hazırladığı program
olup olmadığı konusunda maalesef net bir bilgimiz yok. Tek bildiğimiz, Mesai’nin
1920 yılının son ayları içerisinde hazırlandığı ve büyük ölçüde İttihatçılara
dağıtıldığı.[52] Eksik bilgilere rağmen bugün metnin Enver’e ait olduğunu
söyleyebiliyoruz. Zaten Bakû’deki İttihatçılar da metni yazarına itibar ederek okuyorlar.
Ayrıca, Mesai ile 1921’de
Enver’in hazırladığı Halk Şuralar Partisi programı arasında birçok benzerlik
söz konusu. Burada bir de İttihatçıların Eylül 1921’de Batum’da düzenledikleri
kongrenin tutanaklarında da iki program arasında bağ kurduğundan söz etmek
gerekiyor.[53] Demek ki Mesai’nin arkasındaki isim Enver Paşa.[54]
Mete Tunçay’ın yayımladığı
metinde Enverci programın iki ana bölümden oluştuğu görülüyor: “Meslek ve Gaye”
başlıklı bölüm öğretiyle alakalı meseleleri ele alıyor. İkinci bölümse Türkiye
için hazırlanmış anayasa taslağına ve hükümet programına yer veriyor. Burada ülkenin
idari örgütlenmesi, kamu düzeni, ekonomi, maliye, toplum politikası, eğitim,
adalet, sağlık, ordu, vakıf sistemi ve göçle ilişkili tedbirler gibi başlıklara
rastlanıyor.
Bu epey uzun olan metinde esas
olarak olası yanlış anlama çabalarını içeren ilk bölüme odaklanmak gerekiyor. İkinci
sayfadan itibaren Bolşevizmden bahseden yazarlar[55], takip eden sayfalarda sosyalizmi
yücelten ifadelere yer veriyorlar. Kabul etmek gerekir ki sosyalist teori
açısından bakıldığında, kimi değerlendirmelerin tartışmalı olduğu tespit
edilmeli.
Örneğin Osmanlı toplumunu halk ve
bürokrasi diye iki sınıfa bölen yaklaşımın[56] Marksizme aykırı olduğunu
söylemek gerekiyor. Aynı şekilde, meslekler üzerine kurulu proleter toplum
anlayışı da sorunlu: Mesai isimli çalışmada karşımıza çıkan korporatizm,
toplumsal devrim modelinden çok eski çağın örgütlenme yapısına benziyor.[57] Ama
gene de öğreti düzeyinde sahip olduğu hamlıklar ve yavanlıklara rağmen metnin
komünistlere sıcak baktığı ve onlara seslendiği gerçeği üzerinde durmak
gerekiyor.
“Metnin komünist tezleri küresel
düzeyde karşılığı olan gerçekler olarak görüp tartışmaya bile gerek duymadan
benimsiyor” diyemeyiz. Bilâkis, Mesai’nin yazarları, Türkiye’ye özel ve özgü
bir yol tarif etmek istiyormuş gibi görünüyorlar. Bu anlamda, hem milli hem de
dini gerçekliği dikkate alıyorlar.
Milli bağımsızlık enternasyonalizme
uzanan yolda atılacak en önemli adım olarak sunuluyor.[58] İslam öğretisi
sosyalizmle eşitleniyor.[59] Neticede hilafeti muhafaza etmeyi öngören metin
Sultan’ın egemenliğini tanıyor.[60] Tüm bu tuhaflıklarına karşın Mesai, komünist
modele ciddi bir itiraz yöneltmiyor. Bu bağlamda, Sovyetler’deki kurumlara
verilen önem üzerinde duruluyor. Ekim Devrimi’nden beri “Sovyet” sözcüğünün
karşılığı olarak kullanılan “Şura” sözcüğü, metinde sıklıkla karşımıza çıkıyor.[61]
Bizce Mesai ile birlikte
Enver ve destekçileri iki özel amaç doğrultusunda hareket ediyorlar:
1. Enver ve destekçileri, kimi
şerhler ve ideolojik yaklaşımlar dile getiriyor olsalar da Bolşevizm davasına
örgütlendikleri gerçeğinin altını çizmek istiyorlar. Bu anlamda tekrarlamakta fayda
var: Enverciler, komünizmi tüm anlam ve sonuçlarıyla birlikte benimsedikleri
iddiasında değiller, bilâkis, onlar, Türk ve Müslüman gerçekliğiyle uyumlu bir
öğreti geliştirmenin gerekli olduğunu ısrarla dile getiriyorlar. Özetle,
Enverciler, her iki tarafı birleştirmeyi umut ediyorlar. Bu noktada hem Bolşeviklerin
güvenini kazanmak hem de milliyetçi akımların güvenini bir biçimde muhafaza
etmek istiyorlar.
2. Envercilerin ikinci amacı,
Mustafa Kemal’e yönelik muhalefetin dil bulacağı bir kürsü oluşturmak. Mesai’de
Ankara’daki mecliste faal olan Halk Zümresi isimli muhalefet grubunun üzerinde durduğu
konu başlıklarına rastlamamız kesinlikle tesadüfi değil. Zira bahsi edilen
muhalefet grubu, esas olarak İttihat ve Terakki Komitesi’nin eski üyelerinden
oluşuyor ve bu üyeler, yurtdışında olan İttihatçılarla güçlü ilişkilere
sahipler.[62] Bizim hipotezimize göre, Eylül 1920’de Mesai’nin yazıldığı
günlerde Ankara’daki meclis yoğun bir faaliyet içerisinde. Bu dönemde önemli
anayasal reformlar kabul ediliyor.[63] Buradan Mesai’nin yazılmasındaki
niyetin ilgili reformların gündeme gelmesiyle birlikte tetiklenen tartışmaların
yaşandığı bağlam dâhilinde Halk Zümresi’nin savunduğu tezlere öğreti düzeyinde
destek sunmak olduğunu söyleyebiliriz. Fakat bu kısa vadeli hedefin yanında,
metni yazan Enver’in ve destekçilerinin uzun vadeli bir başka hedefi daha var: Solda
duran ve Kemalist iktidara alternatif olan bir yapı inşa etmek.
-devam edecek-
Paul
Dumont
Meudon, 1975
Kaynak
Dipnotlar:
[1] Mondros Ateşkes Anlaşması, Türk ordusunun hızla seferber edilmesini, tüm
savaş gemilerine el konulmasını, Suriye, Trablus ve Mezopotamya’daki Osmanlı
garnizonlarının teslim olmasını şart koşuyordu. Ayrıca bu ateşkes sayesinde
Müttefik Kuvvetler demiryollarının kontrolünü ele geçirdiler, Çanakkale ve
İstanbul boğazlarını, bunun yanında, Batum ve Bakû gibi bir dizi stratejik
noktayı işgal ettiler.
[2] İttihat ve Terakki Komitesi’nin
liderlerinden olan Talat Paşa, 1908 devrimi sonrası içişleri bakanlığı yaptı.
1917’de başvezir oldu. 14 Ekim 1918’de ateşkes görüşmelerinin rahatça
yürümesini sağlamak adına İttihatçı kabinesiyle birlikte istifa etti. İslam
Ansiklopedisi’nde hayat hikâyesi aktarılmaktadır. Ayrıca bkz.: M. K. İnal, Son
Sadnazamlar, Istanbul, 4. Baskı, s. 1933.
[3] Cemal Paşa (1872-1922) 1913’ten
itibaren Osmanlı İmparatorluğu’nu yöneten üç isimden biridir. İttihat ve
Terakki Komitesi icra kurulunun üyesi olan Cemal Paşa 1911’e Bağdat valisi
olarak atandı, ardından, 1913 yılında İstanbul’un valisi oldu. Kabineye bayındırlık
bakanı olarak dâhil oldu. Ardından, Şubat 1914’te donanma bakanı (bahriye nazırı)
oldu. Bu görevlerine bir de Şam’daki Dördüncü Ordu komutanlığını da ekleyen
Cemal Paşa, 1915 ve 1916’da Mısır’ı İngilizlere karşı ayaklandırmak için
uğraştı. Ama Arap coğrafyasında yürüttüğü bu politikanın gerçek dışı olduğu
görüldü. Hayat hikâyesi için D. A. Rustow’un İslam Ansiklopedisi için yazdığı
makaleye bakılabilir.
[4] 1908 devriminin kahramanı
olarak Enver Paşa (1881-1922) tuğgeneral oldu, Ocak 1914’te Said Halim Paşa
kabinesine harbiye nazırı (savaş bakanı) olarak girdi. Aynı yılın Mart ayında padişahın
yeğeni Naciye Sultan’la evlenen Enver Paşa, kısa sürede yükseldi. Almanya-Osmanlı
ittifakının gerçek mimarı olan Enver Paşa, Osmanlı’yı Almanya lehine savaşa
sokan kişiydi. Sonuçta, Mondros Ateşkesi sonrası Osmanlı’nın yüzleştiği yıkım
sürecinin ana sorumlusu olarak görüldü. Enver Paşa’nın detaylı hayat hikâyesi
için D. A. Rustow’un İslam Ansiklopedisi’ndeki makalesine bakılabilir. Ayrıca
1914 öncesi dönemin kısa bir tahlili için bkz.: Feroz Ahmad, The Young
Turks. The Committee of Union and Progress in Turkish politics, 1908-1914,
Londra, 1969. D. A. Rustow, 1960’tan önce Türkçede yayımlanan çalışmaları
aktarıyor. Bu tarihten önceki çalışmalar içerisinde şu kitap öne çıkıyor:
Şevket Süreyya Aydemir, Enver Paşa, İstanbul, 1970-1972, 3 Cilt.
[5] Şevket Süreyya Aydemir, bu üç
paşanın yanındaki isimlerin arasında Dr. Nazım’ın, Dr. Bahaeddin Şakir’in, eski
Konya valisi Mehmed Cemal Azmi’nin ve İstanbul emniyet müdürü Bedri’nin
bulunduğunu söylüyor (A.g.e., III. Cilt, s. 497). Diğer İttihatçılar,
ülkeyi kısa süre sonra terk ediyorlar. İtalya, İsviçre, Almanya, ayrıca
Azerbaycan’da göçmenlerden oluşan ekipler kuruyorlar.
[6] Enver Paşa, bir süre Kırım’da
kaldı. Kafkasya’ya geçmek için yol aradı. Ama Karadeniz’deki fırtına onun geri
dönmesine neden oldu. Buna karşın, 1918 sonunda Kafkasya’da Enver Paşa’nın
bölgede olduğuna dair dedikoduların her yana yayıldığını görüyoruz.
[7] Almanya, “suçluların iadesi
talebi”ne yönelik olumsuz cevabını ilgili makamlara 30 Nisan 1919’da iletti. Konuyla
ilgili olarak bkz.: Y. H. Bayur, Türk İnkılâbı Tarihi, Ankara, 1967, III
(4), s. 781-783.
[8] Talât Paşa, 15 Mart 1921’de
Berlin’de suikast sonucu öldürüldü. Cemal Paşa, aynı kaderle Temmuz 1922’de Tiflis’te
yüzleşti. Enver Paşa ise 4 Ağustos 1922 günü Sovyetler’e ait bir makineli
tüfekten çıkan kurşunla öldürüldü.
[9] Kemalistlerin Sovyetler’e
gönderdiği ilk resmi heyet Mayıs 1920’de Moskova’ya vardı, ancak Türkiye’ye
bağımsızlık konusunda istediği tüm güvenceleri veren Türkiye-Sovyetler dostluk
anlaşması ancak 16 Mart 1921 günü imzalanabildi. Bu uzun süren müzakere süreci,
Müttefik Kuvvetler nezdinde ciddi endişelere yol açtı. Bu konuyla ilgili olarak
bkz.: the Archives of the French Ministry of Foreign Affairs (AMAEF), series E,
Levant 1918-1929, Turkey, Dosya 278.
[10] İslam’la sosyalizmi örtüştürme
girişimi konusunda öne çıkan isimlerden biri de Sultangaliyev’di. Ateist olmasına
rağmen İslam’ın “demokratik ve ileri yönleri”ne işaret eden Sultangaliyev, sosyalistlerle
Müslümanlar arasında tesis edilecek kalıcı işbirliğine dair bir tahayyüle sahipti.
Konuyla ilgili olarak bkz.: A. Bennigsen ve Ch. Quelquejay, Les mouvements
nationaux chez les Musulmans de Russie, Paris-La Haye, Mouton, 1960.
[11] K. Karabekir, İstiklâl Harbimiz,
İstanbul, Türkiye Yay., 2. Baskı, 1962 ve ayrıca bkz.: İstiklâl Harbimizde
Enver Paşa ve İttihat Terakki Erkânı, İstanbul, Menteş, 1967.
[12] Bir muvazzaf subay olarak
Ali Fuad (Cebesoy) Batı Cephesi’ndeki Anadolu güçlerinin komutanı olarak
bağımsızlık mücadelesinde önemli bir rol oynadı. Ali Fuad, Mart 1920’de
Eskişehir’i alan kişiydi. İstanbul hükümetinin ricası üzerine, Kasım 1920’de
cephedeki görevinden alınıp Bolşeviklerle yürütülen müzakerelerde
görevlendirildi. Türkiye-Sovyetler Dostluk Anlaşması 16 Mart 1921’de, onun
Moskova elçisi olduğu dönemde (Şubat 1921-Mayıs 1922) imzalandı.
[13] A. F. Cebesoy, Moskova Hatıraları,
İstanbul, Vatan Neşriyat, 1955.
[14] “Tarihi Mektuplar”, Tanin,
15 Ekim 1944-1 Nisan 1945.
[15] Bu anlamda, Tanin
gazetesinde yayınlanan “Tarihi Mektuplar”a ihtiyatla yaklaşılmalı. H. С. Yalçın,
1944 yılında hâlen daha hayatta olan bazı kişilerin hassasiyetlerini gözeterek
bazı yerlerin kesildiğini kabul ediyor. Son olarak Sami Sabit Karaman’ın
hatıratına da bakılabilir: İstiklâl Mücadelesi ve Enver Paşa, İzmit,
1949. Bu çalışmada da mektuplara atıfta bulunuluyor.
[16] Bitmeyen Savaş.
Kutûlamare Kahramanı Halil Paşa’nın Anıları, Yayına Hz.: M. T. Sorgun, İstanbul,
Yedi Gün Yay., 1972. Halil Paşa (1881-1957) iyi bir subaydı. 1916’da elde ettiği
zafer sırasında 13.000 adamıyla birlikte Irak’ın Kutûlamare şehrinde General
Townshend’i ele geçirdi. Sonrasında Doğu Ordusu’na komuta etti. Ordu Eylül 1918’de
Bakû’yi işgal etti. Batum’da gözaltına alınıp İstanbul’a getirilen Halil Paşa,
Mondros Ateşkes Anlaşması’nın imza edildiği günün ertesi kaçmayı başardı (Ağustos
1919). Anadolu’ya geçip Mustafa Kemal’in emrine girdi. İttihatçılığından taviz
vermediğini gören ve bu hâlini kaygıyla karşılayan Mustafa Kemal onu Kafkasya’ya
gönderdi. Burada Bolşeviklerle birlikte çalıştı. Sürgün yılları boyunca Halil
Paşa’nın Mustafa Kemal’in siyasetinden çok Enver Paşa’nın siyaseti için
çalıştığını görüyoruz. Bunun sonucunda, 1923’te ülkeye dönen Halil Paşa ordudan
ve siyasetten dışlandı ve erkenden emekli edildi.
[17] S. S. Aydemir, A.g.e.;
M. Tunçay, Mesaî. Halk Şuralar Fırkası Programı. 1920, Ankara, 1972, Publication
de la Faculté des Sciences politiques.
[18] Fransız dışişleri bakanlığının
yaklaşımı konusunda E serisi içerisinde yer alan dosyalardan faydalandık:
Levant 1918-1929, Turkey. İngiliz arşivleri konusunda ise İngiliz Dışişleri
Bakanlığı Arşivi’ni kullandık (FO): Seri 371, Dosya 4141. Ele aldığımız dönemde
İtilaf Kuvvetleri’ne mensup ülkelerin başkentleriyle Moskova ve Ankara arasında
doğrudan diplomatik ilişki kurulamadığı için bu arşivlerde kimi doğal boşluklara
rastlanıyor. Ama bir yandan arşivler faydalı kimi verileri de içeriyor. Bunların
fazla meraklı muhbirlerin dedikodularından ayrıştırılması gerekiyor.
[19] 25 Mart 1919 gibi erken bir
tarihte Fransız bir diplomat dışişleri bakanlığına şu mesajı gönderiyor: “Önemli
bir kaynaktan gelen bilgiye göre, Enver Paşa ve partisinin elinde şuan 36
milyon sterlin var ve bu parayı Bolşevik propagandası için kullanmayı düşünüyorlar.”
(AMAEF, ser. E, Levant 1918-1929, Turkey, Dosya 278, f. 35). Nisan 1919’da
Enver’in uçakla Moskova’ya gitmeye çalıştığını biliyoruz. Bkz.: S. S. Aydemir, A.g.e.,
Cilt III, s. 521.
[20] Karl Radek’in otobiyografisi
için bkz.: G. Haupt ve J.-J. Marie, Les Bolcheviks par eux-mêmes, Paris,
Maspero, 1969, s. 338; ayrıca bkz.: O. E. Schüddekopf, “Karl Radek in Berlin”, Archiv
für Sozialgeschichte, II, 1962, s. 87-166. Ayrıca Radek’in ismi bu dönemde
İttihatçılar arasındaki yazışmalarda da sıklıkla karşımıza çıkıyor: Bkz.: “Tarihi
Mektuplar”, Tanin.
[21] Karakol isimli gizli
teşkilât, Mondros Ateşkesi’nden kısa bir süre sonra kuruldu. Düşmana karşı
verilen milli direnişin ilk tezahürlerinden biriydi. Eski İttihatçılar olarak
Karakol üyeleri sürgündeki paşalarla, özellikle Enver Paşa’yla temaslarını hiç
kopartmadılar. Bu teşkilâtla ilgili olarak bkz.: T. Z. Tunaya, Türkiye’de Siyasi
Partiler. 1859-1952, İstanbul, 1952, s. 520-523. Dışişleri bakanlığına ait
bir belge, ta Eylül 1919’da İstanbul’da Bolşeviklerin faaliyet yürüttüğünü
teyit ediyor (konuyla ilgili olarak bkz.: Dr. S. R. Sonyel, “Orgeneral Kâzım Özalp’ın
Anıları ile İlgili Bir Açıklama”, Belleten, XXXVII, 146, Nisan 1973, s.
231-234). Bu heyetin başındaki isim olan Şalva Elieva (1885-1937), Bolşevik
Parti’ye uzun süredir hizmet eden bir militandı. Pravda’da yazıları çıkan
Elieva, St. Petersburg’daki öğrenci grupları içerisinde ajitasyon çalışmaları
yürütüyordu. Çarlık döneminde yürüttüğü bu faaliyetlerine bağlı olarak birkaç
kez hapse girdi, sürgüne gönderildi. Ekim Devrimi sonrası Vologda Sovyeti’ne
başkanlık eden Elieva, İkinci Tüm Rusya Sovyetleri Kongresi heyetine seçildi.
1919-1921 arası dönemde Doğu Cephesi’nde ve Türkistan’da faal olan Kızıl Ordu
Devrimci Konseyleri üyeliği yaptı. Sonrasında partinin üst kademelerine
yükseldi. Stalin’in yürüttüğü tasfiye sürecinin kurbanı olarak 1937’de hapiste
öldürüldü. Karakol Cemiyeti’yle ilişkisi konusunda bkz.: A. F. Cebesoy, A.g.e.,
s. 60.
[22] A. F. Cebesoy, Milli Mücadele
Hatıraları, İstanbul, Vatan neş., 1953, s. 42.
[23] Burada bahsi edilen “Doktor”,
Dr. Nazım’dı (1870-1926). Dr. Nazım, İttihat Terakki Partisi merkez komitesi
üyeliği yapmış, 1918’de Kamusal Eğitim Bakanlığı görevini üstlenmiş bir isimdi.
Mondros sonrası ülkeden kaçan paşalara eşlik etti. Mustafa Kemal’e karşı “komplo”
kurduğu gerekçesiyle 1926’da idam edildi.
[24] Tanin, 16 Ekim 1944; Aynı
metin kimi ihmal edilebilir değişikliklerle şurada yeniden yayımlandı: S. S.
Aydemir, A.g.e., III, s. 520.
[25] Bkz.: K. Karabekir, İstiklâl
Harbimiz, s. 581-582, Karabekir’in 13 ve 14 Nisan 1920’de Mustafa Kemal’e
gönderdiği mektuplar. Ancak burada şu hususu ifade etmek gerekiyor: Türkiye-Sovyetler
arasında kurulan ilk temasların üzerindeki örtü hâlen daha kaldırılabilmiş
değil. Bu konuyla ilgili olarak bkz.: M. Tunçay, Türkiye’de Sol Akımlar. 1918-1925,
Ankara, Bilgi, 2. Baskı, 1967, s. 68, dipnot. 6.
[26] Subaylıktan emekli olmuş bir
isim olarak Baha Sait (ö. 1936) Karakol Cemiyeti’ne can veren en önemli
isimlerden birisidir. Bakû’de kaldığı dönemde TKP’nin örgütlenmesi sürecine
iştirak etmiş olan Baha Sait, Ankara ile Moskova arasında doğrudan gerçekleştirilecek
görüşmelerin zeminini hazırlayan kişidir. Bkz.: K. Karabekir, İstiklâl Harbimiz,
s. 579-581.
[27] Bkz.: T. Z. Tunaya, A.g.e.,
s. 522-523.
[28] K. Karabekir, İstiklâl Harbimiz,
s. 591-592. Burada ilgili anlaşmanın tam metni veriliyor.
[29] Tarafları Moskova adına
hareket eden Kafkasya Komünist Partisi Merkez Komitesi ile Karakol Cemiyeti’ni
temsilen Uşak Kongresi Heyet-i İcraiyesi adına Baha Sait temsil ediyordu.
Anadolu hükümeti, bu tür bir anlaşmanın altına imza atmayı reddetti, Karakol
Cemiyeti başkanı Kara Vasıf’a onay vermediğini açıkladı. Bu konuyla ilgili
olarak Mustafa Kemal’in Rauf Orbay ve Kara Vasıf’a yazdığı mektuplara
bakılabilir: K. Karabekir, A.g.e., s. 593-594.
[30] A.g.e., s. 573-578. Ayrıca
bkz.: G. Jâschke, “Le rôle du communisme dans les relations russo-turques de
1919 à 1922”, Orient, 26, 1963, s. 31-44.
[31] İttihat ve Terakki Komitesi
icra kurulunun eski üyesi Küçük Talat da Halil Paşa’yla aynı zamanlarda İstanbul’dan
kaçtı. Bakû’de faal olan TKP içerisinde önemli bir rol oynadı. Bilhassa bu
teşkilâtın propaganda faaliyetlerini yürüttü (bu faaliyetler dâhilinde Bolşevik
bildirilerini tercüme etti, Yeni Yol gazetesini yayınladı). 1920-1921
yılları boyunca Küçük Talat, Enver Paşa’nın en faal yol arkadaşlarından biri
olarak Bakû, Trabzon ve Batum’da çalışma yürüttü, Türkiye’de o “kanlı devrim”
gerçekleşsin diye uğraştı (Bkz.: 16 Mayıs 1921 tarihinde Halil Paşa’ya yazdığı
mektup, aktaran: Ş. S. Aydemir, A.g.e., III, s. 603).
[32] Dr. Fuad Sabit, eskiden Türk
Ocakları mensubu bir pantürkistti. Temmuz 1919’daki Erzurum Kongresi’nden bir
gün sonra Mustafa Kemal’in emriyle Kafkasya’ya gönderilen Fuad Sabit Bolşeviklerle
temas kurdu ve Bakû’de TKP’nin kuruluş sürecinde yer aldı. Mayıs 1920’de ise bu
sefer karşımıza Halil Paşa ile birlikte çıkıyor (K. Karabekir, İstiklal
Harbimiz, s. 739). Bolşevizmin halesine kapılan Fuad Sabit o günden sonra
Türk milliyetçilerinden uzaklaştı ve Bolşevik lider Mustafa Suphi’ye
örgütlendi.
[33] İngilizlerin Bakû’deki
milliyetçi hükümeti boğmaya yönelik hamleleri esasında Kemalist Anadolu’yu da tehdit
ediyordu. Bir yandan da General Denikin’in askerleri karşısında zafere ulaşmış
olan Kızıl Ordu Kafkasya’ya doğru ilerliyordu. Bakû’yü ele geçirmeleri an
meselesiydi. Bu durumu İttihatçılar Türkiye’nin hayrına olacak şekilde istismar
etmeye çalıştılar. Onlara göre Azerbaycan’ın sovyetleştirilmesi İngiliz
siyasetine indirilmiş bir darbeyi ifade ediyordu. Ayrıca, Bolşeviklerle Mustafa
Kemal arasındaki yakınlaşmanın ilk aşaması bu sayede aşılabilirdi. Azerbaycan’da
epey itibarlı bir konuma sahip olan İttihatçı liderler Azeri asilleri Sovyet davasına
kazanma görevini üstlendiler ki bu, esasen beyhude bir çabaydı. Bir
görevlerinin de Bakû’nün işgaliyle ilgili şartları müzakere etmek olduğunu
düşünüyorlardı. Bu türden hizmetleriyle Türkiye’ye kazandıracaklarını, ülkenin
ileride Moskova ile yürütecekleri görüşmelerde avantajlı bir konuma sahip olacağını
ümit ediyorlardı. Kâzım Karabekir’in ve Halil Paşa’nın hatıratı (A.g.e.,
s. 318 ve devamı) bu dönemle ilgili ilginç veriler sunuyor. Ayrıca bkz.: S. A.
Zenkovsky, Pan-Turkism and Islam in Russia (Cambridge, Mass.: Harvard
University Press, 1967), s. 264-267 ve Transkafkasya’daki durumla ilgili 15
Temmuz 1920 tarihli rapor: FO 3716/4944, f. 137.
[34] Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan’ın
sovyetleştirilmesi Anadolu’nun lehine olan bir gelişmeydi. Böylece Transkafkasya’da
İngilizlerin çevirdikleri dolaplar boşa düşmüş oluyordu. Buna ek olarak, Bakû-Batum
demiryolunun Bolşeviklerin kontrolüne geçmesiyle birlikte Kafkasya boyunca
askeri yardımların geçiş yolları da açılmış olacaktı. Bu noktada şu hususu
belirtmek gerek: Bakû’deki İttihatçılar, Anadolu hükümetinin talimatlarını
uyguluyorlardı: Bölgede Türkiye ile Bolşevikler arasında ortak bir sınır
hattının çekilmesi, Kemalist stratejinin geliştirdiği ana görüşlerden birisiydi.
Bu bağlamda şu gelişme üzerinde durulmalı: Karabekir, askerlerini Ekim 1920’de
Kars karşısına konuşlandırdığında amacı, sadece “üç sancak” olarak Kars, Ardahan
ve Artvin’i yeniden ele geçirmek değil, ayrıca Bolşeviklerin Gürcistan ve
Ermenistan’da iktidara gelmelerini sağlamaktı. Bkz.: K. Karabekir, İstiklâl Harbimiz,
s. 762 ve devamı; Fakat Sovyet tarihçileri olgularla ilgili bu yorumu paylaşmıyorlar:
bkz.: S. I. Kuznecova, “Krah tureckoj intervencii v Zakavkaz’e v 1920-1921
godah” (“1920-1921’de Türklerin Transkafkasya’daki Müdahalesinin Başarısızlığı”),
Voprosy istorii, 9, 1951, s. 143-156.
[35] Bolşevizmin Türkiye’ye taşınması
ihtimali sadece onların aklında yoktu. 1920 yılında Mustafa Kemal ile Kâzım
Karabekir’in de gerektiğinde Bolşevik olmaya hazır oldukları görülüyor. Bu
konuyla ilgili olarak bkz.: Rasih Nuri İleri, Atatürk ve Komünizm, İstanbul,
May Yay., 1970. Fakat Kemalistler için asıl mesele, Müttefik Kuvvetler’i
ürkütmekti ki neticede de umdukları oldu (Bkz.: AMAEF, ser. E, Levant 1918-1929,
Turkey, Dosya. 162 ve 278, Fransa Cumhuriyeti’nin İstanbul’daki yüksek komiseri,
Paris’i Anadolu’nun sovyetleşme sürecine girdiği konusunda ikaz ediyor.).
[36] Mustafa Suphi’nin
(1883-1921) yolu da birçok Doğulu ideolog gibi Paris’ten geçti. Burada üniversite
okuyan, çeşitli temaslar kuran Mustafa Suphi, sonrasında ülkesine dönüp siyasi
hayata atıldı. 1913’te İttihatçılara yönelik muhalefeti sebebiyle Sinop Cezaevi’ne
konuldu. Buradan kaçan Suphi Rusya’ya gitti. Savaşın ilânı sonrası Osmanlı tebaasından
olması sebebiyle yeniden hapse atıldı. Esir kampında Bolşeviklerle temas kurdu.
Ekim Devrimi sonrası Moskova’da çıkan, Rusya’daki Türk komünistlerinin gazetesi
Yeni Dünya’nın yayın yönetmenliğine getirildi, ayrıca Stalin’in başında
olduğu Milliyetler Bakanlığı’na bağlı Doğu Halkları Merkez Bürosu Türkiye
seksiyonu başkanı oldu. Mart 1919’da Üçüncü Enternasyonal’in Birinci Kongre’sinde
Türkiye’yi temsil etti. 1919 ve 1920 yıllarında Moskova’nın partinin Müslüman seksiyonlarında
kontrolü sağlaması amacına hizmet etmek adına Kırım ve Türkistan’da çalışmalar yürüttü.
27 Mayıs 1920’de Bakû’ye gelen Suphi, burada İttihatçıların kurduğu partiyi ele
geçirdi ve kimi tanıkların aktardığı kadarıyla, askeri seksiyonu da dâhil etmek
suretiyle partiyi yeniden organize etti. 1921 yılının başında Türkiye’ye gitti.
Ankara’ya gidip Mustafa Kemal’le Anadolu’da TKP’yi kurma meselesini müzakere
etmeyi planlıyordu. Ama Karabekir gibi doğu vilayetlerinde faal olan
milliyetçiler, bu adımı hoş karşılamadılar. Antikomünist halk gösterileri tertiplediler.
Ocak ayının sonunda 14 yoldaşıyla birlikte katledildi. Komünizmin “şehidi”
olarak Mustafa Suphi, birçok araştırmacının dikkatini çekti: örneğin bkz.: G.
S. Harris, The Origins of Communism in Turkey, Stanford, Hoover
Institute, 1967. Ayrıca bkz.: H. Bayur, “Mustafa Suphi ve Milli Mücadeleye El Koymaya
Çalışan Bazı Dışarıda Akımlar”, Belleten, 140, Ekim 1971, s. 587-654.
[37] G. S. Harris, A.g.e.,
s. 58-59. Mustafa Suphi, Bakû’de yapılanı partinin çözünmesi olarak
değerlendiriyor (H. Bayur, A.g.e., s. 610), fakat Küçük Talat, Cemal
Paşa’ya yazdığı 8 Eylül 1920 tarihli mektupta (Tanin, 22 Şubat 1945), bu
süreci en iyi ifade edecek kelimenin “tasfiye” olduğunu söylüyor.
[38] “Cemal Paşa’ya Mektup”, a.g.e.
[39] İngilizler, İstanbul’u
Türklere teslim etme sözü verdi. Kafkasya Cumhuriyetleri’ne özgürlüklerini
vermeye hazır olduklarını da söylediler. Ama bu sözü yazılı olarak vermeyi
reddettiler. Konuyla ilgili olarak bkz.: S. S. Aydemir, A.g.e., III, s.
527-529. Bu çalışma, Enver’in 25 Ocak 1920’de Cemal Paşa’ya yazdığı, konuyla
ilgili mektubunu aktarıyor (aynı metin şurada da yer alıyor: Tanin, 16
Ekim 1944).
[40] A. F. Cebesoy, Moskova Hatıraları,
s. 136-137; K. Karabekir, İstiklâl Harbimiz, s. 749-750. Görevini
başarıyla ifa etmesine karşın şüpheli bir isim olarak görülen Halil Paşa’ya “teşekkür”
eden Mustafa Kemal, Ankara hükümetiyle Bolşevik liderler arasındaki görüşmelere
Halil Paşa yerine Bekir Sami ve Yusuf Kemal’i gönderdi.
[41] A.g.e., s. 798-799 ;
A. F. Cebesoy, Moskova Hatıraları, s. 49.
[42] Tanin, 18 Ekim 1944.
[43] A. F. Cebesoy, Moskova Hatıraları,
s. 50-52.
[44] Özellikle bkz.: Arif Cemil
Bey, “Ittihad ve Terakki Ruesasının Diyar-i Gurbet Maceraları”, Tevhid-i
Efkâr, 22 Mayıs 1922.
[45] Bu aktif üyelerin önemli bir
kısmı da Enver’in 1914’te kurduğu Teşkilât-ı Mahsusa isimli gizli servisin eski
üyeleri.
[46] Üçüncü Enternasyonal’in
himayesinde organize edilmiş olan bu kurultayla ilgili olarak meseleyi ele alan
bir dizi çalışmadan bahsedebiliriz. Önyargılı kimi görüşlere sahip olsa da
bkz.: I. Spector, The Soviet Union and the Muslim World. 1917-1958,
Seattle, University of Washington Press, 2. Baskı, 1967, III. Bölüm. Bakû
Kurultayı’na katılan A. Rosmer, tanıklıklarını hatıratında kısa da olsa
aktarıyor: Moscow under Lenin, Paris, Maspero, 1970, I, 16. Bölüm).
[47] Le premier congrès des
peuples de l'Orient, stenografi raporu, Petrograd, l'Internationale
communiste baskısı 1921 (tıpkı basım, Paris, Maspero, 1971), s. 108.
[48] “baskı altındaki milletlerin
kendi politik kaderlerini tayin etme hakkı”na yönelik vurgu esasen Ermenilerle
ilgiliydi. Zira o dönemde Ruslar, Ermeniler için Anadolu’dan toprak talep ediyorlardı.
Bu noktada şu hususu da ifade etmek gerekiyor: Bolşevikler kendi yürüttükleri
propaganda faaliyetlerine hizmet ettiği ölçüde milli duygulardan bahsetseler de,
kendi iç işlerinde milli duyguların muhafazası siyasetine pek sıcak bakmıyor
olsalar da Bakû Kurultayı’nda bir şekilde halkların kendi kaderlerini tayin hakkından
dem vurdular.
[49] “Enver’in Mektubu”, Tanin,
19 Ekim 1944.
[50] Cavid Bey’e yazılmış 27
Mayıs 1921 tarihli mektubunda (Tanin, 1 Kasım 1944), Enver kendi programını
tereddütsüz, “komünist bir program” olarak tarif ediyor. Dr. Nazım, “Bolşevik programının
ılımlı bir kopyası”nı hazırlıyor (Cavid Bey’e Mektup, 26 Nisan 1921; Tanin,
15 Kasım 1944).
[51] Mesaî, s. 41-82.
[52] Bu bağı Mete Tunçay kuruyor:
A.g.e., s. 2.
[53] Batum kongresi konusunda bir
önceki dipnotta atıfta bulunulan çalışmanın 156 ve 157. sayfalarına bakınız.
[54] Kâzım Karabekir’in
yayımladığı İstiklâl Harbimizde Enver Paşa isimli çalışmada şunlar söyleniyor:
“Kongre katılımcıları 1920’deki toplantıda hazırlanmış olan ve geçici olarak ‘Mesai’
ismiyle anılan, “Öğreti ve Amaçlar” başlığını taşıyan bir giriş bölümüyle
açılan programı incelediler, onu sonrasında hazırlanan ve kabul edilen Halk
Şuraları Partisi programıyla kıyasladılar ve iki metnin az çok aynı fikirleri
içerdiğini gördüler. […]” Bu pasaj, Mesai çalışmasının kökeniyle ilgili
her türden şüpheyi ortadan kaldırıyor.
[55] Mesai, Bakû’de
yazıldığına göre, muhtemelen bu şehirde olan Küçük Talat gibi İttihatçılar sonradan
Trabzon’da basılacak olan programın hazırlanması sürecinde yer aldılar (Bkz.: “Dr.
Nazım’ın Cavid Bey’e Mektubu”, sayı 50) ve bu program Mesai’ye
benziyordu.
[56] M. Tunçay, Mesaî, s.
43. Bu bağlamda şu söylenebilir: Son on yıldır Türk üniversitelerinde “Asya
Tipi Üretim Tarzı” üzerinde duran teorisyenlerin Osmanlı toplumu tarifi,
Mesai’deki tarife çok benziyor. Örneğin bkz.: S. Divitçioğlu, Asya Üretim
Tarzı ve Osmanlı Toplumu, İstanbul, 1967.
[57] M. Tunçay, Mesaî, s.
68 ve devamı.
[58] A.g.e., s. 46.
[59] A.g.e., s. 47-48.
[60] A.g.e., s. 47 ve 55.
[61] Ülkedeki toplumsal ve
politik örgütlenmenin tüm düzeyleriyle ilgili ifadelerde hep “Şura” sözcüğüne
rastlanıyor. Memurları o atıyor, bankaları o yönetiyor, halk milislerini o
organize ediyor, bakanların seçimi sürecine katılıyor vs. A.g.e., s. 57 ve
sonrası.
[62] Bkz.: S. Selek, Anadolu İhtilâli,
İstanbul, Burçak Yay., 4. Baskı, 1968, s. 575-579. Halk Zümresi 28 maddelik bir
politik programa sahipti. Mesai’de geliştirilmiş olan görüşlerin önemli bir
kısmının 8 Eylül 1920 günü halka duyurulan Halk Zümresi programında da yer
aldığı görülüyor (M. Tunçay, A.g.e., s. 107-110).
[63] Anayasanın ilk taslağı TBMM’ye 18 Eylül 1920 günü teslim edildi. Kemalizmin ana başarılarını resmiyete kavuşturan nihai metin, İnönü zaferinin Ankara hükümetinin konumunu güçlendirmesi ardından, 20 Ocak 1921 günü kabul ediliyor.
0 Yorum:
Yorum Gönder