Kovid
solunun tıbbi istibdada verdiği destek, kırk yılını politik faaliyetlerde ve sendikacılık
alanında geçirmiş bir solcu olarak, beni şoke etti. Zira eskiden solcular, hükümetin
ve medyanın her daim yalan söylediğini bilir, “bilimin peşinden git” lafını
değil de “paranın peşinden git” lafını kendisine rehber beller, bilhassa işin
içinde büyük ilâç tekelleri varsa, meselenin ekonomik tarafına bakardı. Oysa bugün
tüm politik değer sistemini inkâr eden sol, Kovid üzerinden çevrilen üçkâğıtlara,
tıpkı diğer politik eğilimler gibi, teslim olmuş durumda.
Eski
bir solcu olarak ben, Kovid’in o rezil Irak Savaşı’nın ve kitle imha silâhları
yalanının yeniden vücut bulmuş hâli olduğunu düşünüyorum.
Tıpkı
Irak Savaşı (Vietnam Savaşı ve diğer emperyalist savaşlar) gibi Kovid savaşı da
herkese muazzam zararlar veren bir politik ajandanın yardımını arkasına alan
propaganda temelinde gerçekleştirilen yeni ve devasa bir dolandırıcılık
pratiği.
Buna
karşın, Irak’taki kitle imha silâhları saçmalığına tanık olmuş, o yalanları
dinlemiş olan Kovid solu, Kovid döneminde kendisine doğrultulan kitlesel
aldatma silâhlarına teslim bayrağını çekti, tüm aldatmalara bir bir kandı. Hatta
büyük bir hevesle yenilerine talip oldu (“daha fazla kapanma, daha fazla maske,
daha fazla test, daha fazla aşı lütfen” diye yalvardı.)
Solun
Kovid döneminde sergilediği performans, solun benden uzaklaşma sürecini
hızlandırdı. Ben soldan uzaklaşmadım, onu ben terk etmedim. (Solun ilkelerini
ve vizyonunu hâlen daha muhafaza ediyorum.) Beni asıl Kovid solu terk etti. “Mesele
sende değil, bende” deyip sevgilisini terk eden ben değilim yani.
Kovid
solu, yeni değerlere sarıldı; devletin zulmüne, sansüre ve büyük şirketlerin
elindeki tıbba destek verdi.
Benim
kopuşum, altı yıllık sürecin sonunda gerçekleşti. Bu altı yıl boyunca sol, Brexit
kaynaklı akıl hastalığı, Trump kaynaklı akıl hastalığı, “her şey ırkla ilgilidir”
anlayışı, bugün solun saplantılı bir biçimde kafayı taktığı duyarcı kimlik
politikasına ilişkin diğer türden takıntılar sebebiyle, işçi sınıfı kitlesine
sırtını döndü.
Kovid
döneminde ifrata vardırılan önlemlerin ve yasakların neye mal olduğu görülmüş,
aşıların yavaş yavaş felâkete yol açtığı anlaşılmış olmasına rağmen bugün bile
sol, Kovid döneminde çizdiği yolu zerre değiştirmedi, kapitalist devletin korku
ve güç üzerine kurulu idaresi dâhilinde politik birer hain olarak oynadığı rolü
eleştirel süzgeçten geçirmedi, bu role dair hiçbir düşünce geliştirmedi.
Kovid
sonrasında ölüm oranları arttı, doğurganlık düzeyi düştü, ekonomiler paramparça,
eğitim mahvoldu, çocukların gelişimleri sekteye uğradı. Kimse, bu komplikasyonları
fark etmedi bile. Tüm bu gelişmeler, gizemli olgular olarak ele alındı ya da
basit bir yaklaşımla virüse bağlandı, virüse karşı başvurulan, yalan üzerine
kurulu, beyhude ve zararlı tedbirlerle ilişkilendirilmedi. Cehaletin getirdiği
saadet, herkesi rahatlattı.
Eskiden
solcular olarak geçmişin o büyük işçi mücadeleleriyle ilgili olan “Hangi Saftasınız?” şarkısını söylerdik. Bugünse
üzerinde “Kovid sonsuza dek” yazan dövizleri sallayan yeni “sol”, gerçekleştirilen
grevi kırdı ve açıktan gidip yeni “halk sağlığı” yöneticilerinin ve büyük ilâç
tekellerinin patronlarının safına geçti.
Bugün
Kovid solu, özgürlüğü sağcılara ait bir laf olarak görüyor. Bugünün solu
özgürlükten yana değilse, politik hareket olarak herhangi bir anlama da sahip
değildir.
Günümüz
solunun Kovid konusunda yaptığı en büyük hatadan söz ederken Kovid ile ilgili olarak politik sağın doğru ve haklı bir konum aldığını iddia ediyor değiliz. Her ne
kadar sağ, bilhassa özgürlükçü bileşenleri, Kovid deliliğine karşı ilk hamleyi
yapmışsa da politika sahasında elbise değiştirme sürecinde solun kıyafetlerini
çalsa da sağın önemli bir kısmı da o büyük Kovid dümeninden yana saf tuttu.
Geleneksel
manada siyaset, istibdattan yana olanların mı yoksa ona karşı çıkanların mı öngörü
becerisine daha fazla sahip olduğunu henüz ortaya koymuş değil.
Phil Shannon
22
Aralık 2022
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder