“Vardık, Varız, Var Olacağız.”
[Rosa Lüksemburg]
8 Mart Dünya Emekçi
Kadınlar Günü, ülkemizde neredeyse son otuz yıldır burjuva kadınların ön planda
olduğu kutlamalarla anılıyor. 12 Eylül sonrası, siyasi ve toplumsal atmosfer
dâhilinde, “Memlekete feminizm de gerekliyse biz getiririz” zihniyeti hâkim.
8 Mart, biz emekçi
kadınlar için bir şeref, bir mirastır. Bunu unutmamak ve unutturmamak, gelecek
kazanımlar adına hayatî önemdedir. Clara Zetkin ve Rosa Lüksemburg’un kendilerini
net bir biçimde ayırdıkları burjuva kadınlar, bugün kanla elde edilmiş hakların
savunuculuğunu arsızca yapıyor, bizzat sebep olduğu sınıf zulmünü, bağlamından
kopararak, dar kalıplara sokmaya, yanlış saptama yaparak hedef şaşırtmaya, bu
şanlı güne perde çekmeye çalışıyorlar. Emekçi kadınlarımız, bu tuzağı görmeli,
kız kardeşlik yalanına kanmadan, bu mücadelede, onların gölgelerini dâhi kabul etmeden, öz sınıf kardeşleriyle, kalbi sosyalizm için atan öz insan kardeşleriyle ilerlemelidir.
Kendi içlerinde,
toplumsal yaşamda hiçbir eşitsizliği yaşamayan bu şımarık sanrılı güruh,
toplumsal hassasiyet yalanı ile her yıl 8 Mart’ta meydanlara iniyor, kadının
gerçek kurtuluşunun yolunu ve kazanımlarının tarihini hafızalarda karartmaya
çalışıyor. Bu oyunu emekçi kadınlar olarak görmeliyiz.
Kadının gerçek
kurtuluşunun yolunu ve bu yolun geçmişteki izlerini, 8 Mart’ın gerçek
sahiplerini bilerek, emekçi kadınlar olarak, inatla sürdürmeliyiz. Bu bağlamda,
8 Mart tarihine nerede, ne zaman ve nasıl gelindi, hatırlamakta fayda var.
Tarih 8 Mart 1857. Yer
Amerika Birleşik Devletleri, New York.
Kentin bir tekstil
fabrikasında yükselen alevler ve sırf daha iyi, eşit şartlarda çalışmak adına
haklarını aradıkları için alevlerin ortasında mahsur bırakılan kadınlar.
Ateşlerin ortasında, acı dolu çığlıklarla can veren, 8 Mart’ların meşalesini
yakan kadınlar...
Yaklaşık 40 bin kadın
işçi, çalışma koşullarını iyileştirebilmek için greve başladılar. Polisin
işçilere saldırmasının ardından kadın işçileri fabrikaya kilitlediler. Söz
konusu fabrikada, işçilere yönelik fabrikanın önünde kurulan barikatlar
sebebiyle, yangından bazı kadınlar kurtarılamadı. Sonuçta 120 kadın emekçi,
yanarak can verdi.
İşçilerin cenaze
törenine 10 binden fazla kişi katıldı. Tüm dünyada büyük ses getiren bu
katliamın ardından, bu olayı hiç unutmayan ve unutturmayan sosyalist kadınlar,
takvimler 26-27 Ağustos 1910’u gösterdiğinde, Kopenhag’da 2. Enternasyonale
Bağlı Kadınlar toplantısında [Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda]
Almanya’nın sosyalist kadın önderlerinden Clara Zetkin ve Rosa Lüksemburg bir
öneri sundu. 8 Mart 1857’de yanarak katledilen kadın tekstil işçileri anısına
bugünün Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak anılmasını teklif etti. Bu teklif, oy
birliği ile aynı toplantıda kabul edildi. Başlangıçta kesin bir tarih
belirtilmediğinden, ilkbaharda yapılan anma, ardından geçen zamanla birlikte, 8
Mart tarihi ile tüm dünyada anılmaya başlandı.
Tarihin kesin olarak
netleşmesi, 1917 Ekim Devrimi önderi ve Sovyetler’in kurucusu Lenin döneminde
olmuştur. 1921’de Moskova’da gerçekleştirilen 3. Uluslararası Kadın Konferansı’nda
tarih 8 Mart olarak kesinleşmiş ve adı da Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak
belirlenmiştir.
1. ve 2. sömürü
savaşları yıllarında sosyalizmin ve işçi hareketinin yayılmasından korkan
emperyalist/elitist/burjuva aktörler, bugünün anma ve kutlamalarını uzunca bir
dönem, Batı ve Avrupa coğrafyasında yasakladılar. 1960’lı yıllara değin
baskılanan 8 Mart, aynı yıllarda gelişen işçi ve öğrenci hareketinin devrimci
ruhuyla ivme kazanarak tüm dünyada kutlamalara, bilhassa ABD’de çeşitli
gösterilerle tekrar anılmaya başlandı.
16 Aralık 1977 tarihinde
BM genel kurulu bu duruma direnemedi ve 8 Mart’ı bilinçli bir aşınmaya tâbi
tutarak, “Dünya Kadınlar Günü” olarak revize ettikten sonra bugünün anılmasını
kabul etti. Amaç, sınıfını zora sokacak tarihi olayları ve olguları bilinçli
olarak yok etmek, edemiyorsa da onları flu bir görüntü ile sunmaktı.
Bugün ülkemizde, girişte
de belirttiğimiz gibi, kanlı 8 Mart, aynı algı ve karartma operasyonları ile ele
geçirilmek istenmekte. Kürsülerden dile getirilen “bıyıklı erkekler” ifadesi,
tam da bu amaca hizmet etmektedir. Kadın hareketini erkek düşmanlığına
çeviren yaklaşım, bu kişilerin bulunduğu konumları göz önüne aldığımızda gördüğümüz
utanç tablosu, saflıktan öte, bilinçli bir özveriyle hedef şaşırtmakla
ilgilidir.
Kapitalizm için kadınlar
da dâhil olmak üzere her şey, sahip olunacak ve yararlanılacak bir “mal”dır.
Sömürü düzeninde kadın ya da erkek, türünün farklılıklarına, artı ya da eksi
değerlerine bakılarak değerli değildir. Kadın ve erkek fark etmeksizin,
onlardan elde edilecek “şey”ler ölçüsünde ve yine o “şey”lerin getirisi adına
değerlidir.
Bugün kapitalist
toplumda “özgürlük” adı altında yapılan şudur: bireysel hazların sınır
olmaksızın giderilebileceği, kadın bedeninin alınıp satılabileceği, üstelik,
bunu kendi rızası ile “kadının özgürlüğü” gayesiyle yapacağı zemin inşa
edilmektedir.
Bugün burjuva
feministler ve siyasi uzantıları, kadına transparan peçelerinin altından, kısık
gözlerle bakmayı yeğliyor. Özgürlük bu ya, yalnız kabukla sınırlı! Her
yanını özgürce açan Laik Seküler paganlarını feminist kraliçe ilan ediliyor, bu
toplumun muhafazakâr insanının inancına küfür ediyor, tutukluluk hâlinde önce “özgürlük
yok mu!” narası atıyor, sıkıştığında özür diliyor, serbest kaldığında ise
feminist çevrede mareşal oluyor. Elitizm ve idealizm kapanı, bu toplumun
kadınını bir yüz yıl daha sözde ilerici zihniyetinin kalıpları ile çürütmeye
çalışıyor. Özgürlük adı altında bedenini sergilemesini ve hatta pavyonda
çalışmasını müstahak görüyor.
Kadınların çalıştığı
evlerde, tarlalarda, fabrikalarda, okulda, daha sayamadığımız nice alanda,
onların ezilmişliğini görmeden, yalnız kabuğu ile ilgilenen feminist burjuva
hareket, utanmaz bir arsızlıkla, kanlı 8 Mart tarihinin “sözde!” temsilciliğini
yapıyor. Onlar ki kadınlığın kurtuluşunun ve tam eşitliğinin gerçek bir
sosyalist toplumla mümkün olduğunu söyleyen, bizzat kendi sınıflarının uşakları
tarafından katledilen, Landwehr ırmağını kanıyla kızıla boyayan Rosa Lüksemburg’u
bilmezler. Bilmek istemezler. Bugün elde edilen hakların kimler tarafından ve
ne uğruna, ne bedellerle elde edildiğini de söylemezler. Söylemek istemezler.
Feminist günlerinde “Bedelini ödedik” pankartları bir şarkı sözüdür yalnızca.
Ahde vefa yoktur! Vefa, onlar için İstanbul’da bir semt adıdır sadece.
İdil Mevsim
12 Mart 2024
0 Yorum:
Yorum Gönder