03 Kasım 2025

, ,

Filistin Solu Nerede?


7 Ekim’den sonra Foşa dergisi, “Yeni Batı Şerialılar” başlıklı bir yazı yayınlayarak, “uysal bir kültürün” her türlü ayaklanmayı bastırdığını savundu. Günler sonra Hiber dergisi, tam tersini vurgulayan veriler yayınladı: İsrail’in çeşitli yollarla, Batı Şeria’da baş gösteren kitlesel hareketliliği erkenden bastırdığını söyledi.

Peki “yeni uysal Batı Şerialılar” arasında Cenin savaşçıları da var mıydı? Celile’deki Arap belediye başkanlarının gençlerini sokağa çıkmamaları konusunda nasıl uyardıklarını hatırlayarak, burjuva milliyetçiliğinin rahatlığına kapılmak kolay olurdu. Ama ben bunu yapmayacağım, çünkü hiçbirimiz sütten çıkmış ak kaşık değiliz.

İsrail, tüm Filistin'de “imha yoluyla caydırma” doktrinini uyguladı, ama bu uygulama, Batı Şeria’nın kuzeyinde yetersiz kaldı. Bu satırları milliyetçi coşkuyla, başkalarını susturmak için yazıyor değilim. Sadece başkalarına üstünlük taslama ve susturma denilen şeyin mantığını eleştirmeye çalışıyorum.

“Cahil” olduğu söylenen insanlara dair hikâyeleri doğuya taşıyıp elitlere redde tabi tutmak kafi gelmiyor olmalı. Filistin Yönetimi’nin Batı Şeria'daki insanları cahil tuttuğu iddiası bile başarısızlıklarımızın kılıfı haline gelebilir.

“Bu mücadelede Batı Şeria nerede?” sorusunun cevabı “oradaki insanlar yanlış yöne sevk edildiler” ise o vakit “bu işi bilenler nerede?” sorusunu yöneltmeliyiz. “Filistin solu nerede?” sorusunu sormalıyız.

Soykırım koşullarında bu soruyu sormak için geç bile kalındığını kabul etmek gerek. Bu soru, Filistin siyasi hayatının sağa kaydığı dönemde, yani tam da 2006’daki bölünme ve Aksa Tufanı arası dönemde sorulmalıydı. Bu soru, sadece Fetih içerisindeki solla ve (1982’de Beyrut'tan ayrılıp bir daha geri dönmeyen) FKÖ’ye yakın solla değil, aynı zamanda Ulusal İnisiyatif’ten Halk Cephesi’ne ve Batı Şeria ile 1948 bölgelerindeki kentli orta sınıf soluna kadar muhalif solla da ilgilidir.

Bu sol, yıllarca, ya Filistin Yönetimi’ni feshedecek bir cumhurbaşkanlığı kararnamesini ya da Hamas’ın “nihai savaşı” başlatmasıyla üçüncü bir intifadanın ilan edilmesini bekleyip durdu. İkinci bahane, 7 Ekim’de çöktü.

Solu sihirli değnekle dokunup canlandıracak bir üçüncü intifada yaşanmayacak. Solu, solcu örgütleri Fetih ve Hamas’tan yana durabilecek, milyonlarca Filistinliyi kucaklamayı bilmiş, kitlesel bir öncü parti bünyesinde birleştirecek bir ayaklanma yenileyecek.

Lübnanlı analist Nasır Kandil, alternatifi aramak yerine “benzerini inşa etme” çağrısında bulunuyor. Oysa FKÖ’nün karşısına biçimsel bir alternatif çıkartma arayışının, sola gerçek bir siyasi getirisinin olmadığını, onu yıpratıcı ve çatışmacı bir çıkmaz sokağa sürüklediğini görmek gerekiyor. Daha da kötüsü, bu türden bir girişim, Filistin solunu Guy Debord’un “gösteri toplumu” olarak tanımladığı şeye sürükledi: sol, siyasetten uzaklaşıp yorum ve eleştiriye hapsoldu.

Bu popülizm, milliyetçilerin hasımlarından daha fazlasını teklif etme üzerine kurulu politik ekonomisiyle birleşti, siyaset sınıfını kendisini övüp duran kliklere böldü: Ramallah’ın seçkinlerinden Hayfa’nın kültürel burjuvazisine, Doha’dan Abu Dabi’nin Dahlenci çevrelerine ve ABD’deki Arap gruplarına kadar herkes bu ayrışmanın ürünü. Bu noktada Esad Ebu Halil’in Raşid Halidi’nin direniş konusunda el yükseltme girişimine dair eleştirisine bakılabilir.

Bir alternatif üretme takıntısı, kapitalizmin kendisini ve işgal koşullarında keskinleşmiş sınıf çelişkilerini görmezden gelmek anlamına da geliyor. Bu takıntı, muhalif sol siyaset ile kariyerizm arasındaki çizgiyi, yani kişisel başarı öykülerini kutsayan ve ünlü aktivistlere tapan çizgiyi bulanıklaştırıyor. Bu özlemin bileşimi tuhaf bir hal alıyor: Bir üniversite profesörü, bir romancı ve bir şair, küresel bir BDS yıldızı veya Körfez’de yüksek maaşlı muhalif bir gazeteci olmak, keyifli bir hayatı oturduğu yerden direnen bir vicdanla birleştiren bir hayat tarzını üretiyor.

Ama gene de bugün öncü parti kurmak için gerekli kaynaklara sahibiz:

* Şehit Basil Arac’ın da hatırlattığı üzere, biz hayatımızı, politik açıdan Arap coğrafyasında bir karşılığı bulunmayan neoliberalizm bağlamında değil, sömürgecilik bağlamında yaşıyoruz. O halde, işgal varsa kolektif direniş de vardır.

* Kitlesel politik mücadele konusunda kimi öncüllere sahibiz: Bu konuda 1936, 1987 ve 2000’de açığa çıkan hareketliliğe bakılabilir.

* Siyasi bölünme, paralel siyasi yapılar için verimli bir ortam yaratmıştır.

* 1948’den sağ çıkan topluluklar içerisinde derin bir siyasi örgütlenme kapasitesi mevcuttur.

* Bir halk hareketi, yabancıların politik düzlemde akıttıkları paralarından ziyade toplumsal sermayeye bel bağlamalıdır.

* Filistin solu, siyaset alanından ricat edişini izah etme konusunda epey ustalaşmıştır.

Bu noktada ilk olarak SSCB’nin dağıldığına işaret ediliyor. Sosyalizmin gerilediği gerçeğine vurgu yapılıyor. Bu bahanenin, Yunanistan ve İspanya’dan Kolombiya ve Meksika'ya kadar birçok ülkede paramparça olmuş solun yeniden bir araya gelip iç dengeleri sarstığı yirmi birinci yüzyıl deneyimlerini göz ardı ettiğini görmek gerekiyor.

İkinci olarak, siyasetin artık tümüyle küresel olduğu, BDS’ye, Mustafa Barguti’ye veya Ali Ebunima’ya taşere ve teslim edildiği, ülke içerisinde siyasetin, Filistin Yönetimi’nin siyasi eylemi sona erdirmesi sebebiyle öldüğü kanaati benimseniyor. Oysa Mayıs 2021’de gerçekleşen Birlik İntifadası, bu küreselci saplantıyı çürütüyor. Söz konusu dönemde Kudüs ve Lidd, Filistin Yönetimi’nin mi kontrolündeydi? Beytü'l-Beyt kontrol noktasına yürüyüşlerimizi o mu durdurdu? Ummü’r-Raşraş’tan Rasü’n-Nakura’ya çıkma fırsatımız vardı ama bu fırsatı kaçırdık ki bu fırsat halen daha var.

Üçüncü olarak sol, işçi köklerine ve anti-kapitalizme yüzünü dönerek kendisini büyük bir kitleye dönüştürmek yerine, açıktan küçümsediği muhafazakâr toplum içerisinde zulüm gören siyasi azınlık pozu kesmeyi yeterli gördü. Bugün başarısızlığın suçunu ataerkilliğe, dine ve geri kalmışlığa atıp duran sol, kendisine dâhil olmak isteyen insanlara aydınlanma önkoşulunu dayatıyor. Avrupa tarafından finanse edilen STK modelinde, insanların cinsiyetçi veya geri kalmış olduğunu kanıtlamak, onları örgütlemekten daha önemli bir amaç haline geliyor.

Bu noktada solcu bir yoldaşımla sohbetimi aktarmak isterim: Bir keresinde kendisine çocuklarını devlet okuluna mı yoksa özel okula mı kaydettireceğini sormuştum. Şu cevabı vermişti: “Onları ayaktakımından korumak için özel okula kaydettireceğim. Çocuklarım bizim gibi değil, onların parlak bir geleceğe sahip olmasını istiyorum.”

Bu kıymetli yoldaşıma şunu söylemeliyim: “Düşman, özel okul ile UNRWA okulu arasında ayrım yapmıyor. Burjuvazi için inşa edilmiş Revvabi’deki yüksek kulelerin eşlik ettiği bulvarlarla onları çevreleyen köyler ve kamplar arasında da ayrım yapmıyor.

Sıtkı Asur
8 Ekim 2025
Kaynak

0 Yorum: