06 Nisan 2016

,

Layık


Yani “asıl sorun, ideoloji” diyen David Cameron’la “bireyleri dinden, ideolojiden kurtarmak gerek” diyenlerin yan yana gelmesi.[1] O yüzden kent nüfusunun artmasından, orta sınıflardan bahsediyorlar. Orta sınıf ise bir kafede veya restoranda işçinin değil, patronun masasına oturuyor. Müşteri olarak kendisine layık olanı yemek ve layık olduğu hizmeti almak istiyor. Bugün bu orta sınıf, “sen AKP’ye layık mısın?” diyenlerle “AKP sana layık mı?” diyenler arasında çekiştiriliyor.

O hâlde “laik” kelimesi “layık olmak”la birlikte anlam kazanıyor. İşçi, köylü, yoksul, ezilen layık olmak üzerinden ya başları okşanıyor ya da onunla alay edilip ona tokat atılıyor. Onlara yönelik bir orta sınıfçı teorinin, ideolojinin ve politikanın anlamı kalmıyor. Bu üç pratik de internet dünyasındaki “layk”lara indirgenmiş durumda.

Layk edilen ve layık olmaya dair eylemler ifa ediliyor. “[…] ezenle ezileni, sömürenle sömürüleni, katliama uğrayanla katledileni eşitleyerek” türünden ifadelere yer veriliyor. Böylece “katliama uğrayanla katledilen” arasında tarihsel bir mücadelenin olduğunu da öğrenmiş oluyoruz! Bu da layk ile ve layık olmakla alakalı galiba.

Sonra “DTCF devletin pilot bölgesidir” deniliyor. Özel bir vaka seçiliyor. Twitter’da layk edilmeyen bir açıklama üzerinden, bir genç, kadınlarca linç ediliyor. Devletin her yöne çekilebilecek “terör” kavramı varsa, kadıncıların da “taciz” kelimesi var. Bu kelime üzerinden herkes layık olup olmama bağlamında hizaya çekiliyor. “Halk denize hücum ediyor, vatandaş denize giremiyor”sa, o denize layık olmak için “vatandaş” olmak gerekiyor. Terör ve taciz kelimeleri o vatandaşı koruyucu birer zırh. Bu yüzden artık mor atkılı zabıtalarımız var. Esasında ODTÜ’de ve başka yerlerde Müslümanlar “bu okula layık değilsiniz” denilerek saldırıya uğruyorlar. Muhtemelen sevgilisinden ağır bir sille yemiş genç, öfkesini dile getirerek, ama illaki başkasını düşünerek, bir açıklama yapıyor, kadıncılar o genci “kadını aşağılayan küfürler” ettiği için linç ediyor. Linç sol kültüre yerleşiyor, taciz terör gibi bir işlev görüyor. Başkasını düşünmek ve ahlak defterden bir bir siliniyor. Cameron avuçlarını ovuşturuyor.

Cameron ideolojisiz bir dünya istiyorsa, bu, kimseyi bir araya getirmeyen, tek tek kişilerin başkasını düşünmemesini sağlayan bir ideolojiyi savunduğu için. Sol ise halkı görmeyen, başkasını önemsemeyen, sadece kendi sesine ve eylemine layık gördüğü özel bir cemaat inşa etmeyi içine sindiriyor. Alevi bir genç, Maraş’ta ölen dedenin gençlerin halkı önemsemeyip çatışmayı bilerek körüklemesi sonucu öldüğünü yazıyor. Devlet solun bu huyunu bildiği için buralara yığınak yapıyor. O soldaki kibri ve dışsallığı politikleştirerek, egemen olmasını istiyor. Türkiye düzlemini eğiyor, bu tip unsurları kendi yatağına akıtıyor. Her yerde “ama Marksizm?” diyenler “başkası cehennemdir” diyen Sartre ile yol alıyorlar. Marksizmi ise ta lisede yazdığı, “başkaları için çalışmak lazım” diyen Marx isimli gencin ait olduğu kolektif mücadele dâhilinde aramak gerekiyor. Özel insanların özel zihinsel işlemlerinde değil.

Belirli bir sermaye ile önemsenmek ve değer bulmak isteyenler, o sermayeyi her daim muhafaza etmenin gerilimini yaşıyorlar. Buradan da yoksula, mazluma bazen acıyarak, bazen alay ederek, bazen de kızarak yaklaşıyorlar. Duygu örüntüleri ideolojiyi ve fikri belirliyor. Özellikle internet pratiği üzerinden tek tek birey olmaya ısındırılanlar duygu örüntülerini siyaset zannetmeye başlıyorlar. Oysa duygu örüntüleri belirli bir mesafenin kılıfından ibaret. Bilgi de mesafe alma meselesi ama onda mesafe devrimci, duyguda ise teslimiyetçi.

Bugün batıdan kulağa boca edilen teoriler, büyük ölçüde 1968 döneminin artçı sarsıntıları. Bu dönemin kimi isimleri dillerinin altındaki baklayı çıkartıyorlar: “Bizim asıl amacımız Sovyetler’i yıkmaktı. Sovyetler’e ve onun alanına da uyuşturucu ve seks dışında başka bir araçla girmek mümkün değildi.” Özellikle Gezi’den sonra içkinin de parçası olduğu uyuşturucunun ve seksin, AKP koşullarında, politik ve dolayısıyla yüce bir şey oldukları söyleniyor. Müslümanlara “bizim gibi eğlenemiyorlar, bizim gibi sevişemiyorlar, o yüzden böyleler” deniliyor. Bunlar ta seksenlerden beri “Sovyetler gidici, onun yerini İslamcılar alacak” diyen batı kontrgerilla ve istihbarat belgelerindeki akılla uyumlu.

Süreçte “şu Sovyetler belasından kurtulsak, iktidar oluruz” diyen kimi solcular iflah olmadığı gibi, “şu İslam’dan kurtulsak, acayip yol alırız” diyenlere de felah yüzü gösterilmeyecek. Şeytanla yürütülen pazarlık, kendine layık olan özel kitle teşkil etme merakı ve sadece kendi öznelliğini tanıma vesvesesi bir yol açmayacak. Devlete ve sermayeye karşı mücadele, sol denilen yapının harcındaki devlete ait çimento, sermayeye ait suyla mücadele olmaksızın boştur.

Eren Balkır
6 Nisan 2016

Dipnot:
[1] Asım Kureyşi, “Terör, İdeoloji ve Korku”, 25 Mart 2016, İştirakî.

0 Yorum: