Yani
“asıl sorun, ideoloji” diyen David Cameron’la “bireyleri dinden, ideolojiden
kurtarmak gerek” diyenlerin yan yana gelmesi.[1] O yüzden kent nüfusunun
artmasından, orta sınıflardan bahsediyorlar. Orta sınıf ise bir kafede veya
restoranda işçinin değil, patronun masasına oturuyor. Müşteri olarak kendisine
layık olanı yemek ve layık olduğu hizmeti almak istiyor. Bugün bu orta sınıf,
“sen AKP’ye layık mısın?” diyenlerle “AKP sana layık mı?” diyenler arasında
çekiştiriliyor.
O
hâlde “laik” kelimesi “layık olmak”la birlikte anlam kazanıyor. İşçi, köylü,
yoksul, ezilen layık olmak üzerinden ya başları okşanıyor ya da onunla alay
edilip ona tokat atılıyor. Onlara yönelik bir orta sınıfçı teorinin,
ideolojinin ve politikanın anlamı kalmıyor. Bu üç pratik de internet
dünyasındaki “layk”lara indirgenmiş durumda.
Layk
edilen ve layık olmaya dair eylemler ifa ediliyor. “[…] ezenle ezileni,
sömürenle sömürüleni, katliama uğrayanla katledileni eşitleyerek” türünden
ifadelere yer veriliyor. Böylece “katliama uğrayanla katledilen” arasında
tarihsel bir mücadelenin olduğunu da öğrenmiş oluyoruz! Bu da layk ile ve layık
olmakla alakalı galiba.
Sonra
“DTCF devletin pilot bölgesidir” deniliyor. Özel bir vaka seçiliyor. Twitter’da
layk edilmeyen bir açıklama üzerinden, bir genç, kadınlarca linç ediliyor.
Devletin her yöne çekilebilecek “terör” kavramı varsa, kadıncıların da “taciz”
kelimesi var. Bu kelime üzerinden herkes layık olup olmama bağlamında hizaya
çekiliyor. “Halk denize hücum ediyor, vatandaş denize giremiyor”sa, o denize
layık olmak için “vatandaş” olmak gerekiyor. Terör ve taciz kelimeleri o
vatandaşı koruyucu birer zırh. Bu yüzden artık mor atkılı zabıtalarımız var.
Esasında ODTÜ’de ve başka yerlerde Müslümanlar “bu okula layık değilsiniz”
denilerek saldırıya uğruyorlar. Muhtemelen sevgilisinden ağır bir sille yemiş
genç, öfkesini dile getirerek, ama illaki başkasını düşünerek, bir açıklama
yapıyor, kadıncılar o genci “kadını aşağılayan küfürler” ettiği için linç
ediyor. Linç sol kültüre yerleşiyor, taciz terör gibi bir işlev görüyor.
Başkasını düşünmek ve ahlak defterden bir bir siliniyor. Cameron avuçlarını
ovuşturuyor.
Cameron
ideolojisiz bir dünya istiyorsa, bu, kimseyi bir araya getirmeyen, tek tek
kişilerin başkasını düşünmemesini sağlayan bir ideolojiyi savunduğu için. Sol
ise halkı görmeyen, başkasını önemsemeyen, sadece kendi sesine ve eylemine
layık gördüğü özel bir cemaat inşa etmeyi içine sindiriyor. Alevi bir genç,
Maraş’ta ölen dedenin gençlerin halkı önemsemeyip çatışmayı bilerek körüklemesi
sonucu öldüğünü yazıyor. Devlet solun bu huyunu bildiği için buralara yığınak
yapıyor. O soldaki kibri ve dışsallığı politikleştirerek, egemen olmasını
istiyor. Türkiye düzlemini eğiyor, bu tip unsurları kendi yatağına akıtıyor.
Her yerde “ama Marksizm?” diyenler “başkası cehennemdir” diyen Sartre ile yol
alıyorlar. Marksizmi ise ta lisede yazdığı, “başkaları için çalışmak lazım”
diyen Marx isimli gencin ait olduğu kolektif mücadele dâhilinde aramak
gerekiyor. Özel insanların özel zihinsel işlemlerinde değil.
Belirli
bir sermaye ile önemsenmek ve değer bulmak isteyenler, o sermayeyi her daim
muhafaza etmenin gerilimini yaşıyorlar. Buradan da yoksula, mazluma bazen
acıyarak, bazen alay ederek, bazen de kızarak yaklaşıyorlar. Duygu örüntüleri
ideolojiyi ve fikri belirliyor. Özellikle internet pratiği üzerinden tek tek
birey olmaya ısındırılanlar duygu örüntülerini siyaset zannetmeye başlıyorlar.
Oysa duygu örüntüleri belirli bir mesafenin kılıfından ibaret. Bilgi de mesafe
alma meselesi ama onda mesafe devrimci, duyguda ise teslimiyetçi.
Bugün
batıdan kulağa boca edilen teoriler, büyük ölçüde 1968 döneminin artçı
sarsıntıları. Bu dönemin kimi isimleri dillerinin altındaki baklayı
çıkartıyorlar: “Bizim asıl amacımız Sovyetler’i yıkmaktı. Sovyetler’e ve onun
alanına da uyuşturucu ve seks dışında başka bir araçla girmek mümkün değildi.”
Özellikle Gezi’den sonra içkinin de parçası olduğu uyuşturucunun ve seksin, AKP
koşullarında, politik ve dolayısıyla yüce bir şey oldukları söyleniyor.
Müslümanlara “bizim gibi eğlenemiyorlar, bizim gibi sevişemiyorlar, o yüzden
böyleler” deniliyor. Bunlar ta seksenlerden beri “Sovyetler gidici, onun yerini
İslamcılar alacak” diyen batı kontrgerilla ve istihbarat belgelerindeki akılla
uyumlu.
Süreçte
“şu Sovyetler belasından kurtulsak, iktidar oluruz” diyen kimi solcular iflah
olmadığı gibi, “şu İslam’dan kurtulsak, acayip yol alırız” diyenlere de felah
yüzü gösterilmeyecek. Şeytanla yürütülen pazarlık, kendine layık olan özel
kitle teşkil etme merakı ve sadece kendi öznelliğini tanıma vesvesesi bir yol
açmayacak. Devlete ve sermayeye karşı mücadele, sol denilen yapının harcındaki
devlete ait çimento, sermayeye ait suyla mücadele olmaksızın boştur.
Eren Balkır
6
Nisan 2016
Dipnot:
[1] Asım Kureyşi, “Terör, İdeoloji ve Korku”, 25 Mart 2016, İştirakî.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder