Marx ve Engels’in kullandığı “parlamentarist
kretinizm” tabiri, hem cücelikle hem de aptallıkla alakalı bir marazı ifade ediyor. “Kretinizm”,
doğum öncesi ana karnında oluşan olumsuz durumlardan biri olan “konjenital hipotiroidi”nden
kaynaklanıyor. İlkin 1527’de teşhis edilen hastalıkta tiroid dokusunun olmaması
sebebiyle, zihindeki ve vücuttaki gelişmede sorun yaşanıyor.
Sol
çevirilerde bu “kretinizm” ifadesi, “ahmaklık” veya “aptallık” kelimeleriyle
karşılanıyor. Ama bu ifadeler, Marx ve Engels’in kullanımındaki hâlin içeriğini
tam karşılamıyor. Burada parlamentoya kilitlenmiş siyasetin sosyalist hareketi
güdük, fodul, alık ve geri zekalı kılacağı üzerinde duruluyor.
Engels, “genellikle silik olan hayatları boyunca başarı
namına bir şey görmemiş zavallı iradesiz kişilerin iki üç oyla yapılan beş
para etmez kanun değişiklikleriyle Avrupa’nın çehresini” değiştirebileceklerine
inandıklarını, bu kişilerin mecliste çoğunluğu elde edince tarihi, dünyayı ve
geleceği değiştirebileceklerini düşündüklerini, bu anlamda “parlamentarist
kretinizm” denilen hastalığa yakalandıklarını söylüyor.[1] Solun “meclis duvarları dışında gerçekleşen önemli
gelişmelere körleştiğine”, nesnel ve kolektif olan karşısında güdükleştiğine,
onu şişiren egemenlerin kullandıktan sonra solu terk ettiğine vurgu yapıyor. Engels’e
göre, “bu hastalıkla mücadele edebilmesi için partinin, meclisteki
temsilcilerine bir bütün olarak partinin iradesine tabi olma kuralını getirmesi
gerekiyor.”[2]
Marx, ilgili tabiri Louise Bonaparte’ın 18. Brumaire’i eserinde kullanıyor. Tüm Avrupa’yı kasıp kavuran bu hastalığın sosyalist hareketin vakitlerini heba etmesine neden olduğunu, gerici güçlerin büyümesine imkân sunduğunu söylüyor. Meclislerin sınıf çıkarlarını yansıttığını düşünen Marx, onların sorunları yüzeysel bir biçimde çözüme kavuşturdukları üzerinde duruyor. Meclis siyasetinin ideolojik planda toplumsal koşullara sırtını döndüğünü, onlardan koptuğunu iddia ediyor. Bu anlamda Marx, “parlamentarist kretinizm” hastalığına yakalanmış solun “gerçek dünyaya dair anlamdan, hafızadan ve anlayıştan yoksun olan hayali bir dünya inşa ettiğini” söylüyor.[3]
Marx, meclisin ya devrim ya da gericilik eliyle kenara itileceğini iddia
ediyor.[4] “Devrimci süreç açısından herkese oy hakkı, kendi içinde bir amaç
değil, amaca ulaşmak için bir araçtır” diyor. Kenara itilmesini, bertaraf
edilmesini gericilik ölçüsünde değerlendirenler, devrim ölçüsünde değerlendirme
gereği duymuyorlar. Bu yönde bir arayış içerisine girmiyorlar.
Bu
terimi Marx ve Engels’ten ödünç alan Lenin, hastalığın Rusya’daki biçimini
tarif ediyor ve bu ülkede bazı partilerin ilgili hastalık sebebiyle meclisteki
politik manevralara onu komünist ajitasyon ve propaganda için gerekli bir kürsü
olarak kullanacak politika karşısında öncelik verdiklerinden bahsediyor. “Ülkedeki
devrimci durumun mecliste olan biten değil, mecliste yaşanan olayların ve
gündeme gelen sorunların, ülkedeki devrimci durum açısından değerlendirilmesi
gerektiğini”[5] söyleyen Lenin, ölçü alınacak yer konusunda ise şu
değerlendirmeyi yapıyor: “Kara Yüz tehlikesi, ancak sokaklarda alt edilebilir.”
Bu tespiti yapan Lenin, hasımları olan Menşevikleri “parlamentarist kretinizm”e
teslim olmakla suçluyor ve “iyi niyetli devrimciler, bu türden bir kaderle ilk
kez yüzleşmiyorlar, bu son da olmayacak” diyor.[6] Bu kader, Lenin’e göre, “meclislerin
kendinden menkul, özgün yapılar olduğuna, onların ellerindeki güce, tıpkı devlet
gibi, gerçek toplumsal güçler üzerinde kontrol sahibi oldukları için değil de
sahip oldukları hukuki veya anayasal statü sebebiyle kavuştuklarına dair yanılsama”yla
ilgili.
Bugün Türkiye’de de sol sosyalist hareket, o hayal dünyasında yaşıyor. O, parlamentarist kretinizm hastalığına teslim oldu. Bu teslimiyet, nitel ve nicel geriliğinin sebebi ve sonucudur.
Meseleleri Erdoğan’a indirgeyen
akıl güdükleşmiş, beden cüceleşmiştir. Erdoğan, kendi muhalefetini inşa etmiş,
AKP, muhalefetin genetiğine işlemiştir. Artık sosyalist hareket, “ülkedeki
devrimci durumu mecliste olan bitene göre değerlendiriyor, mecliste yaşanan olayları
ve gündeme gelen sorunları ülkedeki devrimci durum açısından değerlendirmiyor.”
Somut durum, devrimsizleşiyor.
Bugün “somut durumun somut tahlili” yalanı, tüm
kadroların ağzındaki çürük sakızdır. Ortada iri cüsseli bir düşman vardır ve
onu zayıflatan her kıpırtı, her hareket, her söz, önemsenmektedir. Bu
yalana herkes ikna edilmiştir. “Benim
bireyliğimi, özneliğimi, failliğimi yüceltenin kırk yıl kölesi olurum ben”
diyen kişilikler üretilmiş, bu insanlar, nesnelliğe ve kolektife küfretmeyi
öğrenmişlerdir. Artık somuttaki bireysel çıkarların savunulması, zaten fiilen “devrimci”dir.
Sosyal medyada gerçekleştirilen takip işlemi, siyasetin,
ajitasyonun ve propagandanın yerini almıştır. Örgüt büroları ve siyaset,
akademik faaliyete ve gazetecilik faaliyetine indirgenmiştir. Bunlar da
tecimsel meselelerdir, fedakârlığın, dava insanı olmanın, devrimciliğin reddi
üzerine kuruludur.
Artık sol için meclis duvarları ve seçim pratiği
dışında bir gerçeklik yoktur. Her şey, o duvarlara ve pratiğe göre değerlendirilmelidir.
Tüm seçim çalışması, duvarlara çalınan renklerle, asılan süslerle alakalıdır.
Bu pratik, devlet ve sermaye adına ortaya konmaktadır.
Solun nesnel ve kolektif olana karşı nesnel ve
kolektif bir güç inşa etmek gibi bir hedefi yoktur. Gezi’de, o konjonktürde, o
gerçekte anlamlı olan dil ve akıl, tüm zamana ve mekâna teşmil edilmiştir. Gezi’deki
teslimiyet de içe ve derine işlemiştir. Gezi’den önce Gezi’ye hazırlanmamış,
bunun gereğini duymamış, bu yönde hiçbir adım atmamış, aklını, fikrini ve
eylemini buna göre biçimlendirmemiş olan sol örgütler, teslimiyetlerini ve
yenilgilerini pratikleriyle meşrulaştırmak ve örtbas etmek derdindedirler. Onların
görmediği gerçekse şudur: Nesnel ve kolektif güce karşı nesnel kolektif bir güç
inşa etmeyi öne almayan bir akıl, yenilmeye mahkûmdur.
Eren Balkır
2 Nisan 2023
Dipnotlar:
[1] Karl Marx ve Frederick Engels, Collected Works, Cilt
11, Progress, 1974, s. 79.
[2] August H.
Nimtz, Lenin’s Electoral Strategy from Marx and Engels Through the Revolution
of 1905, Palgrave Macmillan, 2014, s. 23.
[3]
Marx-Engels, a.g.e., s. 161.
[4] August H.
Nimtz, a.g.e., s. 11.
[5]
A.g.e., s. 106-107.
[6]
A.g.e., s. 135.
0 Yorum:
Yorum Gönder