Pages

18 Mart 2024

Sarı Şerit

Üçüncü Sayfa: Son Bir Hafta/Genel Tablo

Bu kent öldürüldü diyorlar” [Ahmet Telli]

İntihar: Son bir haftada gerçekleşen intihar vakaları yakından incelendiğinde, Aydın’da, Çorum’da, İstanbul’da ve İzmir’de yaşayan üç kişi eşlerini yaraladıktan/öldürdükten sonra kendi canına kıyıyor.

Eskişehir’de bir işçi, çalıştığı un fabrikasında kendini asıyor. Aynı şehirde bir genç ve 3 çocuk sahibi bir kişi daha intihar ediyor. Başka bir genç, Urfa’da sokak ortasında hayatına son veriyor. Aynı şehirde yine bir genç daha intihar ediyor. Hatay’da bir güvenlik görevlisi nöbet sırasında intihar ediyor. Bolu’da bir kişi, evinde intihar ediyor. Samsun’da bir imam, camide kendini asarak yaşamına son veriyor. Aynı şehirde 66 yaşında, 3 çocuk annesi bir kadın denize atlayarak canına kıyıyor. Sakarya’da 72 yaşında bir adam samanlıkta kendini asıyor. Gaziantep’te son bir hafta dört intihar vakası kaydediliyor. Şırnak’ta genç bir kadın, ailesi tarafından banyoda ölü hâlde bulunuyor. Aynı şekilde, Zonguldak’ta bir kadın, banyoda kendini asıyor. Elazığ ve Konya’da iki kişi çatıya çıkıp intihar girişimde bulunuyor. Antalya’da bir kadın intihar girişiminde bulunuyor, kaldırıldığı hastanede hayati tehlikesinin devam ettiği iddia ediliyor.

Şiddet: İstanbul’da zengin sınıfın çocukları son model araçlarıyla yarış yaparken bir insanı öldürüyor. Kilis’te yurtta kalan bir öğrenci, odasında öldürülüyor.

İş Cinayeti: Kahramanmaraş, Antalya, Sakarya, Samsun, Denizli, Kayseri’den son bir haftada iş cinayeti haberleri geldi.

Trafik Kazası: Bayburt, Şırnak, Tekirdağ, Kayseri, İstanbul, İzmir, Muğla, Mardin, Diyarbakır, Urfa, Çorum, Samsun, Eskişehir, Kütahya, Hatay kentlerinde meydana gelen trafik kazalarında insanlar can verdi.

İnsan Ticareti: Çanakkale açıklarında mültecileri taşıyan bir bot batıyor; beşi çocuk, onlarca insan can verdi.

Genel Tablo: “Haritam Kan İçinde” [Kemal Özer]

Son bir haftada ölümle sonuçlanan olaylar incelendiğinde, intiharlarda artış yaşandığı, iş cinayetlerinin “rutin” şekilde devam ettiği görülüyor. Yaşamından edilenler her yaş grubundan olsa da ağırlıklı bölümü genç kuşak oluşturuyor. Rutinleşen tabloda gündemde en çok tartışılan iki olayı daha yakından incelemek gerekiyor.

Sarı Şerit

İlk olay, İstanbul’un Göktürk semtinde yaşanan bir “trafik kazası”. Ehliyeti olmayan ve 18 yaşının altındaki bir kişi, son model lüks bir araçla hız yaparken kontrolü kaybederek yol kenarındaki/emniyet şeridindeki insanlara çarpıyor ve 29 yaşında bir baba yaşamını kaybediyor. Failin annesi 24 saat içinde oğlunu yurt dışına kaçırıyor. Anne, burjuva sınıfına mensup bir insan. Eşi ünlü bir cerrah. Kendisi de iş insanlığını bırakıp “kitap yazarlığı” yapıyor. Mihr adlı kitabının tanıtımından bir bölüm şu şekilde:

Mihr’de kadınlığın coğrafyasına, bedenin sınırlarına cesur bir yolculuğa çıkarıyor okurları Eylem Tok. Âdem ve Havva’dan bu yana iki cinsi ayıran ve birleştiren aşk’ı da, arzuyu da daha önce hiç denenmemiş bir kurguda anlatıyor.

Mihr, cinsel istismarın travmalarını tüm şiddetiyle anlatan; kadın olmaya, erkek olmaya, iyiliğe, kötülüğe ve masumiyete dair sarsıcı bir roman! Yorgun düşmüş bir çocukluğun çığlığı, bir ağıt aslında...

Aynı zamanda da bir iyileşme yolculuğu...”

Eylem Tok, yazarlığın hangi temaları işlemekten geçtiğini iyi biliyor, çünkü burjuva sınıfına ait bir insan. Yorgun düşmüş çocukluktan bahsediyor diye tanıtılan Tok’un oğlu, bir babayı evladından ayırıyor, faili de annesi kaçırıyor. Temaları arasında aşk, beden, cinsellik, kadınlık, şiddet geçiyor. Düzenin bütün çarpık ve yoz pratiklerini kendisi yeniden üretiyor. Aslında yazarın adı “feminist hareket” olarak yazılsa hiç fark edilmez. Son model araç, ehliyetsiz bir çocuğa veriliyor. Olay sonrası, adaletten bahseden bu kadının adaletsizliğin timsali olduğu anlaşılıyor. Onun şahsında burjuva sınıfının karakteri budur. Motokuryeye çarpan Somali başkanının oğlu da kaçmıştı. Ülkesi sömürülerek açlıkla kırılan başkanın oğlu, konsolosluk aracıyla bir işçiyi katledip kaçabiliyor. Benzer örnekler çoğaltılabilir. Burada dikkat çekici bir ayrıntı var: Burjuva bir kadının feminist içerikte kitapta yazarak beden teorisine yönelmesi.

İkinci olay ise Şişli-Mecidiyeköy metro durağında, 25 yaşında bir kadın öğrencinin metro raylarına atlayarak yaşamına son vermesi. Telefonuna yazdığı notta, ailesine yük olmak istemeyip hayallerinden vazgeçtiği ifadeleri geçiyor. Metro duraklarında bulunan bir sarı şerit vardır, tren bekleyen yolcular kapı açılmadan o şeridi geçemez, çünkü tehlikelidir.

Metro durağının olduğu bölgede KESK ve diğer konfederasyonlara bağlı sendika iş kollarının büroları bulunuyor, bir dönem DİSK genel merkezi de aynı bölgedeydi. Aynı şekilde, birçok reformist partinin bürosu da var. İki durak sonrası ise feminist gece yürüyüşlerinin düzenlendiği Taksim.

Her iki olay da 8 Mart sularında yaşandı. Feminist hareketin kadın sorununa bakışı her açıdan tutarsız. Erkek bir yazarı hedefe koyduklarında, onun kitapları için boykot kampanyası başlatıp ilgili yayınevinin de sözleşmeyi feshetmesi çağrısını yapıyorlar. Feminizm ve beden teorileriyle inşa edilmiş bir romanın yazarı kadın olduğu için sesleri çıkmıyor. Aynı şekilde, metroda intihar eden kadın özelinde herhangi bir söylem geliştirmiyorlar. Anadolu’nun birçok kentinde kadınlar yoksulluktan ve sömürü düzeninin yaydığı umutsuzluk ve yalnızlıktan dolayı intihar ediyor ama feminist çevreden tek sözcük duyulmuyor.

Nasıl bir kadın hareketi olsaydı 8 Mart anlamlı olurdu? İsrail Konsolosluğu önünde Filistinli kadınlar için protesto gerçekleştirilseydi, metro durağı girişinde ve yakın meydanda “canına kıyan kadınların nedeni sömürü düzenidir, bu düzene yaşamlarımızı teslim etmeyelim” çağrısı/ajitasyonu yapılsaydı, en çok kadın istihdam ettiğini iddia edip işçilerinin greve çıktığı tekstil kapitalistleri 8 Mart’ta protesto edilseydi, o zaman dünya emekçi kadınlar günü gerçek anlamına ulaşırdı.

Sınıf uzlaşmacılığının sonucu bu: Burjuva kadınlar ile işçi, emekçi, öğrenci kadınları sadece cinsiyet üzerinden eşitleyip tarih yapıcı kabul etmek. 8 Mart kadınlara hediye alma günü değil. Tepkisinde haklı olanlar, çözümü 8 Mart indirimi yapan kapitalistlerde buldular, çünkü feministler de kapitalistler de bugünü kadınlar günü olarak kabul ediyor.

“Ülkenin genel tablosu üzerinden neden mercek feministlere tutuldu, bütün bunların sorumlusu feministler mi?" şeklinde gelebilecek bir soruyu da yanıtlamak gerekiyor. Bu çevre, erkeği ve kadını iki "düşman" kampa ayırarak tarihi ikiye bölmeye çalışıyor fakat izlediği politikanın tutarsızlığını bu iki olay özelinde hayat doğruluyor. Feminist gece yürüyüşlerine sadece kültürel anlamda orta sınıf kadınlar gidiyor. Ülkedeki işçi emekçi kadınlara umut olsaydı, bu kadar kadın intihar eder miydi? Mademki ülkeyi kadınlar kurtaracak, o zaman neden bu vakalarda sessiz kalıyorlar? Bu soruyu yanıtlayamazlar.

Onların zihni, Eylem Tok’ların kaçtığı batı ülkeleriyle şekillenip gönülleri Batılı yaşam tarzı hayalleriyle işgal edilmiş durumda. O yüzden Ukraynalı kadınlar için meydanlara inerler ama Filistin ve Anadolu kadınları için sesleri çıkmaz. Evet, kadınlar tarih yazacak ama erkek ile kadın emekçinin kavgaya döktüğü kolektif ter ile zafer kazanılacak.

Kadının beyanı esas: İntihar eden genç kadının bıraktığı notta, katilinin sömürü düzeni olduğu yazıyor. Feministler bu beyanı esas almıyor. Bu beyan, sınıfsal; onların kaçtığı ve dengeleri altüst eden yakıcı bir gerçek. Kadının beyanı esas ise o zaman bir soru daha sormak gerekir: Gezi’de elliye yakın erkeğin kendisine saldırdığını iddia eden kadının beyanını neden esas alamadınız? Gerçeği biliyordunuz çünkü daha sonra bunun bir komplo olduğu ortaya çıktı, hem de kamera görüntüleriyle. İlgili kadına destek çıkan yandaş gazeteci kadın, her ne kadar bu olayın gerçek olduğunu iddia ediyorsa kurtuluşun feminist ideolojide olduğunu dile getiren çevreler de aynı politikasızlığı yeniden üretiyor. Her iki çevre de aynı yerde buluşuyor: sadece “kadın” olmakta.

Sonuç ve Çözüm: Kızıl Şerit

Ülkenin son bir haftalık tablosunu bir yazıya sığdırmaya çalıştık. Bu yaşananlar sadece medyaya yansıyanlar. Sömürü düzeninin medyasının bile kaçıramayacağı gerçekler. Onlar sadece sonucu verir, biz nedenlere ve çözüme odaklanmak zorundayız.

Bütün bu yaşananların tek nedeni sömürü gerçeğidir. Bireyciliği, disiplinsizliği, intihara sürükleyen umutsuzluğu ve çözümsüzlüğü, son model arabalarla ve pahalı motosikletlerle trafiği altüst edecek şekilde sınıf atlama çabalarını içeren yozlaşmayı, yersiz yurtsuzlaşıp mültecileşmeyi, iş cinayetlerini, aile içi şiddeti ve travmaları, tacizi ve tecavüzü, çocuk işçiliğini, ailenin parçalanmasını, yalnızlığı ve depresyonu, iş yerlerinde intihar etmeyi, yoksulun yoksula uyguladığı şiddet anomalisini ve daha fazla yozlaşma ve çarpıklığı sömürü düzeni üretiyor. Şeridin dışına atarak yaşamını elinden aldıkları insanlar ise işçiler ve emekçiler.

Temel geçimini karşılama imkânına sahip, ekonomik anlamda düzenden şikâyetçi olmayan insan da sömürünün çarklarının dışında değildir. Düzen, yalnızlaşmayı dayatıyor. Başka bir yazının konusu olmakla birlikte değinmek gerekirse dayatılan dijital dönüşümle herkesin metaverse evrende avatar karaktere dönüşmesi hedeflenerek insan silik bir hâle getiriliyor. Yalnızlaşan ve hayata güvenini yitiren insan, anlamsızlık, değersizlik, amaçsızlık ve boşluk duygusuyla intihara sürükleniyor. O yüzden mesele, sadece ekonomik değil, sınıfsaldır. Sınıfsal olan; yaşamın anlamını, kültürü, sosyolojiyi, edebiyatı ve psikolojiyi üreten gerçektir. O yüzden din, dil, mezhep, kültür, cinsiyet farklılıkları ayırt etmeksizin bizi kurtaracak tek gerçek sınıf mücadelesidir. Bu nedenle yürüteceğimiz ideolojik mücadelede sol görünüp burjuvazi lehine işleyen ideolojik saldırıları püskürtmemiz ve sınıfa güven verecek birlikteliği sağlamamız gerekiyor. Aksi halde, 1 haftalık kesit 365 gün yaşanmaya devam edecek. Üçüncü sayfaya sıkıştırılan değil, sürmanşette yer alacak yaşamlara sahibiz, o manşeti attırabilmemiz için sınıf mücadelesini vermemiz gerekiyor. Sömürü düzeninin bir sonraki kurbanı olmayacağız, bunun yolu da aynı kavgaya ter dökmemizden geçiyor. Gerisi yaşam, gerisi teferruat.

“Bu kent öldürüldü diyorlar
kurşuna dizildi bir geceyarısı
Hayaletler geziniyormuş şimdi
sokak aralarında ve caddelerde
baykuş tüneği olmmuş alanlar
ve yarasalar uçuşuyormuş
Silah ve esrar kaçakçıları
altın çağını yaşarlarken
artıyormuş bir yandan da
kumarhaneler, meyhaneler
Borsa oyunları, hileli iflaslar
birbirini kovalayıp dururken
nasıl çıkmışsa pek bilinmiyor
yaygınmış şimdilerde rus ruleti
İntiharların sayısı bilinmiyor
çoğalıp duruyormuş fahişeler
ve artık bunların hiçbiri
olay bile sayılmıyormuş şimdi
Bu kent öldürüldü diyorlar
bahar gelmez artık buraya
***
Bir kent nasıl öldürülür göz göre göre
Ben inanmıyorum kim ne derse desin
Sodon ve Gomore efsanelerde kaldı
Yaşanan bir başka tarih şimdi
Şöyle bir dokunsak toprağa yalın ayak
Duyacağız belki tarihin akışını
Bahar da gecikebilir unutmayalım
Böyle okuduk tarihin kitaplarından
Hele vakit gelsin,sevda dal versin
Uzanacağız bir sabah çiçekli bir ağaca
Unutmayalım aşkın sımsıcaklığını
Suskun bekleyişlerini varoşların
Kitapları,fabrikaları unutmayalım
Unutmayalım dağların öyküsünü
Zincirlerini kırmasını bilir bir kent
Aovrayı unutmayalım
Kışlık saray ne kadar dayanabilir
Hayatı kollamasını bilenlere
Ölüm suretini gezdiren serseriler
Sızıp kalacaklar birazdan
Ve bir tül gibi yırtılırken çevren
Bu kent yeniden yaşanacaktır
Bir kent nasıl öldürülür göz göre göre
Ben inanmıyorum kim ne derse desin.” [Ahmet Telli]

S. Adalı
17 Mart 2024

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder