Üçüncü Sayfa: Son Bir Hafta/Genel Tablo
“Bu kent öldürüldü diyorlar” [Ahmet Telli]
İntihar: Son bir
haftada gerçekleşen intihar vakaları yakından incelendiğinde, Aydın’da, Çorum’da,
İstanbul’da ve İzmir’de yaşayan üç kişi eşlerini yaraladıktan/öldürdükten sonra
kendi canına kıyıyor.
Eskişehir’de
bir işçi, çalıştığı un fabrikasında kendini asıyor. Aynı şehirde bir genç ve 3
çocuk sahibi bir kişi daha intihar ediyor. Başka bir genç, Urfa’da sokak
ortasında hayatına son veriyor. Aynı şehirde yine bir genç daha intihar ediyor.
Hatay’da bir güvenlik görevlisi nöbet sırasında intihar ediyor. Bolu’da bir
kişi, evinde intihar ediyor. Samsun’da bir imam, camide kendini asarak yaşamına
son veriyor. Aynı şehirde 66 yaşında, 3 çocuk annesi bir kadın denize atlayarak
canına kıyıyor. Sakarya’da 72 yaşında bir adam samanlıkta kendini asıyor.
Gaziantep’te son bir hafta dört intihar vakası kaydediliyor. Şırnak’ta genç bir
kadın, ailesi tarafından banyoda ölü hâlde bulunuyor. Aynı şekilde, Zonguldak’ta
bir kadın, banyoda kendini asıyor. Elazığ ve Konya’da iki kişi çatıya çıkıp
intihar girişimde bulunuyor. Antalya’da bir kadın intihar girişiminde
bulunuyor, kaldırıldığı hastanede hayati tehlikesinin devam ettiği iddia
ediliyor.
Şiddet: İstanbul’da
zengin sınıfın çocukları son model araçlarıyla yarış yaparken bir insanı
öldürüyor. Kilis’te yurtta kalan bir öğrenci, odasında öldürülüyor.
İş
Cinayeti: Kahramanmaraş, Antalya, Sakarya, Samsun, Denizli, Kayseri’den
son bir haftada iş cinayeti haberleri geldi.
Trafik
Kazası: Bayburt, Şırnak, Tekirdağ, Kayseri, İstanbul, İzmir, Muğla,
Mardin, Diyarbakır, Urfa, Çorum, Samsun, Eskişehir, Kütahya, Hatay kentlerinde
meydana gelen trafik kazalarında insanlar can verdi.
İnsan
Ticareti: Çanakkale açıklarında mültecileri taşıyan bir bot batıyor; beşi
çocuk, onlarca insan can verdi.
Genel
Tablo: “Haritam Kan İçinde” [Kemal Özer]
Son
bir haftada ölümle sonuçlanan olaylar incelendiğinde, intiharlarda artış
yaşandığı, iş cinayetlerinin “rutin” şekilde devam ettiği görülüyor. Yaşamından
edilenler her yaş grubundan olsa da ağırlıklı bölümü genç kuşak oluşturuyor.
Rutinleşen tabloda gündemde en çok tartışılan iki olayı daha yakından incelemek
gerekiyor.
Sarı
Şerit
İlk
olay, İstanbul’un Göktürk semtinde yaşanan bir “trafik kazası”. Ehliyeti
olmayan ve 18 yaşının altındaki bir kişi, son model lüks bir araçla hız
yaparken kontrolü kaybederek yol kenarındaki/emniyet şeridindeki insanlara
çarpıyor ve 29 yaşında bir baba yaşamını kaybediyor. Failin annesi 24 saat
içinde oğlunu yurt dışına kaçırıyor. Anne, burjuva sınıfına mensup bir insan.
Eşi ünlü bir cerrah. Kendisi de iş insanlığını bırakıp “kitap yazarlığı”
yapıyor. Mihr adlı kitabının tanıtımından bir bölüm şu şekilde:
“Mihr’de kadınlığın
coğrafyasına, bedenin sınırlarına cesur bir yolculuğa çıkarıyor okurları Eylem
Tok. Âdem ve Havva’dan bu yana iki cinsi ayıran ve birleştiren aşk’ı da, arzuyu
da daha önce hiç denenmemiş bir kurguda anlatıyor.
Mihr, cinsel
istismarın travmalarını tüm şiddetiyle anlatan; kadın olmaya, erkek olmaya,
iyiliğe, kötülüğe ve masumiyete dair sarsıcı bir roman! Yorgun düşmüş bir
çocukluğun çığlığı, bir ağıt aslında...
Aynı zamanda da bir
iyileşme yolculuğu...”
Eylem
Tok, yazarlığın hangi temaları işlemekten geçtiğini iyi biliyor, çünkü burjuva
sınıfına ait bir insan. Yorgun düşmüş çocukluktan bahsediyor diye tanıtılan Tok’un
oğlu, bir babayı evladından ayırıyor, faili de annesi kaçırıyor. Temaları
arasında aşk, beden, cinsellik, kadınlık, şiddet geçiyor. Düzenin bütün çarpık
ve yoz pratiklerini kendisi yeniden üretiyor. Aslında yazarın adı “feminist
hareket” olarak yazılsa hiç fark edilmez. Son model araç, ehliyetsiz bir çocuğa
veriliyor. Olay sonrası, adaletten bahseden bu kadının adaletsizliğin timsali
olduğu anlaşılıyor. Onun şahsında burjuva sınıfının karakteri budur.
Motokuryeye çarpan Somali başkanının oğlu da kaçmıştı. Ülkesi sömürülerek
açlıkla kırılan başkanın oğlu, konsolosluk aracıyla bir işçiyi katledip
kaçabiliyor. Benzer örnekler çoğaltılabilir. Burada dikkat çekici bir ayrıntı
var: Burjuva bir kadının feminist içerikte kitapta yazarak beden teorisine
yönelmesi.
İkinci
olay ise Şişli-Mecidiyeköy metro durağında, 25 yaşında bir kadın öğrencinin
metro raylarına atlayarak yaşamına son vermesi. Telefonuna yazdığı notta,
ailesine yük olmak istemeyip hayallerinden vazgeçtiği ifadeleri geçiyor. Metro
duraklarında bulunan bir sarı şerit vardır, tren bekleyen yolcular kapı
açılmadan o şeridi geçemez, çünkü tehlikelidir.
Metro
durağının olduğu bölgede KESK ve diğer konfederasyonlara bağlı sendika iş
kollarının büroları bulunuyor, bir dönem DİSK genel merkezi de aynı bölgedeydi.
Aynı şekilde, birçok reformist partinin bürosu da var. İki durak sonrası ise
feminist gece yürüyüşlerinin düzenlendiği Taksim.
Her
iki olay da 8 Mart sularında yaşandı. Feminist hareketin kadın sorununa bakışı
her açıdan tutarsız. Erkek bir yazarı hedefe koyduklarında, onun kitapları için
boykot kampanyası başlatıp ilgili yayınevinin de sözleşmeyi feshetmesi
çağrısını yapıyorlar. Feminizm ve beden teorileriyle inşa edilmiş bir romanın
yazarı kadın olduğu için sesleri çıkmıyor. Aynı şekilde, metroda intihar eden
kadın özelinde herhangi bir söylem geliştirmiyorlar. Anadolu’nun birçok
kentinde kadınlar yoksulluktan ve sömürü düzeninin yaydığı umutsuzluk ve
yalnızlıktan dolayı intihar ediyor ama feminist çevreden tek sözcük duyulmuyor.
Nasıl
bir kadın hareketi olsaydı 8 Mart anlamlı olurdu? İsrail Konsolosluğu önünde
Filistinli kadınlar için protesto gerçekleştirilseydi, metro durağı girişinde
ve yakın meydanda “canına kıyan kadınların nedeni sömürü düzenidir, bu düzene
yaşamlarımızı teslim etmeyelim” çağrısı/ajitasyonu yapılsaydı, en çok kadın
istihdam ettiğini iddia edip işçilerinin greve çıktığı tekstil kapitalistleri 8
Mart’ta protesto edilseydi, o zaman dünya emekçi kadınlar günü gerçek anlamına
ulaşırdı.
Sınıf
uzlaşmacılığının sonucu bu: Burjuva kadınlar ile işçi, emekçi, öğrenci
kadınları sadece cinsiyet üzerinden eşitleyip tarih yapıcı kabul etmek. 8 Mart
kadınlara hediye alma günü değil. Tepkisinde haklı olanlar, çözümü 8 Mart
indirimi yapan kapitalistlerde buldular, çünkü feministler de kapitalistler de
bugünü kadınlar günü olarak kabul ediyor.
“Ülkenin
genel tablosu üzerinden neden mercek feministlere tutuldu, bütün bunların
sorumlusu feministler mi?" şeklinde gelebilecek bir soruyu da yanıtlamak
gerekiyor. Bu çevre, erkeği ve kadını iki "düşman" kampa ayırarak
tarihi ikiye bölmeye çalışıyor fakat izlediği politikanın tutarsızlığını bu iki
olay özelinde hayat doğruluyor. Feminist gece yürüyüşlerine sadece kültürel
anlamda orta sınıf kadınlar gidiyor. Ülkedeki işçi emekçi kadınlara umut
olsaydı, bu kadar kadın intihar eder miydi? Mademki ülkeyi kadınlar kurtaracak,
o zaman neden bu vakalarda sessiz kalıyorlar? Bu soruyu yanıtlayamazlar.
Onların
zihni, Eylem Tok’ların kaçtığı batı ülkeleriyle şekillenip gönülleri Batılı
yaşam tarzı hayalleriyle işgal edilmiş durumda. O yüzden Ukraynalı kadınlar
için meydanlara inerler ama Filistin ve Anadolu kadınları için sesleri çıkmaz.
Evet, kadınlar tarih yazacak ama erkek ile kadın emekçinin kavgaya döktüğü
kolektif ter ile zafer kazanılacak.
Kadının
beyanı esas: İntihar eden genç kadının bıraktığı notta, katilinin sömürü düzeni
olduğu yazıyor. Feministler bu beyanı esas almıyor. Bu beyan, sınıfsal; onların
kaçtığı ve dengeleri altüst eden yakıcı bir gerçek. Kadının beyanı esas ise o
zaman bir soru daha sormak gerekir: Gezi’de elliye yakın erkeğin kendisine
saldırdığını iddia eden kadının beyanını neden esas alamadınız? Gerçeği
biliyordunuz çünkü daha sonra bunun bir komplo olduğu ortaya çıktı, hem de
kamera görüntüleriyle. İlgili kadına destek çıkan yandaş gazeteci kadın, her ne
kadar bu olayın gerçek olduğunu iddia ediyorsa kurtuluşun feminist ideolojide
olduğunu dile getiren çevreler de aynı politikasızlığı yeniden üretiyor. Her
iki çevre de aynı yerde buluşuyor: sadece “kadın” olmakta.
Sonuç
ve Çözüm: Kızıl Şerit
Ülkenin
son bir haftalık tablosunu bir yazıya sığdırmaya çalıştık. Bu yaşananlar sadece
medyaya yansıyanlar. Sömürü düzeninin medyasının bile kaçıramayacağı gerçekler.
Onlar sadece sonucu verir, biz nedenlere ve çözüme odaklanmak zorundayız.
Bütün
bu yaşananların tek nedeni sömürü gerçeğidir. Bireyciliği, disiplinsizliği,
intihara sürükleyen umutsuzluğu ve çözümsüzlüğü, son model arabalarla ve pahalı
motosikletlerle trafiği altüst edecek şekilde sınıf atlama çabalarını içeren
yozlaşmayı, yersiz yurtsuzlaşıp mültecileşmeyi, iş cinayetlerini, aile içi
şiddeti ve travmaları, tacizi ve tecavüzü, çocuk işçiliğini, ailenin
parçalanmasını, yalnızlığı ve depresyonu, iş yerlerinde intihar etmeyi,
yoksulun yoksula uyguladığı şiddet anomalisini ve daha fazla yozlaşma ve
çarpıklığı sömürü düzeni üretiyor. Şeridin dışına atarak yaşamını elinden
aldıkları insanlar ise işçiler ve emekçiler.
Temel
geçimini karşılama imkânına sahip, ekonomik anlamda düzenden şikâyetçi olmayan
insan da sömürünün çarklarının dışında değildir. Düzen, yalnızlaşmayı
dayatıyor. Başka bir yazının konusu olmakla birlikte değinmek gerekirse
dayatılan dijital dönüşümle herkesin metaverse evrende avatar karaktere
dönüşmesi hedeflenerek insan silik bir hâle getiriliyor. Yalnızlaşan ve hayata
güvenini yitiren insan, anlamsızlık, değersizlik, amaçsızlık ve boşluk
duygusuyla intihara sürükleniyor. O yüzden mesele, sadece ekonomik değil,
sınıfsaldır. Sınıfsal olan; yaşamın anlamını, kültürü, sosyolojiyi, edebiyatı
ve psikolojiyi üreten gerçektir. O yüzden din, dil, mezhep, kültür, cinsiyet
farklılıkları ayırt etmeksizin bizi kurtaracak tek gerçek sınıf mücadelesidir.
Bu nedenle yürüteceğimiz ideolojik mücadelede sol görünüp burjuvazi lehine
işleyen ideolojik saldırıları püskürtmemiz ve sınıfa güven verecek birlikteliği
sağlamamız gerekiyor. Aksi halde, 1 haftalık kesit 365 gün yaşanmaya devam
edecek. Üçüncü sayfaya sıkıştırılan değil, sürmanşette yer alacak yaşamlara
sahibiz, o manşeti attırabilmemiz için sınıf mücadelesini vermemiz gerekiyor.
Sömürü düzeninin bir sonraki kurbanı olmayacağız, bunun yolu da aynı kavgaya
ter dökmemizden geçiyor. Gerisi yaşam, gerisi teferruat.
“Bu kent
öldürüldü diyorlar
kurşuna dizildi bir geceyarısı
Hayaletler geziniyormuş şimdi
sokak aralarında ve caddelerde
baykuş tüneği olmmuş alanlar
ve yarasalar uçuşuyormuş
Silah ve esrar kaçakçıları
altın çağını yaşarlarken
artıyormuş bir yandan da
kumarhaneler, meyhaneler
Borsa oyunları, hileli iflaslar
birbirini kovalayıp dururken
nasıl çıkmışsa pek bilinmiyor
yaygınmış şimdilerde rus ruleti
İntiharların sayısı bilinmiyor
çoğalıp duruyormuş fahişeler
ve artık bunların hiçbiri
olay bile sayılmıyormuş şimdi
Bu kent öldürüldü diyorlar
bahar gelmez artık buraya
***
Bir kent nasıl öldürülür göz göre göre
Ben inanmıyorum kim ne derse desin
Sodon ve Gomore efsanelerde kaldı
Yaşanan bir başka tarih şimdi
Şöyle bir dokunsak toprağa yalın ayak
Duyacağız belki tarihin akışını
Bahar da gecikebilir unutmayalım
Böyle okuduk tarihin kitaplarından
Hele vakit gelsin,sevda dal versin
Uzanacağız bir sabah çiçekli bir ağaca
Unutmayalım aşkın sımsıcaklığını
Suskun bekleyişlerini varoşların
Kitapları,fabrikaları unutmayalım
Unutmayalım dağların öyküsünü
Zincirlerini kırmasını bilir bir kent
Aovrayı unutmayalım
Kışlık saray ne kadar dayanabilir
Hayatı kollamasını bilenlere
Ölüm suretini gezdiren serseriler
Sızıp kalacaklar birazdan
Ve bir tül gibi yırtılırken çevren
Bu kent yeniden yaşanacaktır
Bir kent nasıl öldürülür göz göre göre
Ben inanmıyorum kim ne derse desin.” [Ahmet Telli]
S. Adalı
17 Mart 2024
0 Yorum:
Yorum Gönder