30 Nisan 2016

, ,

Latin Amerika’da Kurtuluş Teolojisinin Yükselişi ve Çöküşü


Dan Kovalik Söyleşisi


Suad Şarabani

25 Nisan 2016

 

Latin Amerika’da kurtuluş teolojisi ilerici hareketlerin mütemmim cüzü. Dan Kovalik, Vatikan’ın ABD’nin desteği ve rehberliğiyle Latin Amerika’da kurtuluş teolojisini nasıl sabote ettiğiyle ilgili çalışmalar kaleme alan bir insan hakları avukatı ve eylemci. Ona göre, ABD’nin amacı, statükoyu koruyup ilerici güçlerin kontrolü ele geçirmesine mani olmak. Dan Kovalik’le Latin Amerika’da kurtuluş teolojisinin yükselişi ve düşüşü hakkında konuşuyoruz.

¤ ¤ ¤

İşçi avukatlığı yapıyorum, aynı zamanda Pittsburg Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde Uluslararası İnsan Hakları Hukuku dersleri veriyorum. Sosyal adalete olan ilgim, Latin Amerika’ya yaptığım ziyaretlerden kaynaklanıyor. Bir genç olarak beni harekete geçirenin ve bugünkü hâlime kavuşmamın ana nedeninin kurtuluş teolojisi olduğunu söyleyebilirim.

Kurtuluş teolojisi gibi bir hareket nasıl bu kadar parçalandı? Her şeyden önce, görünüşe göre feda edilen, sadece Vatikan değil, Cizvitlerin ilerici felsefesi.

Cizvitlerin sadece belirli kısımları ilerici. Bazıları kurtuluş teolojisine inanıyor, bazıları da aşırı muhafazakâr. Ama Latin Amerika’da dindarların birçoğunu özellikle altmışlar ve yetmişlerde kurtuluş teolojisi motive ediyor. İlk bakışta ilerici hareketleri cesaretlendiren, Vatikan’ın kendisi. 1962’nin başında düzenlenen İkinci Vatikan Konseyi ile birlikte Papa XXIII. John, kiliseyi “halk için kilise” hâline getirmek için adımlar atıyor. Bu, Konstantin kiliseyi dördüncü yüzyılda resmi Roma kilisesi yaptığından beri ilk kez karşılaşılan bir durum. Epey radikal bir değişiklik.

Latin Amerika’daki piskoposlar, II. Vatikan üzerinden gerçekleşen açılımdan istifade ediyorlar ve kurtuluş teolojisinin üzerindeki örtüyü kaldırıyorlar. Bunu yapmakla yoksullara ayrıcalıklı muamele yaklaşımını öne çıkartıyorlar ve ilgili yaklaşım ana ilkeleri hâline geliyor. Bilhassa Brezilya’da çeşitli topluluklarda bu ilkenin muhtelif uygulama biçimlerine rastlanıyor.

Kurtuluş teolojisinin kolayca parçalanmış olduğuna inanmıyorum, o esasen Brezilya’daki 1964 darbesinin başında zor yoluyla parçalandı. ABD bu darbeyi destekledi ve bir askerî diktatörlük kuruldu. Darbeyi büyük ölçüde motive eden, kurtuluş teolojisinin zor yoluyla kökünün kazınması arzusuydu. Tanık olduğumuz biçimiyle altmışlarda, yetmişlerde, hatta bugün bile baskıcı güçler kurtuluş teolojisine bağlı rahipleri ve din görevlilerini ortadan kaldırmayı sürdürüyorlar.

Kurtuluş teolojisi, aynı fikirde olan insanları cezbetmekle mi yetindi yoksa insanların inançlarını da değiştirdi mi?

Burası her zaman belirsizliğini koruyacak bir alan. Bence her ikisi de geçerli. Diyalektik bir ilişki söz konusu. Her ikisi de cari. Latin Amerika’nın İspanyollarca sömürgeleştirilmesi sonucu Katolik Kilisesi ciddi bir güç ve nüfuza kavuştu. Kilisenin yönelimi Latin Amerika’daki toplumun yönelimini etkiledi.

Politik liderliğin yönünü ilerici sola çevirmesi en geniş manada toplumu da etkiledi. Ama kurtuluş teolojisinin duhul ettiği her örnekte isyan ve direniş tohumlarına rastlamak mümkün. İsyan ve direnişin kökleri Latin Amerika’da yerli grupların ve yoksulların üzerindeki baskılara dayanıyor.

Bence kurtuluş teolojisine bu kıtada daha fazla rastlamamızın sebeplerinden biri kıtanın tarihi. Kıta bereketli bir toprağa sahip. Burada insanlar, emperyalist güç olarak ABD’ye ve kendi hükümetlerine karşı ortak şikâyetleri paylaşıyorlar. Kurtuluş teolojisinin böylesine büyük bir güç hâline gelmesinin nedeni bu. Karşımızda hem ilerici teolojiyi benimseyen, nüfuz sahibi bir kilise var, hem de onu dikkate almaya hazır, kendi zor durumunun bilincinde olan bir halk.

Vatikan, ilerici Katoliklere sırtını dönmeyi ve Latin Amerika’yı köktencilere kaybetmeyi neden bu kadar çok istedi?

Evet, Vatikan bunu istedi, tıpkı çocuk tacizcilerini koruyarak tüm kiliseyi feda etmek istemesi gibi. Bu farklı bir mesele, ama kilisenin yıllar boyunca ortaya koyduğu korkunç tercihlerin başka bir örneği de bu taciz vak’ası. Bence onlar, kendilerini kilisenin ve Roma’nın kilise üzerindeki hâkimiyetinin kurtarıcısı olarak gördüler, ama bunu yaparak çok fazla şeyi feda etmemiş oldular. Geriye baktığımızda kilise bu sebeple kaç kişinin kaybolduğunu kabul mü etti, yoksa sonuçta daha fazla mürit mi kazandı?

Sağa kayış gerçekleştikten sonra o ilerici rahip ve rahibelerin başına ne geldi?

Öncelikle çok nüfuzlu liderleriniz vardı, bunlar katledildiler. En ünlüleri de Başpiskopos Romero’ydu. Romero, El Salvador’da kurtuluş teologu olan arkadaşı Peder Grande’nin katledilmesiyle radikalleşmiş, muhafazakâr bir din adamı. Kendi ülkesindeki adaletsizlikler konusunda onu bilinçlendiren, bu olaydır. El Salvador, Guatemala, Uruguay ve Brezilya gibi ülkelerde askerî diktatörlükler kurulmuş, önemli insanlar katledilmiştir. Ayrıca yetmişlerde Arjantin ve Şili’yi içeren Güney Burnu’nda ayrıca Akbaba Operasyonu yürütülmektedir. Bu askerî darbeler kendi halklarına karşı işlenen zulüm ve katliamlar tertiplemekte, onları terörize etmektedir, bu zulüm ve katliam, sadece din adamlarını değil, kilise dışı kitle içinde kurtuluş teolojisini destekleyenleri de vurmaktadır.

Söz konusu diktatörlükler çoğunlukla ABD tarafından desteklenmektedir. Vatikan, bilhassa Papa 23. John’un ardından papa olan aşırı sağcı 6. Paul sonrası, bu sürece itiraz etmez. Papa Paul kurtuluş teolojisine karşı konum alır, böylece kilise kurtuluş teologlarına karşı kendi baskı politikalarını uygulamaya başlar. Bu, diktatörlüklerin kullandığı zor yoluyla değil, radikal olduğu düşünülen rahiplerin sansürlenmesi suretiyle gerçekleştirilir. Bu sürecin en fazla öne çıkan ismi Nikaragua’daki Peder Ernesto Cardenal’dır. Cardenal, Sandinist Devrim’i desteklemiş, yüzüğünü öpmeye kalkışınca Papa II. John Paul tarafından herkesin gözü önünde azarlanmıştır. Haitili Peder Jean Bertrand Aristide de hükümette aktif rol aldı diye sansürlenmiştir. Bu, o dönemde kilisenin kurtuluş teolojisine yönelik tavrına dair sembolik bir örnektir.

Kurtuluş teolojisinin akamete uğramasına neden olan, dünyadaki kimi başka olaylardan bahsetmiştiniz. Bunun üzerinde biraz daha durabilir misiniz?

Doksanların başında Sovyetler Birliği’nin ve sosyalist bloğun çöküşü insanları epey etkiledi. Tüm bunlar bir boşlukta gerçekleşmedi. Yaşananları II. Vatikan’ın altmışlarda, tüm sömürge karşıtı mücadelenin sadece Latin Amerika’da değil, Afrika ve Asya’da da sürdüğü koşullardan ayrı düşünemeyiz. ABD’de insan hakları hareketine ve barış hareketine tanık olundu. Tüm bunlar birbirini etkiledi. Kurtuluş teolojisi zayıfladı, zira en genel manada sol zayıfladı. Bu ikisi birbiriyle bağlantılıydı.

Kurtuluş teolojisi sadece Latin Amerika ile birlikte tanımlana geldi. Dünyanın geri kalan kısmında o kadar faal değildi. Neden?

Bildiğim kadarıyla Latin Amerika uzun bir isyan ve devrim tarihine sahip. Augusto Sandino, Jose Marti, Faribundo Marti, Fidel Castro veya Che Guevara gibi isimlere bakılabilir. Latin Amerika solcu devrim için bereketli bir topraktı uzun vakittir, kurtuluş teolojisi de sonuçta benzer bir toprağı buldu. Örneğin Nikaragua’da tıpkı İsa gibi çarmıha gerilmiş bir Che resmi görmüştüm. Bu toplumlarda bu türden imajlar bir anlama sahiptir. Onun gelişip serpilmesini sağlayan işte bu kusursuz fırtınadır.

Yeni papa, öncekilerden daha ilericiymiş gibi görünüyor. Kurtuluş teolojisinin tekrar yükselişe geçmesini umuyor musunuz?

Evet, böylesi bir yöne girmesi mümkün. Francis, Avrupalı olmayan ilk papa. Askerî cunta esnasında Arjantin’deydi, öldürülen rahipleri biliyor. Ona danışmanlık yapan kadın komünistti. Bu tarihsel bağlamı Vatikan’a taşıyor. Sonuç olarak evet, onun kiliseyi Latin Amerika’da kurtuluş teolojisini yeniden inşa etmeye yönlendirmesi mümkün. Kurtuluş teolojisinin Amerikan politikaları ve Vatikan yüzünden yaşadığı geri çekilme dünya için büyük bir kayıp olmuştu. Umudum bu ruhun ve vizyonun yeniden talep edileceği yönünde ve bu, herkesin hayrına olacak bir gelişme.

Kaynak

0 Yorum: