LGBT, öncelikle bir ideoloji ve siyasi bir harekettir.
Bu hareket, Amerikan hükümeti tarafından dünyanın dört bir yanında sivil toplum
kuruluşları olarak fonlanmakta ve donatılmaktadır.
Emperyalizmin emrindeki siyasal bir tetikçi olmanın
yanı sıra, burjuva ideolojisinin toplumsal düzeyde yeniden üretilmesine hizmet
eden bir propaganda aracıdır.
LGBT, insan tabiatı ve nesnel hakikatin reddi üzerine
kurulu, kapitalist toplumun çürümesinin ürünü bir lâle devri ve sefahat
ideolojisidir. İçinde barındırdığı fikir ve kuramlar da artık vadesini
doldurmuş bir sınıf olan burjuvazinin hayata bakışını yansıtmaktadır.
LGBT ve Ulusal Demokrasi Vakfı
LGBT hareketini küresel düzeyde finanse eden
kurumlardan biri Ulusal Demokrasi Vakfı’dır (NED). Bu vakıf, sözde sivil
olmakla beraber Amerikan senatosu NED’e yıllık bir bütçe ayırmıştır. Bu özel
durumu da onu fiiliyatta bir Amerikan devlet kurumu yapmaktadır. Ancak
eylemleri için Amerikan devletinin yasal sorumluluk almak zorunda olmadığı kurumlardan
biridir.
NED’in varlık amacı, paravan bir ajans olarak Amerikan
hükümetinin gerek yerli gerek yabancı siyasal parti ve hareketlere kaynak
aktarımı yapmasına (lobicilik faaliyetlerine) yasal bir kılıf uydurmaktır. LGBT de bu hareketlerden biridir ve NED
tarafından beş kıtada sivil aktivizmin bir kolu olarak
örgütlenip donatılmaktadır.
Sadece 2019 yılında NED’in 200 milyon dolara yakın
bir yıllık geliri ve harcaması vardı. Bu paranın önemli bir kısmı Amerikan devlet kurumları tarafından sağlanmıştır.
LGBT’nin Kökleri
LGBT ideolojisi ve siyasal hareketinin kökleri, 2.
Dünya Savaşı sırası ve sonrasında Kinsey Enstitüsü tarafından yapılan sözde
bilimsel çalışmalara dayanmaktadır.
Bu çalışmalar sonucunda, sırasıyla 1948 ve 1953
yıllarında, LGBT ideolojisinin manifestosu denilebilecek Kinsey Raporları yayımlanmıştır.
Bu raporlarda eşcinsellik sapmasını normalleştiren “cinsel yönelim” tezleri
geliştirilmiştir.
LGBT hareketi tarafından bugün bütün dünyada
dillendirilen fikir ve sloganların önemli bir kısmı bu enstitü tarafından
üretilmiş ve geliştirilmiştir. O zamandan bugüne Kinsey Enstitüsü
faaliyetlerine devam etmekte.
Kinsey Enstitüsü’nü İlk Olarak Kim Fonladı?
Amerika’nın en büyük finans zenginleri ve
oligarklarından olan Rockefeller ailesi.
1940 yılında Dr. Kinsey, cinsellik üzerine olan
projesine devam etme kararını verdi. 1941 yılına gelindiğinde, Kinsey ve ekibi,
neredeyse 2.000 bireyin cinsel geçmişine ait kayıt toplamış, çalışması
Rockefeller Vakfı tarafından finanse edilen Ulusal Araştırma Konseyi’nin
Cinsellikle İlgili Sorunlar Üzerine Araştırma Komitesi’nin maddi desteğini
kazanmıştı. 1947’ye gelindiğinde komite, Kinsey ekibine 40.000 dolarlık bir
hibe sağlamış ve bu destek 1954 yılına kadar devam etmiştir. Bugün de bu
enstitü, Amerikan hükümet ve milyarderlerince ayakta tutulmaktadır.
1947 yılında 40 bin dolar, enflasyon hesaba
katıldığında, 2022 yılı için 525 bin dolara tekabül etmektedir. Bu,
düzenli olarak yarım milyon dolardan fazla bir destek verildiği anlamına
geliyor.
Kinsey Raporları
Kinsey
Raporları, insan cinsel davranışı
üzerine iki “bilimsel” rapor olan “İnsan Erkeğinde Cinsel Davranış” (1948) ve
“İnsan Kadınında Cinsel Davranış” (1953) kitaplarıdır. Bu kitaplar Alfred
Kinsey ve ekibi tarafından yayımlanmıştır. Kinsey, Indiana Üniversitesi’nde bir
zoolog (hayvan bilimci) ve tam ismiyle “Cinsellik, Cinsiyet ve Üreme
Araştırmaları için Kinsey Enstitüsü”nün kurucusudur.
Ünlü %10 Yalanı
Toplumun %10’unun eşcinsel olduğuna, bunun tamamen
normal bir yönelim olduğuna dair o ünlü iddiayı duymayan kaldı mı? Kinsey
Raporları, işte bu iddianın kaynağıdır.
Gelin bu raporda sunulan başka verilere bakalım:
1. Tüm erkeklerin %37’si ömründe en az bir kez
eşcinsel ilişkiye girmiştir.[1]
2. Tüm erkeklerin %10’unun 16 – 55 yaşları arasında en
az 3 yıl süreyle yalnızca eşcinsel olduğu bir dönem vardır. [2] (Ünlü %10
Yalanı)
3. Tüm erkeklerin %8’i hayvanlarla en az bir kez
cinsel ilişkiye girmiştir.[3]
4. Kırsal nüfusta bu oran %50’yi bulmaktadır.[4]
Peki bu “tüm erkekler” kim oluyor, bu istatistikler
nasıl üretildi, bu veriler nereden toplandı?
Hapishanelerden.
“İnsan Erkeğinde Cinsel Davranış” raporunda örneklem
5.000’in üzerindeydi, ancak bu örneklem, orantısız bir şekilde cezaevlerindeki hükümlülerden
ve özellikle cinsel suçlulardan meydana geliyordu.[5] Ayrıca, Kinsey eşcinsel
çevrelerden toplanan kişileri aşırı örneklemlemiştir. Bu genel nüfusun cinsel
davranışı hakkında gerçekçi sonuçlara ulaşmak isteyen birinin kullanacağı
yöntem olamaz. Birçok açıdan, Kinsey’nin örnekleminin, sağlıksız cinsel
davranışların istatistiksel olarak olumlandığı sonuçlar bulmasını sağladığı
söylenebilir.
Kinsey, bu çarpıtmaları ile sınırlı kalmıyor, bu
çarpıtmalarının arkasında yatan amacı da ele verecek şekilde şu satırları
yazıyor:
“Bir
çocuğun, kültürel koşullandırma dışında, kendi cinsel organına dokunulmasından,
başka kişilerin cinsel organlarını görmesinden veya daha özel cinsel
temaslardan neden rahatsız olması gerektiğini anlamak zordur.”[6]
İşte modern LGBT hareketinin fikir babası olan adam,
Kinsey.
Eşcinsellik Kişinin Kim Olduğunun Bir Parçası mı?
Tabii ki hayır! Biz Marksistler, olaylara böyle
bakmayız. Bize göre, bireyin içinde bulunduğu koşullar onun bilincini
şekillendirir ya da en azından bunda belirleyici bir rol oynar. Bu belirleyici
rol, eşcinsellik gibi tabiata ve insanın fizyolojik yapısına aykırı eğilimler
söz konusu olunca daha da büyük bir önem kazanmaktadır.
O Zaman Cinsel Sapmaları Ne Yaratıyor?
İnsan, bütün diğer hayvanların aksine, doğadan kopup
kendisine yeni bir toplumsal gerçeklik inşa etmiştir. Eşcinsellik de son
tahlilde bu toplumsal yaşam tarzının devam ettirilemeyecek kadar köhneleşip
çürümesinin bir yan ürünüdür.
Bu tarih boyunca böyle olmuştur. Antik Yunan, Antik
Roma veya bugünkü Amerika Birleşik Devletleri gibi imparatorlukların eşcinsel
tanrıları birçok benzerlik taşır. Bu benzerlikler, mevzubahis medeniyetlerin
tanrılarını neden eşcinsel olarak tasvir ettiklerini sorgulamamıza yol açar.
Soru şu şekilde de ortaya koyulabilir: Eşcinsel tanrıları kim yarattı ve onları
göklere çıkardı? Bu soruya verilebilecek tek yanıt: Antik dünyanın köle sahibi
egemen sınıflarıdır, modern dünyamızın hükümdarı mali oligarşidir.
Antik Yunan, Antik Roma ve günümüz finans
imparatorluğunun ortak özellikleri nelerdir? Eşcinsel tanrılar, hangi sınıfsal
ilişkilerin bir ürünüdür?
Eşcinselliğin toplumsal kökeni, gökten yere indirilme
hikayesiyle başlar. Washington tanrılarının Atina ve Roma tanrılarıyla ne
ilgisi olabilir? İlgisi vardır! İlgisi, köleci toplumların aşırı sınıfsal
sömürü ve baskı sistemleri ile emperyalist-kapitalist toplumların çürüme
dönemlerindeki ulusal ve küresel sömürü sistemleri arasındaki benzerliktedir.
Daha da önemlisi, aşırı sınıfsal eşitsizliklerin cinsel eşitsizliklere nasıl
yansıdığıdır. Bu noktada, eşcinselliğin doğal olduğu iddiasıyla ideolojik
olduğu hakikati arasındaki tartışma başlar.
Hatırlatmak isterim ki Osmanlı Hanedanı da kendisine
has bir sefahat ve eşcinsellik kültürü geliştirmiştir. İnternette basit bir
arama ile Osmanlı’nın eşcinsel padişahları, paşa ve şairleri hakkında uzun
uzadıya bilgi edinebilirsiniz.
Yine de eşcinselliğin hanedan ve Osmanlı devlet
bürokrasisinden topluma inmesi, toplumun geneline yayılması, ancak Osmanlı toplumunun
çürümesi ve sömürgeleştirilmesi ile mümkün olmuştur.
Miadını çoktan doldurmuş olan kapitalist üretim biçimi,
bugün cinsiyet ayırt etmeksizin milyarlarca emekçiyi sefaletin ve ekonomik
bağımlılık ilişkilerinin zincirine vurdu. Bu bağımlılık hâlidir ki bireyin
özgürlükleri ve iradesini elinden alır, cinsel yabancılaşmaya sebep olup bu tür
bozuklukları yaratır.
Kapitalist düzen çürüyüp döküldükçe eşcinsellik ve
fuhuş gibi toplumsal hastalıklar da boy göstermeye başladı. Burjuvazinin
tarihsel olarak buna iki farklı sözde çözümü olmuştur:
1. Polisiye önlemler ve baskı ile sorunun çözülmek bir
yana halı altına süpürülmesi,
2. En başta herhangi bir sorun olduğunun inkârı: Var
olan toplumsal hastalıkların bir sorun olarak görülmek bir yana hayatın olağan
bir parçası ilan edilip teşvik edilmesi.
Amerika, işte bu ikinci yolu prensip edinmiştir ve tam
olarak bu yüzden eşcinsellik günümüzde en az fuhuş kadar bir toplumsal
dayatmadır.
Transseksüellik
Transseksüellik, eşcinsellikten farklı bir kavram
olarak ele alınmamalıdır. Özü gereği heteroseksüel ilişkinin kötü bir taklidi
olan eşcinsel ilişkide kadın rolünü oynayan erkeklere “transseksüel” adı
verilir.
Transseksüelliğin LGBT Hareketi Tarihindeki Yeri
Kinsey Raporları tamamlanmak üzereyken, Weimar
Almanyası’nın denemelerinden uzun bir süre sonra, 1952 yılında ilk defa bir
Amerikan vatandaşı üzerinde “cinsiyet-onaylama” (hadım) ameliyatı yapıldı.
Ameliyatı olan George William, yeni Christine
Jorgensen ismini kullanmaya başladı.
George William, 2. Dünya Savaşı sırasında Amerikan
ordusunda büro görevlisi olarak hizmet etmiş bir askerdir. Savaş bitip Aralık
1946’da askerlerin terhisi tamamlandıktan sonra onun da görevi son bulmuştur. Kendi ifadesine göre, ordudaki deneyimi onu
aslında bir kadın olduğuna ikna etmiş.
George William, askerlik hizmetinden sonra New Haven,
Connecticut ve New York City’de farklı meslek okullarına gitti. O hayatından
memnun değildi ve sorularına yanıt bulmak umuduyla kitaplarda cevap aramaya
başladı. Erkeklik Hormonu (1945) adında bir kitap ilgisini çekti ve
sonunda sorunlarına bir çözüm bulduğunu düşündü. Bu kitabı okuduktan sonra düzenli olarak
Östrojen (kadınlık hormonu) almaya başladı ve hayallerindeki “kadın” olmak için
ameliyat olmaya karar verdi.
Peki bu kitabın yazarı kimdir? Amerikalı bir bilim
adamı olan Paul de Kruif. Kendisi Rockefeller Tıbbi
Araştırma Enstitüsü’nde 2 yıl görev aldı.
Bunun üzerine George William operasyon için bu konuda
daha önceden bir deneyim sahibi olan Avrupalı doktorlar ile temasa geçti.
Danimarkalı doktor Christian Hamburger bu deneysel ameliyatı ücretsiz olarak
yapmayı kabul etti.
Peki Dr. Christian Hamburger kimdir? Kendisi
Rockefeller Vakfı’ndan aldığı burs ile New York’ta eğitimini tamamlamış
Danimarkalı bir doktordur.
Operasyon sonrasında Amerikan propaganda makinesinin
çarkları hızla işlemeye başladı ve George William transseksüel bir model olarak
ülke çapında tanındı, hem Hollywood filmlerine konu oldu hem de filmlerde aktör
olarak oynadı.
Aynı zamanlarda San Francisco’ya yerleşen Virginia
Prince (Arnold Lowman) Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri’ndeki eşcinselleri
temasa sokarak büyük bir eylem ağı kurdu. Hareketin taleplerini sosyal
bilimcilerin ve aktivistlerin dikkatine sunmak için Alfred Kinsey ile yakın bir
şekilde çalıştı.
En sonunda Amerikan Psikiyatri Birliği’nin 1973’te
eşcinselliği bir cinsel bozukluk olarak sınıflandırmayı bırakmasıyla da ülke
genelinde ilk somut adım atıldı. Amerikan Psikiyatri Birliği, psikiyatri dalı
ve sektöründe finansör olarak bir tekel konumundaki Rockefeller ailesinin kontrolündedir.
Transseksüellik Tezi
Transseksüellik, ideolojik bir hareket olarak LGBT’nin
ayrılmaz ve kurucu unsuruydu diyebiliriz. İdeoloji diyor ki ikiden fazla
cinsiyet vardır ve bireyin bir cinsiyetten öbürüne geçmesi mümkündür: 2023 yılı
itibarıyla tam olarak 107 farklı “cinsiyet” vardır.
Öncelikle cinsiyet, insanın fizyolojik yapısına has
bir kategoridir ve ondan ayrı ele alınamaz, cinsel kimlik de aynı biyolojik
kategorinin toplumsal bir temel üzerinde insan bilincine yansımasıdır. Tarihsel
gelişimin farklı aşamalarında erkekler ve kadınlar kendi fiziksel yapılarına
uygun farklı toplumsal roller üstlenmiş olsalar da sadece iki cinsiyet vardır.
Bedenimizin her bir hücresine kadar işlenmiş bir hakikati değiştirmek de mümkün
olmadığına göre, cinsiyetler arası geçiş kesinlikle mümkün değildir.
Her ne kadar hermafroditlik (çift cinsiyetlilik) ile
doğan bireyler olsa da bu, son derece nadir bir rastlantıdır ve bu özel durum
bugüne kadar sadece 525 bebekte gözlemlenmiştir.[7] Hermafroditlik, kısırlık ve
benzeri sağlık problemlerini de kendisiyle beraber getirir. Hermafroditler bir
istisnadır ve istisnalar kaideyi bozmaz. Eşcinsellik ve transseksüelliğin
kaynağı biyolojide değil, toplumsal olgularda aranmalıdır.
Transseksüellik sapması, insanın kendisiyle ettiği bir
kavga, kim olduğunu kabul edememe durumu olarak bireyin psikolojisine yansır.
İnsan bilincindeki bir bölünmedir bu:
“Şizofreni” kelimesinin etimolojik kökeni Yunanca
“akıl” ve “bölünme” kelimeleridir. Şizofreni, “Akıl Bölünmesi” olarak Türkçeye
çevrilebilir.
LGBT’nin Felsefesi
Burjuvazinin propaganda aygıtları bas bas bağırıyor:
“Farklı
olun! Farklı olun! Hayat farklılıklarla güzel! Ne kadar farklıysanız o kadar
iyisiniz! Gerekirse bu farkları kendiniz yaratın ama farklı olun!”
Neden farklı olmalıyız? Mühendislik eğitimi olan biri
olarak soruyorum bunu. Bugün bütün dünyada az sayıda ülke haricinde tamamen
metrik sistem kullanılmaktadır, mesela biz uzunluğu metre birimiyle ölçüyoruz.
Peki burjuvazinin bu mesajına uygun olarak birileri farklılık olsun diye
tefrika çıkarmaya yeltenirse, “sen metre kullanırsan kullan, ben çok özel bir insan
olduğum için fit ve yarda kullanacağım!” derse ne olur? Tabii ki ikililik,
uyumsuzluk ve her türlü sorun çıkar.
(Tesadüfe gelin ki bugün dünyada metrik sisteme
geçmemiş, daha imparatorluk birimlerini kullanmakta inatla ısrar eden tek ülke
Amerika Birleşik Devletleri’dir. İngiltere bile terk etti bu standardı!)
Teoloji, felsefeden önceki felsefedir. Hadi bu durumu
bu sefer de bir efsaneden faydalanarak izah etmeye çalışalım:
Babil Kulesi Efsanesi
“Babil
kulesinden Tevrat’ın Yaratılış (Tekvin) kısmında bahsedilir. Nuh’un oğulları
Büyük Tufan’dan sonra Sinar’a (Sümer’e) yerleşmiş, burada bir kent ve göklere
yükselen bir kule dikmek istemişlerdir. Efsaneye göre Tanrı, kendisine ulaşmaya
çalışan insanlara hiddetlenir ve o zamana kadar aynı dili konuşmakta olan
insanlara farklı farklı diller vererek birbirlerini anlamalarını, bu kuleyi hep
birlikte inşa etmelerini engeller. Teolojik bir bakış açısıyla bu öykü,
dünyadaki yüzlerce dilin kökenini açıklamak amacıyla kullanılır.”
İşte burjuvazi, ilhamını tam olarak buradan
almaktadır. İşçi sınıfının kendisine karşı olan devrimci mücadelesini o daha
başlamadan bitirmek istemektedir ve bunun için her bir işçinin alnına farklı
bir damga vuruyor. Bu etiketlerdir ki var olan sınıfsal ilişkilere bir perde
çeker ve sınıf bilincini öldürür.
Öznel İdealizm
LGBT’nin felsefi özü, öznel idealizmdir. Bu durum,
özellikle transseksüellik teorisi incelenince kendini gösterir ve ön plana
çıkar.
İki tip idealizm vardır: 1) nesnel ve 2) öznel.
1) Nesnel idealizm, geleneksel semavi dinlere karşılık
gelir. Bu dinlere göre biz hepimiz tek bir Tanrı’nın bilincinin kolektif
ürünüyüz. Bu tip bir idealizm, dış dünyanın varlığını reddetmez ve bireyi onun
ayrılmaz bir parçası olarak görür. Materyalizmden ayırt edici yönü bu dünyaya
yön veren şeyin bir Tanrı figürü olduğu inancıdır.
2) Öznel idealizm ise görece yeni olmakla birlikte özü
itibariyle var olan en gerici ve skolastik felsefedir.
Öznel idealizm, 3000 yıldır dünyamızda var olan nesnel
idealizmin bile gerisinde yer almaktadır, çünkü dış dünyanın reddi üzerine
kuruludur. İlk olarak George Berkeley tarafından açık ve kesin bir biçimde
ortaya konulmuştur. Bu tip bir idealizm, bireyin kendisini Tanrılaştırır ve
bireyin algıları dâhilinde olan her şeyin onun bilincinin bir ürünü olduğunu
iddia eder. Mesela bu felsefi akıma göre okumakta olduğunuz bu satırları
aslında ben yazmadım, bunlar, sizin kendi zihniniz ve hayal gücünüzün bir
ürünü. Gerçeklik, siz ne istiyorsanız o olabilir!
Ortada olan nesnel bir hakikat vardır, birey biyolojik
olarak erkek ya da kadındır. Hadi diyelim ki bir erkekten bahsediyor olalım. Bu
adam gidip de bir kadın olduğunu iddia ediyor ve öyle de davranıyorsa, yani
kendi bilincinin görmek istediği durumu gerçekliğin kendisi yerine ikame
ediyorsa, buna felsefede “öznel idealizm” denir. Psikiyatride ise genellikle “şizofreni”
ismi tercih edilmektedir.
İşte bu zamanını çoktan doldurmuş ve kendi nihai
sonunun geldiğini (nesnel hakikati) kabul edemeyen bir burjuva sınıfının
felsefesidir! LGBT ideolojisi ve siyasal hareketi de son tahlilde burjuvazinin
bu felsefesinin kitlelerde üretilmesine yarayan bir toplumsal hegemonya
aracıdır.
“Egemen
sınıfın düşünceleri, her çağda egemen düşüncelerdir: Yani, toplumun maddi
egemen gücü olan sınıf, aynı zamanda egemen manevi güçtür.” [Karl Marx -Alman
İdeolojisi)
Toplumsal Psikoz
Batı dünyası ve yer yer de Türkiye’de…
İnsanların dönüşü olmayacak bir şekilde kendi
vücutlarını ameliyatlarla sakatladıklarını, hiçbir sorunu olmayan uzuv ve
organlarını aldırdıklarını, karşı cins gibi görünebilmek için sayısız estetik
operasyondan geçtiklerini görüyoruz.
Kadın spor müsabakalarına erkek oyuncuların
alındığını, erkek bedenine özgü fiziksel farklılıkları ile adil olmayan bir
şekilde öne geçtiklerini görüyoruz.
Erkeklerin kendilerini kadın olarak niteleyerek
kadınların kullandıkları umumi alanlara girdiklerini, kadınların ırzına
geçtiklerini görüyoruz.
Ebeveynlerin küçük çocuklarını hormon terapisi
başlatmak ve ileride bıçak altına yatırmak üzere kliniklere götürdüklerini
görüyoruz.
Buna “Toplumsal Psikoz” denmezse peki neye denir?
Küresel Bir Sağlık Krizi
LGBT dayatması bana hep Nazi doktor Josef Mengele’nin
toplama kamplarında yaptığı ölümcül deneyleri hatırlatmıştır. Belki onlardan
daha bile kötü olabilir, çünkü Mengele, bu deneyleri tek tek bireyler üzerinde
yaptı, ancak bugün kobay olarak kitleler kullanılmaktadır.
LGBT’nin genel hitap kitlesi, çocuklar ve ergenlik
döneminde olan gençlerdir. Bu grup, manipülasyona son derece açık ve kolay bir
hedeftir, bu yüzden de hedef alınan, bizim geleceğimizdir.
“Hormon tedavisi” denilen pratik, bireye cinsiyet
hormonları verilmesi ile uygulanır ve hadım ameliyatı öncesinde birey yasal
olarak ergin olana kadar sürdürülür. Bu pratik, Türkiye’de de hastanelerde
uygulanıyor ve hormon tedavisi gören birçok çocuk var.
Sözde tedavi sonucunda çocukların bedensel gelişimi
dönüşü olmayan bir şekilde kesilir. Sonuçta bir erkek büyüyünce çelimsiz
kalıyor, kas ve kemik dokusu yerinde sayıyor. Koskoca bir adam bir çocuğun
bedeni içine hapsoluyor. Genital bölge, ikincil cinsel özellikler ve benzeri
için de aynısı söylenebilir. Bundan dönmek yoktur, hemen ergenlik bitiminde
bireyin bedensel gelişimi tamamen durma noktasına gelir. Kişi en iyi ihtimalle
kısır kalacaktır.
“Cinsiyet-onaylama” veya Vajinoplasti (hadım)
operasyonu ise bundan sonraki safhadır. Bu operasyon ile erkek hadım edilir ve bedeninde
yapay bir “vajina” üretilir. Vajina denilenden kasıt, genital bölgeye derin bir
kesik atılarak büyük bir yara açılmasıdır. Hayatının geri kalanı boyunca bu
yaranın sürekli olarak hasta tarafından açık tutulması gerekir, yoksa kendiliğinden kapanır. Bununla
birlikte yara sıklıkla iltihaplanmakta ve yer yer de kurtçuk üretmektedir. Bu
kurtçukların düzenli olarak bir uzman tarafından toplanması gerekir. Buraya tıklayarak, bahsettiğim bu temizlik
operasyonunu izleyebilirsiniz.
Türkiye’de hem hormon tedavisi hem de bu operasyon
4721 sayılı 22 Kasım 2001 tarihli Türk Medeni Kanunu’nun 40. maddesince SGK
tarafından karşılanmaktadır. Bu süreçten geçen insanların önemli bir kısmı genç
yaşta aldıkları bu karar yüzünden pişman olmakta, eninde sonunda da intihara
teşebbüs etmektedirler.
AIDS ve HIV Virüsünün Kökeni
AIDS, bugüne kadar 40 milyondan fazla insanın ölümüne sebep
olmuş ölümcül bir hastalıktır. Peki siz, kayıtlara geçen ilk HIV taşıyıcısı kim
biliyor muydunuz?
1952 yılında dünyaya gelen Kanadalı eşcinsel Gaëtan
Dugas. Kendisi bir uçak kabin memurudur. 1987 yılında AIDS salgınından resmen
ilk ölen ve tanılanan hastadır. Mesleği sebebiyle dünyanın birçok noktasında
bulundu ve kendisinin de kabul ettiği gibi seyahat ettiği her yerde sayısız
erkekle birlikte oldu. Kendisi HIV virüsünün yayılmasında kilit rol oynamıştır.
Her ne kadar internetteki bilgi kirliliği ve sansür,
onun “Sıfırıncı Hasta” olmadığını iddia etse de,
1) kayda geçen ilk hastadır,
2) eşcinseldir ve
3) bir kabin memuru olarak bu hastalığın bütün dünyaya
hızlı bir şekilde yayılmasına sebep olmuştur. Nokta.
Bilimsel bir çalışma kapsamında ankete katılan
eşcinsel erkeklerin %83’ünün hayatları boyunca 50 veya daha fazla partnerle,
%43’ünün 500 veya daha fazla partnerle, %28’inin de 1.000 veya daha fazla
partnerle birlikte olduklarını tahmin ettikleri bildiriliyor. [8]
Bu eşcinselliğin insan tabiatına aykırı olmasının,
insana tatmin edici bir cinsel hayat sunamamasının ürünüdür. Eşcinsellikte
sevgiye yer yoktur, bu, bir zevk ve sefahat hayatıdır.
İşte onların bu durumudur ki kendilerini bir zührevi
hastalık deposu yapar. Yalnız 2019 yılında bütün HIV
bulaşmalarının %68’i eşcinsel ilişki kaynaklıdır, sadece erkekler hesaba
katılırsa bu oran %81 olur.
Eşcinsellerin verdiği kan, bu nedenle dünyanın hiçbir
ülkesinde sağlık kuruluşları tarafından kabul edilmez. Buna Kızılay da Kızılhaç
da zorunluluk koyar.
Kızılhaç:
“‘Kan
ve Kan Ürünleri ile AIDS Virüsü Bulaşma Riskini Azaltmaya Yönelik Gözden
Geçirilmiş Öneriler’ adlı FDA kılavuzu, ‘Son 3 ay içinde başka bir erkekle
birlikte olmuş bir erkek, en son cinsel temastan 3 ay sonrasına kadar kan
veremez.’ Tüm ABD kan toplama kuruluşları bu federal şartı takip etmelidir.”
Eskiden hiç veremezdi. Bu yüzden “Gözden Geçirilmiş”
ibaresi kullanılıyor. Sebep tıbbi değil, ideolojik.
Kızılay:
“[…] eşcinseller, kan verme konusunda risk grubundadır.
AIDS virüsü eşcinsellerde yoğun olarak gözükür.”
LGBT Çocuklar İçin Geliyor!
Eşcinseller, sözde bir aile kurmak üzere bir araya
gelerek, kız ve erkek çocuklarını evlat edinip tecavüz ediyorlar:
“Almanya’nın
Aachen kentindeki Gençlik Dairesi, skandal bir karara imza attı. Duisburg’da
yaşayan Aygül Küçükbıyık ve Mustafa Yolal çiftinin bebeği Emir, 7 aylıkken
ailesinden alınarak bakıcı aile olarak eşcinsel bir çifte verildi.”
“İsveç
Sosyal Hizmetler’in ailesinden kopardığı mülteci kız çocuğu 5 yaşındaki Meryem,
mahkeme kararıyla eşcinsel bir aileye evlatlık olarak verildi.”
Aileler çocuklarını Drag Queen denilen kadın elbiseli
eşcinsellere teslim ediyor.
NAMBLA
The North American Man/Boy Love Association (NAMBLA),
Amerika Birleşik Devletleri’nde bir pedofili ve pederasti savunma kuruluşudur.
Yetişkinlerin reşit olmayanlarla cinsel ilişkisini suç sayan rıza yaşı
yasalarını feshetmek ve küçüklerle cinsel temastan hapse atılan erkeklerin
serbest bırakılması için faaliyet yürüten bir dernektir.
1978 yılında kurulmuştur, LGBT hareketinin içinden
çıkmıştır ve bir parçasıdır.
Cuties
Netflix’in tanıtımını yaptığı “Minnoşlar” filmi,
çocukların cinsel obje olarak sunulması sebebiyle tüm dünyadan tepki gördü.
Epstein Adası
ABD’de kız çocuklarına cinsel istismarda bulunduğu ve
bir fuhuş ağı kurduğu suçlamasıyla tutuklanan milyarder iş adamı Jeffrey
Epstein adına açılan dava sürüyor.
Pizzagate Skandalı
WikiLeaks belgeleriyle Amerikan seçkinlerinin bir
pizza dükkanını küçük çocuklar ile fuhuş yapmak için paravan şirket olarak kullandığı
ortaya çıktı.
Hunter Biden
Amerikan Başkanı Joe Biden’ın oğlu Hunter Biden’ın
bilgisayarındaki fotoğraflar internete sızdı. Hunter Biden’ın kız çocuklarıyla
olan müstehcen ilişkileri ortaya çıktı. Bunun hiçbir yaptırımı olmadı. Maalesef
bu görüntüleri burada yayınlayamam.
LGBT Hayvanlar İçin de Geliyor!
Almanya’da zoofiller ZETA
organizasyonu içinde bir araya geliyorlar, onur yürüyüşlerine katılıyorlar ve
LGBT hareketinin aktif bir parçasıdırlar. 1969 yılında Almanya’da zoofili suç
olmaktan çıkarıldı.
ZETA Başkan’ı Michael Kiok, 1940’lı yıllarda
erkeklerin yüzde 8’inin zoofil ilişkiler içinde olduğunu ifade ediyor. Hatırlarsanız, bu iddia
Kinsey kökenlidir.
Michael Kiok, “Biz hayvanları keyif aracı olarak
değil, eş olarak görüyoruz. Onları hiçbir şeye zorlamıyoruz.” diyor.
Avrupa’daki Hayvan Genelevleri
Kiok, özellikle zoofiliye tanınan geniş “haklar” için
Danimarka’dan övgüyle bahseder.
Danimarka, çok geçmeden zoofiller için küresel bir
fuhuş merkezi konumuna geldi.
Adalet bakanlığı raporları, 2011’de veterinerler tarafından yapılan bir
araştırmada incelenen hayvanların yüzde 17’sinin insanlarla cinsel birleşmeye
zorlandığından şüphelenildiğini ortaya koymuş.
Danimarka için 2015 ve Almanya için 2012 yıllarında
zoofili sözde yasaklansa da bu yeni yasaların kamunun tepki ve öfkesini
dindirmek haricinde bir amacı yoktur, fiiliyatta kesinlikle uygulanmamaktadır.
Zaten bu uygulanmayan yasal yaptırım da para cezasından ibaret.
ZETA gibi STK’lar bugün tamamen faal ve aktif.
Scientific American: “Zoofili Tamamen Normal!”
Ünlü Amerikan bilim dergisi Scientific American’a göre Zoofili
tamamen normal ve biyolojik! Zoofili, insanlarda genetik olarak var olan bir
durum olarak tarifleniyor ve eski medeniyetlerde de var olduğu için bugün de
kabul görmesi gerektiği söyleniyor.
“Eşcinsellik 2000 yıl önce de vardı” diye ona normal
diyen bütün o burjuva entelektüellerini hatırladınız mı?
Eşcinsellik Bir Kimlik midir?
Eşcinselliğin bir kimlik olarak kabul edilmesi veya
kimlik siyasetinin bir türü sayılması kategorik bir hatadır. Türk, Kürt, Çerkes
olmak kültürel kimliktir. Erkek veya kadın olmak cinsel kimliktir. Elbette,
emperyalizm, proletaryanın mücadelesini bölüp parçalamak üzere bu kimlikler
arasında bazı yapay çelişkiler üretebilir veya var olanları körükleyebilir, ancak
eşcinsellik apayrı.
Eşcinsellik, cüzzam veya verem ne kadar bir kimlikse o
kadar bir kimlik olabilir. Bu yüzden eşcinselliği bir kimlik olarak tanımak
bile Amerikan emperyalizminin ideolojik hegemonyasına hizmet etmektir,
teslimiyetçiliktir. Bunu bir kimlik olarak kabul etmek, sizi eninde sonunda
sübyancılık ve zoofiliyi de bir kimlik olarak tanımaya mecbur bırakacaktır.
(Akıntı geriye doğru!)
Daha da kötüsü, düzen tarafından her türlü suistimal
edilen bu hasta insanların sömürüsüne göz yummaktır, sömürüyü onaylamaktır.
Eşcinseller, siyasi fedai olarak kullanılıyorlar. Riskli tıbbi operasyonlarda,
tartışmalı yeni ilaçların test edilmesinde denek olarak kullanılıyorlar, büyük
ilaç şirketleri tarafından bitmez tükenmez bir kazanç kapısı olarak
görülüyorlar.
Eğer bu insanların iyiliği gerçekten isteniyorsa,
onların yaşama ve özgürce tedavi olma hakları savunulmalıdır, bu hastalığı
normalleştiren ve teşvik eden LGBT dayatmasına karşı açık ve net bir tavır
alınmalıdır.
Sahte Bilimin Dinleştirilmesi
Feodal düzenin merkezinde dünyanın en köklü
kurumlarından biri olan Roma Katolik Kilisesi, papa ve papazları vardı.
Papa’nın Tanrı tarafından seçilmiş olduğuna ve hata yapamayacağına inanılırdı.
Papazlar da papa ne vaaz ediyorsa onun aynısını tekrarlardı.
Kapitalizm, henüz yeni ve ilerici bir sistemken
bilimsel düşüncenin fitilini ateşledi ve feodalite ile amansız bir mücadeleye
girdi. Bu mücadele, günümüze modern bilimsel yöntemi, devasa bir teknik ve
bilimsel birikimi bıraktı.
Yine de akademiyi burjuvazi kurdu, akademisyenleri de
burjuvazi finanse etti ve bugün de etmeye devam ediyor. Bu denklemin dolaysız
sonucu akademinin bir kurum olarak burjuvazinin çıkarlarına hizmet ettiğidir.
Bugün ise kapitalizm çürüdü ve gericileşti, akademi
kurumu da eş zamanlı olarak bilimsel düşünceyi terk etti ve skolastik yöntemi
benimsedi. Akademi yeni kilise, akademisyenler de yeni papazlar oldu.
Bu modern dinde zenginler lobicilik yapar,
akademisyenlere istediklerini parayla söyletirler. Milyarlarca insan, bu
çarpıtma dolu belgeleri anlayacak basit fen bilgisinden yoksun olduğu için
“vardır üstadın bir bildiği” diyerek dogmatik bir şekilde bu belgelere inanmayı
seçer.
Bizim sahte sol entelektüellerimize göre de bu
akademisyenler, Rab burjuvazinin günahsız kulları olduklarından, hata yapma
veya kamuya zarar verecek faaliyetlerde bulunma olasılıkları yoktur.
LGBT dayatması sorunu, işte tam olarak böyle bir
kırılma noktasıdır. Akademi “sağlıklı” dediği için solcularımız da “Aman Bey!
Aforoz edilmeyelim sonra!” korkusuyla “sağlıklı ve normal” diyor. Son tahlilde
akademi, yeni kilise oldu ve kim burjuvazinin kilisesini terk etmeye cesaret
edemiyorsa sistemin sınırları dışına da çıkamaz. Öyle birinin devrimciliği
modern papazların tek vaazına bakar.
Sınıf Körlüğü Yaratmak
Türkiye’de bütün muhalefet, din istismarcılarının
ellerini çocuklara uzattıklarını söylüyor. Bunda sonuna kadar haklılar.
Gelin görün ki ne zaman mesele LGBT dayatmasına
gelsin, birileri buna muhalefet ettiği gibi yine parmaklarıyla aynı
istismarcıları gösterip, “Peki ya onlar ne olacak?” diyerek insanları
susturuyorlar. Ali diye biri adam öldürdü diye, Veli diye biri adam öldüremez
mi? Peki ya Ali ve Veli birlikte çalışıyorsa? Bu ne yaman çelişki!
Ben size hakikati söyleyeyim: Bu ülkede hem din
istismarcıları hem de LGBT hareketi ellerini çocukların üzerine uzatmaktadır.
Bu ikisi de burjuva siyasetinin bir koludur ve
sübyancılık, özünde bir burjuva sapkınlığıdır. Bunlardan birini görüp öbürüne
sessiz kalmak ikiyüzlülüktür, meselenin sınıfsal boyutunu hasır altı etmektir.
Ülkemiz sahte solu, aynen böyle LGBT hareketini unutup
din istismarcılarını hedef gösteriyor, böylelikle de emperyalist-kapitalist
düzenin çocuklara karşı verdiği savaşa ortak oluyor.
Bu, onlar için önemli değil. Onlar için önemli olan,
burjuva aydınlanmacılık ve CHP’ye olan sadakatlerini, bugün artık var olmayan bir
reformist burjuvaziye olan bağlılıklarını son nefeslerine kadar korumaktır.
Bunun ne getirisi olacağı bilinmez tabii. Dünya, reformizmin siyasal mezarları
ile dolu, kendilerinden sonra gelen her nesil yaptıkları bu ihanetler için
onları nefretle anacak.
Türkiye’de LGBT’nin Kronolojik Tarihi
Türkiye’de hormon tedavisi ve hadım operasyonlarına
1988’den beri izin verilmektedir, 2001 yılında da SGK güvencesine alınmıştır.
İstanbul Onur Yürüyüşü, 28 Haziran 2003 tarihinde ilk
defa hükümetin izniyle düzenlenmiştir.
2014 yılında SGK, bütün hastanelere hadım ameliyatının
güvencelendiğini hatırlatmak adına bir yazı göndermiştir.
Bu sene İstanbul’un Nişantaşı ilçesinde sözde yasak
olan onur yürüyüşü yine de yapıldı.
Daha geriye tek bir adım atılmasa da atılan tek bir
adımdan da geri dönülmedi.
Peki o zaman neyin kavgası veriliyor?
1) LGBT hareketi yaratıldı.
2) LGBT hareketini yaratan aynı insanlar onu kendi
muhalefeti yaptı.
3) Taraflar sözde bir savaşa başladı.
4) Söylemde bir sertlik olmakla birlikte, sahada
herhangi bir somut hamle veya icraat yok.
Buna “Kayıkçı Kavgası” denir. Kim ki bu kavgada taraf
tutar, kaybetmeye mahkûmdur.
LGBT de tam olarak sosyalist muhalefetin içindeki ajan
provokatörlerdir ve onların orada bulunma amacı, hareketin halk nezdinde
itibarını zedelemektir.
Faşizm ve LGBT
Faşizm ve LGBT arasında hiçbir uzlaşmaz çelişki
yoktur. Faşistler, sadece var oldukları ilk dönem burjuvazinin Liberal
kanadının aksine eşcinsellik sorununu baskı yoluyla halı altına süpürmeyi
tercih etmiştirler. Ancak bugün onlar, bu eski yönelimlerinden büyük bir oranda
vazgeçtiler ve şimdi LGBT ile bütünleşme yolundalar.
Bunun bir sebebi de LGBT hareketinin bugün Faşizm için
çok kıymetli bir ajitasyon aracı olmasıdır. Avrupa’da bir sığınmacı sorunu var ve bu sığınmacıların
önemli bir kısmı Müslüman ülkelerden geliyor. Durum da böyle olunca Irkçılar
zaman içinde eşcinsellik konusunda daha kabullenmeci bir pozisyona evrildiler
(veya eşcinseller içlerindeki Irkçıyı ortaya çıkardılar.)
Bunun en iyi örneklerden biri, ismi ne kadar ılımlı
olursa olsun İsveç Demokratları partisidir. Bu parti, Neo-Nazi bir partidir ve
kurucusu Anders Klarström, aynı zamanda İsveç Nasyonal Sosyalist Muharebe
Birliği örgüt liderlerindendir. Bu ikinci örgütün kökleri de dolaysız olarak
İsveç Nasyonal Sosyalist İşçi Partisi’ne (1933-50) uzanır.
İsveç Demokratları, bugün İsveç’te LGBT hareketinin en
militan temsilcilerindendir. İstisnasız ve eksiksiz olarak LGBT hareketinin
bütün taleplerinin yerine getirilmesini istiyorlar. Bu partinin mecliste
vekillerin %21’i ile ciddi bir siyasi nüfuzu var.
(İsveç’te ailesinden zorla alıkoyulan Meryem’i
hatırladınız mı?)
Bu arada kendileri sığınmacı ve mültecileri hedef alan
provokasyonları ile ünlüdür. Müslüman sığınmacıların oturduğu mahallelere
baskın yaparlar, yerel halkı sindirmek için LGBT gösterileri düzenlerler.
Ukrayna’da da Faşist bir rejim söz konusudur, ancak
savaşın ortasında hükümetin gündemi eşcinsel evliliğin yasallaştırılması!
Hollanda Faşistlerinin partisi Özgürlük Partisi’ne bakalım
bir de şimdi. Geert Wilders tarafından kurulan ve 2021’de %11 oy alan partinin
iki dayanak noktası vardır:
1) LGBT hareketi ve
2) Irkçılık.
Burada 3 tekil örnek ile yetinilse de bu söylenenler,
Avrupa’da Faşist partilerin geneli için tekrarlanabilir.
Eşcinsellik, “Sosyalistler” Tarafından
Ne Zaman Kabul
Görmeye Başlandı?
“[Eski
Yunanlılar] tiksindirici oğlancılık [Knabenliebe] bataklığına battılar
ve hem tanrılarını hem de kendilerini Ganymede [Eşcinsel Yunan tanrısı]
mitiyle alçalttılar.” [Friedrich Engels]
İngiliz komünist partisi üyesi ve bir eşcinsel olan
Henry Whyte, Stalin’e “Bir eşcinsel Komünist Parti’ye üye olabilir mi?” (1934
Mayıs) diye bir mektup yazdı. Bu sırada Moscow Daily News gazetesinde
çalışıyordu ve bizzat Moskova’da ikamet etmekteydi. Mektubu yazmasının sebebi
de Stalin’in eşcinselliği tekrar suç kapsamına almasıdır.
Stalin, bu mektuba hiçbir zaman cevap vermemiştir,
ancak yıllar sonra mektup kayıtlarda üstünde şu not yazılı olarak bulundu:
“Arşiv. Bir aptal ve bir dejenere. J.
Stalin.”
Daha fazla lafa gerek var mı?
Küba: İzole Bir Ülkenin Tecridi Kırmaya Yönelik
Manevrası
Küba, bildiğiniz gibi uzun bir sürecin ardından
LGBT’ye olası her konuda yasal statü verdi. Bu ideolojik bir politika değil,
pragmatik bir manevraydı. SSCB’nin çökmesi ile uluslararası tecrit altında
kalan Küba devleti, Amerikan hükümetinin onayını alıp kendisine hareket alanı
açmak amacıyla böyle bir yöne gitti.
Küba’nın emperyalist ideolojinin tahakkümü altına
girmesi, özellikle 1991 sonrasında başlamıştır. Amerikan emperyalizminin en
vahşi ve saldırgan çevreleri, Soros’un medya uzantıları tarafından bu durum
sevinçle karşılandı.
Ama Küba için fayda etmedi. Ne Amerikan devleti
Küba’ya olan tavrını yumuşattı ne de Amerikan sahte solu Küba’ya sahip çıktı.
2021 Temmuz renk devrimi hareketini hatırlayalım!
Emperyalizm ile mücadele, emperyalizmin taleplerine
teslim olarak olmaz. Emperyalistlerle uzlaşılmaz. Emperyalistler siz verdikçe
sizden daha fazlasını almak ister.
Mülayim Ertan
10 Temmuz 2023
Kaynak
Dipnotlar:
[1] Alfred Kinsey, Sexual Behavior in the Human Male, 650.
[2] Alfred Kinsey, Sexual Behavior in the Human
Male, 651.
[3] Alfred Kinsey, Sexual Behavior in the Human
Male, 670.
[4] Alfred Kinsey, Sexual Behavior in the Human
Male, 671.
[5] “Many hundreds of histories which we have from men
who have been confined to penal institutions. [“Yüzlerce hikâye, cezaevlerine
kapatılmış erkeklerden alındı”] Kinsey, Sexual Behavior in the Human Male,
210.
[6] Alfred Kinsey, Sexual Behavior in the Human
Female, 121.
[7] The Encyclopedia of Genetic Disorders and Birth
Defects, 200.
[8] Alan P. Bell ve Martin S. Weinberg, Homosexualities, s. 308
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder