09 Nisan 2016

,

Yer ve Gök Arasında


25 yıl önce Zonguldak maden işçilerinin Ankara’ya yürüdüğü dönemde Doğu Perinçek dergisine “Zonguldak-Botan El Ele” manşeti atıyordu. Bugün benzer bir akıl ve zihniyet üzerinden “Gezi-Botan El Ele” diyorlar. Zonguldak dağılıp, başındaki kumarbaz işçi lideri, kömür mafyası ile yürüttüğü ilişkiler ve devletle kurduğu akçeli işler sebebiyle bu dünyadan göçünce, Perinçek de bugünkü yuvasına dönmüş oldu. İkinci sloganı atanların bu serencamdan dersler çıkartması gerek.

Zonguldak’ın liderine “parti kur” diyen sosyalistler de vardı o dönemde. Gezi için de parti kuruldu ya da kimi örgütler, Gezi’nin partisi olduğunu iddia ettiler hemen. Şemsi Denizer’den farkları neydi peki? Ya da Perinçek’ten? Aynı düzlemde durup karşısında konumlanmak siyaseten ve ideolojik olarak bir farka yol açmıyor. AKP’li Perinçek’in karşısına Fethullahçı versiyonla çıkmanın anlamı bulunmuyor.

Perinçek ne yapıyorsa tersini yapıyorlar belki de. Ama fikrî temel aynı. “Kürd işçiler var, bu zırhı delmeliyiz” diyorlar. Hareketse, devletle Yalçın Küçük üzerinden boğuşuyor, aşağıya ise Murray Bookchin anlatıyor.

* * *

Peki Bookchin ne diyor? Ta 1969’da parmak sallayarak “Dinle Marksist!”[1] diye bir kitap yazmış. Eski yoldaşlarına ayar veriyor. Aşağı yukarı aynı dönemde bizdeki Mehmet Ali Aybar’ın sözlerine benzer sözler dile getiriyor. “Marksizm” diyor, “terk edilmeli, çünkü yeterince devrimci ve hayalperest değil. Kömür-çelik döneminin bir ideolojisi. Kıtlık dönemine ait. Oysa bugün teknolojik ilerleme söz konusu.”

Yani artık teknoloji ilerledi, sınıf ilişkileri değişti, işçi de burjuva da bir, önemli olan soyut, her yöne çekilebilen gençler.

İşçi kısmen önemli, ama onun da işçiliğine son vermesi lazım. Vermiyorsa köledir, aşağılıktır. Hiyerarşiye ve merkezîliğe karşı mücadele şart.

“Artık kıtlık sonrası toplumda yeni bir insan tipi çıktı: devrimci.”

“Kadro, öncü parti, demokratik merkeziyet, proletarya diktatörlüğü toptan karşı-devrimcilik.”

Burjuva toplumunun tüm çelişkilerinden beslenmek gerek. Hiyerarşi sebebiyle parti denilen şey burjuvadır. Marx-Engels merkezciydi. Bugün gericidir. Hayatta kalmaktan bahsetti, önemli olan hayattır.

“Marx, özgürlüğün koşullarıyla değil önkoşullarıyla meşgul oldu. Teorisi hayatta kalma ile ilgili, hayatla değil.” O kıtlık döneminin, teknolojinin geri olduğu bir çağın adamıydı. Artık kıtlık olmadığına, teknoloji de ilerlediğine göre, Marksizm geri kafalılıktır.

Bookchin, hemen gelecek eleştirileri de hesap ederek, hamlesini yapıyor ve “bunlar hoppa bireyciliğe has tepkiler değil, geçmiş devrimlerden devşirilmiş çıkarımlar, maddi bolluk döneminde toplumsal değişimin niteliğine ve devrimci süreç üzerinde merkezci partilerin yol açtığı etkiye dair analizin sonuçları” diyor.

Belli ki kafasında kapitalizmin bir bolluk dönemine geldiği fikri var. Teoriyi ve siyasetini buradan kuruyor. Bu bolluk anlayışı ile kadro ve militan sayısını bollaştırmak için kepçesini ve süzgecin deliklerini büyütüyor. Derdi tasası, bireysel rahatlamasını, sol hareketten kopuşunun verdiği rehaveti herkese önermek ve böylece intikam almak. 1969 gibi bir tarihte, yaşanan çalkantıda Sovyetler’in tesirini ve nüfuzunu kırmak.

“Ya geçmişi söküp atacağız ya da bir geleceğimiz olmayacak” demesinin sebebi bu. Gezi ile birlikte tedavüle sokulan düşüncelerin içeriğinde ve biçiminde Bookchin’in izi olduğu gayet belli. “Ulus-devleti aştık” diyenlerin “topraklarımıza kamp kurulursa o kampı havaya uçururuz” tepkisi geliştirdiği günümüzde, bize Bookchin’ci kırıntılar kalıyor demek ki. Ezilen yoksul kitlelerin manipülasyonu ve kontrolü gerisin geri kırıntılarla yetinmeyi öğütlüyor, onca bolluk teorisi, zihnen ve amelî açıdan, kıt olmayı dayatıyor.

* * *

Belki de Bookchin’in bolluk dönemi teorisi AKP ile uyumludur, Sur’un, Cizre’nin soylulaştırılması ile alakalıdır, bilmiyoruz. Bildiğimiz tek şey, “çok daraldım, bunaldım” diyenin bu lafı siyaset ve devrimcilik zannetmesi hiçbir sonuç üretmiyor.

Bookchin hiç işçilik yaptı mı bilinmez, ama milyonlarca insan bu ülkede ekmek davası için çalışmak, ter dökmek zorunda. “Kapitalizme vurmayalım, sadece devlete vuralım, devleti de her yerde olan bir şey hâlinde gösterelim, sayıca çok bollaşırız” diyenlerin de o terle bir alakaları artık kalmadı.

Devlet fikren küçülünce, ona karşı kurgulanan öznenin sorumluluğu, düşünsel mirası, eylem hattı, zaman-mekânı giderek daralıyor. Gerçeği sırf kendimizi göstersin diye daraltmanın bir anlamı bulunmuyor.

[…] çünkü devletle sermaye iç içe geçti. İkisini ayırıp sermayenin dizginlerini elinde tuttuğu, kendi çıkarlarına göre yönettiği teknolojik ilerlemeden komünizm hayalleri devşirenler çok görüldü. Bunlar hep, “geçmişe bakmayın, ileri bakın” dediler. Burjuva siyasetine ram olmalarını böylesi ideolojik laflarla gizlemeye çalıştılar. Bir şeyi gizlemenin en iyi yolu da açıktan yapmaktı. Teknolojik ilerleme ve bolluk lafını bir de yoksullara, işçilere, evi başına yıkılan, evladının başı yanına düşen Kürd’e etsinler. Etmediler. Etmiyorlar. Etmeyecekler…

Bugün bu ilerlemeciler, AKP’nin burjuva dünyası için geri olduğunu hem kendilerine hem de başkalarına inandırmak için uğraşıyorlar. Bunu, ya İslam’ın ya verili devlet ilişkilerinin ya da Türkiye kurgusunun geriliği üzerinden temellendirmeye çalışıyorlar.

Bir kitle var ve onun içinden kendimiz gibi ileri olanları ayıklamaya çalışıyoruz. Bookchin gibi çalışmıyoruz, işçiye “çalışma!” diyoruz, Marksiste “dinle beni, aş artık kendini!” diye parmak sallıyoruz. 

Esasen mesele, bireyin ne ve kim olduğu, ne kadar cesareti veya korkuyu içinde barındırdığı, kendisini nasıl rahat hissettiği, kendi beden tasavvuru, ilişki tarzı değil. Dava ortak ve ortaklaşmaya dair ise, bireyin ölçüsü ve bir ölçü olarak birey, teoriye, ideolojiye ve politikaya içerik ve anlam katamaz, katmamalı.

* * *

Bookchin, Marksistlere verdiği vaazı “örgüt, devrimimizin yaratacağı toplum türüdür” diyerek bitiriyor. Hiyerarşiye, disipline ve işbölümüne düşman olan bir bireyin bugünde kurduğu örgütü devrim sonrasının toplumunun çekirdeği olduğunu iddia etmesi, “o devrim olmasın” demekten başka bir anlama gelmiyor. “Yeni insan türü” olarak “devrimci”nin Bookchin isimli birey olduğu görülüyor. Böylesi bir ölçü, esasen sömürü-zulüm güçlerinin bir savunu yöntemi olarak şekilleniyor. Yarına ait masalları bugünde yaşayarak, onu yaşatanlara bağlanmamızı istiyorlar.

Sömürü-zulüm güçleri, tehdit oluşturacak dinamiklere ve kitlelere baskı uygulayıp kendi dişlerine ve düşlerine uygun bireyleri yanlarına çağırıyorlar. Bu bireyler de dinamiklere ve kitlelere gidip, “devletsiz” ya da “sermayesiz olmaz” diyorlar, sömürü-zulüm güçleri için gerekli tamponu teşkil etmeye çalışıyorlar. Geleceğin mülk sahibinin o güçler olduğu buradan öğütleniyor, örgütleniyor.

Hâsılı, “beynelmilel Mehmet Ali Aybar” olarak Bookchin’in bolluk teorisi AB siyaseti üzerinden belediyeciliğe kapaklanıyor. “Teknolojik ilerlemeye direnmek mümkün değil” deniliyor. Küçük burjuva, bir tampon bölge olarak işlevini görüyor. Oradan gelen telkinlere ihtiyatla yaklaşmak gerekiyor. Yerde Mahir gökte Aybar olmak, bir değer taşımıyor. Yer ve gök arasında devrim yapmak gerekiyor. Zaten devrim de o arada yapılabiliyor.

Eren Balkır
9 Nisan 2016

Dipnot:
[1] Murray Bookchin, “Listen, Marxist!”, 1969, MIA. Metinin bir bölümünün Türkçe çevirisi için bkz.: “Dinle Marksist!”, DM.

0 Yorum: