18 Temmuz 2023

LGBT Nedir?


LGBT, öncelikle bir ideoloji ve siyasi bir harekettir. Bu hareket, Amerikan hükümeti tarafından dünyanın dört bir yanında sivil toplum kuruluşları olarak fonlanmakta ve donatılmaktadır.

Emperyalizmin emrindeki siyasal bir tetikçi olmanın yanı sıra, burjuva ideolojisinin toplumsal düzeyde yeniden üretilmesine hizmet eden bir propaganda aracıdır.

LGBT, insan tabiatı ve nesnel hakikatin reddi üzerine kurulu, kapitalist toplumun çürümesinin ürünü bir lâle devri ve sefahat ideolojisidir. İçinde barındırdığı fikir ve kuramlar da artık vadesini doldurmuş bir sınıf olan burjuvazinin hayata bakışını yansıtmaktadır.

LGBT ve Ulusal Demokrasi Vakfı

LGBT hareketini küresel düzeyde finanse eden kurumlardan biri Ulusal Demokrasi Vakfı’dır (NED). Bu vakıf, sözde sivil olmakla beraber Amerikan senatosu NED’e yıllık bir bütçe ayırmıştır. Bu özel durumu da onu fiiliyatta bir Amerikan devlet kurumu yapmaktadır. Ancak eylemleri için Amerikan devletinin yasal sorumluluk almak zorunda olmadığı kurumlardan biridir.

NED’in varlık amacı, paravan bir ajans olarak Amerikan hükümetinin gerek yerli gerek yabancı siyasal parti ve hareketlere kaynak aktarımı yapmasına (lobicilik faaliyetlerine) yasal bir kılıf uydurmaktır. LGBT de bu hareketlerden biridir ve NED tarafından beş kıtada sivil aktivizmin bir kolu olarak örgütlenip donatılmaktadır.

Sadece 2019 yılında NED’in 200 milyon dolara yakın bir yıllık geliri ve harcaması vardı. Bu paranın önemli bir kısmı Amerikan devlet kurumları tarafından sağlanmıştır.

LGBT’nin Kökleri

LGBT ideolojisi ve siyasal hareketinin kökleri, 2. Dünya Savaşı sırası ve sonrasında Kinsey Enstitüsü tarafından yapılan sözde bilimsel çalışmalara dayanmaktadır.

Bu çalışmalar sonucunda, sırasıyla 1948 ve 1953 yıllarında, LGBT ideolojisinin manifestosu denilebilecek Kinsey Raporları yayımlanmıştır. Bu raporlarda eşcinsellik sapmasını normalleştiren “cinsel yönelim” tezleri geliştirilmiştir.

LGBT hareketi tarafından bugün bütün dünyada dillendirilen fikir ve sloganların önemli bir kısmı bu enstitü tarafından üretilmiş ve geliştirilmiştir. O zamandan bugüne Kinsey Enstitüsü faaliyetlerine devam etmekte.

Kinsey Enstitüsü’nü İlk Olarak Kim Fonladı?

Amerika’nın en büyük finans zenginleri ve oligarklarından olan Rockefeller ailesi.

1940 yılında Dr. Kinsey, cinsellik üzerine olan projesine devam etme kararını verdi. 1941 yılına gelindiğinde, Kinsey ve ekibi, neredeyse 2.000 bireyin cinsel geçmişine ait kayıt toplamış, çalışması Rockefeller Vakfı tarafından finanse edilen Ulusal Araştırma Konseyi’nin Cinsellikle İlgili Sorunlar Üzerine Araştırma Komitesi’nin maddi desteğini kazanmıştı. 1947’ye gelindiğinde komite, Kinsey ekibine 40.000 dolarlık bir hibe sağlamış ve bu destek 1954 yılına kadar devam etmiştir. Bugün de bu enstitü, Amerikan hükümet ve milyarderlerince ayakta tutulmaktadır.

1947 yılında 40 bin dolar, enflasyon hesaba katıldığında, 2022 yılı için 525 bin dolara tekabül etmektedir. Bu, düzenli olarak yarım milyon dolardan fazla bir destek verildiği anlamına geliyor.

Kinsey Raporları

Kinsey Raporları, insan cinsel davranışı üzerine iki “bilimsel” rapor olan “İnsan Erkeğinde Cinsel Davranış” (1948) ve “İnsan Kadınında Cinsel Davranış” (1953) kitaplarıdır. Bu kitaplar Alfred Kinsey ve ekibi tarafından yayımlanmıştır. Kinsey, Indiana Üniversitesi’nde bir zoolog (hayvan bilimci) ve tam ismiyle “Cinsellik, Cinsiyet ve Üreme Araştırmaları için Kinsey Enstitüsü”nün kurucusudur.

Ünlü %10 Yalanı

Toplumun %10’unun eşcinsel olduğuna, bunun tamamen normal bir yönelim olduğuna dair o ünlü iddiayı duymayan kaldı mı? Kinsey Raporları, işte bu iddianın kaynağıdır.

Gelin bu raporda sunulan başka verilere bakalım:

1. Tüm erkeklerin %37’si ömründe en az bir kez eşcinsel ilişkiye girmiştir.[1]

2. Tüm erkeklerin %10’unun 16 – 55 yaşları arasında en az 3 yıl süreyle yalnızca eşcinsel olduğu bir dönem vardır. [2] (Ünlü %10 Yalanı)

3. Tüm erkeklerin %8’i hayvanlarla en az bir kez cinsel ilişkiye girmiştir.[3]

4. Kırsal nüfusta bu oran %50’yi bulmaktadır.[4]

Peki bu “tüm erkekler” kim oluyor, bu istatistikler nasıl üretildi, bu veriler nereden toplandı?

Hapishanelerden.

“İnsan Erkeğinde Cinsel Davranış” raporunda örneklem 5.000’in üzerindeydi, ancak bu örneklem, orantısız bir şekilde cezaevlerindeki hükümlülerden ve özellikle cinsel suçlulardan meydana geliyordu.[5] Ayrıca, Kinsey eşcinsel çevrelerden toplanan kişileri aşırı örneklemlemiştir. Bu genel nüfusun cinsel davranışı hakkında gerçekçi sonuçlara ulaşmak isteyen birinin kullanacağı yöntem olamaz. Birçok açıdan, Kinsey’nin örnekleminin, sağlıksız cinsel davranışların istatistiksel olarak olumlandığı sonuçlar bulmasını sağladığı söylenebilir.

Kinsey, bu çarpıtmaları ile sınırlı kalmıyor, bu çarpıtmalarının arkasında yatan amacı da ele verecek şekilde şu satırları yazıyor:

“Bir çocuğun, kültürel koşullandırma dışında, kendi cinsel organına dokunulmasından, başka kişilerin cinsel organlarını görmesinden veya daha özel cinsel temaslardan neden rahatsız olması gerektiğini anlamak zordur.”[6]

İşte modern LGBT hareketinin fikir babası olan adam, Kinsey.

Eşcinsellik Kişinin Kim Olduğunun Bir Parçası mı?

Tabii ki hayır! Biz Marksistler, olaylara böyle bakmayız. Bize göre, bireyin içinde bulunduğu koşullar onun bilincini şekillendirir ya da en azından bunda belirleyici bir rol oynar. Bu belirleyici rol, eşcinsellik gibi tabiata ve insanın fizyolojik yapısına aykırı eğilimler söz konusu olunca daha da büyük bir önem kazanmaktadır.

O Zaman Cinsel Sapmaları Ne Yaratıyor?

İnsan, bütün diğer hayvanların aksine, doğadan kopup kendisine yeni bir toplumsal gerçeklik inşa etmiştir. Eşcinsellik de son tahlilde bu toplumsal yaşam tarzının devam ettirilemeyecek kadar köhneleşip çürümesinin bir yan ürünüdür.

Bu tarih boyunca böyle olmuştur. Antik Yunan, Antik Roma veya bugünkü Amerika Birleşik Devletleri gibi imparatorlukların eşcinsel tanrıları birçok benzerlik taşır. Bu benzerlikler, mevzubahis medeniyetlerin tanrılarını neden eşcinsel olarak tasvir ettiklerini sorgulamamıza yol açar. Soru şu şekilde de ortaya koyulabilir: Eşcinsel tanrıları kim yarattı ve onları göklere çıkardı? Bu soruya verilebilecek tek yanıt: Antik dünyanın köle sahibi egemen sınıflarıdır, modern dünyamızın hükümdarı mali oligarşidir.

Antik Yunan, Antik Roma ve günümüz finans imparatorluğunun ortak özellikleri nelerdir? Eşcinsel tanrılar, hangi sınıfsal ilişkilerin bir ürünüdür?

Eşcinselliğin toplumsal kökeni, gökten yere indirilme hikayesiyle başlar. Washington tanrılarının Atina ve Roma tanrılarıyla ne ilgisi olabilir? İlgisi vardır! İlgisi, köleci toplumların aşırı sınıfsal sömürü ve baskı sistemleri ile emperyalist-kapitalist toplumların çürüme dönemlerindeki ulusal ve küresel sömürü sistemleri arasındaki benzerliktedir. Daha da önemlisi, aşırı sınıfsal eşitsizliklerin cinsel eşitsizliklere nasıl yansıdığıdır. Bu noktada, eşcinselliğin doğal olduğu iddiasıyla ideolojik olduğu hakikati arasındaki tartışma başlar.

Hatırlatmak isterim ki Osmanlı Hanedanı da kendisine has bir sefahat ve eşcinsellik kültürü geliştirmiştir. İnternette basit bir arama ile Osmanlı’nın eşcinsel padişahları, paşa ve şairleri hakkında uzun uzadıya bilgi edinebilirsiniz.

Yine de eşcinselliğin hanedan ve Osmanlı devlet bürokrasisinden topluma inmesi, toplumun geneline yayılması, ancak Osmanlı toplumunun çürümesi ve sömürgeleştirilmesi ile mümkün olmuştur.

Miadını çoktan doldurmuş olan kapitalist üretim biçimi, bugün cinsiyet ayırt etmeksizin milyarlarca emekçiyi sefaletin ve ekonomik bağımlılık ilişkilerinin zincirine vurdu. Bu bağımlılık hâlidir ki bireyin özgürlükleri ve iradesini elinden alır, cinsel yabancılaşmaya sebep olup bu tür bozuklukları yaratır.

Kapitalist düzen çürüyüp döküldükçe eşcinsellik ve fuhuş gibi toplumsal hastalıklar da boy göstermeye başladı. Burjuvazinin tarihsel olarak buna iki farklı sözde çözümü olmuştur:

1. Polisiye önlemler ve baskı ile sorunun çözülmek bir yana halı altına süpürülmesi,

2. En başta herhangi bir sorun olduğunun inkârı: Var olan toplumsal hastalıkların bir sorun olarak görülmek bir yana hayatın olağan bir parçası ilan edilip teşvik edilmesi.

Amerika, işte bu ikinci yolu prensip edinmiştir ve tam olarak bu yüzden eşcinsellik günümüzde en az fuhuş kadar bir toplumsal dayatmadır.

Transseksüellik

Transseksüellik, eşcinsellikten farklı bir kavram olarak ele alınmamalıdır. Özü gereği heteroseksüel ilişkinin kötü bir taklidi olan eşcinsel ilişkide kadın rolünü oynayan erkeklere “transseksüel” adı verilir.

Transseksüelliğin LGBT Hareketi Tarihindeki Yeri

Kinsey Raporları tamamlanmak üzereyken, Weimar Almanyası’nın denemelerinden uzun bir süre sonra, 1952 yılında ilk defa bir Amerikan vatandaşı üzerinde “cinsiyet-onaylama” (hadım) ameliyatı yapıldı.

Ameliyatı olan George William, yeni Christine Jorgensen ismini kullanmaya başladı.

George William, 2. Dünya Savaşı sırasında Amerikan ordusunda büro görevlisi olarak hizmet etmiş bir askerdir. Savaş bitip Aralık 1946’da askerlerin terhisi tamamlandıktan sonra onun da görevi son bulmuştur. Kendi ifadesine göre, ordudaki deneyimi onu aslında bir kadın olduğuna ikna etmiş.

George William, askerlik hizmetinden sonra New Haven, Connecticut ve New York City’de farklı meslek okullarına gitti. O hayatından memnun değildi ve sorularına yanıt bulmak umuduyla kitaplarda cevap aramaya başladı. Erkeklik Hormonu (1945) adında bir kitap ilgisini çekti ve sonunda sorunlarına bir çözüm bulduğunu düşündü. Bu kitabı okuduktan sonra düzenli olarak Östrojen (kadınlık hormonu) almaya başladı ve hayallerindeki “kadın” olmak için ameliyat olmaya karar verdi.

Peki bu kitabın yazarı kimdir? Amerikalı bir bilim adamı olan Paul de Kruif. Kendisi Rockefeller Tıbbi Araştırma Enstitüsü’nde 2 yıl görev aldı.

Bunun üzerine George William operasyon için bu konuda daha önceden bir deneyim sahibi olan Avrupalı doktorlar ile temasa geçti. Danimarkalı doktor Christian Hamburger bu deneysel ameliyatı ücretsiz olarak yapmayı kabul etti.

Peki Dr. Christian Hamburger kimdir? Kendisi Rockefeller Vakfı’ndan aldığı burs ile New York’ta eğitimini tamamlamış Danimarkalı bir doktordur.

Operasyon sonrasında Amerikan propaganda makinesinin çarkları hızla işlemeye başladı ve George William transseksüel bir model olarak ülke çapında tanındı, hem Hollywood filmlerine konu oldu hem de filmlerde aktör olarak oynadı.

Aynı zamanlarda San Francisco’ya yerleşen Virginia Prince (Arnold Lowman) Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri’ndeki eşcinselleri temasa sokarak büyük bir eylem ağı kurdu. Hareketin taleplerini sosyal bilimcilerin ve aktivistlerin dikkatine sunmak için Alfred Kinsey ile yakın bir şekilde çalıştı.

En sonunda Amerikan Psikiyatri Birliği’nin 1973’te eşcinselliği bir cinsel bozukluk olarak sınıflandırmayı bırakmasıyla da ülke genelinde ilk somut adım atıldı. Amerikan Psikiyatri Birliği, psikiyatri dalı ve sektöründe finansör olarak bir tekel konumundaki Rockefeller ailesinin kontrolündedir.

Transseksüellik Tezi

Transseksüellik, ideolojik bir hareket olarak LGBT’nin ayrılmaz ve kurucu unsuruydu diyebiliriz. İdeoloji diyor ki ikiden fazla cinsiyet vardır ve bireyin bir cinsiyetten öbürüne geçmesi mümkündür: 2023 yılı itibarıyla tam olarak 107 farklı “cinsiyet” vardır.

Öncelikle cinsiyet, insanın fizyolojik yapısına has bir kategoridir ve ondan ayrı ele alınamaz, cinsel kimlik de aynı biyolojik kategorinin toplumsal bir temel üzerinde insan bilincine yansımasıdır. Tarihsel gelişimin farklı aşamalarında erkekler ve kadınlar kendi fiziksel yapılarına uygun farklı toplumsal roller üstlenmiş olsalar da sadece iki cinsiyet vardır. Bedenimizin her bir hücresine kadar işlenmiş bir hakikati değiştirmek de mümkün olmadığına göre, cinsiyetler arası geçiş kesinlikle mümkün değildir.

Her ne kadar hermafroditlik (çift cinsiyetlilik) ile doğan bireyler olsa da bu, son derece nadir bir rastlantıdır ve bu özel durum bugüne kadar sadece 525 bebekte gözlemlenmiştir.[7] Hermafroditlik, kısırlık ve benzeri sağlık problemlerini de kendisiyle beraber getirir. Hermafroditler bir istisnadır ve istisnalar kaideyi bozmaz. Eşcinsellik ve transseksüelliğin kaynağı biyolojide değil, toplumsal olgularda aranmalıdır.

Transseksüellik sapması, insanın kendisiyle ettiği bir kavga, kim olduğunu kabul edememe durumu olarak bireyin psikolojisine yansır. İnsan bilincindeki bir bölünmedir bu:

“Şizofreni” kelimesinin etimolojik kökeni Yunanca “akıl” ve “bölünme” kelimeleridir. Şizofreni, “Akıl Bölünmesi” olarak Türkçeye çevrilebilir.

LGBT’nin Felsefesi

Burjuvazinin propaganda aygıtları bas bas bağırıyor:

“Farklı olun! Farklı olun! Hayat farklılıklarla güzel! Ne kadar farklıysanız o kadar iyisiniz! Gerekirse bu farkları kendiniz yaratın ama farklı olun!”

Neden farklı olmalıyız? Mühendislik eğitimi olan biri olarak soruyorum bunu. Bugün bütün dünyada az sayıda ülke haricinde tamamen metrik sistem kullanılmaktadır, mesela biz uzunluğu metre birimiyle ölçüyoruz. Peki burjuvazinin bu mesajına uygun olarak birileri farklılık olsun diye tefrika çıkarmaya yeltenirse, “sen metre kullanırsan kullan, ben çok özel bir insan olduğum için fit ve yarda kullanacağım!” derse ne olur? Tabii ki ikililik, uyumsuzluk ve her türlü sorun çıkar.

(Tesadüfe gelin ki bugün dünyada metrik sisteme geçmemiş, daha imparatorluk birimlerini kullanmakta inatla ısrar eden tek ülke Amerika Birleşik Devletleri’dir. İngiltere bile terk etti bu standardı!)

Teoloji, felsefeden önceki felsefedir. Hadi bu durumu bu sefer de bir efsaneden faydalanarak izah etmeye çalışalım:

Babil Kulesi Efsanesi

“Babil kulesinden Tevrat’ın Yaratılış (Tekvin) kısmında bahsedilir. Nuh’un oğulları Büyük Tufan’dan sonra Sinar’a (Sümer’e) yerleşmiş, burada bir kent ve göklere yükselen bir kule dikmek istemişlerdir. Efsaneye göre Tanrı, kendisine ulaşmaya çalışan insanlara hiddetlenir ve o zamana kadar aynı dili konuşmakta olan insanlara farklı farklı diller vererek birbirlerini anlamalarını, bu kuleyi hep birlikte inşa etmelerini engeller. Teolojik bir bakış açısıyla bu öykü, dünyadaki yüzlerce dilin kökenini açıklamak amacıyla kullanılır.”

İşte burjuvazi, ilhamını tam olarak buradan almaktadır. İşçi sınıfının kendisine karşı olan devrimci mücadelesini o daha başlamadan bitirmek istemektedir ve bunun için her bir işçinin alnına farklı bir damga vuruyor. Bu etiketlerdir ki var olan sınıfsal ilişkilere bir perde çeker ve sınıf bilincini öldürür.

Öznel İdealizm

LGBT’nin felsefi özü, öznel idealizmdir. Bu durum, özellikle transseksüellik teorisi incelenince kendini gösterir ve ön plana çıkar.

İki tip idealizm vardır: 1) nesnel ve 2) öznel.

1) Nesnel idealizm, geleneksel semavi dinlere karşılık gelir. Bu dinlere göre biz hepimiz tek bir Tanrı’nın bilincinin kolektif ürünüyüz. Bu tip bir idealizm, dış dünyanın varlığını reddetmez ve bireyi onun ayrılmaz bir parçası olarak görür. Materyalizmden ayırt edici yönü bu dünyaya yön veren şeyin bir Tanrı figürü olduğu inancıdır.

2) Öznel idealizm ise görece yeni olmakla birlikte özü itibariyle var olan en gerici ve skolastik felsefedir.

Öznel idealizm, 3000 yıldır dünyamızda var olan nesnel idealizmin bile gerisinde yer almaktadır, çünkü dış dünyanın reddi üzerine kuruludur. İlk olarak George Berkeley tarafından açık ve kesin bir biçimde ortaya konulmuştur. Bu tip bir idealizm, bireyin kendisini Tanrılaştırır ve bireyin algıları dâhilinde olan her şeyin onun bilincinin bir ürünü olduğunu iddia eder. Mesela bu felsefi akıma göre okumakta olduğunuz bu satırları aslında ben yazmadım, bunlar, sizin kendi zihniniz ve hayal gücünüzün bir ürünü. Gerçeklik, siz ne istiyorsanız o olabilir!

Ortada olan nesnel bir hakikat vardır, birey biyolojik olarak erkek ya da kadındır. Hadi diyelim ki bir erkekten bahsediyor olalım. Bu adam gidip de bir kadın olduğunu iddia ediyor ve öyle de davranıyorsa, yani kendi bilincinin görmek istediği durumu gerçekliğin kendisi yerine ikame ediyorsa, buna felsefede “öznel idealizm” denir. Psikiyatride ise genellikle “şizofreni” ismi tercih edilmektedir.

İşte bu zamanını çoktan doldurmuş ve kendi nihai sonunun geldiğini (nesnel hakikati) kabul edemeyen bir burjuva sınıfının felsefesidir! LGBT ideolojisi ve siyasal hareketi de son tahlilde burjuvazinin bu felsefesinin kitlelerde üretilmesine yarayan bir toplumsal hegemonya aracıdır.

“Egemen sınıfın düşünceleri, her çağda egemen düşüncelerdir: Yani, toplumun maddi egemen gücü olan sınıf, aynı zamanda egemen manevi güçtür.” [Karl Marx -Alman İdeolojisi)

Toplumsal Psikoz

Batı dünyası ve yer yer de Türkiye’de…

İnsanların dönüşü olmayacak bir şekilde kendi vücutlarını ameliyatlarla sakatladıklarını, hiçbir sorunu olmayan uzuv ve organlarını aldırdıklarını, karşı cins gibi görünebilmek için sayısız estetik operasyondan geçtiklerini görüyoruz.

Kadın spor müsabakalarına erkek oyuncuların alındığını, erkek bedenine özgü fiziksel farklılıkları ile adil olmayan bir şekilde öne geçtiklerini görüyoruz.

Erkeklerin kendilerini kadın olarak niteleyerek kadınların kullandıkları umumi alanlara girdiklerini, kadınların ırzına geçtiklerini görüyoruz.

Ebeveynlerin küçük çocuklarını hormon terapisi başlatmak ve ileride bıçak altına yatırmak üzere kliniklere götürdüklerini görüyoruz.

Buna “Toplumsal Psikoz” denmezse peki neye denir?

Küresel Bir Sağlık Krizi

LGBT dayatması bana hep Nazi doktor Josef Mengele’nin toplama kamplarında yaptığı ölümcül deneyleri hatırlatmıştır. Belki onlardan daha bile kötü olabilir, çünkü Mengele, bu deneyleri tek tek bireyler üzerinde yaptı, ancak bugün kobay olarak kitleler kullanılmaktadır.

LGBT’nin genel hitap kitlesi, çocuklar ve ergenlik döneminde olan gençlerdir. Bu grup, manipülasyona son derece açık ve kolay bir hedeftir, bu yüzden de hedef alınan, bizim geleceğimizdir.

“Hormon tedavisi” denilen pratik, bireye cinsiyet hormonları verilmesi ile uygulanır ve hadım ameliyatı öncesinde birey yasal olarak ergin olana kadar sürdürülür. Bu pratik, Türkiye’de de hastanelerde uygulanıyor ve hormon tedavisi gören birçok çocuk var.

Sözde tedavi sonucunda çocukların bedensel gelişimi dönüşü olmayan bir şekilde kesilir. Sonuçta bir erkek büyüyünce çelimsiz kalıyor, kas ve kemik dokusu yerinde sayıyor. Koskoca bir adam bir çocuğun bedeni içine hapsoluyor. Genital bölge, ikincil cinsel özellikler ve benzeri için de aynısı söylenebilir. Bundan dönmek yoktur, hemen ergenlik bitiminde bireyin bedensel gelişimi tamamen durma noktasına gelir. Kişi en iyi ihtimalle kısır kalacaktır.

“Cinsiyet-onaylama” veya Vajinoplasti (hadım) operasyonu ise bundan sonraki safhadır. Bu operasyon ile erkek hadım edilir ve bedeninde yapay bir “vajina” üretilir. Vajina denilenden kasıt, genital bölgeye derin bir kesik atılarak büyük bir yara açılmasıdır. Hayatının geri kalanı boyunca bu yaranın sürekli olarak hasta tarafından açık tutulması gerekir, yoksa kendiliğinden kapanır. Bununla birlikte yara sıklıkla iltihaplanmakta ve yer yer de kurtçuk üretmektedir. Bu kurtçukların düzenli olarak bir uzman tarafından toplanması gerekir. Buraya tıklayarak, bahsettiğim bu temizlik operasyonunu izleyebilirsiniz.

Türkiye’de hem hormon tedavisi hem de bu operasyon 4721 sayılı 22 Kasım 2001 tarihli Türk Medeni Kanunu’nun 40. maddesince SGK tarafından karşılanmaktadır. Bu süreçten geçen insanların önemli bir kısmı genç yaşta aldıkları bu karar yüzünden pişman olmakta, eninde sonunda da intihara teşebbüs etmektedirler.

AIDS ve HIV Virüsünün Kökeni

AIDS, bugüne kadar 40 milyondan fazla insanın ölümüne sebep olmuş ölümcül bir hastalıktır. Peki siz, kayıtlara geçen ilk HIV taşıyıcısı kim biliyor muydunuz?

1952 yılında dünyaya gelen Kanadalı eşcinsel Gaëtan Dugas. Kendisi bir uçak kabin memurudur. 1987 yılında AIDS salgınından resmen ilk ölen ve tanılanan hastadır. Mesleği sebebiyle dünyanın birçok noktasında bulundu ve kendisinin de kabul ettiği gibi seyahat ettiği her yerde sayısız erkekle birlikte oldu. Kendisi HIV virüsünün yayılmasında kilit rol oynamıştır.

Her ne kadar internetteki bilgi kirliliği ve sansür, onun “Sıfırıncı Hasta” olmadığını iddia etse de,

1) kayda geçen ilk hastadır,

2) eşcinseldir ve

3) bir kabin memuru olarak bu hastalığın bütün dünyaya hızlı bir şekilde yayılmasına sebep olmuştur. Nokta.

Bilimsel bir çalışma kapsamında ankete katılan eşcinsel erkeklerin %83’ünün hayatları boyunca 50 veya daha fazla partnerle, %43’ünün 500 veya daha fazla partnerle, %28’inin de 1.000 veya daha fazla partnerle birlikte olduklarını tahmin ettikleri bildiriliyor. [8]

Bu eşcinselliğin insan tabiatına aykırı olmasının, insana tatmin edici bir cinsel hayat sunamamasının ürünüdür. Eşcinsellikte sevgiye yer yoktur, bu, bir zevk ve sefahat hayatıdır.

İşte onların bu durumudur ki kendilerini bir zührevi hastalık deposu yapar. Yalnız 2019 yılında bütün HIV bulaşmalarının %68’i eşcinsel ilişki kaynaklıdır, sadece erkekler hesaba katılırsa bu oran %81 olur.

Eşcinsellerin verdiği kan, bu nedenle dünyanın hiçbir ülkesinde sağlık kuruluşları tarafından kabul edilmez. Buna Kızılay da Kızılhaç da zorunluluk koyar.

Kızılhaç:

“‘Kan ve Kan Ürünleri ile AIDS Virüsü Bulaşma Riskini Azaltmaya Yönelik Gözden Geçirilmiş Öneriler’ adlı FDA kılavuzu, ‘Son 3 ay içinde başka bir erkekle birlikte olmuş bir erkek, en son cinsel temastan 3 ay sonrasına kadar kan veremez.’ Tüm ABD kan toplama kuruluşları bu federal şartı takip etmelidir.”

Eskiden hiç veremezdi. Bu yüzden “Gözden Geçirilmiş” ibaresi kullanılıyor. Sebep tıbbi değil, ideolojik.

Kızılay:

“[…] eşcinseller, kan verme konusunda risk grubundadır. AIDS virüsü eşcinsellerde yoğun olarak gözükür.”

LGBT Çocuklar İçin Geliyor!

Eşcinseller, sözde bir aile kurmak üzere bir araya gelerek, kız ve erkek çocuklarını evlat edinip tecavüz ediyorlar:

“Almanya’nın Aachen kentindeki Gençlik Dairesi, skandal bir karara imza attı. Duisburg’da yaşayan Aygül Küçükbıyık ve Mustafa Yolal çiftinin bebeği Emir, 7 aylıkken ailesinden alınarak bakıcı aile olarak eşcinsel bir çifte verildi.”

“İsveç Sosyal Hizmetler’in ailesinden kopardığı mülteci kız çocuğu 5 yaşındaki Meryem, mahkeme kararıyla eşcinsel bir aileye evlatlık olarak verildi.”

Aileler çocuklarını Drag Queen denilen kadın elbiseli eşcinsellere teslim ediyor.

NAMBLA

The North American Man/Boy Love Association (NAMBLA), Amerika Birleşik Devletleri’nde bir pedofili ve pederasti savunma kuruluşudur. Yetişkinlerin reşit olmayanlarla cinsel ilişkisini suç sayan rıza yaşı yasalarını feshetmek ve küçüklerle cinsel temastan hapse atılan erkeklerin serbest bırakılması için faaliyet yürüten bir dernektir.

1978 yılında kurulmuştur, LGBT hareketinin içinden çıkmıştır ve bir parçasıdır.

Cuties

Netflix’in tanıtımını yaptığı “Minnoşlar” filmi, çocukların cinsel obje olarak sunulması sebebiyle tüm dünyadan tepki gördü.

Epstein Adası

ABD’de kız çocuklarına cinsel istismarda bulunduğu ve bir fuhuş ağı kurduğu suçlamasıyla tutuklanan milyarder iş adamı Jeffrey Epstein adına açılan dava sürüyor.

Pizzagate Skandalı

WikiLeaks belgeleriyle Amerikan seçkinlerinin bir pizza dükkanını küçük çocuklar ile fuhuş yapmak için paravan şirket olarak kullandığı ortaya çıktı.

Hunter Biden

Amerikan Başkanı Joe Biden’ın oğlu Hunter Biden’ın bilgisayarındaki fotoğraflar internete sızdı. Hunter Biden’ın kız çocuklarıyla olan müstehcen ilişkileri ortaya çıktı. Bunun hiçbir yaptırımı olmadı. Maalesef bu görüntüleri burada yayınlayamam.

LGBT Hayvanlar İçin de Geliyor!

Almanya’da zoofiller ZETA organizasyonu içinde bir araya geliyorlar, onur yürüyüşlerine katılıyorlar ve LGBT hareketinin aktif bir parçasıdırlar. 1969 yılında Almanya’da zoofili suç olmaktan çıkarıldı.

ZETA Başkan’ı Michael Kiok, 1940’lı yıllarda erkeklerin yüzde 8’inin zoofil ilişkiler içinde olduğunu ifade ediyor. Hatırlarsanız, bu iddia Kinsey kökenlidir.

Michael Kiok, “Biz hayvanları keyif aracı olarak değil, eş olarak görüyoruz. Onları hiçbir şeye zorlamıyoruz.” diyor.

Avrupa’daki Hayvan Genelevleri

Kiok, özellikle zoofiliye tanınan geniş “haklar” için Danimarka’dan övgüyle bahseder.

Danimarka, çok geçmeden zoofiller için küresel bir fuhuş merkezi konumuna geldi.

Adalet bakanlığı raporları, 2011’de veterinerler tarafından yapılan bir araştırmada incelenen hayvanların yüzde 17’sinin insanlarla cinsel birleşmeye zorlandığından şüphelenildiğini ortaya koymuş.

Danimarka için 2015 ve Almanya için 2012 yıllarında zoofili sözde yasaklansa da bu yeni yasaların kamunun tepki ve öfkesini dindirmek haricinde bir amacı yoktur, fiiliyatta kesinlikle uygulanmamaktadır. Zaten bu uygulanmayan yasal yaptırım da para cezasından ibaret.

ZETA gibi STK’lar bugün tamamen faal ve aktif.

Scientific American: “Zoofili Tamamen Normal!”

Ünlü Amerikan bilim dergisi Scientific American’a göre Zoofili tamamen normal ve biyolojik! Zoofili, insanlarda genetik olarak var olan bir durum olarak tarifleniyor ve eski medeniyetlerde de var olduğu için bugün de kabul görmesi gerektiği söyleniyor.

“Eşcinsellik 2000 yıl önce de vardı” diye ona normal diyen bütün o burjuva entelektüellerini hatırladınız mı?

Eşcinsellik Bir Kimlik midir?

Eşcinselliğin bir kimlik olarak kabul edilmesi veya kimlik siyasetinin bir türü sayılması kategorik bir hatadır. Türk, Kürt, Çerkes olmak kültürel kimliktir. Erkek veya kadın olmak cinsel kimliktir. Elbette, emperyalizm, proletaryanın mücadelesini bölüp parçalamak üzere bu kimlikler arasında bazı yapay çelişkiler üretebilir veya var olanları körükleyebilir, ancak eşcinsellik apayrı.

Eşcinsellik, cüzzam veya verem ne kadar bir kimlikse o kadar bir kimlik olabilir. Bu yüzden eşcinselliği bir kimlik olarak tanımak bile Amerikan emperyalizminin ideolojik hegemonyasına hizmet etmektir, teslimiyetçiliktir. Bunu bir kimlik olarak kabul etmek, sizi eninde sonunda sübyancılık ve zoofiliyi de bir kimlik olarak tanımaya mecbur bırakacaktır. (Akıntı geriye doğru!)

Daha da kötüsü, düzen tarafından her türlü suistimal edilen bu hasta insanların sömürüsüne göz yummaktır, sömürüyü onaylamaktır. Eşcinseller, siyasi fedai olarak kullanılıyorlar. Riskli tıbbi operasyonlarda, tartışmalı yeni ilaçların test edilmesinde denek olarak kullanılıyorlar, büyük ilaç şirketleri tarafından bitmez tükenmez bir kazanç kapısı olarak görülüyorlar.

Eğer bu insanların iyiliği gerçekten isteniyorsa, onların yaşama ve özgürce tedavi olma hakları savunulmalıdır, bu hastalığı normalleştiren ve teşvik eden LGBT dayatmasına karşı açık ve net bir tavır alınmalıdır.

Sahte Bilimin Dinleştirilmesi

Feodal düzenin merkezinde dünyanın en köklü kurumlarından biri olan Roma Katolik Kilisesi, papa ve papazları vardı. Papa’nın Tanrı tarafından seçilmiş olduğuna ve hata yapamayacağına inanılırdı. Papazlar da papa ne vaaz ediyorsa onun aynısını tekrarlardı.

Kapitalizm, henüz yeni ve ilerici bir sistemken bilimsel düşüncenin fitilini ateşledi ve feodalite ile amansız bir mücadeleye girdi. Bu mücadele, günümüze modern bilimsel yöntemi, devasa bir teknik ve bilimsel birikimi bıraktı.

Yine de akademiyi burjuvazi kurdu, akademisyenleri de burjuvazi finanse etti ve bugün de etmeye devam ediyor. Bu denklemin dolaysız sonucu akademinin bir kurum olarak burjuvazinin çıkarlarına hizmet ettiğidir.

Bugün ise kapitalizm çürüdü ve gericileşti, akademi kurumu da eş zamanlı olarak bilimsel düşünceyi terk etti ve skolastik yöntemi benimsedi. Akademi yeni kilise, akademisyenler de yeni papazlar oldu.

Bu modern dinde zenginler lobicilik yapar, akademisyenlere istediklerini parayla söyletirler. Milyarlarca insan, bu çarpıtma dolu belgeleri anlayacak basit fen bilgisinden yoksun olduğu için “vardır üstadın bir bildiği” diyerek dogmatik bir şekilde bu belgelere inanmayı seçer.

Bizim sahte sol entelektüellerimize göre de bu akademisyenler, Rab burjuvazinin günahsız kulları olduklarından, hata yapma veya kamuya zarar verecek faaliyetlerde bulunma olasılıkları yoktur.

LGBT dayatması sorunu, işte tam olarak böyle bir kırılma noktasıdır. Akademi “sağlıklı” dediği için solcularımız da “Aman Bey! Aforoz edilmeyelim sonra!” korkusuyla “sağlıklı ve normal” diyor. Son tahlilde akademi, yeni kilise oldu ve kim burjuvazinin kilisesini terk etmeye cesaret edemiyorsa sistemin sınırları dışına da çıkamaz. Öyle birinin devrimciliği modern papazların tek vaazına bakar.

Sınıf Körlüğü Yaratmak

Türkiye’de bütün muhalefet, din istismarcılarının ellerini çocuklara uzattıklarını söylüyor. Bunda sonuna kadar haklılar.

Gelin görün ki ne zaman mesele LGBT dayatmasına gelsin, birileri buna muhalefet ettiği gibi yine parmaklarıyla aynı istismarcıları gösterip, “Peki ya onlar ne olacak?” diyerek insanları susturuyorlar. Ali diye biri adam öldürdü diye, Veli diye biri adam öldüremez mi? Peki ya Ali ve Veli birlikte çalışıyorsa? Bu ne yaman çelişki!

Ben size hakikati söyleyeyim: Bu ülkede hem din istismarcıları hem de LGBT hareketi ellerini çocukların üzerine uzatmaktadır.

Bu ikisi de burjuva siyasetinin bir koludur ve sübyancılık, özünde bir burjuva sapkınlığıdır. Bunlardan birini görüp öbürüne sessiz kalmak ikiyüzlülüktür, meselenin sınıfsal boyutunu hasır altı etmektir.

Ülkemiz sahte solu, aynen böyle LGBT hareketini unutup din istismarcılarını hedef gösteriyor, böylelikle de emperyalist-kapitalist düzenin çocuklara karşı verdiği savaşa ortak oluyor.

Bu, onlar için önemli değil. Onlar için önemli olan, burjuva aydınlanmacılık ve CHP’ye olan sadakatlerini, bugün artık var olmayan bir reformist burjuvaziye olan bağlılıklarını son nefeslerine kadar korumaktır. Bunun ne getirisi olacağı bilinmez tabii. Dünya, reformizmin siyasal mezarları ile dolu, kendilerinden sonra gelen her nesil yaptıkları bu ihanetler için onları nefretle anacak.

Türkiye’de LGBT’nin Kronolojik Tarihi

Türkiye’de hormon tedavisi ve hadım operasyonlarına 1988’den beri izin verilmektedir, 2001 yılında da SGK güvencesine alınmıştır.

İstanbul Onur Yürüyüşü, 28 Haziran 2003 tarihinde ilk defa hükümetin izniyle düzenlenmiştir.

2014 yılında SGK, bütün hastanelere hadım ameliyatının güvencelendiğini hatırlatmak adına bir yazı göndermiştir.

Bu sene İstanbul’un Nişantaşı ilçesinde sözde yasak olan onur yürüyüşü yine de yapıldı.

Daha geriye tek bir adım atılmasa da atılan tek bir adımdan da geri dönülmedi.

Peki o zaman neyin kavgası veriliyor?

1) LGBT hareketi yaratıldı.

2) LGBT hareketini yaratan aynı insanlar onu kendi muhalefeti yaptı.

3) Taraflar sözde bir savaşa başladı.

4) Söylemde bir sertlik olmakla birlikte, sahada herhangi bir somut hamle veya icraat yok.

Buna “Kayıkçı Kavgası” denir. Kim ki bu kavgada taraf tutar, kaybetmeye mahkûmdur.

LGBT de tam olarak sosyalist muhalefetin içindeki ajan provokatörlerdir ve onların orada bulunma amacı, hareketin halk nezdinde itibarını zedelemektir.

Faşizm ve LGBT

Faşizm ve LGBT arasında hiçbir uzlaşmaz çelişki yoktur. Faşistler, sadece var oldukları ilk dönem burjuvazinin Liberal kanadının aksine eşcinsellik sorununu baskı yoluyla halı altına süpürmeyi tercih etmiştirler. Ancak bugün onlar, bu eski yönelimlerinden büyük bir oranda vazgeçtiler ve şimdi LGBT ile bütünleşme yolundalar.

Bunun bir sebebi de LGBT hareketinin bugün Faşizm için çok kıymetli bir ajitasyon aracı olmasıdır. Avrupa’da bir sığınmacı sorunu var ve bu sığınmacıların önemli bir kısmı Müslüman ülkelerden geliyor. Durum da böyle olunca Irkçılar zaman içinde eşcinsellik konusunda daha kabullenmeci bir pozisyona evrildiler (veya eşcinseller içlerindeki Irkçıyı ortaya çıkardılar.)

Bunun en iyi örneklerden biri, ismi ne kadar ılımlı olursa olsun İsveç Demokratları partisidir. Bu parti, Neo-Nazi bir partidir ve kurucusu Anders Klarström, aynı zamanda İsveç Nasyonal Sosyalist Muharebe Birliği örgüt liderlerindendir. Bu ikinci örgütün kökleri de dolaysız olarak İsveç Nasyonal Sosyalist İşçi Partisi’ne (1933-50) uzanır.

İsveç Demokratları, bugün İsveç’te LGBT hareketinin en militan temsilcilerindendir. İstisnasız ve eksiksiz olarak LGBT hareketinin bütün taleplerinin yerine getirilmesini istiyorlar. Bu partinin mecliste vekillerin %21’i ile ciddi bir siyasi nüfuzu var.

(İsveç’te ailesinden zorla alıkoyulan Meryem’i hatırladınız mı?)

Bu arada kendileri sığınmacı ve mültecileri hedef alan provokasyonları ile ünlüdür. Müslüman sığınmacıların oturduğu mahallelere baskın yaparlar, yerel halkı sindirmek için LGBT gösterileri düzenlerler.

Ukrayna’da da Faşist bir rejim söz konusudur, ancak savaşın ortasında hükümetin gündemi eşcinsel evliliğin yasallaştırılması!

Hollanda Faşistlerinin partisi Özgürlük Partisi’ne bakalım bir de şimdi. Geert Wilders tarafından kurulan ve 2021’de %11 oy alan partinin iki dayanak noktası vardır:

1) LGBT hareketi ve

2) Irkçılık.

Burada 3 tekil örnek ile yetinilse de bu söylenenler, Avrupa’da Faşist partilerin geneli için tekrarlanabilir.

Eşcinsellik, “Sosyalistler” Tarafından
Ne Zaman Kabul Görmeye Başlandı?

“[Eski Yunanlılar] tiksindirici oğlancılık [Knabenliebe] bataklığına battılar ve hem tanrılarını hem de kendilerini Ganymede [Eşcinsel Yunan tanrısı] mitiyle alçalttılar.” [Friedrich Engels]

İngiliz komünist partisi üyesi ve bir eşcinsel olan Henry Whyte, Stalin’e “Bir eşcinsel Komünist Parti’ye üye olabilir mi?” (1934 Mayıs) diye bir mektup yazdı. Bu sırada Moscow Daily News gazetesinde çalışıyordu ve bizzat Moskova’da ikamet etmekteydi. Mektubu yazmasının sebebi de Stalin’in eşcinselliği tekrar suç kapsamına almasıdır.

Stalin, bu mektuba hiçbir zaman cevap vermemiştir, ancak yıllar sonra mektup kayıtlarda üstünde şu not yazılı olarak bulundu:

“Arşiv. Bir aptal ve bir dejenere. J. Stalin.”

Daha fazla lafa gerek var mı?


Küba: İzole Bir Ülkenin Tecridi Kırmaya Yönelik Manevrası

Küba, bildiğiniz gibi uzun bir sürecin ardından LGBT’ye olası her konuda yasal statü verdi. Bu ideolojik bir politika değil, pragmatik bir manevraydı. SSCB’nin çökmesi ile uluslararası tecrit altında kalan Küba devleti, Amerikan hükümetinin onayını alıp kendisine hareket alanı açmak amacıyla böyle bir yöne gitti.

Küba’nın emperyalist ideolojinin tahakkümü altına girmesi, özellikle 1991 sonrasında başlamıştır. Amerikan emperyalizminin en vahşi ve saldırgan çevreleri, Soros’un medya uzantıları tarafından bu durum sevinçle karşılandı.

Ama Küba için fayda etmedi. Ne Amerikan devleti Küba’ya olan tavrını yumuşattı ne de Amerikan sahte solu Küba’ya sahip çıktı. 2021 Temmuz renk devrimi hareketini hatırlayalım!

Emperyalizm ile mücadele, emperyalizmin taleplerine teslim olarak olmaz. Emperyalistlerle uzlaşılmaz. Emperyalistler siz verdikçe sizden daha fazlasını almak ister.

Mülayim Ertan
10 Temmuz 2023
Kaynak

Dipnotlar:
[1] Alfred Kinsey, Sexual Behavior in the Human Male, 650.

[2] Alfred Kinsey, Sexual Behavior in the Human Male, 651.

[3] Alfred Kinsey, Sexual Behavior in the Human Male, 670.

[4] Alfred Kinsey, Sexual Behavior in the Human Male, 671.

[5] “Many hundreds of histories which we have from men who have been confined to penal institutions. [“Yüzlerce hikâye, cezaevlerine kapatılmış erkeklerden alındı”] Kinsey, Sexual Behavior in the Human Male, 210.

[6] Alfred Kinsey, Sexual Behavior in the Human Female, 121.

[7] The Encyclopedia of Genetic Disorders and Birth Defects, 200.

[8] Alan P. Bell ve Martin S. Weinberg, Homosexualities, s. 308

0 Yorum: