13 Kasım 2025

,

İsrail Varsa Filistin Yok


10 Kasım 2025, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun Siyonizmi bir ırkçılık ve ırk ayrımcılığı biçimi olarak ilan ettiği 3379 Sayılı BM Kararı’nın ellinci yıldönümüdür. Bu bildiri, Siyonizmi ırkçı bir siyasi ideoloji ve İsrail’i ırkçı bir devlet olarak fiilen kınamış, diğer sömürgeci, ırk ayrımcısı ve emperyalist devlet projelerinin yanına yerleştirmiştir. 72 lehte, 32 aleyhte ve 35 ülkenin çekimser oyu ile kabul edilen bildiri, yeni özgürlüğüne kavuşmuş Üçüncü Dünya ülkeleri tarafından, ezici bir çoğunlukla desteklenmiştir. Bu ülkeler, bildiriyi Amerika ve Avrupa egemenliğine bir meydan okuma olarak görmüşlerdir.

3379 sayılı karar, tek bir kişinin eseri değildi.[1] Bununla birlikte, kararın kuruldan geçirilmesine yönelik çabalarından dolayı birkaç Filistinli aydın özel bir takdiri hak ediyor. Bunların en önemlisi, çabalara öncülük eden ve Filistin davasını Meclis kürsüsünde savunan Feyiz Sayig’dir.

Bu inceleme, Sayig’in ve Filistin Kurtuluş Örgütü içerisindeki yoldaşlarının Siyonizmi ırkçılık olarak nitelerken tam olarak neyi kastettiklerini daha iyi kavramak amacıyla, yazarın yazılarını değerlendirmeye tabi tutmaktadır. Asıl meselemiz, bu yazarların “ırkçılık”tan neyi anladıkları, Siyonist ırkçılıkla Sayig’in “Filistin Sorunu” olarak adlandırdığı hususun hangi noktalarda ilişkili olduğuna dair görüşleridir. Bu bağlamda şu soru sorulmalıdır: “Irkçılık karşıtlığı” nedir? Filistin Sorunu’na yönelik bir yaklaşım belirlemek için ırkçılık, uygun bir bakış açısı sunmakta mıdır?

Okurlar muhtemelen Feyiz Sayig’i 1965 tarihli Filistin’de Siyonist Sömürgecilik adlı makalesinden tanıyorlar. Bu, Sayig’in kısa bir süre kurup yönettiği FKÖ Araştırma Merkezi’nin ilk yayınıydı. Sayig’in 3379 Sayılı Karar hakkındaki açıklamalarını yorumlarken hem kendisinin hem de meslektaşlarının FKÖ Araştırma Merkezi için yazdıklarından yararlandım, bu nedenle, bu Merkez’in ne olduğu konusunda bir fikir edinmek faydalı olacaktır.

Beyrut’ta 18 yıl faaliyet yürüten bu Merkez, toplam 340 kitap yayımladı. Merkez, en yoğun döneminde Beyrut şehir merkezindeki 6 katlı bir binada yaklaşık 80 tam zamanlı araştırmacı istihdam ediyordu. On bölüm, İsrail radyo yayınlarını çevirmek, Filistin tarihini arşivlemek ve Siyonizmin tarihi ve ideolojisini araştırmak gibi çeşitli faaliyetlere tahsis edilmişti.[2]

Merkezin amacı, Sayig’in kurum için ortaya koyduğu fikirden de anlaşılacağı üzere, “düşmanı tanımak, kendini tanımaya paralel bir süreçtir” önermesi temelinde, Filistin kimliğini ve tarihini, ayrıca Siyonist işgalin tarihini, uygulamalarını ve ideolojisini incelemekti.[3] Araştırmanın büyük bir kısmı, altmışların sonlarında daha sofistike askeri operasyonlar geliştiren fedailere derinlemesine çalışmalar sunmak için tasarlanmıştı. Merkez, militanlara İsrail ve ABD’ye dair somut çalışmaların yanı sıra derinlikli teoriler de temin etti.

6 Şubat 1983'te İsrail komutasındaki güçler, Merkez’i bombalayarak, 18 kişiyi öldürdü, 115 kişiyi yaraladı.[4]

Sayig’in bu konuyu görüşmek üzere katıldığı BM kurulundaki varlığı da bir yorumu hak ediyor. 1969’da Sayig, Birleşmiş Milletler Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılması Komitesi’ne seçilen 18 uzmandan biriydi. Üç kez komitenin raportörü seçildi. Bu organın tam bir tarihçesi bu analizin kapsamı dışındadır, ancak komitenin, Siyonist liderliğin Avrupalı yerleşimcileri İsrail’e itmek için teşvik edip yönlendirdiği 1959’daki bir Alman sinagoguna yapılan saldırıyla başladığı belirtilmelidir.[5]

1960’ta, BM’nin kısmen bu vandalizme yanıt olarak “ırksal, dini ve ulusal nefreti” kınayan 1510 Sayılı Kararı kabul ettiği yıl, Sayig, Siyonist liderliğin Yahudi göçünü İsrail’e teşvik etmek için antisemitizmi nasıl kullandığını analiz eden bir dizi başyazı yayınladı. Sayig, bu taktiğin Siyonizm ve Nazizm arasında bir uyum olduğu görüşünü savunuyordu.

Sayig’in bu analizini başka bir yerde tartıştım fakat mevcut bağlam dâhilinde ilgili analizin yeniden aktarılması gerekiyor. Sayig neticede, ilgili görüşü kendisinin belirlediği amaçlara aykırı hareket eden bir uluslararası kuruluş huzurunda dile getiriyordu.[6]

Siyonist liderlik, antisemitik vandalizme verilen tepkiyi besleyip yönlendiren güçtü. Bu koşullarda kurulan Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılması Komitesi, esasen Sayig’in düşmanları eliyle oluşturulmuştu. Kendisine ait olmayan bir kurum, farklı tarih anlayışlarını ve tanımları benimsemişti. Kurumun hikâyesini dikkate alan Sayig, emperyalist güçlerin ırkçılığı kendi amaçları doğrultusunda kullandığını, kendi ürettiği bu ırkçılığı aynı kurumların kınamakta bir beis görmediklerini söylüyordu. Sayig, Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılması Komitesi’nin devrimci bir kuruluş olmadığının, bu şekilde tasarlanmadığının bilincindeydi.

3379 Sayılı Karar’a dönersek, Sayig, 1975 sonbaharında Genel Kurul önünde dört kez konuşarak Siyonizmin başvurduğu tüm yol yordam ve yöntemlerin ırkçı olduğunu söyledi. Konuyla ilgili ilk konuşmasında, ırkçılık sorununu Filistin sorunundan daha genel olarak ayırarak başladı ve şöyle dedi:

“Ele almamız gereken konu, Filistin Sorunu değil, Arap-İsrail Çatışması değil, Ortadoğu’daki durum da değil. […] Ele almamız gereken konu, ‘Her Türlü Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılması’dır. Değerlendirilen taslak karar, Siyonizmi bir ırkçılık ve ırk ayrımcılığı biçimi olarak ele alıyor ama başka hiçbir şeye değinmiyor.”[7]

Ardından Siyonizmi tanımlayan Sayig, Siyonizmin kendisinin kabul ettiği tanımlardan farklı olarak BM’nin ırkçılık tanımlarını esas aldığını, bu anlamda, Siyonizmin hem ideolojik hem de pratik olarak ırkçılık olduğunu söyledi.

Ancak bu noktada bir sorun açığa çıkıyor. Filistin Sorunu Siyonist ırkçılığa indirgendiği vakit “Filistin Sorunu nedir?” sorusu gündeme geliyor. Ardından da bu soru üzerinden “Irkçılık nedir?” sorusunu sormamız gerekiyor. Buna bir de “Siyonist ırkçılıkla Filistin Sorunu arasındaki ilişki nedir?” sorusunu eklememiz gerekiyor.

Cevap için, Sayig’in 19 Ocak 1969'da yaptığı “Filistin Sorununun Ahlaki Yönü” başlıklı konuşmasına bakalım.[8] Sayig, bu konuşmasında sorunu “Filistin halkını teşkil eden insanların kaderi” olarak tanımlıyor:

“Yok edilmekle tanımlı bu kader, Siyonistlerin ‘Sürgünlerin Mahsulü’ adını verdikleri şeyin neticesidir: Çünkü Siyonizm fikri, tanımı gereği, Siyonizmin tek bir millet olarak kabul ettiği dünyadaki Yahudilerin, ikamet ettikleri ve vatandaşlıklarını sürdürdükleri tüm ülkeleri terk edip, tümüyle Yahudi devleti halini alacak, Yahudi olmayanların bulunmayacağı bir toprakta bir araya gelmelerini ifade ediyordu. Filistinliler, bir şekilde ortadan kaybolmak zorunda kaldılar.”

Sorunu bu şekilde tanımladığımızda, asıl meselenin bir toplumun yerini başkasının alması olduğunu görürüz. Doğalında, bu sürgünlerin mahsulünü toplayan yerleşimciler toprağa ve kaynaklara muhtaç. Buna göre, sözde “Sürgünlerin Mahsulü” daha fazla yerleşimciyi harekete geçirdikçe, Siyonistlerin kontrolündeki toprakların genişlemesi gerekecekti. Siyonistler, ilk başta Filistin topraklarını satın almaya çalışsalar da, sürecin çok yavaş olduğunu fark ettiklerinde (David Ben-Gurion bir keresinde, ‘Filistin’i işgal etmek 1.000 yıl sürerdi, biz, 1.000 yıl beklemek istemiyoruz”[9] diye yakınmıştı) kaba militarizme başvurdular.

Buradan Sayig’in ilgili soruna dair ikinci değerlendirmesine bakmamız gerekiyor. Yazar, ikinci tespitini 1971’de Kuveyt’te Genel Filistinli Öğrenciler Birliği (GUPS) için formüle etti. GUPS, daha sonra Sayig’in yorumlarını “Bir Filistinli Görüş” başlıklı bir broşürde yeniden paylaştı.[10] Orada şu satırlara rastlıyoruz:

“Filistin Sorunu’nun özü, bir halkın ve anavatanının kaderidir. Bu kader, tüm ülkenin askeri güçle parça parça fethiyle ve sürekli gasp edilmesiyle tanımlıdır. Yerli nüfusun büyük bir kısmı zorla mülksüzleştirilmekte, yerinden edilmekte, geri kalanlar boyunduruk altına alınmaktadır. Ayrıca, topraklarından kovulanların yerine başkaları yerleştirilmekte, fethedilen topraklara yeni getirilenlerle hükmedilmektedir. Bu yabancı yerleşimciler, el konulan topraklara yerleşmekte, aynı zamanda diz çöktürülmüş halktan gasp edilmiş olan ulusal kaynaklar bu kişilere verilmektedir.”

Evet, Sayig, sorunu yok edilme sorunu olarak koyuyor ama bu formülünde şiddeti ön plana çıkartıyor. Weizmann’ın bir zamanlar dediği gibi, Filistin, “İngiltere’nin İngiliz olduğu kadar Yahudileştirilecekse”, sürekli yerleşimci akışı için eldeki toprağın genişletilmesine ihtiyaç varsa ve bu topraklar tatmin edici oranda satın alınamıyorsa, bunların zorla ele geçirilmek gerekliyse o vakit demek ki İsrail, fiilen savaştadır.

Sayig, İsrail’in toprakları gasp etme amaçlı yürüttüğü savaşlarla genişlemesinin ardındaki dinamiği, 1967’de Amerika’da katıldığı bir sohbet programında şu şekilde tanımlıyordu: “Bugün İsrail’de bulunan her İsrailli, bir Arap orada yok diye orada varolabilmektedir. İsrail varsa Filistin yoktur.”[11]

“Sürgünlerin mahsulü” tam da Arapların yok olduğu koşulların üretilmesiyle ilgili bir meseledir. Siyonizm, İsrail’in gelişim sürecinin, İsrail’in bizatihi varlığının Filistinlilerin yokluğuyla diyalektik ilişki içerisinde olduğu bir güç ya da harekettir. David Ben-Gurion’un 1963’te İsrail Parlamentosu’nda, Siyonistlerin “sürgünlerin mahsulünün toplanması misyonunun çorak toprakların meyvelendirilmesi ve nüfuslandırılmasıyla eşdeğer olduğunu” söylediğinde kastettiği tam da budur. Sayig, esas olarak Filistin Sorunu derken bu çorak toprağın üretilmesine işaret etmektedir.[12]

Sayig, Filistin’de Siyonist Sömürgecilik adlı eserinde Siyonist ırkçılığın Avrupa’nın geliştirdiği, ırk üstünlükçülüğünü esas alan diğer yerleşimci projelerinden farklı olduğunu yazdığında, diğer kolonilerin yerli halk üzerinde bağımlılık koşullarını meydana getirdiğini, yerli halkın koloniye uygun şekillerde gelişebildiğini, ancak İsrail’in hiçbir zaman öncelikli olarak Filistinlileri sömürmeye çalışmadığını, ancak bunun ille de yaşandığını dile getirir. Gelişme imkânı bulamayan Filistinliler, tahliye, tasfiye ve mülksüzleştirilmeye tabi tutulmuştur. Sara Roy, daha sonra buna “geri bıraktırma” adını verecektir.[13]

Az gelişmiş toplumlar, genellikle ekonomik sömürü talepleriyle yapılandırılırken, bu durumda geri bıraktırma, öncelikli olarak Filistinli işçilerden artı değer elde edilmesi dürtüsüyle gerçekleşmez. “Mahsulün toplanması” denilen şey, Filistin halkının uzun vadeli korunması ve sömürülmesiyle bağdaştırılamayacak, ideolojik bir güdüdür. Bu bağlamda Sayig, bir zamanlar “ekonomik olarak” bir Filistin nüfusunu barındırabileceğimizi iddia eden İsrail Savunma Bakanı Moşe Dayan’ı örnek olarak gösterir. Oysa bu önerinin gerçekleşmesi imkânsızdır, çünkü “böylesi bir durumda, İsrail’i bir Yahudi devleti yerine […] Arap-Yahudi devletine dönüştürecektir.”[14] Arap nüfusunu sömürü için yeniden yapılandırmak, bu anlamda, komprador bir sınıfın veya küresel işbölümüne göre düzenlenmiş sınırlı bir endüstrinin inşası gibi yerleşimci sömürgeci egemenliğin tipik özelliklerini içerebilecek bir egemenlik biçimini üretmek yerine, Siyonizm, Filistin toplumunu sistematik olarak parçalayıp sakatlayarak Filistinli Arapların kovulma sürecini hızlandırmıştır. Dolayısıyla Filistin Sorunu, bu “Filistinli Arapların yok olması” sorunudur.


Filistin Sorunu’nu bu şekilde değerlendiren Sayig’in 1973 yılında Libya’da yaptığı konuşmada İsrail’i “yabancı emperyalizmin bir aracı ve başlı başına bir emperyalizm” olarak tanımlamasına şaşırmamak gerekmektedir.[15] Sayig ve FKÖ Araştırma Merkezi’ndeki diğer kişiler, emperyalizm, ABD öncülüğündeki sermaye ve İsrail ekonomisi hakkında gelişkin bir anlayışa sahiplerdi. Hem İsrail hem de Amerikan ekonomileri hakkında detaylı çalışmalar ürettiler. Sayig; Joe Stork, İkbal Ahmed, Paul Sweezy ve Lenin’in çalışmalarına aşinaydı. Patrick Higgins’in araştırmaları sayesinde, Araştırma Merkezi tarafından yayımlanan Amerika’nın Dış Politikası başlıklı bir çalışmanın varlığından haberdarız.[16] Bu çalışma, Monthly Review dergisinin tanınmış ekonomistlerinden Harry Magdoff’un çalışmalarından büyük ölçüde yararlanılarak hazırlandı. Magdoff, bankalar, dış yardım, tarifeler ve militarizm gibi çeşitli mekanizmalar aracılığıyla ABD dış politikasının tek bir hedefe, “potansiyel yeni kaynaklar da dâhil olmak üzere, hammaddelerin bulunduğu her yerde mümkün olduğunca daha fazla hammadde kaynağı üzerinde kontrol sağlama hedefi” teksif edildiğini söylüyor.[17] Hammadde kontrolü, lider firmaların hem rekabeti sınırlamasına hem de tedarik zincirinde daha aşağıdaki nihai ürünlerin üretimini ve fiyatlarını kontrol etmesine olanak tanıyor. Bu, benim ilerleyen aşamada değineceğim önemli bir husus.

İlgili hedefin emperyal sermayenin bir özelliği olduğunu herkes biliyordu fakat Magdoff, yirminci yüzyılın ortalarında hammadde hâkimiyetinin ABD için önemli olduğu üzerinde duruyordu. Magdoff, Truman yönetiminin hazırladığı, savaş sonrası ABD endüstrisinin kısa süre içerisinde, ürettiğinden %10 daha fazla tüketmeye başlamasıyla girdiği çaresiz durumu özetleyen, 1952 tarihli rapora atıfta bulunuyor. Bu durum, Eisenhower’ın 1953’teki başkanlık konuşmasında, yabancı hammaddelerin kontrolü yoluyla tedarik zincirinin en üst noktasını güvence altına almanın acil ihtiyaç halini aldığını duyurmasına sebep oldu. Dolayısıyla, Amerikan emperyalizminin bir aracı olarak İsrail, Batı Asya’daki kritik hammadde rezervlerini, yani petrol sahalarını kontrol etmede hayati bir rol oynamaya başladı. “Yahudi devleti” yaratmak denilen siyasi motivasyonla hareket eden, kendisi de bizatihi emperyalist olan İsrail üzerinden bu hammadde rezervlerini kontrol etme işi Filistin’i geri bıraktırma, Sayig’in ifadesiyle, “Filistin’in var olmaması”nı sağlama gibi adımlarla birlikte ilerledi.

Emperyalist varlıkla emperyalizmin koşulladığı yok oluş süreci arasındaki ilişkiyi esas alan bu anlayış üzerinden baktığımızda, Siyonizmin bir ırkçılık biçimi olduğunu söylemek ne anlama geliyor? Siyonist harekette ırkçılığın rolü nedir? Sayig’in yazılarını yorumladığımda, Siyonist ırkçılık, kimin verimli, kimin heba olacağı arasındaki ırksal ayrım temelinde uygulanan gerici politikaların ideolojik gerekçelendirilmesi ve pratikte uygulanması olarak ortaya çıkıyor. Bu noktada Sayig’in 1975 yılında BM’de yaptığı konuşmalardan Siyonist ırkçılığına dair birkaç ifadeye bakalım.

Örneğin, İsrail eğitim sistemindeki ırkçılık meselesini ele alalım. Sayig, 1975 tarihli konuşmasında, İsrail’de yaşayan Filistinli Arapların eğitim fırsatlarından yeterince yararlanamadığını söylüyor. Eğitim seviyesi ne kadar yüksekse, kısıtlamalar da o kadar ayrımcı oluyor: 1965’te Araplar, ilkokul sonrası okullara kayıtlı tüm öğrencilerin %10’unu oluştururken, İsrail üniversitelerine kayıtlı öğrencilerin %1’i Arap’tı. Bu eşitsizlik, bilhassa Sayig’in İsrail eğitim sisteminin her kademesinde yeterince temsil edilmediklerini söylediği kadınları etkiliyordu. Sayig’in 1966 tarihli İsrail’de Eğitim Sahasında Araplara Karşı Uygulanan Ayrımcılık başlıklı kitapçığında belirttiği gibi, “Yüksek öğrenim neredeyse tamamen Yahudi öğrencilere tahsis edilmişti.”[18]

İşgücü konusunda Sayig, Arapların istihdamını yasaklayan İsrail yasalarını örnek gösteriyor. Bu politika, ekonomik faaliyetleri Arap toplumundan çekip alarak üretim becerilerini geliştirme fırsatına açıktan mani oluyor. Eğitim ve istihdam sahasında gerekli imkânlardan istifade edememe sorununa bir de Arapların mülklerini ellerinden alan yasalar eşlik ediyor. Sayig, bu yasaların tamamını önceki çalışmalarında aktarıyor. İsrail’in 1948 tarihli Boş Arazilerin Ekilmesine İlişkin Acil Durum Yönetmeliği, “savaş koşulları” nedeniyle yerli halk tarafından “kullanılmayan” tüm arazilerin İsrail hükümetince müsadere edilebileceğini belirtiyordu. Bu duruma bir de, zengin ülkelerden gelen Yahudi göçmenlere inanılmaz derecede rahatlık sağlayan, Arapları ise imkânsızlıklarla boğuşmaya mecbur eden ayrımcı vatandaşlık politikaları eşlik ediyordu. 1948 tarihli İsrail Devleti’nin Kuruluş Bildirgesi, İsrail’in “Yahudi göçüne açık olacağını” duyururken, 1949 tarihli Acil Durumlarda Toprak Talebi Yasası, “devletin savunulması, kamu güvenliği, temel ihtiyaç malzemelerinin veya kamu hizmetlerinin sağlanması veya göçmenlerin kabulü için gerekli olması halinde” Arapların topraklarına el konulacağını ilân ediyordu. Bu yasalar, Araplara ait toprakların gasp edilmesini meşrulaştıran bir Olağanüstü Hal’i koşulluyordu. Vatandaşlık ve toprak verildiğinde, 1949 tarihli Güvenlik Hizmetleri Yasası, bu vatandaşları askere dönüştürüyor, onlara silah ve askeri eğitim vererek, daha fazla Arap’ı sınır dışı ediyor, daha fazla toprak işgal edilmesini sağlıyordu.

Burada Sayig ve arkadaşlarının 1975 sonbaharında BM Genel Kurulu’nda sundukları kanıtlardan kimi örneklere yer verildi. 3379 sayılı Karar, Sayig ve arkadaşlarının tümüyle reddettikleri “Yahudi/Arap” ayrımını esas olarak Siyonistler tarafından, ırkçı biyolojik kanaatler üzerinden kurulduğunu ortaya koyuyordu. Ben burada daha çok, Siyonist ırkçılığını Filistin Sorunu bağlamında ele aldığımızda ki bu da gene emperyalist sömürü, birikim ve mülksüzleştirme ile alakalı bir sorun, Sayig’in ırkçılık olarak tanımladığı şeyin, pratikte Filistin’i geri bıraktırma politikaları açısından anlaşılması gerektiği üzerinde duruyorum. Sayig’in atıfta bulunduğu, eğitim-öğretim alanının Filistinlilere kapatılması, mülk ve araziye el konulması, emeğin marjinalleştirilmesi ve altyapının kasten yok edilmesi gibi politikalar, kuşaktan kuşağa aktarılan, Filistinli Arap nüfusunun modernleşmesini, teknoloji ve endüstri sahasında gelişim sağlamasını engellemeyi amaçlayan uygulamalardır. Tabii bu, Sayig’in ırkçılığın temel çelişki olduğuna inandığı anlamına gelmez. İşgalin ardındaki motivasyon kaynağı ırkçılık değildir. Bilâkis, fiili durumu tanımlayan şey, yayılmacı gasp pratiği, yani Filistin Sorunu’dur. Irkçılık, esas olarak belirli zulüm pratiklerini meşrulaştırır ve belirler.

Sayig’in meslektaşı Corc Cabbur’un Güney Afrika ve Ortadoğu’da Yerleşimci Sömürgeciliği başlıklı, yerleşimci sömürgeci toplumlarındaki ırkçılığı karşılaştırmalı olarak inceleyen yazılarını bu tespitler ışığında ele almak gerekiyor. Yerleşimci sömürgecilerdeki ırkçılığı detaylı inceledikten sonra Cabbur, şunları söylüyor:

“Yerli halkın geri kalmışlığı sayesinde kendilerinin olmayan topraklara yerleşen yerleşimciler, yerli halkın gelişiminde kendi güvenlikleri ve varoluşlarının devamlılığı için açık bir tehdit görüyorlar. […] Yerleşimciler, ‘ilerleme’ kavramına bağlılıklarını ne kadar güçlü bir şekilde ifade ederlerse etsinler, yerli halkı geliştirme arzularını ne kadar ısrarla dile getirirlerse getirsinler, yerli halkı geliştirme sorunu ortaya çıktığında, son tahlilde ateşli birer gerici haline geliyorlar.”[19]

“Sürgünlerin Mahsulünü Toplama” işi, sürekli savaş halinde icra edilebildiğinden, İsrail geleceğini silahlanma üzerine kuruyor. Ancak, bu silahlanma pratiği, esasında yerli halkın endüstriyel gelişmişlik ve modernleşme düzeyleriyle ilişkili olarak ortaya konuluyor. Cabbur’un sözüne atıfla, “Onlar, ellerindeki gücü başkalarının gücünün üstünde tutmak suretiyle kendilerini üstün kılabiliyorlar. Bunun için de kendilerini teknik düzeyde daha gelişkin kılmaları gerekiyor. Dolayısıyla, düşmanları genel olarak yerliler değil, daha çok modernleşmiş yerlilerdir: Hem bilime hem de dünyaya açık olan yerliler. […] Gelecekten korkuyorlar, çünkü gelecek, kaçınılmaz olarak, yerlilerin daha fazla modernleşmesini beraberinde getirecek.”[20]

Bu, Sayig’in Genel Kurul huzurunda dile getirdiği, ırkçı Siyonist uygulamaların Filistin modernleşmesini, özelde okuryazarlık düzeyini, işçi örgütlerini, teknik becerileri, su kalitesini, toprak ve hammadde rezervlerini, devletin sağladığı korumaları hedef aldığı, tarihsel çürümenin zeminini teşkil ettiği ile ilgili iddiasının bir başka şekilde dillendirilmiş halidir.

Emperyalizmin Filistin’in boynuna geçirdiği boyunduruk, en azından kısmen, hammadde girdilerini tekeline almayı amaçlayan kalkınma karşıtı politikalarla ilgili bir meseledir. Bu düzlemde Sayig ve arkadaşları, Filistin’in kurtuluşunun teknik modernizasyon ve emperyalist güçlerin kontrolü dışındaki küresel tedarik zincirlerine erişmesi sayesinde gerçekleşebileceğini görmüşlerdi. Daha önce de belirttiğim gibi, bu yazıların hedef kitlelerinden biri Filistinli özgürlük savaşçıları olduğundan, bu savaşçıların yürüttüğü çalışmalar, hammaddelere ve modern teknolojiye erişime bağlı olduğundan, bu argümanı anlama konusunda gerekli zemine herkesten önce onlar sahipti. Cabbur, fedailerin zihniyeti konusunda şunları söylüyor:

“Silahlı mücadelenin benimsenmesi önemli bir olgudur. […] Silahlı mücadele, özgürlük savaşçısından tam bir özveri ve sınırsız fedakârlık talep ettiğinden, onun yaşam biçimini tümüyle değiştirir: Silahlı mücadele savaşçının ufkunu öyle genişletir ki, onun devrimci olarak, sadece yerleşimcilere değil, aynı zamanda yerleşimcilerin müdahalesini mümkün kılan ülkesinin koşullarına da karşı çıkması gerektiğini görmesini sağlar. Yerleşimcilere karşı geleneksel direnişin aksine, silahlı mücadele, modern teknolojisi ve bilimsel temelleriyle bugünün dünyasını iyi anlar. Silahlı mücadele, bu nedenle, emperyalizme ve yereldeki gelenekçiliğe karşı savaşan modernleştirici bir harekettir.”[21]

Başka bir deyişle, Cabbur, küresel üretim zincirlerine ve modern endüstriye erişme imkânına silah olmadan kavuşulamayacağına, dolayısıyla, silahlı mücadelenin Filistin toplumunu zorunlu olarak modernleşmiş teknolojik endüstriyle tanımlı bir geleceğe taşıyacağına inanıyordu. Irkçılık, Filistinlileri ilkel bir durumda tutmaya çalışan kalkınma karşıtı politikaları dayatırken, silahlı direniş, ateşlenmeden önce bile silahın kendisi, teknolojik olarak gelişmiş ve modernize edilmiş bir geleceğe işaret eder. Örnek olarak, İsrail okullarındaki Filistin karşıtı ırkçılığın özellikle Filistinli kadınları nasıl etkilediğine bakılabilir.

Sayig’in yakın arkadaşı ve meslektaşı Hişam Şirabi, Filistinli gerillaların demografisi ile ilgili 1970 tarihli raporunda, kadınların harekete daha yüksek oranda katılım gösterdiğini, aynı zamanda kadınlar arasında okuryazarlık oranının da yüksek olduğunu ortaya koyuyor.[22] Zira okuma becerisi olmadan karmaşık makineleri etkili bir şekilde çalıştırmak mümkün değildir.

Hülasa, İsrail varlığını topraklarını genişletmesine borçlu. Bu genişleme, gasp amaçlı savaşlar aracılığıyla gerçekleşiyor. Siyonist hareketin gelişecekse, Filistin toplumu gerilemek zorunda. Bu gerileme süreci, bombalarla, soykırım yoluyla, ama aynı zamanda kısmen ırkçı hukuk, eğitim ve emek politikalarıyla işlemektedir. Sonuçta Filistin’deki Arap toplumu, modern sanayi ve teknoloji sahasından kovulur. Bu kovulma, Arapların bir bütün olarak bölgeden temelden silinmesinde önemli bir unsurdur, ırksal olarak dışlayıcı bir “Yahudi” devletinin kurulması için gerekli bir koşuldur.

Cabbur, silahlı mücadelenin özgürlük savaşçısının ufkunu genişlettiğini söylediğinde, direnişin ayakta kalıp kalmayacağının, yerli toplumun endüstriyel ve teknik yeteneklerini geliştirme derecesine bağlı olduğu gerçeğine işaret etmektedir. Bu gerçeğin bilincinde olan fedailer, icra ettikleri mesleklerin elindeki araçların ancak ulusal egemenlikle küresel politik ittifakların ve içteki üretim kapasitesinin kesiştiği kavşakta ortaya çıktığını, üretim kapasitesi ve küresel politik ittifaklar olmaksızın ulusal egemenliğin olamayacağını bilirler.

Daha önce de belirttiğim gibi, FKÖ araştırmacıları, Harry Magdoff gibi isimler üzerinden, kalkınma sürecinin sömürgelik halinden kurtarılması için hammadde ve tedarik zincirleri üzerindeki emperyalist tekelci kontrolünün ortadan kaldırılmasını gerekli kıldığını öğrenmişlerdi. Bu, Sayig’in “pozitif tarafsızlık” olarak adlandırdığı, ileride detaylı olarak ele alınması gereken bir öğretiydi. Şimdilik, pozitif tarafsızların ve Bağlantısızlar Hareketi ile rabıtalı olan diğer ülkelerin, gelişmekte olan ülkelerin gerekli maddi girdileri mümkün olan en iyi koşullarda elde edebilecekleri rekabetçi bir pazar yaratarak sıkı tekelci kontrollerin üstesinden gelmeye çalıştıklarını söylemek yeterli. Sayig, bu ajanda konusunda şunları söylüyor:

“Bağlantısız ülkelerin isyanını ifade eden bu ajanda, yirminci yüzyılın ortalarında dünyada rekabetçi bir durumun gerçek varlığına karşı pratikte ortaya konulmuş tepkiyi, gelişmekte olan ülkelerin tekelcilere ve onların siyasi olarak ayrımcı veya sömürücü uygulamalarına karşılık vermelerini mümkün kılan yolu anlatıyor. Söz konusu ülkeler, en iyi ve en bol arzın yanı sıra en kârlı ve en az dezavantajlı koşulları elde etmek için temaslarını çeşitlendirme ayrıcalığından istifade ettiler.”[23]

“Irkçılık karşıtlığı” üzerinde duranlar, hem pozitif tarafsızlığı hem de silahlanmayı ve silahın savunma kapasitesinin geliştirilmesi de dâhil olmak üzere, endüstriyel gelişmeyi hızlandıran etkisini hesaba katmak zorunda.

Filistin Kurtuluş Örgütü’nün BM’ye diplomatik düzlemde teslim olmasını FHKC, “ricatın lokomotifi” olarak görüp eleştirdi. Ama herkesin de bu diplomasi yoluna sevinçle revan olduğunu söylemek doğru olmaz.[24] Cabbur, silahlı direnişin atılım için en etkili yol olduğunu düşünüyor, bu bağlamda, “Somut eylem alanında, BM’nin yerli silahlı direnişin bilmediği sınırlamalarla malul olduğunu” söylüyordu.[25]

Filistin’deki silahlı direnişe destek veren birçok açıklamanın yanı sıra, BM’deki konuşmasından sadece altı ay önce, Mayıs 1975’te, Kanadalı göçmenlik görevlileri, Sayig’in Filistin’in kurtuluşunda şiddet kullanımını kınamayı reddetmesi nedeniyle onun ülkeye girişini geciktirdiler.[26] Aslında, Sayig’in analizlerinin temel derslerinden biri, Filistin Sorunu ile ilgili olarak diplomasi ve militanlığın asla tek başına etkili olmadığı yönündeydi.[27] Silahlı mücadeleden kopuk işleyen diplomasi, çoğu zaman Sayig’in işgalin ilk aşaması olduğunu iddia ettiği silahsızlanmaya varıyordu. Netanyahu 2025’te, “Gazze’yi işgal etmeyeceğiz [...] Gazze silahsızlandırılacak ve barışçıl bir sivil yönetim kurulacak” dediğinde[28] Sayig olsaydı, muhtemelen şu cevabı verirdi: “İsrail, Filistin’in herhangi bir bölgesinin silahsızlandırılmasını hiçbir vakit nihai veya kalıcı bir düzenleme olarak görmedi; silahsızlandırma, İsrail tarafından her zaman İsrail işgali için bir basamak olarak görüldü. İsrail’in sicili tüm çıplaklığıyla ortada: o yürüdüğü yoldan asla sapamaz.”[29]

Militanlıkla desteklenmeyen diplomasi, eksik ve kudretsizdir. FKÖ’nün Madrid Konferansı’na ve onu takip eden Oslo müzakerelerine katılmasının bir koşulu olarak, 1991’de BM’nin 3379 Sayılı Kararı’nın iptal edilmiş olması, bu gerçeğin kanıtıdır. Sayig, 1980’de vefat etmiş olsa da, “Filistin halkının kalıcı olarak parçalanması” olarak nitelediği diplomatik bir çaba olan 1978 Camp David anlaşmalarıyla ne olacağını önceden görmüştü.[30]

Sayig’in 3379 Sayılı Karar’ın BM kurulundan geçirilmesinde oynadığı rolü bu bağlamda ele almak gerekiyor. Bu, sömürgecileri rezil etme umuduyla diplomasiye naif bir giriş denemesi değildi. Neticede silahlı direniş, endüstriyel kalkınmanın sömürgelik halinden arındırılması, ulusal güvenlik ve ulusal egemenlik ilkelerinden vazgeçildiği anlamına da gelmiyordu. 3379 Sayılı Karar’ın 1991’de yürürlükten kaldırılması, Sovyetler Birliği’nin çöküşü, Bandung ve Bağlantısızlar dönemlerinin sonu, Arap ulusal ve ortak güvenliğinin genel olarak zayıflaması, zayıf post-milliyetçi ve post-hümanist söylemlerle birlikte yaygın geri bıraktırma faaliyetlerindeki artışla aynı zamana denk geldi.

Feyiz Sayig’in düşüncesiyle meşgul olma, onu öğrenme derdinde olanlar, “ırkçılık” ve “ırkçılık karşıtlığı”nın, tekelci tedarik zincirlerine yönelik saldırılar, sömürgeci ve emperyalist boyunduruğuna karşı ulusal güvenlik girişimlerinin güçlendirilmesi de dâhil olmak üzere, bir dizi girişimin haricinde ele alınmasını imkânsız kılan, farklı bir paradigmayı benimsemek zorundalar.

Sayig, diplomasinin tek başına yeterli olmadığı, aynı zamanda Filistin’in kurtuluşunun fedailerin cesaretinden daha fazlasına ihtiyaç duyduğu gerçeğine dair bir andaç. Hukuk ve diplomasi cephelerinde de mücadele yürütülmek zorunda. Sayig, “illegal mücadele biçimlerini her türden legal mücadele biçimiyle birleştirmeyi bilmeyen devrimcilerin esasında kötü devrimciler olduğunu kavramış” bir isimdi.[31]

John Harfouch
10 Kasım 2025
Kaynak

* John Harfouch, Felsefe Doçenti. Irkçılık, şarkiyatçılık ve Arapların kurtuluşu ile ilgili kitap ve makaleleri bulunmaktadır. 2024-2025 yılları arasında Utah Üniversitesi’nde Feyiz Sayig arşivini inceleyen Tanner Araştırma Görevlisi olarak görev yapmıştır.

Dipnotlar:
[1] 3379 Sayılı Karar’ı daha geniş bağlama oturtan ve derinlemesine analiz eden bir çalışma için bkz.: Erakat, Noura. “Zionism as a Form of Racism”, Race and the Question of Palestine içinde, Yayına Hz.: Lana Tatour ve Ronit Lentin, s. 77-97. Stanford University Press, 2025.

[2] Bader Husary, Jacqueline. Recovering the PLO Research Center: Limits and Potential for Digital Methods to Retrieve Dispersed Archives. Mastır Tezi, University College London, 2018.

[3] Sayegh, Fayez A. “The Challenge of Palestine to the Revolutionary Arab National Movement” kutu 222, dosya 6. Feyiz Sayig Koleksiyonu, Utah Üniversitesi, Salt Lake City, Utah.

[4] “18 Die in Bombing at PLO’s Center in Western Beirut.” The New York Times, 6 Şubat 1983. NYT.

[5] Lérner, Natán. The U.N. Convention on the Elimination of All Forms of Racial Discrimination: A Commentary. Alphen aan den Rijn, Hollanda: Sijthoff & Noordhoff, 1980.

[6] Bkz.: “Sayegh’s Critique of Zionism and the IHRA Definition”: CZS.

[7] Sayegh, Fayez A. Zionism: A Form of Racism and Racial Discrimination. Four Statements Made at the U.N. General Assembly. New York: Office of the Permanent Observer of the Palestine Liberation Organization to the United Nations, 1976.

[8] Fayez A. Sayegh, “The Moral Aspect of the Palestine Problem” kutu 195, dosya 1. Feyiz Sayig Koleksiyonu, Utah Üniversitesi, Salt Lake City, Utah.

[9] A.g.e.

[10] Sayegh, Fayez A. A Palestinian View, General Union of Palestine Students.

[11] Fayez A. Sayegh. American T.V. Presents The Arab-Israeli Dispute. BM’deki Kuveyt Heyeti. Bu söz şuradan alındı: The David Susskind Show WNEW-TV (New York, Channel 5) 3 Aralık 1967 Pazar.

[12] Ben‑Gurion, David. “Statement to the Knesset Regarding the Tripartite Arab Pact (May6,1963). Jewish Virtual Library. Erişim tarihi: 7 Kasım2025. JVL.

[13] Roy, Sara. 1987. “The Gaza Strip: A Case of Economic De-Development.” Journal of Palestine Studies 17 (1): s. 56–88. TF.

[14] Sayegh, Fayez A. Zionism: A Form of Racism and Racial Discrimination. Four Statements Made at the U.N. General Assembly. New York: Office of the Permanent Observer of the Palestine Liberation Organization to the United Nations, 1976.

[15] Fayez A. Sayegh, “The Palestinian Revolution” kutu 195, dosya 9. Feyiz Sayig Koleksiyonu, Utah Üniversitesi, Salt Lake City, Utah.

[16] Higgins, Patrick Donovan. Palestinian Revolution and World Imperialism in the “American Century,” 1945–1972. Doktora Tezi, Houston Üniversitesi, 2023.

[17] Magdoff, Harry. “Economic Aspects of U.S.Imperialism.Monthly Review, Kasım 1966.

[18] Sayegh, Fayez A. Discrimination in Education Against the Arabs in Israel. Beyrut: PLO Research Center, 1966.

[19] Jabbour, George. Settler Colonialism in Southern Africa and the Middle East. Beyrut: PLO Research Center, 1970, s. 83.

[20] A.g.e., s. 209-210.

[21] A.g.e., s. 115.

[22] Shirabi, Hisham. The Palestinian Guerillas: Their Credibility and Effectiveness. Washington, DC: The Center for Strategic and International Studies of Georgetown University. 1970.

[23] Sayegh, Fayez A. “Anatomy of Neutralism – A Typological Analysis” The Dynamics of Neutralism in the Arab World: A Symposium içinde. San Fransisko: Chandler Publishing Company. 1964, s. 70.

[24] “P.L.O.’s Locomotive of Retreat.” PFLP Bulletin, Sayı 14. Kasım-Aralık 1974. PFLP.

[25] Jabbour, George. Settler Colonialism in Southern Africa and the Middle East. Beyrut: PLO Research Center, 1970, s. 183.

[26] Sayegh, Fayez A. “The Moral Aspect of the Palestine Problem” kutu 194, dosya 3. Feyiz Sayig Koleksiyonu, Utah Üniversitesi, Salt Lake City, Utah.

[27] Bkz.: Sayegh, Fayez A. The Zionist Diplomacy. Beyrut: PLO Research Center, 1969.

[28] Freiberg, Nava. “Netanyahu Says Israel Not Looking to Occupy Gaza but to ‘Free It from Hamas’.” The Times of Israel, 10 Ağustos 2025. TOI.

[29] Sayegh, Fayez A. “Expansionist Designs: Open or Concealed?” The Caravan, 27 Kasım 1958.

[30] Sayegh, Fayez A. Camp David and Palestine: A Preliminary Analysis. New York: Americans for Middle East Understanding, 1978.

[31] Lenin, V.I. “‘Left-Wing’ Communism: An Infantile Disorder.” V. I. Lenin: Selected Writings içinde, Yayına Hz.: Vijay Prashad. Yeni Delhi: LeftWord Books. 2018, s. 291.

0 Yorum: