25 yıl önce Zonguldak maden işçilerinin Ankara’ya
yürüdüğü dönemde Doğu Perinçek dergisine “Zonguldak-Botan El Ele” manşeti
atıyordu. Bugün benzer bir akıl ve zihniyet üzerinden “Gezi-Botan El Ele”
diyorlar. Zonguldak dağılıp, başındaki kumarbaz işçi lideri, kömür mafyası ile
yürüttüğü ilişkiler ve devletle kurduğu akçeli işler sebebiyle bu dünyadan
göçünce, Perinçek de bugünkü yuvasına dönmüş oldu. İkinci sloganı atanların bu
serencamdan dersler çıkartması gerek.
Zonguldak’ın liderine “parti kur” diyen sosyalistler
de vardı o dönemde. Gezi için de parti kuruldu ya da kimi örgütler, Gezi’nin
partisi olduğunu iddia ettiler hemen. Şemsi Denizer’den farkları neydi peki? Ya
da Perinçek’ten? Aynı düzlemde durup karşısında konumlanmak siyaseten ve
ideolojik olarak bir farka yol açmıyor. AKP’li Perinçek’in karşısına
Fethullahçı versiyonla çıkmanın anlamı bulunmuyor.
Perinçek ne yapıyorsa tersini yapıyorlar belki de. Ama
fikrî temel aynı. “Kürd işçiler var, bu zırhı delmeliyiz” diyorlar. Hareketse,
devletle Yalçın Küçük üzerinden boğuşuyor, aşağıya ise Murray Bookchin
anlatıyor.
* * *
Peki Bookchin ne diyor? Ta 1969’da parmak sallayarak
“Dinle Marksist!”[1] diye bir kitap yazmış. Eski yoldaşlarına ayar veriyor.
Aşağı yukarı aynı dönemde bizdeki Mehmet Ali Aybar’ın sözlerine benzer sözler
dile getiriyor. “Marksizm” diyor, “terk edilmeli, çünkü yeterince devrimci ve
hayalperest değil. Kömür-çelik döneminin bir ideolojisi. Kıtlık dönemine ait.
Oysa bugün teknolojik ilerleme söz konusu.”
Yani artık teknoloji ilerledi, sınıf ilişkileri
değişti, işçi de burjuva da bir, önemli olan soyut, her yöne çekilebilen
gençler.
İşçi kısmen önemli, ama onun da işçiliğine son vermesi
lazım. Vermiyorsa köledir, aşağılıktır. Hiyerarşiye ve merkezîliğe karşı
mücadele şart.
“Artık kıtlık sonrası toplumda yeni
bir insan tipi çıktı: devrimci.”
“Kadro, öncü parti, demokratik
merkeziyet, proletarya diktatörlüğü toptan karşı-devrimcilik.”
Burjuva toplumunun tüm çelişkilerinden beslenmek
gerek. Hiyerarşi sebebiyle parti denilen şey burjuvadır. Marx-Engels
merkezciydi. Bugün gericidir. Hayatta kalmaktan bahsetti, önemli olan hayattır.
“Marx, özgürlüğün koşullarıyla değil önkoşullarıyla
meşgul oldu. Teorisi hayatta kalma ile ilgili, hayatla değil.” O kıtlık
döneminin, teknolojinin geri olduğu bir çağın adamıydı. Artık kıtlık
olmadığına, teknoloji de ilerlediğine göre, Marksizm geri kafalılıktır.
Bookchin, hemen gelecek eleştirileri de hesap ederek,
hamlesini yapıyor ve “bunlar hoppa bireyciliğe has tepkiler değil, geçmiş
devrimlerden devşirilmiş çıkarımlar, maddi bolluk döneminde toplumsal değişimin
niteliğine ve devrimci süreç üzerinde merkezci partilerin yol açtığı etkiye
dair analizin sonuçları” diyor.
Belli ki kafasında kapitalizmin bir bolluk dönemine
geldiği fikri var. Teoriyi ve siyasetini buradan kuruyor. Bu bolluk anlayışı
ile kadro ve militan sayısını bollaştırmak için kepçesini ve süzgecin
deliklerini büyütüyor. Derdi tasası, bireysel rahatlamasını, sol hareketten
kopuşunun verdiği rehaveti herkese önermek ve böylece intikam almak. 1969 gibi
bir tarihte, yaşanan çalkantıda Sovyetler’in tesirini ve nüfuzunu kırmak.
“Ya geçmişi söküp atacağız ya da bir geleceğimiz
olmayacak” demesinin sebebi bu. Gezi ile birlikte tedavüle sokulan düşüncelerin
içeriğinde ve biçiminde Bookchin’in izi olduğu gayet belli. “Ulus-devleti
aştık” diyenlerin “topraklarımıza kamp kurulursa o kampı havaya uçururuz”
tepkisi geliştirdiği günümüzde, bize Bookchin’ci kırıntılar kalıyor demek ki.
Ezilen yoksul kitlelerin manipülasyonu ve kontrolü gerisin geri kırıntılarla
yetinmeyi öğütlüyor, onca bolluk teorisi, zihnen ve amelî açıdan, kıt olmayı
dayatıyor.
* * *
Belki de Bookchin’in bolluk dönemi teorisi AKP ile
uyumludur, Sur’un, Cizre’nin soylulaştırılması ile alakalıdır, bilmiyoruz.
Bildiğimiz tek şey, “çok daraldım, bunaldım” diyenin bu lafı siyaset ve
devrimcilik zannetmesi hiçbir sonuç üretmiyor.
Bookchin hiç işçilik yaptı mı bilinmez, ama
milyonlarca insan bu ülkede ekmek davası için çalışmak, ter dökmek zorunda.
“Kapitalizme vurmayalım, sadece devlete vuralım, devleti de her yerde olan bir
şey hâlinde gösterelim, sayıca çok bollaşırız” diyenlerin de o terle bir
alakaları artık kalmadı.
Devlet fikren küçülünce, ona karşı kurgulanan öznenin
sorumluluğu, düşünsel mirası, eylem hattı, zaman-mekânı giderek daralıyor.
Gerçeği sırf kendimizi göstersin diye daraltmanın bir anlamı bulunmuyor.
[…] çünkü devletle sermaye iç içe geçti. İkisini
ayırıp sermayenin dizginlerini elinde tuttuğu, kendi çıkarlarına göre yönettiği
teknolojik ilerlemeden komünizm hayalleri devşirenler çok görüldü. Bunlar hep,
“geçmişe bakmayın, ileri bakın” dediler. Burjuva siyasetine ram olmalarını
böylesi ideolojik laflarla gizlemeye çalıştılar. Bir şeyi gizlemenin en iyi
yolu da açıktan yapmaktı. Teknolojik ilerleme ve bolluk lafını bir de
yoksullara, işçilere, evi başına yıkılan, evladının başı yanına düşen Kürd’e etsinler.
Etmediler. Etmiyorlar. Etmeyecekler…
Bugün bu ilerlemeciler, AKP’nin burjuva dünyası için
geri olduğunu hem kendilerine hem de başkalarına inandırmak için uğraşıyorlar.
Bunu, ya İslam’ın ya verili devlet ilişkilerinin ya da Türkiye kurgusunun
geriliği üzerinden temellendirmeye çalışıyorlar.
Bir kitle var ve onun içinden kendimiz gibi ileri
olanları ayıklamaya çalışıyoruz. Bookchin gibi çalışmıyoruz, işçiye “çalışma!”
diyoruz, Marksiste “dinle beni, aş artık kendini!” diye parmak
sallıyoruz.
Esasen mesele, bireyin ne ve kim olduğu, ne kadar
cesareti veya korkuyu içinde barındırdığı, kendisini nasıl rahat hissettiği,
kendi beden tasavvuru, ilişki tarzı değil. Dava ortak ve ortaklaşmaya dair ise,
bireyin ölçüsü ve bir ölçü olarak birey, teoriye, ideolojiye ve politikaya
içerik ve anlam katamaz, katmamalı.
* * *
Bookchin, Marksistlere verdiği vaazı “örgüt,
devrimimizin yaratacağı toplum türüdür” diyerek bitiriyor. Hiyerarşiye,
disipline ve işbölümüne düşman olan bir bireyin bugünde kurduğu örgütü devrim
sonrasının toplumunun çekirdeği olduğunu iddia etmesi, “o devrim olmasın”
demekten başka bir anlama gelmiyor. “Yeni insan türü” olarak “devrimci”nin
Bookchin isimli birey olduğu görülüyor. Böylesi bir ölçü, esasen sömürü-zulüm
güçlerinin bir savunu yöntemi olarak şekilleniyor. Yarına ait masalları bugünde
yaşayarak, onu yaşatanlara bağlanmamızı istiyorlar.
Sömürü-zulüm güçleri, tehdit oluşturacak dinamiklere
ve kitlelere baskı uygulayıp kendi dişlerine ve düşlerine uygun bireyleri
yanlarına çağırıyorlar. Bu bireyler de dinamiklere ve kitlelere gidip,
“devletsiz” ya da “sermayesiz olmaz” diyorlar, sömürü-zulüm güçleri için
gerekli tamponu teşkil etmeye çalışıyorlar. Geleceğin mülk sahibinin o güçler
olduğu buradan öğütleniyor, örgütleniyor.
Hâsılı, “beynelmilel Mehmet Ali Aybar” olarak
Bookchin’in bolluk teorisi AB siyaseti üzerinden belediyeciliğe kapaklanıyor.
“Teknolojik ilerlemeye direnmek mümkün değil” deniliyor. Küçük burjuva, bir
tampon bölge olarak işlevini görüyor. Oradan gelen telkinlere ihtiyatla
yaklaşmak gerekiyor. Yerde Mahir gökte Aybar olmak, bir değer taşımıyor. Yer ve
gök arasında devrim yapmak gerekiyor. Zaten devrim de o arada yapılabiliyor.
Eren Balkır
9 Nisan 2016
Dipnot:
[1] Murray Bookchin, “Listen, Marxist!”, 1969, MIA. Metinin bir bölümünün Türkçe çevirisi
için bkz.: “Dinle Marksist!”, DM.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder