7
Ekim’den sonra Foşa dergisi, “Yeni Batı Şerialılar” başlıklı bir yazı
yayınlayarak, “uysal bir kültürün” her türlü ayaklanmayı bastırdığını savundu.
Günler sonra Hiber dergisi, tam tersini vurgulayan veriler yayınladı:
İsrail’in çeşitli yollarla, Batı Şeria’da baş gösteren kitlesel hareketliliği
erkenden bastırdığını söyledi.
Peki
“yeni uysal Batı Şerialılar” arasında Cenin savaşçıları da var mıydı? Celile’deki
Arap belediye başkanlarının gençlerini sokağa çıkmamaları konusunda nasıl
uyardıklarını hatırlayarak, burjuva milliyetçiliğinin rahatlığına kapılmak
kolay olurdu. Ama ben bunu yapmayacağım, çünkü hiçbirimiz sütten çıkmış ak
kaşık değiliz.
İsrail,
tüm Filistin'de “imha yoluyla caydırma” doktrinini uyguladı, ama bu uygulama, Batı
Şeria’nın kuzeyinde yetersiz kaldı. Bu satırları milliyetçi coşkuyla,
başkalarını susturmak için yazıyor değilim. Sadece başkalarına üstünlük taslama
ve susturma denilen şeyin mantığını eleştirmeye çalışıyorum.
“Cahil”
olduğu söylenen insanlara dair hikâyeleri doğuya taşıyıp elitlere redde tabi
tutmak kafi gelmiyor olmalı. Filistin Yönetimi’nin Batı Şeria'daki insanları
cahil tuttuğu iddiası bile başarısızlıklarımızın kılıfı haline gelebilir.
“Bu
mücadelede Batı Şeria nerede?” sorusunun cevabı “oradaki insanlar yanlış yöne sevk
edildiler” ise o vakit “bu işi bilenler nerede?” sorusunu yöneltmeliyiz. “Filistin
solu nerede?” sorusunu sormalıyız.
Soykırım
koşullarında bu soruyu sormak için geç bile kalındığını kabul etmek gerek. Bu
soru, Filistin siyasi hayatının sağa kaydığı dönemde, yani tam da 2006’daki
bölünme ve Aksa Tufanı arası dönemde sorulmalıydı. Bu soru, sadece Fetih
içerisindeki solla ve (1982’de Beyrut'tan ayrılıp bir daha geri dönmeyen) FKÖ’ye
yakın solla değil, aynı zamanda Ulusal İnisiyatif’ten Halk Cephesi’ne ve Batı
Şeria ile 1948 bölgelerindeki kentli orta sınıf soluna kadar muhalif solla da
ilgilidir.
Bu
sol, yıllarca, ya Filistin Yönetimi’ni feshedecek bir cumhurbaşkanlığı
kararnamesini ya da Hamas’ın “nihai savaşı” başlatmasıyla üçüncü bir
intifadanın ilan edilmesini bekleyip durdu. İkinci bahane, 7 Ekim’de çöktü.
Solu
sihirli değnekle dokunup canlandıracak bir üçüncü intifada yaşanmayacak. Solu,
solcu örgütleri Fetih ve Hamas’tan yana durabilecek, milyonlarca Filistinliyi
kucaklamayı bilmiş, kitlesel bir öncü parti bünyesinde birleştirecek bir
ayaklanma yenileyecek.
Lübnanlı
analist Nasır Kandil, alternatifi aramak yerine “benzerini inşa etme”
çağrısında bulunuyor. Oysa FKÖ’nün karşısına biçimsel bir alternatif çıkartma arayışının,
sola gerçek bir siyasi getirisinin olmadığını, onu yıpratıcı ve çatışmacı bir
çıkmaz sokağa sürüklediğini görmek gerekiyor. Daha da kötüsü, bu türden bir
girişim, Filistin solunu Guy Debord’un “gösteri toplumu” olarak tanımladığı
şeye sürükledi: sol, siyasetten uzaklaşıp yorum ve eleştiriye hapsoldu.
Bu
popülizm, milliyetçilerin hasımlarından daha fazlasını teklif etme üzerine
kurulu politik ekonomisiyle birleşti, siyaset sınıfını kendisini övüp duran
kliklere böldü: Ramallah’ın seçkinlerinden Hayfa’nın kültürel burjuvazisine,
Doha’dan Abu Dabi’nin Dahlenci çevrelerine ve ABD’deki Arap gruplarına kadar
herkes bu ayrışmanın ürünü. Bu noktada Esad Ebu Halil’in Raşid Halidi’nin
direniş konusunda el yükseltme girişimine dair eleştirisine bakılabilir.
Bir
alternatif üretme takıntısı, kapitalizmin kendisini ve işgal koşullarında
keskinleşmiş sınıf çelişkilerini görmezden gelmek anlamına da geliyor. Bu
takıntı, muhalif sol siyaset ile kariyerizm arasındaki çizgiyi, yani kişisel
başarı öykülerini kutsayan ve ünlü aktivistlere tapan çizgiyi bulanıklaştırıyor.
Bu özlemin bileşimi tuhaf bir hal alıyor: Bir üniversite profesörü, bir romancı
ve bir şair, küresel bir BDS yıldızı veya Körfez’de yüksek maaşlı muhalif bir
gazeteci olmak, keyifli bir hayatı oturduğu yerden direnen bir vicdanla
birleştiren bir hayat tarzını üretiyor.
Ama
gene de bugün öncü parti kurmak için gerekli kaynaklara sahibiz:
*
Şehit Basil Arac’ın da hatırlattığı üzere, biz hayatımızı, politik açıdan Arap
coğrafyasında bir karşılığı bulunmayan neoliberalizm bağlamında değil,
sömürgecilik bağlamında yaşıyoruz. O halde, işgal varsa kolektif direniş de
vardır.
*
Kitlesel politik mücadele konusunda kimi öncüllere sahibiz: Bu konuda 1936,
1987 ve 2000’de açığa çıkan hareketliliğe bakılabilir.
*
Siyasi bölünme, paralel siyasi yapılar için verimli bir ortam yaratmıştır.
*
1948’den sağ çıkan topluluklar içerisinde derin bir siyasi örgütlenme
kapasitesi mevcuttur.
*
Bir halk hareketi, yabancıların politik düzlemde akıttıkları paralarından
ziyade toplumsal sermayeye bel bağlamalıdır.
*
Filistin solu, siyaset alanından ricat edişini izah etme konusunda epey ustalaşmıştır.
Bu
noktada ilk olarak SSCB’nin dağıldığına işaret ediliyor. Sosyalizmin gerilediği
gerçeğine vurgu yapılıyor. Bu bahanenin, Yunanistan ve İspanya’dan Kolombiya ve
Meksika'ya kadar birçok ülkede paramparça olmuş solun yeniden bir araya gelip iç
dengeleri sarstığı yirmi birinci yüzyıl deneyimlerini göz ardı ettiğini görmek
gerekiyor.
İkinci
olarak, siyasetin artık tümüyle küresel olduğu, BDS’ye, Mustafa Barguti’ye veya
Ali Ebunima’ya taşere ve teslim edildiği, ülke içerisinde siyasetin, Filistin Yönetimi’nin
siyasi eylemi sona erdirmesi sebebiyle öldüğü kanaati benimseniyor. Oysa Mayıs
2021’de gerçekleşen Birlik İntifadası, bu küreselci saplantıyı çürütüyor. Söz
konusu dönemde Kudüs ve Lidd, Filistin Yönetimi’nin mi kontrolündeydi?
Beytü'l-Beyt kontrol noktasına yürüyüşlerimizi o mu durdurdu? Ummü’r-Raşraş’tan
Rasü’n-Nakura’ya çıkma fırsatımız vardı ama bu fırsatı kaçırdık ki bu fırsat
halen daha var.
Üçüncü
olarak sol, işçi köklerine ve anti-kapitalizme yüzünü dönerek kendisini büyük
bir kitleye dönüştürmek yerine, açıktan küçümsediği muhafazakâr toplum içerisinde
zulüm gören siyasi azınlık pozu kesmeyi yeterli gördü. Bugün başarısızlığın
suçunu ataerkilliğe, dine ve geri kalmışlığa atıp duran sol, kendisine dâhil
olmak isteyen insanlara aydınlanma önkoşulunu dayatıyor. Avrupa tarafından
finanse edilen STK modelinde, insanların cinsiyetçi veya geri kalmış olduğunu
kanıtlamak, onları örgütlemekten daha önemli bir amaç haline geliyor.
Bu
noktada solcu bir yoldaşımla sohbetimi aktarmak isterim: Bir keresinde kendisine
çocuklarını devlet okuluna mı yoksa özel okula mı kaydettireceğini sormuştum. Şu
cevabı vermişti: “Onları ayaktakımından korumak için özel okula kaydettireceğim.
Çocuklarım bizim gibi değil, onların parlak bir geleceğe sahip olmasını
istiyorum.”
Bu
kıymetli yoldaşıma şunu söylemeliyim: “Düşman, özel okul ile UNRWA okulu
arasında ayrım yapmıyor. Burjuvazi için inşa edilmiş Revvabi’deki yüksek
kulelerin eşlik ettiği bulvarlarla onları çevreleyen köyler ve kamplar arasında
da ayrım yapmıyor.
Sıtkı Asur
8
Ekim 2025
Kaynak


0 Yorum:
Yorum Gönder