Dan Kovalik Söyleşisi
Suad Şarabani
25 Nisan 2016
Latin Amerika’da kurtuluş teolojisi ilerici
hareketlerin mütemmim cüzü. Dan Kovalik, Vatikan’ın ABD’nin desteği ve
rehberliğiyle Latin Amerika’da kurtuluş teolojisini nasıl sabote ettiğiyle
ilgili çalışmalar kaleme alan bir insan hakları avukatı ve eylemci. Ona göre,
ABD’nin amacı, statükoyu koruyup ilerici güçlerin kontrolü ele geçirmesine mani
olmak. Dan Kovalik’le Latin Amerika’da kurtuluş teolojisinin yükselişi ve
düşüşü hakkında konuşuyoruz.
¤ ¤ ¤
İşçi avukatlığı yapıyorum, aynı zamanda Pittsburg
Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde Uluslararası İnsan Hakları Hukuku dersleri
veriyorum. Sosyal adalete olan ilgim, Latin Amerika’ya yaptığım ziyaretlerden
kaynaklanıyor. Bir genç olarak beni harekete geçirenin ve bugünkü hâlime
kavuşmamın ana nedeninin kurtuluş teolojisi olduğunu söyleyebilirim.
Kurtuluş teolojisi gibi bir hareket nasıl bu kadar
parçalandı? Her şeyden önce, görünüşe göre feda edilen, sadece Vatikan değil,
Cizvitlerin ilerici felsefesi.
Cizvitlerin sadece belirli kısımları ilerici. Bazıları
kurtuluş teolojisine inanıyor, bazıları da aşırı muhafazakâr. Ama Latin
Amerika’da dindarların birçoğunu özellikle altmışlar ve yetmişlerde kurtuluş
teolojisi motive ediyor. İlk bakışta ilerici hareketleri cesaretlendiren,
Vatikan’ın kendisi. 1962’nin başında düzenlenen İkinci Vatikan Konseyi ile
birlikte Papa XXIII. John, kiliseyi “halk için kilise” hâline getirmek için
adımlar atıyor. Bu, Konstantin kiliseyi dördüncü yüzyılda resmi Roma kilisesi yaptığından
beri ilk kez karşılaşılan bir durum. Epey radikal bir değişiklik.
Latin Amerika’daki piskoposlar, II. Vatikan üzerinden
gerçekleşen açılımdan istifade ediyorlar ve kurtuluş teolojisinin üzerindeki
örtüyü kaldırıyorlar. Bunu yapmakla yoksullara ayrıcalıklı muamele yaklaşımını
öne çıkartıyorlar ve ilgili yaklaşım ana ilkeleri hâline geliyor. Bilhassa
Brezilya’da çeşitli topluluklarda bu ilkenin muhtelif uygulama biçimlerine
rastlanıyor.
Kurtuluş teolojisinin kolayca parçalanmış olduğuna
inanmıyorum, o esasen Brezilya’daki 1964 darbesinin başında zor yoluyla
parçalandı. ABD bu darbeyi destekledi ve bir askerî diktatörlük kuruldu.
Darbeyi büyük ölçüde motive eden, kurtuluş teolojisinin zor yoluyla kökünün
kazınması arzusuydu. Tanık olduğumuz biçimiyle altmışlarda, yetmişlerde, hatta
bugün bile baskıcı güçler kurtuluş teolojisine bağlı rahipleri ve din
görevlilerini ortadan kaldırmayı sürdürüyorlar.
Kurtuluş teolojisi, aynı fikirde olan insanları
cezbetmekle mi yetindi yoksa insanların inançlarını da değiştirdi mi?
Burası her zaman belirsizliğini koruyacak bir alan.
Bence her ikisi de geçerli. Diyalektik bir ilişki söz konusu. Her ikisi de
cari. Latin Amerika’nın İspanyollarca sömürgeleştirilmesi sonucu Katolik
Kilisesi ciddi bir güç ve nüfuza kavuştu. Kilisenin yönelimi Latin Amerika’daki
toplumun yönelimini etkiledi.
Politik liderliğin yönünü ilerici sola çevirmesi en
geniş manada toplumu da etkiledi. Ama kurtuluş teolojisinin duhul ettiği her
örnekte isyan ve direniş tohumlarına rastlamak mümkün. İsyan ve direnişin
kökleri Latin Amerika’da yerli grupların ve yoksulların üzerindeki baskılara
dayanıyor.
Bence kurtuluş teolojisine bu kıtada daha fazla
rastlamamızın sebeplerinden biri kıtanın tarihi. Kıta bereketli bir toprağa
sahip. Burada insanlar, emperyalist güç olarak ABD’ye ve kendi hükümetlerine
karşı ortak şikâyetleri paylaşıyorlar. Kurtuluş teolojisinin böylesine büyük
bir güç hâline gelmesinin nedeni bu. Karşımızda hem ilerici teolojiyi
benimseyen, nüfuz sahibi bir kilise var, hem de onu dikkate almaya hazır, kendi
zor durumunun bilincinde olan bir halk.
Vatikan, ilerici Katoliklere sırtını dönmeyi ve Latin
Amerika’yı köktencilere kaybetmeyi neden bu kadar çok istedi?
Evet, Vatikan bunu istedi, tıpkı çocuk tacizcilerini
koruyarak tüm kiliseyi feda etmek istemesi gibi. Bu farklı bir mesele, ama
kilisenin yıllar boyunca ortaya koyduğu korkunç tercihlerin başka bir örneği de
bu taciz vak’ası. Bence onlar, kendilerini kilisenin ve Roma’nın kilise
üzerindeki hâkimiyetinin kurtarıcısı olarak gördüler, ama bunu yaparak çok
fazla şeyi feda etmemiş oldular. Geriye baktığımızda kilise bu sebeple kaç
kişinin kaybolduğunu kabul mü etti, yoksa sonuçta daha fazla mürit mi kazandı?
Sağa kayış gerçekleştikten sonra o ilerici rahip ve
rahibelerin başına ne geldi?
Öncelikle çok nüfuzlu liderleriniz vardı, bunlar
katledildiler. En ünlüleri de Başpiskopos Romero’ydu. Romero, El Salvador’da
kurtuluş teologu olan arkadaşı Peder Grande’nin katledilmesiyle radikalleşmiş,
muhafazakâr bir din adamı. Kendi ülkesindeki adaletsizlikler konusunda onu
bilinçlendiren, bu olaydır. El Salvador, Guatemala, Uruguay ve Brezilya gibi
ülkelerde askerî diktatörlükler kurulmuş, önemli insanlar katledilmiştir.
Ayrıca yetmişlerde Arjantin ve Şili’yi içeren Güney Burnu’nda ayrıca Akbaba Operasyonu
yürütülmektedir. Bu askerî darbeler kendi halklarına karşı işlenen zulüm ve
katliamlar tertiplemekte, onları terörize etmektedir, bu zulüm ve katliam,
sadece din adamlarını değil, kilise dışı kitle içinde kurtuluş teolojisini
destekleyenleri de vurmaktadır.
Söz konusu diktatörlükler çoğunlukla ABD tarafından
desteklenmektedir. Vatikan, bilhassa Papa 23. John’un ardından papa olan aşırı
sağcı 6. Paul sonrası, bu sürece itiraz etmez. Papa Paul kurtuluş teolojisine
karşı konum alır, böylece kilise kurtuluş teologlarına karşı kendi baskı
politikalarını uygulamaya başlar. Bu, diktatörlüklerin kullandığı zor yoluyla
değil, radikal olduğu düşünülen rahiplerin sansürlenmesi suretiyle
gerçekleştirilir. Bu sürecin en fazla öne çıkan ismi Nikaragua’daki Peder
Ernesto Cardenal’dır. Cardenal, Sandinist Devrim’i desteklemiş, yüzüğünü öpmeye
kalkışınca Papa II. John Paul tarafından herkesin gözü önünde azarlanmıştır.
Haitili Peder Jean Bertrand Aristide de hükümette aktif rol aldı diye
sansürlenmiştir. Bu, o dönemde kilisenin kurtuluş teolojisine yönelik tavrına
dair sembolik bir örnektir.
Kurtuluş teolojisinin akamete uğramasına neden olan,
dünyadaki kimi başka olaylardan bahsetmiştiniz. Bunun üzerinde biraz daha
durabilir misiniz?
Doksanların başında Sovyetler Birliği’nin ve sosyalist
bloğun çöküşü insanları epey etkiledi. Tüm bunlar bir boşlukta gerçekleşmedi.
Yaşananları II. Vatikan’ın altmışlarda, tüm sömürge karşıtı mücadelenin sadece
Latin Amerika’da değil, Afrika ve Asya’da da sürdüğü koşullardan ayrı
düşünemeyiz. ABD’de insan hakları hareketine ve barış hareketine tanık olundu.
Tüm bunlar birbirini etkiledi. Kurtuluş teolojisi zayıfladı, zira en genel
manada sol zayıfladı. Bu ikisi birbiriyle bağlantılıydı.
Kurtuluş teolojisi sadece Latin Amerika ile birlikte
tanımlana geldi. Dünyanın geri kalan kısmında o kadar faal değildi. Neden?
Bildiğim kadarıyla Latin Amerika uzun bir isyan ve
devrim tarihine sahip. Augusto Sandino, Jose Marti, Faribundo Marti, Fidel
Castro veya Che Guevara gibi isimlere bakılabilir. Latin Amerika solcu devrim
için bereketli bir topraktı uzun vakittir, kurtuluş teolojisi de sonuçta benzer
bir toprağı buldu. Örneğin Nikaragua’da tıpkı İsa gibi çarmıha gerilmiş bir Che
resmi görmüştüm. Bu toplumlarda bu türden imajlar bir anlama sahiptir. Onun
gelişip serpilmesini sağlayan işte bu kusursuz fırtınadır.
Yeni papa, öncekilerden daha ilericiymiş gibi
görünüyor. Kurtuluş teolojisinin tekrar yükselişe geçmesini umuyor musunuz?
Evet, böylesi bir yöne girmesi mümkün. Francis,
Avrupalı olmayan ilk papa. Askerî cunta esnasında Arjantin’deydi, öldürülen
rahipleri biliyor. Ona danışmanlık yapan kadın komünistti. Bu tarihsel bağlamı
Vatikan’a taşıyor. Sonuç olarak evet, onun kiliseyi Latin Amerika’da kurtuluş
teolojisini yeniden inşa etmeye yönlendirmesi mümkün. Kurtuluş teolojisinin
Amerikan politikaları ve Vatikan yüzünden yaşadığı geri çekilme dünya için
büyük bir kayıp olmuştu. Umudum bu ruhun ve vizyonun yeniden talep edileceği
yönünde ve bu, herkesin hayrına olacak bir gelişme.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder