Ayşe
Kulin bir röportajında, komşusunun torunu gençle sohbetini aktarıyor. Gençlerin tarihe yönelik ilgisizliğini
ve bilinçsizliğini eleştiren Kulin, ülkenin işgal edildiğini, bir milli mücadele
verildiğini bilmeyen gence ettiği lafı aktarıyor: “Sen şöyle mi zannediyorsun?
Mavi gözlü bir adam geldi, padişaha dedi ki ‘in bakalım oradan, ben oturacağım.
Cumhuriyeti kurdum.” Genç buna “evet” diyor. İşte o gencin partisi TKP, lideri
Kemal Okuyan’dır.
Bu
parti ve lideri de böyle olduğunu düşünüyor. Cumhuriyet mitolojisine bağlanan
bu ekip, kurtuluş mücadelesini çöpe atıyor. Halkın emperyalizme karşı
mücadelesini paranteze alıp siliyor. Halkın iradesini küçümsüyor. Çünkü asker ve
sivil bürokrasiyi sosyalizme ikna etmek için çabalıyor. Bu çaba, tarih
bilincini de şekillendiriyor.
Çünkü
tüm bu kadrolar, CHP için yetiştirilmiş, sosyalist ve devrimci hareketin
postlarına yerleştirilmiş kişiler. Halkın mücadelesine körleşmek, onu
susturmak, halkın mücadele etme ihtimalini ortadan kaldırmak için varlar. Bugün
bağırıyor olmalarına, ağızlarından dökülen sözcüklere kanmamak gerek. Hepsi de
aslında aydınlanma ve modernizme dair şeyleri mülk edinip Marksizm-Leninizme, komünist hareket içerisinde işçiye, halka ve fukaraya
dair ne varsa tasfiye etmekle görevli. Bugün o yüzden sol örgütlerin tek eylemi kitap okumak, film izlemek.
O
ağız ve kafa, bir işçi ya da köylünün ağzından çıkan “devrim” ve “sosyalizm”
ile bir küçük burjuvanın ağzından dökülen “devrim” ve “sosyalizm” farklı tartılara
yerleştiriyor. İlki hafif, ikincisi ağır kabul ediliyor. Aslında devrim ve
sosyalizm, aşağılık bir oluş olarak değerlendiriliyor. “Adam, Vaşington’da çok
zengin bir aileye doğmuş olmasına rağmen bu işlerle uğraşıyor” deniliyor. “Yüksek
maaş alacakken bu işlere girmiş” lafı üzerinden övülüyen kişi, partinin başına
geçiriliyor. Yoksulun, işçinin, köylünün devrimciliği ve sosyalistliği küçük
görülüyor. İşçi, köylü ve fukaranın ağzındaki devrim ve sosyalizm, zararlı
kabul ediliyor. Onun aydınlanmanın terbiyesine, modernizmin disiplinine tabi
tutulması gerektiği düşünülüyor.
İşçinin
ettiği teorik laf küçük görülürken aynı laf, zengin bir doktorun, mühendisin ya
da avukatın ağzından döküldüğünde “vay be!” deniliyor. Zenginin devrimle ve
sosyalizmle ilişkisine daha baştan bir kutsallık ve yücelik atfediliyor. Fakirin
ve işçinin ilişkisi, doğal, yavan, yaban ve değersiz görülürken, küçük
burjuvanın ilişkisine methiyeler düzülüyor. O ilişki, özel, güzel ve yüce kabul
ediliyor.
CHP’li
bir küçük burjuva, sosyalizmi ve devrimi aydınlanma ve modernizm süzgecinden
geçirmeye mecbur. Devrim ve sosyalizm, aydınlanma ve modernizmin suyuna
yatırılıyor. Devlete ve sermayeye zarar vermeyecek, yürüyüşünü sekteye
uğratmayacak kıvama getiriliyor.
Vaşingtonlu olan, zengin ailenin içine doğan Kemal Okuyan, Devrim’i doğal olarak bir yücelme, yükselme olarak algılıyor. Onu sıradan, yaban, doğal, gerçek sınıfsal ilişkilerden kopartma işini üstleniyor. En maddeci yerden en fazla devrimi bir uçak olarak tasavvur ediyor. Yakıtının burjuva ideolojisi olduğunu düşünüyor.
Okuyan, kitabında “Devrim’e ulaşabilir miyiz?”
sorusunu soruyor. Devrimi somut, maddi, gerçek çelişkilerin ve dinamiklerin
içerisinde aramak yerine, göğe fırlatıyor, onu erişilecek bir yüce ideal olarak
kodlayıp kendi zihnine hapsediyor. Küçük burjuvanın tek işi, her şeyi ve
herkesi kendisine mecbur etmeye çalışmak. Bu noktada, her şeyi kendisinden başlatıp
kendisinde bitiriyor. Kolektifleşmiyor, ortaklaşmıyor, yoldaşlaşmıyor.
O
nedenle Okuyan, kitabını imzalarken “Şeyh Kemal Okuyan” imzasını kullanıyor. Yoldaşına
mesaj verme, ikazda bulunma fırsatını kaçırmıyor. Basit bir imza gününü “tarikatımdan
ayrılmayasın ha” demek ve kulak çekmek, partinin sahibini anımsatmak için
kullanıyor. Postunu Cübbeli gibi kullanıp “devrim için ancak benimle
yücelebilirsiniz?” diyor. O, devrimi ve sosyalizmi halktan, işçiden ve
fukaradan çalmak için var.
Tarikatını
kendi mülkü gördüğü, partiyi kendi şirketi olarak yönettiği açık. Tepedeki özel
“aile” haricinde kimse TKP’li değil, olamaz. Devrim ve sosyalizm, aydınlanmanın
terbiyesine, modernizmin disiplinine tabi olmalı. CHP’nin dişine uygun olmalı. Devlete
ve sermayeye zarar vermemeli. Bakmayın arada Koç’u eleştirdiklerine... Eski merkez komite üyeleri Koç’un profesörü, yöneticileri Koç’a çalışıyor, danışma kurulundaki
adam Koç’un özel yetiştirdiği kadro. Devrimci Yol ve TKP geleneği, CHP’ye hizmet
etmeye mecbur.
Bu
özel kadrolar, işçinin, köylünün, fukaranın devrim ve sosyalizmle ilişkisinden
korkarlar. O ilişkiyi dağıtmak, yumuşatmak, gerektiğinde yok etmek zorundalar. Devrim,
İsa’nın göğe yükselişi türünden bir yücelme olarak resmedilmelidir. O yücelmeyi
ancak özel kişiler gerçekleştirebilir. Devrim ve sosyalizm, avamdan, halktan ve
sınıftan kopartılmalıdır. CHP ve CHP’nin parçası olduğu devletin emri bu
yöndedir. O devlet, toplumu dönüştürecekse, halkı işgal edecekse, solu namluya
sürer.
O
CHP ve küçük burjuva solcuları, işgalle mücadeleyi anımsayamaz. Anımsatamaz. Çünkü
kendileri bir işgalci pratiğin parçasıdır. Aynı Ayşe Kulin, PR çalışması ve plan
gereği, CHP üyesi yapılır. Kitabının reklâmını içeren afiş, hemen cami
duvarlarına yapıştırılır.
1919-1922
arası dönemde işgale karşı mücadele edilen iradeye yönelik işgalci,
sömürgeci-yerleşimci bir siyaset uygulanıyor. CHP ve onunla iltisaklı sosyalist
hareket, milli mücadeleye savrulmuş bir küfür. Mandacı ve işgalci...
Bu
açıdan, karikatürize edilip politik-ideolojik ağırlığı silinmeye çalışılan “CHP’li
teyze” tipi denildiğinde akla İsrailli yerleşimcilerin lideri Daniella Weiss
gelmeli. Bu kadın ne düşünüyorsa, CHP’liler de aynı şeyi düşünüyor. Aynı işgalci
pratik, Müslüman ve Kürt için devreye sokuluyor. Sol, onun bayrağını sallıyor.
Kırıkkanat,
“açı doyurmak zor. İmamoğlu gibi bir zenginin başa geçmesi iyi oldu” diyor. Devrimci
Yol, İmamoğlu’nun dolara iyi geldiğini söylüyor. Bu kafa, Devrimci Hareket gibi
örgütleri, TKP gibi yapıları kendisine örgütledi. Küçük burjuvanın devrimle ve
sosyalizmle ilişkisi, yücede ve değerli kabul ediliyor. Weiss, tüm sosyalist
harekete ve iç İsrail’e öncülük ediyor.
Tayyip’e
ve AKP’ye karşı mücadele, bu küçük burjuvanın öncülüğünde ilerliyor. Oysa CHP
siyasetini (özellikle son 15 yıldır) küçük burjuva hareket olarak Fethullahçılar yönetiyor.
Fethullahçılar, tüm muhalefeti “hırsızlık” ve “liyakatsizlik” eleştirisine
indirgiyorlar. Her iki konu da kendileriyle ilgili. Fethullah, yıllarca AKP’ye “senin
aklın, sağ kolun ben olayım. Bensiz bir şey yapamazsın” dedi. Kendisini liyakatin
ölçüsü olarak gördü. “Hırsızlık” da dersaneler gibi işletmelere çökülmesiyle
ilgiliydi.
Aslında
sokağa dökülen sosyalistler, Fethullahçılar için bağırıyorlar. Onların,
ardındaki gücün devrim yapacağını sanıyorlar. Devrimi ve sosyalizmi halktan,
işçiden ve fukaradan kaçırmakla görevli sol örgütler, başka güçlerden medet
umuyor. En fazla, Dünya Bankası gibi emperyalist odakların işini yapan Tunç Soyer,
Mansur Yavaş gibi isimlerin peşine takılabiliyor. Kendi iradesini siliyor. Çünkü
işçinin, halkın ve fukaranın bu momentte irade sahibi olmasına izin verilemez. Tüm
örgütler, bu şekilde düşünüyor.
O
nedenle o işçiye, halka ve fukaraya düşman olan kimlikçi siyasetler, sol örgütleri
ve üniversite çalışmalarını ele geçiriyor. Devletin ve sermayenin desteğiyle bu
kimlikçi siyasetler, işgal harekâtının bileşeni olarak her yere sahip
oluyorlar.
Batı’da
lubunist hareketin kadınlığı da işgal ettiğinden, Kadın’ı dilden ve eylemden
söküp attığından bahsediliyor. Bugün “Anne” denilemiyor, yarın “Kadın” denilmesine
izin verilmeyecek.
Yeşil,
kentsel, dijital dönüşüm bağlamında sosyalist hareket, devletin ve sermayenin
işgal harekâtında akıncı birlikleri olarak hareket ediyor. Komünist siyaset, bu
küçük burjuva hareketle dövüşmeden yol alamaz.
Eren Balkır
10 Kasım 2025


0 Yorum:
Yorum Gönder