Lenin’in
devrim öncesi ve sonrası üzerinde durduğu, hasım olarak gördüğü iki akım var:
Sendikalizm ve anarşizm.[1] Partiyi ve komünist hareketi onların karşısına
çıkartıyor, bu iki hasım akımla mücadeleyi temel alıyor.
Sendikalizmde
ana ekseni birey olarak işçi; anarşizmde ise işçi olarak birey oluşturuyor.
Birey olarak işçicilikle işçi olarak bireycilik, Lenin’in ve Leninizmin
tasfiyesine muhtaç. Onları hepten tasfiye etmeden ilerleyemiyor. Sendikalizm ve
anarşizm, Leninizmi ve komünist hareketi tasfiye ediyor. Bu tasfiyeye
“solculuk” deniliyor.
Bugün Türkiye’de bu tasfiye işlemi, Umutsen gibi küçük burjuva örgütler üzerinden yürüyor. Bu türden örgütler, sendikalizmi ve anarşizmi, mutlak ve kutsal gördükleri küçük burjuvalık ekseninde uzlaştırmaya çalışıyorlar. Bu uzlaştırma pratiği de Lenin’i tarihten ve toplumdan kovmak zorunda.
Siyaseti ve teoriyi kitleye, sınıfa, halka ve millete değil de metafizik bir öğe olarak Birey’e göre kuranlar, ona seslenenler, sadece onu çağıranlar, Lenin’i hiç sevmiyorlar. Ya da ancak ellerinden Lenin’i birey olarak kutsallaştırıp, karikatürleştirmek geliyor.
Bugün Görünmez
Komite’nin anarşistinin sosyal demokrat sendikalizmin sendikacı bireyiyle buluştuğu
kavşak, Leninizme yönelik nefrettir.
Umutsen
pratiği, özündeki anarşistliği sendikal alana aksettirmekten başka bir şey
yapmıyor. Bu da eskiden bugüne taşınmış olan Devyol-TKP arasındaki ürolojik
yarışın bir neticesi. Solun içeriğini bu yarış tayin ediyor. Bu yarış, tüm
imkân ve ihtimalleri ortadan kaldırıyor.
Umutsen’in
“holdingçilik” ve “sarı sendikacılık” eleştirileri, esasen anarşizm düzleminde
dil buluyor. Bu iki eleştiri de “küçük burjuva, üstündeki sınıfa haset,
altındaki sınıfa nefretle yaklaşır” tespiti uyarınca yapılıyor. İşçi-bireylere
haset; birey-işçilere nefret öğretiliyor.
İşçi-bireyler
ve birey-işçiler, “sürü”den kopartılıp, kolektiften uzaklaştırıldıktan sonra
küçük burjuvazinin eşiğine bağlanıyorlar. Küçük burjuva, “her şey bende
başlayıp bende bitsin, herkes bana muhtaç olsun”dan gayrı bir şey söylemiyor.
Kolektife ait olamıyor, aidiyetin karşısına mülkiyetle, kolektifin karşısına
rekabetle çıkıyor. Mücadelenin ve davanın işçisi olamıyor.
Lenin,
birey olarak işçicilerin (sendikalistlerin) işçi sınıfının kolektif niteliğini
göz ardı edip, sınıfın tarihle, tarihsel mücadelelerle ilişkisini
kesmelerine itiraz ediyor. Lenin, işçi olarak bireycilerin (anarşistlerin) işçi
sınıfının kolektif niteliğini göz ardı edip, sınıfın toplumla, toplumsal
mücadelelerle ilişkisini kesmelerine karşı çıkıyor. “Huzursuz aydının veya
aylakların psikolojisi”[2] olarak tarif ettiği anarşizmin “politikanın reddi
kılıfı altında işçi sınıfını burjuva siyasetine tabi kıldığını” söylüyor.
Lenin,
her iki akımın ardındaki küçük burjuva iradeyi ve niyeti görüyor. Ancak bu feraset
üzerinden, “dar meslekî çıkar temelli sendikacılık”tan ve “meslek
kuruluşlarındaki önyargılar”dan söz edebiliyor. Lenin, toplumu ve tarihi
sarsacak kolektif devrimci huruç için partiye ihtiyaç olduğunu görüyor. Her
daim ona vurgu yapıyor. Anarşizmin ve sendikalizmin bireyi, bu yüzden Lenin’i
hep düşman kabul ediyor.
Küçük
burjuvanın iradesi ve niyeti, bugün Umutsen şefinin “ey işçi kardeşler, Koç
şirketinin genel merkezinde çalışan orta sınıf da senin gibi eziliyor”
demesinde karşılık buluyor. Bu şef, patron-bireye karşı işçi-bireylere
sesleniyor. O patronun ait olduğu toplumsallığa-tarihselliğe hiç laf etmiyor.
Sol
örgütlerin bugün tek işi, işçi sınıfını, yoksulları ve ezilenleri orta sınıf
siyasetine ikna etmek. Bu siyaset, dijital, kentsel ve yeşil dönüşüm momentinde
zengin küçük burjuvalar için inşa edilecek özel güvenlikli, yüksek duvarlı
gettolara uygun bir pratik.
Küçük
burjuva sol, o gettolar için ortaya koyduğu ikna gayreti dâhilinde işçiye birey
olmayı öğretiyor, bireye işçi olduğu için ezildiğine dair bilinç aşılıyor. Kapital’den
cümleler cımbızlanıyor, fikir, bağlamından kopartılıyor.
“Kişinin
kendisini öznel düzeyde özgür hissetme düzeyi, solun tek ölçütü hâline
geliyor.”[3] Bireysel duygular, eylemin ölçüsünü tayin ediyor. Özgürlüğe
yapılan vurgu, burjuvaziye yönelik güzellemeden başka bir şey değil.
Birey-işçide ölçü devletken, işçi-bireyde ölçü sermaye. Su gibi akışkan olma,
cinsiyetin ve ilişkilerin de bu akışkanlıkla tanımlanması, sermayenin
akışkanlığıyla ilgili.
Yukarıdaki
fotoğrafta “mafyasızlık, aşiretsizlik ve patronsuzluk” derken seslenilen,
kaldırımda yatan, birey olamamış yoksul değil, binanın en üst katındaki büroya
girmeye layık olan, birey olabilmeyi becermiş, cümlesi ateist küçük
burjuvalardır. Yoksulsa ancak mafya, aşiret ve patron partisiyle bağ kurabilir.
O, küçük burjuvanın örgütünün kapısından içeri giremez. Söz sahibi olamaz. Söz
sahibi olmasına izin verilmez. O örgütte söz sahibi, sadece şirket müdürleri ve
Koç diplomatları olabilir. “Bireyden yüce olan hiçbir şeye izin ve geçit
vermeyeceğiz” diyen parti, küçük burjuvazinin duygularını okşamaktan başka bir
şey yapmıyor.
Afişte
görüldüğü üzere sosyalizm, o küçük burjuva için yeniden tarif ediliyor. Üstelik
bu tarif, Lenin’in partisini tasfiye edecek sahte partiler inşa ederek
gerçekleştiriliyor. Aslolan, küçük burjuvazinin özgürlük algısı ve
özgürlüğüdür. Sosyalizm, tabii ki onun önünde diz çökmelidir. TKP, Sovyetler ve
Berlin Duvarı sonrası yaşanan liberal hücumun parçasıdır.
Özellikle
İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana, farklı siyasi yönelimlere sahip küçük
burjuvazinin teorideki ve pratikteki konumu tartışılıyor. Kapitalizmdeki yeni
gelişmeler dâhilinde küçük burjuvazi, işçi kisvesine büründürülüyor. İdeolojik
akış, küçük burjuvazi üzerinden gerçekleştiriliyor. Küçük burjuvazi ölçü hâline
getiriliyor, böylece küçük burjuvazi, proleter olanı tasfiye etme imkânına
kavuşuyor. Sermayenin akışı, bunu emrediyor.
Bugün
birey-işçi ile işçi-birey eksenli siyaset, anti-Leninist, antikomünist bir
düzlemde yürütülüyor. Kendinden menkul, havada asılı, bölünmez, mutlak ölçü
olarak birey, burjuvaziyi ifade ediyor. Bu birey vurgusu, tarihle ve toplumla
kurulmuş olan bağları kopartıyor. Küçük burjuvazinin sol siyasetin ana ölçüsü
hâline getirilmesinin nedenini burada aramak gerekiyor.
Bu
kopuşa karşı tek güvence, partidir. Lenin’in anarşizme ve sendikalizme yönelik
itirazı, partiyle alakalıdır. Lenin, burjuvazi güçlendiğinde veya güç
kaybettiğinde küçük burjuvanın yaşayacağı savrulmalara, salınımlara ve
yalpalamalara karşı direnç örüyor. O direncin kendisi olarak örgütleniyor.
Doksanlarla
birlikte Türkiye solu, sendikalizmin ve anarşizmin halesine kapıldığı için
Lenin’i ve partisini tasfiye etmek için uğraştı. Sendikalizme ve anarşizme alan
açmak adına Lenin ve partisi, sahadan ve gerçekten kovuldu. Bugünkü sol
örgütlerin büyük bölümü, bu çalışmanın ürünü.
İşçileşmiş
birey, Vegan, LGBT veya Kadın olabiliyor. Buradaki işçileşme, “tiksinç ve
arızi” bir hâl. Oradan çıkmak, kurtulmak gerekiyor. Kurtuluş ise küçük
burjuvalıkla tanımlanıyor. İşçilerle kendilerine muhtaç olan zavallılar olarak
ilişki kuruluyor. “Hepimizin kurtuluşu onlara bağlı” denilerek bağ kurulmuyor.
Hiçbir
zaman partiye inanmamış bir isim olarak Metin Çulhaoğlu’nun “Anarşizmin Bir
Asalak Olarak Portresi” isimli yazısından sonra özür dilemek, “ben de sizdenim,
sizin yol arkadaşınızım”[4] demek için anarşistlerin barına gitmesi, kadeh
tokuşturması gayet doğal. Çünkü o, “siyaseti ve siyasal bağlanmayı aydın ve
birey ekseninden ele alan” biri.[5]
Bu
koşullarda, işçi-bireyleri ve birey-işçileri avlama yarışında TİP ve Umutsen’in
ortaya koyduğu çaba, takdire şayan. Siyaset, birey ekseninde ele alınıyor.
Gerçeklik ve hayat, Birey-Devlet karşıtlığı üzerinden okunuyor. Liberalizm,
sosyalizmin yerini alıyor. Kızıl boyaya daldırılıyor. Birey, doğalında mülkiyet
ve rekabetle tanımlı bir olgu olduğu için burjuvazinin ve devletin
ilerleyişinde figüran olunuyor. Birey, mülkiyet ve ucuz devlet karşıtlığı
temelinde şekillenmiş olan siyaset algısı, Leninizme ve komünist harekete alan
tanımıyor.
Birey
mülkiyetle tanımlı olduğu için bu iki siyaset türü, sürekli “o mülk senindi,
senden çaldılar” diyebiliyor. “Meclis koltukları, şirket kârları, sendika
koltukları vs. senindi, onu senin için geri alcaaz” yalanına başvuruluyor. Küçük
burjuva niyet ve isteklere işçiler ortak edilmek isteniyor. İşçiler, mülke ve
mülk sahiplerine muhtaç ve köle kılınmaya çalışılıyor. Kolektife, partiye,
davaya ve mücadeleye inanılmadığı için birey-işçiler ve işçi-bireyler ön plana
çıkartılarak, bunların alanı daraltılıyor. İşçi eylemi ziyaretleri, o eylemi
kolektif davaya ve huruca bağlamak değil, işçiyi partiden, kolektiften, davadan
ve mücadeleden kopartmak için gerçekleştiriliyor.
Bize
lazım gelen, işçi-bireylerin derneği ya da birey-işçilerin birliği
değil, adıyla sanıyla komünist parti. Küçük burjuvanın tahakküm araçları olarak
sendikalizme ve anarşizme karşı tek şerbetimiz, tek sigortamız o.
Eren Balkır
16 Ağustos 2024
Dipnotlar:
[1] V. I. Lenin, “Sendikalist ve Anarşist Sapma”, 1 Temmuz 1921, İştiraki.
[2]
V. I. Lenin, “Anarşizm ve Sosyalizm”, 1901, İştiraki.
[3]
Gregory Smulewicz-Zucker, “Aldatıcı Seçenekler: Yeni Anarşizmin Avare ve Gerici
Solculuğu”, 2015, İştiraki.
[4]
Onur Speysil, “Çulhaoğlu Anısı”, 15 Ağustos 2024, X.
[5]
Yazı internet ortamından kaldırılmış. Yazıyla ilgili kısa bir değerlendirme
için bkz.: Eren Balkır, “Demir Tozları”, 16 Ekim 2010, İştiraki.
0 Yorum:
Yorum Gönder