Önce
şu husus tespit edilmeli: Devrim ve sosyalizmin
iradesi durulanmalıdır. Bu uğurda, proletarya adına ve onun için “nesnel ajanlık”
yapılmalıdır.
* * *
“Geyik”[1] başlıklı yazının yazarı, esasında, bize veya belirli bir okur kitlesine değil, doğrudan yazarın “standart üyesi” olduğu TKP’nin CEO’suna ve yönetim kuruluna konuşuyor. Oraya hitap ediyor. Yazı vesilesiyle yazar, o kurula beni “premium üye yapın!” diye yalvarıyor. Hamallıktan kurtulmak, arınmak, after party’nin parçası, özel üyesi olmak istiyor. O da büyük ranttan pay talep ediyor. “Benim neyim eksik, ben de eski üyeyim” diyor.
Özel kişilerin örgütü,
ancak özel olduğunu sanan bireyleri çağırabiliyor. Kitlelerden, sınıftan ve
kolektif dinamiklerden nefret üzerine kurulu olan bu örgütler, bu tür yozlaşmış
bireyler üretebiliyor. Bu akıl, yaptığı mizahta “Ben de Trabzonlunun, Yozgatlının,
Konyalının olmadığı bir ülkede yaşamak istiyorum” diyebiliyor.
Yakup Akbaş isimli bu şahsın bize yaptığımız eleştiri sonrası “reklâmın iyisi kötüsü olmaz” diye tvit atmasının sebebini sitem ve yakarış dolu yazısında aramak gerekiyor. Mertebe atlamak için kendi varlığını ve imzasını yaldızlamaya çalışıyor. Bunun için bizim eleştirimizi kullanıyor. Efendilerine yaranmak için taklalar atıyor. Bu iradenin proleter ve devrimci olmadığı çok açık.
Bir komünist, böylesi bireysel tepkiler
geliştiremez, kolektifiyle düşünür, öyle hareket eder. Örgüt disiplinine aykırı bir tavırla, imzasını
parlatmak adına, gidip kendisine kişisel blog açmaz. SİP’ten neden ayrıldığını,
sonra da neden geri döndüğünü maddi, teorik zemin üzerinden, hesap vererek,
açıklar. Yuvarlak cümlelerin, boş edebiyatın, kişisel hezeyanların arkasına
saklanmaz. Tok ve net bir sesle bu momentlerin izahatını verir. Birey, kolektife
ait olmanın bilinciyle konuşmalıdır. Bireye ait kolektifse dilsizdir. Hiçbir şey
anlatamaz.
Proleter ve devrimci olan, proletaryaya yoldaş,
devrime hamal, amele ve işçi olmaktır. Kariyer hesapları yapmamak, mesleğinin
götürdüğü yere gitmemek, koldaki bileziği kalp ve beyin yerine koymamak, kişisel varlığını yaldızlamadan, aidiyetle, proleter
davaya yoldaşlık etmektir. TKP gibi küçük burjuva örgütlerin anlamadığı budur. Onlarda
özel arkadaşlıklar vardır, yoldaşlığa asla izin verilmez.
* * *
“Hep işçi sınıfının öncüsü”nü aradığı yalanını
söyleyen bu muhasebeci, diğer bir yazısında[2],
Kadıköy belediyesiyle Tunceli belediyesini, bütçeler üzerinden kıyaslıyor. Burada esasen politik-devrimci bir analize değil, ticari analize imza atıyor. Bu yavan
analiziyle Maçoğlu’nun adaylığına ve organik ürün pazarına zemin örmeye
çalışıyor. Bu muhasipliğiyle elit kadroya göz kırpıyor. “Beni
ciddiye alın” diye yalvarıyor.
Yakup
Akbaş, ittifak hukukuna da aykırı davranıyor. Bize verdiği lakayt, komünist disipline yakışmayan cevabında Mekapçılara karşı Mekapecilerle birleşen örgütü adına
Kaypakkayacılara operasyon çektiğini, onlarla eğlendiğini, dost görünüp onları
kandırmaya çalıştığını açıktan itiraf ediyor. Bu, doğru bir tutum olmasa gerek.
Yoldaşlık ettiğin bir kolektifi küçük göremezsin, onun üyeleriyle
bireysel-kişisel ilişki geliştiremezsin, politik amaçlar doğrultusunda
kullandığın sosyal medyanı kişisel heva ve hevesin için istismar edemezsin. Politik
yazılar yazdığın hesabında kişisel zevklerine, meraklarına, rahatsızlıklarına
vs. yer veremezsin. Misal, dinlediğin metal müzikten bahsedemezsin. Orayı gene
kolektife ait bir zemin olarak görmeli, o şekilde kullanmalısın. Hesap sormalı,
hesap verebilmelisin.
*
* *
Akbaş, “İşçi sınıfının öncüsü arayışı”nın devrime dek bitmeyeceğini, maddi ve diyalektik bir süreç olduğunu, o sürecin emriyle hareket edilmesi gerektiğini görmüyor. “İşçi sınıfı”, onun gibiler için yüz yıldır tarihsel ilerlemenin, burjuva gelişmişliğin, emperyalist-batıcı mevzilenmenin metaforundan başka bir şey değil.
Bu ülkede İşçi Partisi, İngilizlerle ve Avrupa’yla
kurulan ilişkiler bünyesinde kuruldu. Model olarak da Amerika’daki faşist sendikacılıktan
beslenen pratik alındı. Bu ülkede legal TKP, gene Avrupa Birliği ile ilişkiler
düzleminde kurulabildi. İçeriği ve özü, bu ilişkiye göre tayin edildi.
Akbaş, madde ve diyalektikten azade kıldığı, sınıftan
ve sınırdan ötede gördüğü “öncü parti”nin metafizikliğini ve idealistliğini
fark edemeyecek bir yerde duruyor. Hayallerinin, kurgularının, benmerkezci
laflarının kulu kölesi olduğunu gerçeğin her tokadında görüyor, tekrar o
hayale, kurguya ve lafa kaçıyor.
Öncü partinin bitmişliğiyle Kemalizmi arasında da bir
bağ olmalı. Bu tür küçük burjuvaların teorik faaliyeti maddeden ve
diyalektikten azade olduğu için Kemalizme kul-köle oluyor. Burjuva-merkezci
olan TKP’nin bitmek bilmeyen burjuva devrimiyle düşündüğü, tek ölçütünün bu
olduğu, onun burjuvazinin kılına zarar veremeyeceği, ona o nedenle yol
verildiği görülmeli.
* * *
Geyik muhasebeci, iki üç yıl Sırrı Öztürk’ün
kolektifinde yer aldığını söylüyor. O süre zarfında, sırf orayı bozmak için
orada bulunduğundan, oradan hiçbir şey öğrenmiyor. Orada tüccarlık ve esnaflık
öğreniyor, işçilik değil. Yazdığı cevapla bizim iddialarımızı teyit ediyor.
Sırrı Öztürk, “bu TKP’lilerle yol alacağıma,
Kaypakkayacılarla hapis yatmayı tercih ederim” diyen biriydi. O, hep, eksik-gedik,
kendisi gibi proleter olana bakıyor, o ölçütle siyaseti değerlendiriyordu.
Ondan öğrenseydi, bugünkü TKP’ye bakıp, konformizme saplanmadan, “işçi
sınıfının öncüsü arayışım bitmiştir” demez, o örgütündeki küçük burjuvalıkla
kıyasıya dövüşür, en azından, partisinin işçi sınıfının öncüsü olması için
uğraşırdı. Cümlelerini hep ensesinde kendisini bir işçi izliyormuş gibi
kurardı. Solculuğun rantını yemeye çalışmaz, mevki ve kariyer peşinde koşmazdı.
* * *
Akbaş, bizi eleştirirken boş yere yumruk sallıyor. Kendi örgütü dergi çevresi iken ona iliştirilen etiketleri bize top yapıp savuruyor. Ezbere konuşuyor. Kendisine ezberletileni, sorgulamadan, körü körüne yineliyor. Parti ile dergi çevresi arasında kurulan, tabandaki standart üyeleri kandırmak için yapılan ayrıma başvuruyor. Böylece şeflerinin dergi çevrelerini tasfiye etmek için “Parti” ismini almış olduğunu, aslında özel üç beş kişinin özel örgütü olma vasfını hiçbir vakit yitirmediğini, onları buradan silâhsız bırakıp boşa düşürmek istediğini örtük olarak söylemiş oluyor.
Akbaş, “yaş kemâle erdi, artık beni de o özel örgüte alın” diye sitem ediyor. Bu öznel niyet üzerinden, bizi basit rekabetçi ve mülkiyetçi anlayışla karşılıyor, dediklerimizi zerre anlamayacak bir yerde duruyor. Rekabet ve mülkiyet, kolektif düşünce ve pratiğe düşmanlık etmeye mecbur.
Biz, o rekabetin ve mülkiyetin dışında, devrimin ve
sosyalizmin ortak kavşağında düşünmeye ve eylemeye çalışıyoruz, hepsi bu.
Bu ülkede dergi çevrelerini küçümseyip yok etmek için
parti gömleği giyiliyor. Ne gerçek bir parti olunuyor, ne de hareket ediliyor.
Bu tür yapılar, Kadıköy’den bakıp Kadıköy’e çağırıyorlar. “Ama semtevleri, ama işçi içinde biz çalışıyoruz,
ama aydınları biz örgütlüyoruz” yalanlarını ezberleyen kadrolar, tepedeki
şeflerin düşünce ve eylemlerini sorgulamadan hareket ediyorlar. Semtevlerinin
halkla, sendikaların işçiyle, meclislerin aydınla bir alakasının olmadığı,
gerçek bir bağı bulunmadığı görülmüyor. Çünkü o şefler, devrim-sosyalizmin yükü
ve sorumluluğuyla düşünüp hareket etmiyorlar. O kavşakta olmuyorlar. Nicele ve
biçime vurgu yapmalarının sebebi burada. O vurgu, nitele ve öze küfretmek
için. “Küfür”se gizlemek, örtbas etmek, Lenin’in ifadesiyle, “halı altına
süpürmek” demek.
* * *
Akbaş, basit felsefe bilgisinden de yoksun. “Tarihi ben baştan yazacağım, kendimden
başlatacağım, Mustafa Kemal’e orak-çekiç rozeti takarsam bu cumhuriyet
sosyalist olur” diyenin idealizm bataklığında[3] debelendiğini tabii ki anlamıyor. Partisi de bu
şekilde düşünüyor. Ait olamıyor, sürekli sahip olmak istiyor. O nedenle, tam da
Marx’ın sözünü ettiği, kendi saçından tutup kendisini, kuyruğundan tutup atını
bataklıktan kurtardığına dair yalan hikâye anlatan Alman şövalyeleri gibi
konuşuyor.
TKP gibi küçük burjuva örgütler, ancak küçük
burjuvaziyi çağırabiliyor, ancak ona örgütlenebiliyor, ancak onun ölçüsünde
hareket edebiliyorlar. Onun
harici, dışı, ötesi, TKP gibi yapıları ürkütüyor. Orası yaban, barbar, geri,
ilkel ve aşağı olana aitmiş gibi görülüyor. Oysa bu ülke ve bu coğrafya, yerli-yabancı
efendilerin yaban, geri, ilkel ve aşağı saydığı halk kitlelerinin komünist
partisini çağırıyor.
Eren Balkır
20 Mart 2024
Dipnotlar:
[1] Yakup Akbaş, “Geyiği”, 3 Aralık 2023, Blog.
[2] Yakup
Akbaş, “Malkoçoğlu Değil Maçoğlu”, 10 Ocak 2024, Blog.
[3] Eren
Balkır, “Madde, Diyalektik, Kemalizm”, 25 Kasım 2023, İştiraki.
0 Yorum:
Yorum Gönder