Almanya’nın
en büyük şirketleri yurtlarını terk ediyorlar.
Yüz
elli yılı aşkın bir süredir Almanya’da iş dünyasının ana dayanak noktalarından
biri olarak ekonomiye destek sunan kimya devi BASF, “Alman Malı” ürünlerin
dünyaca kıskanılmasını sağlayan inovasyonlarıyla ülkedeki sanayinin gelişimine
katkıda bulunmuş bir şirket.
Gelgelelim,
sürdürülebilir üretim için ana ölçüt olarak gördüğü, bu sebeple 110 milyar
dolar yatırdığı, en gelişkin teknolojiyle donatılmış kompleksi Almanya’da
değil, 9.000 kilometre ötedeki Çin’de inşa edecek.
1865’te
Badische Anilin- & Sodafabrik adıyla Ren nehrinin iki yakasına inşa edilmiş
olan BASF, Asya’da geleceğin şirketi olmak için çabalarken, Almanya’daki
varlığını küçültme kararı alıyor. Şubat ayında şirket, kurulduğu yer olan
Ludwigshafen’daki gübre fabrikasını ve diğer tesisleri kapatacağını duyurdu. Bu
kapatma kararı neticesinde 2.600 kişi işsiz kalacak.
BASF
icra kurulu başkanı Martin Brudermüller, Nisan ayında hissedarlarına, “kendi
ülkemizdeki pazarımıza dair endişemiz giderek artıyor” dedi ve şirketin geçen
yıl Almanya’da 130 milyon avro kaybettiğini duyurdu. Başkana göre, “kâr etme
imkânına onu elde etmeniz gereken yere yakın bir konumda kavuşmanız, artık
mümkün değil.”
Yılın
ilk çeyreğinde resesyona giren, şirketlerle ve tüketicilerle yapılan anketlerde
görüldüğü üzere, bu insanların geleceğe şüpheyle yaklaşmasına sebep olan Alman
ekonomisi, bugün bu türden bir sıkıntıyla boğuşuyor.
Söz
konusu endişenin sağlam temelleri mevcut. Yaklaşık yirmi yıl önce Almanya,
sanayisine vurulmuş zincirleri kıran ve refah döneminin başlamasını sağlayan,
bilhassa makinelerine ve otomobillerine Çin’den gelen talebin yön verdiği
süreci tetikleyen, emek piyasasındaki reformlar paketiyle birlikte “Avrupa’nın
hasta adamı” yaftasından kurtuldu. Almanya’nın birçok ortağını satın aldığından
daha fazlasını ihraç ederek kösteklediği koşullarda, ülkenin ekonomisi gelişip
serpildi.
Ancak
bu canlanmanın da bir maliyeti vardı. Ekonomik güç, ülke liderlerinin altı boş
bir güvenlik hissine teslim olup rehavete kapılmalarına yol açtı. Bu liderler,
bugün yeni reformlar yapmamış olmanın bedelini ödüyorlar.
Avrupa’nın
eski güçlü ülkesi için tehlike çanları çalıyor. Siyasetçiler, “son resesyon
sadece teknik bir mesele olarak gündeme gelmiş olsun” diye dua ediyorlar ama maalesef
öyle değil. Resesyon, esasen ekonomik kazanımların kaybedileceğine dair bir
işaret. Bu anlamda, tüm Avrupa’da sarsıntılara yol açan resesyon, kıtadaki
zaten kutuplaşmış olan siyaset alanında daha fazla karışıklığa sebep oluyor.
Yüksek
enerji maliyetleri, işçi sayısındaki yetersizlik ve bürokratik işlemlerdeki
bolluktan oluşan zehirli kokteylin çilesini çeken, Volkswagen ve Siemens gibi
Almanya’nın en büyük şirketleri yanında nispeten küçük olanlar, bugün
uykularından uyanıyorlar, Kuzey Amerika ve Asya’daki yeşil çayırlar için
kapışıyorlar.
Almanya’daki
ekonomik çöküş süreci daha da derinleşiyor.
Sorunları
en önden göğüsleyen alanlardan gelen haberler giderek kötüleşiyor. Şirketlerin
olağan koşullarda yeni işçi aldıkları Haziran ayında işsiz sayısı, bir önceki
yılın aynı ayına kıyasla, 200.000 civarında arttı. Toplam işsizlik oranı yüzde
5,7 düzeyinde seyrediyor, boş kalan iş sayısı yaklaşık 800.000 civarında, buna
karşın, Alman yetkilileri kendilerini daha kötü haberlere hazırlıyorlar.
Eski
çalışma ve sosyal işler bakanı Andrea Nahles, “iş piyasasında ekonomik
koşulların zorlaşmaya başladığını, işsizliğin arttığını, istihdam sahasındaki
büyümenin o eski hızını kaybettiğini” söylüyor.
Almanya’daki
şirketler dünyasının sağlıklı olduğuna dair bir işaret olarak ele alınan,
ülkedeki mühendislik şirketlerine gelen yeni siparişler hızla düştü. Sadece
Mayıs ayında siparişler yüzde 10 oranında azaldı. Bu şekilde, ardı sıra sekiz
ay boyunca siparişlerde düşüş yaşandı. Benzer bir zafiyete inşaattan kimya
sahasına, tüm Alman ekonomisi genelinde rastlıyoruz.
Yatırım
alanı olarak görülen, yabancıların Almanya’ya yönelik ilgileri de azalıyor.
2022 yılında yeni yabancı yatırım sayısı, son on beş yılın en düşük seviyesinde
gerçekleşti, 2013’ten beri en düşük rakama ulaştı.
Almanya
Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeler Birliği (BVMW) baş ekonomisti Hans-Jürgen Völz,
“sanayisizleşme sürecinin artık yavaş seyretmediğini” söylüyor. BVMW, ülke
ekonomisinin omurgasını teşkil eden binlerce küçük ve orta ölçekli şirket (Mittelstand)
için lobi faaliyeti yürüten bir dernek.
Almanya
Hapşırsa…
Sanayisizleşme
sürecinin uzun soluklu etkilerini anlamak için artık Amerika’daki Pas Kuşağı’na
veya İngiltere’deki Orta Bölgeler’e bakmaya gerek yok. Buralar, bir zamanlar
gelişip serpilmiş, ama sonra yanlış politik adımlar ve küresel rekabetin
basıncıyla mağdur olmuş, bir daha hiç düzelememiş sanayi bölgeleri.
Ancak
Almanya’da yaşanan gelişme, tüm kıtayı etkileyecek sonuçlar doğurabilir.
Ülkenin
sanayiye bağımlılığı, onu bilhassa kırılgan kılıyor. Yazılım üreticisi SAP
haricinde Almanya’da teknoloji sektörü diye bir şeyden eser yok. Finans
dünyasında ülkenin en büyük oyuncuları ise (Deutsche Bank gibi) parayı yanlış
yere yatırmaları ve (Wirecard gibi) imza attıkları skandallarla tanınıyorlar.
İmalat sektörü, ülke ekonomisinin yaklaşık yüzde 27’sini teşkil ediyor. Bu oran
ABD’de yüzde 18.
Bununla
bağlantılı bir sorun da Alman sanayiinin en önemli bileşenleri olarak kimya,
otomobil ve makine üretiminin on dokuzuncu yüzyıl teknolojilerini temel alıyor
olması. Ülke, onlarca yıldır bu alanlarda kullanılan teçhizatı iyileştirmek
suretiyle gelişse de ya bu teknolojilerin önemli bir kısmının (misal içten
yanmalı motorun) modası geçti ya da ülkede üretilmesi iyice pahalı bir iş
hâline geldi.
Metal
sektörünü ele alalım. Mart ayında Almanya’nın en büyük alüminyum izabe tesisine
sahip olan Uedesheimer Rheinwerk isimli şirket, yüksek enerji maliyeti
sebebiyle tesisi yıl sonunda kapatabileceğini söyledi.
Alman
ekonomisi, tarihsel süreçte çeşitlendirilebilseydi, bu türden haberler, insanı
pek endişeye sevk etmezdi. Ama ne yazık ki ülke, her daim, ekonomisini
çeşitlendirme konusunda baştan savmacı bir tavır içerisinde oldu.
Misal,
Almanya, 2000’lerin başında dünyanın en büyük güneş paneli teknolojisi üretici
olmak için kolları sıvadı. Çinliler, Almanların ürettikleri tasarımları
kopyaladılar ve ucuza mal ettikleri malları piyasaya boca ettiler, böylelikle
Almanya’nın güneş paneli imalatçılarını çökerttiler.
Biyoteknoloji
sahasında şirket merkezi Mainz’da bulunan BioNtech şirketi, Kovid pandemisinin
aşılması konusunda önemli katkılar sunan mRNA aşısının geliştirilmesinde öncü
bir çaba ortaya koydu. Ama bu başarıya sırtını yaslayan şirket, Ocak ayında
kurucusunun “son teknolojiye dayalı kanser araştırmalarına yapılacak yatırım”
olarak adlandırdığı çalışmayı İngiltere’ye kaydırılacağını duyurdu.
…Avrupa
Nezle Olur
İnovasyon,
ekonomik büyümenin ana sebebi. Neticede Almanya’nın eski endüstrisi
zayıfladıkça yerini alacak yeni endüstrinin ne olacağı sorusu gündeme geliyor.
Bugüne dek bu soru cevaplanabilmiş değil.
Almanya,
Birleşmiş Milletler’e bağlı Dünya Fikri Mülkiyet Teşkilâtı’nın her yıl
belirlediği Küresel İnovasyon İndeksi’nde sekizinci sırada. Avrupa bağlamında
ülke, ilk üçe bile giremiyor.
Birçok
gözlemcinin bir sonraki aşamada ekonomik büyümeye yön verecek teknoloji
olduğuna inandığı yapay zekâ alanında Almanya başarısız. 2022 yılında yapay
zekâ alanında hazırlanmış, en çok alıntı yapılan yüz bilimsel makalenin sadece
dördü Almanya kaynaklıydı. Bu yüz makalenin 68’i ABD’de, 27’si Çin’de kaleme
alınmıştı.
Almanya
Ekonomik Araştırmalar Enstitüsü başkanı Marcel Fratzscher’in dediğine göre,
“Almanya’nın gelecek odaklı herhangi bir önemli sektöre sunabileceği hiçbir şey
yok. Elindeki endüstri eski.”
Bir
ekonomiyi dönüştürecek veya onu geride bırakacak teknolojinin gücünü anlamak
için Almanya ile ABD’nin son 15 yıl içerisinde yürüdükleri yola bakmak
gerekiyor. Bu dönem boyunca Silikon Vadisi’ndeki canlılığın yön verdiği ABD ekonomisi,
yüzde 76 oranında büyüyerek 25,5 trilyon dolarlık bir hacme ulaştı. Alman
ekonomisi ise ancak yüzde 19 oranında büyüdü ve ekonomik hacmi 4,1 trilyon
dolar seviyesine geldi. Dolar üzerinden düşünüldüğünde ABD, o 15 yıllık dönemde
ekonomisine yaklaşık üç Almanya ekledi.
Alman
sanayiinin özünü teşkil eden bileşenler eridi, bu da nihayetinde AB’nin diğer
üyelerini etkiledi. Almanya, sadece Avrupa’nın en büyük oyuncusu değil. O, aynı
zamanda bir tür tekerlek göbeği işlevi görüyor, bu anlamda, bölgenin birbirinden
farklı ekonomilerini o ülkelerin önemli bir bölümünün en büyük ticaret ortağı
ve en büyük yatırımcısı olarak birbirine bağlıyor.
Son
otuz yıldır Alman sanayii, Orta Avrupa’yı fabrika sahasına dönüştürdü.
Doksanların başından beri Porsche, en çok satan Cayenne marka sportif arazi
araçlarını Slovakya’da, Audi ise motorlarını Macaristan’da, üst düzey cihazlar
üreten Miele, bulaşık makinelerini Polonya’da üretiyor.
“Mittelstand”
olarak anılan ve ülke ekonomisinin belkemiğini teşkil eden binlerce küçük ve
orta ölçekli Alman şirketi bölgede faaliyet yürütüyor, esas olarak Avrupa
pazarı için ürün üretiyor. Bunlar bir gecede ortadan kaybolamazlar elbette, ama
Alman ekonomisinin içine girdiği kesintisiz çöküş süreci, nihayetinde
kaçınılmaz olarak bölgenin geri kalan kısmını da Almanya ile birlikte aşağıya
çekecek.
Araba
parçaları üreticisi Schaeffler’in icra kurulu başkanı Klaus Rosenfeld’in
dediğine göre, “ortada Avrupa’nın bu yaşanan değişiklik dâhilinde kaybetmesi
gibi bir tehlike söz konusu.” Başkan, ayrıca şirketinin yeni fabrikalarını
muhtemelen ABD’de açacağını söylüyor.
Eksiklikler
AB
yetkililerine göre, bölgenin sanayisizleşecek olmasının suçlusu, Avrupalı
şirketleri dezavantajlı konuma sürükleyen ABD ve Çin kaynaklı adaletsizlikle
malul politikaların yanında, Almanya’nın yüzleştiği, büyük ölçüde içerideki
güçlerin yol açtıkları ve giderek derinleşen sorunlar. Üstelik bu sorunların
kolay bir çözümü yok.
Almanya’yı
Avrupa’nın sanayi sahasında ana güç kaynağı hâline getiren formülü şu
yalınlıkta ifade etmek mümkün: yüksek vasıflara sahip işgücü ve ucuz enerjinin
can verdiği, inovasyonlara imza atan şirketler. İşte artık bu formül Almanya’da
hükmünü yitirdi.
İkinci
dünya savaşı sonrası doğum oranlarının yüksek olduğu dönemde doğmuş kuşak
önümüzdeki yıllarda emekli olacak. Böylece ülke, demografik bir uçurumla karşı
karşıya kalacak. Neticede şirketler, dünya pazarında rekabet gücünü yitirmemek
için ihtiyaç duydukları mühendislerini, bilim insanlarını ve vasıflı işçilerini
kaybedecekler. Önümüzdeki 15 yıl içerisinde ülkedeki işgücünün yaklaşık yüzde
30’u emeklilik yaşına gelmiş olacak.
Tek
sorun, nüfusun yaşlanması değil. Genç Almanlar, güvenli işler istiyorlar.
Ülkenin bu kaba ve tepe taklak olan girişimcilikle ve icat pratiğiyle dünyanın
önde gelen ekonomilerinden biri hâline gelmesi mümkün değil.
Almanya
Ekonomik Araştırmalar Enstitüsü başkanı Marcel Fratzscher’e göre, “birçok genç,
iş kurmak yerine devlet için çalışmayı tercih ediyor.”
İşçi
sayısındaki giderek büyüyen eksikliği göç yoluyla telafi etme girişimleri
bugüne dek başarısız oldu. (Buna karşın, Almanya her yıl şirketlerin ihtiyaç
duydukları vasıflardan yoksun olan yüz binlerce mülteciyi kabul ediyor.)
Geçen
hafta Alman vekilleri, vasıflı yabancı işçilerin ülkeye yerleşirken
yüzleştikleri bürokratik engellerin önemli bir kısmını ortadan kaldıran yeni
bir göç kanununu yürürlüğe koydular. Kanunun işe yarayıp yaramayacağını kimse
bilmiyor. ABD, Kanada ve İngiltere’yle kıyaslandığında, Almanya kendisini kolay
kolay pazarlayabilen bir ülke değil, dilini öğrenmek zor, ayrıca yabancıları
pek hoş karşılamayan bir kültüre sahip.
Hükümetin
hazırladığı ve geçen ay yayımlanan yaklaşık 400 sayfalık çalışmanın tespitine
göre, Almanların yarısı Müslüman karşıtı görüşlere sahip. Hükümetin Türkiye
gibi Müslüman ülkelerden eğitim düzeyi yüksek çok sayıda işçiyi çekmeye
çalıştığı koşullarda, böylesi bir düşmanlığın ülkenin kendisini pazarlamasına
mani olduğunu görmek gerekiyor.
Bu
türden nüfusla alakalı güçlükler, Rusya’nın Ukrayna’ya karşı yürüttüğü savaşın
neticesinde enerji maliyetlerinde yaşanan ani artış ve Almanya’nın iklim
değişikliğiyle mücadele için ortaya koyduğu çabalarla birlikte daha da
ağırlaşıyor.
Almanya’ya
doğal gaz akışını durdurmak suretiyle Kremlin, ülkede cari olan ve ucuz enerjiye
kolayca erişme imkânına yaslanan çalışma modelinin temel taşını yerinden
oynattı. Toptan gaz fiyatları son dönemde sabit kalmasına rağmen, krizden önce
olduğu düzeyin yaklaşık üç katına denk düşen bir düzeyde seyrediyor. Bu da 2021
yılında İsviçre’deki faaliyetlerinde olduğu gibi Almanya’daki faaliyetlerinde
de doğal gaz tüketen BASF gibi şirketleri başka alternatifler aramaya itiyor.
Ülkedeki
Energiewende adı verilen yeşil dönüşüm, her şeyi daha da
kötüleştirmekten başka bir şeye yaramadı. Rus gazına erişme imkânını yitiren
ülke, tüm nükleer santrallerini kapatmıştı. Yenilenebilir enerji sahasının
genişlemesi için yaklaşık 25 yıldır para akıtmış olmasına rağmen Almanya, hâlen
daha yeterli sayıda rüzgâr türbinine ve güneş paneline sahip değil. Bunun neticesinde
Almanlar, elektriğe tüm dünyada ödenen ortalama paranın üç katını ödüyorlar.
Otomobil
Sektörünün Ölümü
Kamuoyu
ekonomik güçlüklerin farkında değil, ama ön cephede dövüşenler, yaşananlara her
türden yanılsamadan uzak bir yerden bakıyorlar.
Sektörün
en önemli lobi kuruluşu olan Alman Otomobil Sanayicileri Derneği idari
yöneticisi Andreas Rade, “jeopolitik gelişmelerin, ülkedeki ekonomi modelinin
artık refahı garanti etmediğini ortaya koyduğunu” söylüyor.
Otomobil
sektörü için de aynı durum geçerli.
Almanya
yüz yılı aşkın bir süre boyunca bu sektör sayesinde kasasını doldurmuştu.
Ülkenin ekonomisi, üretilen ürünün neredeyse dörtte birini üretme becerisine
sahip otomobil sektörünün dünyadaki elektrikli cihazların lüks segmentindeki
pazar payını koruma becerisine bağımlı durumda.
Gelgelelim,
gidişat iyi görünmüyor. Şirketler, kısa süre önce pandemi ardından, o güne dek
bastırılmış olan talebin patlamasıyla birlikte rekor kârlar açıkladılar, ama bu
canlanma, yenilenme sürecine girdiğine dair bir delilden çok, alınan son nefes
olarak görülmeli.
Ulusu
uzun zaman boyunca gururlandırmış olan otomobil sanayii, ülkedeki yapısal
yetersizliklerden çok sergilenen aşırı kibirle bağlantılı kimi sebepler
neticesinde Almanya’nın Aşil topuğu hâline geldi. Yıllarca Mercedes, BMW ve
Volkswagen gibi şirketler, içten yanmalı motorlardan kurtulmak istemediler,
Tesla gibi inovatörlerin girişimlerini bir atımlık barut olarak görüp ciddiye
almadılar.
Bu
türden bir stratejik hata, sadece Elon Musk’ın değil, Almanların 15 yıl önce
burun kıvırdıkları fikir olarak elektrikli cihazlara yatırım yapıp bu alanda
öne geçmeye başlayan Çin’in de önünü açtı. Geçen yıl dünya genelinde üretilmiş
olan toplam 10 milyonu bulan elektrikli otomobilin yaklaşık yüzde 60’ını
Çinliler ürettiler.
Almanlar,
yaptıkları bu yanlış hesabın sonuçlarını hissetmeye başladılar bile.
Onlarca
yıl Çin’deki otomobil pazarına hâkim olan Volkswagen, elektrikli cihazların
satışında ani bir artışın yaşandığı koşullarda, yıllarca rakibi olan Çinli
firma BYD’ye tahtını terk etti. Volkswagen’ın kazancının yaklaşık yüzde 40’ına
kaynaklık eden Çin, dünyadaki en büyük otomobil pazarı.
Allianz
sigorta şirketinin kısa süre önce yaptığı bir çalışma, Çinli imalatçıların Çin
ve Avrupa’daki pazar paylarını büyütmeye devam ettiği ölçüde Avrupalı otomobil
üreticilerinin ve tedarikçilerinin kârlarının 2030 yılı itibarıyla on
milyarlarca dolar düşeceği, bu sürecin çilesini en çok da Alman şirketlerinin
çekeceği öngörüsünde bulunuyor.
Her
ne kadar Alman otomobil üreticileri, elektrikli cihazlara hep birlikte geçmek
zorunda kalıp rakiplerini yakalamak için hızlı hareket etseler de bu şirketler,
içten yanmalı motorlarla yüz yılı aşkın bir zamandır rekabet sahasında istifade
ettikleri avantajdan hâlen daha yoksunlar. Esasında elektrikli cihazda asıl
teknoloji, kullanıma hazır teknoloji olarak motor değil, teknoloji yoluyla
ilerleme sürecini tanımlayan makine mühendisliği alanındaki uzmanlıktan çok
kimya sahasındaki uzmanlığa bağlı olan pil.
Dahası,
elektrikli cihazlar giderek dönerli teknoloji-destek kapsüllerine doğru evriliyor.
Bu anlamda, şoförsüz otomobillere bir adım kaldı. Dijital teknoloji ise
Almanya’nın üstün olmadığı bir alan. Bugün Tesla’nın tüm Alman otomobil
üreticileri birleşse hepsinin toplamının üç katından daha fazla değere sahip
olmasının sebebi bu.
Çin’de
faal olan Alman Ticaret Odası başkanı Jens Hildebrandt, “Alman sanayii ile
inovasyon konusunda güçlükler yaşıyoruz, ayrıca rekabet edememek de başka bir
sorun” diyor.
Almanya
ile Çin arasındaki ekonomik ilişkide büyük bir değişime tanık olundu. Onlarca
yıldır Çinliler, Alman sanayiini ve mühendislik pratiğini model aldılar. Ama
birden her şey değişti ve artık Almanların gözü Çin’de.
Hildebrandt,
“Çin’in büyük otomobil şirketlerinin kısa bir süre sonra Avrupa’da, hatta belki
de Almanya’da kendi fabrikalarını inşa edeceğini” söylüyor. Ona göre bu, “terse
çevrilmesi mümkün olmayan bir eğilim.”
Sürekli
Düşüş
Ekonomi
sahasında güçlü rüzgârların estiği koşullarda, birçok Alman şirketinin sadece
ismen Alman olacağı, cismen yerli niteliğini yitireceği bir yola girmesi
kimseyi şaşırtmasın.
Bu
ihtimalin gerçekleşmesinin imkânsız olduğunu düşünenler, sınai gaz şirketi
Linde örneğine bakabilir. Bu yıla dek, 1870’te bira için soğutma sistemi
geliştirerek yola koyulan Linde, 150 milyar avroluk toplam piyasa değeriyle Almanya’da
ilgili sahanın bir numarası ve en değerli şirketi kabul ediliyordu. Ocak ayında
şirket, Frankfurt borsasından ayrılıp New York borsasında işlem görmeye
başladı.
Ardından
şirketler grubu, 2018’de ABD’li rakibiyle birleşti. Bu karar üzerine şirket
merkezini Münih’ten Dublin’e taşıdı. Yeniden yapılanma sürecinde Linde,
Almanya’da yüzlerce insanı işten çıkarttı. Şirket için Almanya, kazancın yüzde
11’ine kaynak teşkil etmesiyle, hâlen daha önemli bir pazar, ama Linde, artık
başka büyük pazarlara da sahip.
Linde,
Alman şirketlerinin Almanya olmadan hayatta kalabileceklerinin ve gelişip
serpilebileceklerinin ispatı. Almanya’daki koşullar kötüleştikçe Alman
şirketleri başka yerlere taşınacaklar. Bu gelişme, Almanya için daha az yüksek
ücretlerin ödendiği iş, daha az vergi geliri demek. Ekonomik gerileme sürecinin
devam edeceğinden ve politik alanın istikrara kavuşmama ihtimalinden bahsetmeye
bile gerek yok.
Son
anketlerde aşırı sağcı Almanya İçin Alternatif’in (AfD) oy oranları yüksek
çıkıyor. Göç sürecinin yol açtığı hayal kırıklığı ve ekonomi düzleminde
hissedilen korkunun ortadan kalkmaması, partiyi muhtemelen daha da büyütecek.
Asıl
darbeyi sosyal yardımlar alanı yiyecek. Almanya, halkına sosyal yardım dağıtan,
dünyadaki en cömert devletlerden biri. Geçen yıl sosyal yardımlara giden para
ekonominin yüzde 27’sini bulmuştu (bu oran ABD’de yüzde 23). Berlin’in
savunmaya daha fazla para harcamak zorunda kalmasıyla birlikte kemer sıkma
politikası gündeme geldi, dolayısıyla, halk da bu politikaya tepki geliştirmeye
başladı. Ekonomik çöküş koşullarında her şey daha da kötüye gidecek.
Almanya’nın
eskimiş altyapısının modernize edilmesi, Alman sanayiinin en önemli önceliği,
ama ülkenin bu işi halledecek parası yok. Ülkede yolların, köprülerin, nakliye
rotalarının ve diğer kritik altyapıların tamirden geçmesi gerekiyor. Alman
Ekonomisi Enstitüsü’nün (IW) Kasım ayında yayımladığı bir çalışmada aktarıldığı
biçimiyle, beş Alman şirketinden dördü, kötü altyapının işlerine köstek
olduğunu söylüyor. Mevzuata dair kısıtlamaları aşan yeniden canlandırma
çabalarının çalışmalara başlamazdan önce ortaya konulması gerekiyor ki bu da
altyapının hemen düzeltilmeyeceğini söylüyor.
Söz
konusu çalışmanın yazarları, “sorunların daha da ağırlaşma ihtimali”nden söz
ediyorlar.
Çıkış
Alman
sanayii, vatanını hep birlikte terk ediyor değil. Hükümet, para verdiği sürece
bazı şirketler ülkede kalmaktan memnun.
İki
hafta önce Dresden’de elektrikli otomobil pilleri için katot materyalleri
üreten bir fabrika açan BASF, ülkedeki pazarına yatırım yapmaya devam edeceği
vaadinde bulundu. Ancak bu türden şirketlerin ülkeye bağlılıklarını güvence
altına alabilmek adına yerel yönetimler ve merkezî hükümet, yüksek teşvikler
vermek zorunda kalıyor. Örneğin BASF, yeni pil üretimi için devletten 175
milyon avro alacak.
Aynı
şekilde, Haziran ayında ülkenin doğusunda bulunan Magdeburg kentinde açacağı
yeni büyük fabrika için 10 milyar avro gibi yüksek bir teşvik alacağı konusunda
ABD’li çip üreticisi Intel’e güvence verildi. Yani üç bin kişiye iş verecek
olan şirket, yaratacağı her bir iş imkânı için 3,3 milyon avro alacak.
Bu
türden bir destek verilmezse şirketler, daha fazla kazanç getirecek pazarların
iğvasına ve albenisine daha fazla direnemezler. Elektrik çağında Alman
mühendisliğinin üstünlüğünü kaybetmesiyle birlikte otomobil üreticileri, Çin ve
ABD gibi denizaşırı ülkelere yönelik yatırımlarını iki katına çıkartıyorlar.
Oysa ABD ve Çin, yatırımcıları ikna etmek için vergi teşvikleri sunmak ve
sübvansiyonlarla katkıda bulunmak gibi alışkanlıkları olan ülkeler değil.
ABD’de
yürürlükte olan Enflasyonu Düşürme Kanunu üzerinden verilen paralar, şirketleri
ülkeye çekme konusunda özellikle cazip olduklarını ispatladılar. Volkswagen,
Mart ayında Güney Carolina’da 2 milyar dolarlık bir fabrika inşa etme planı
olduğunu, burada altmışlarda ve yetmişlerde popüler olan Amerikan 4 x 4’ü Scout
markasını yeniden canlandırmak istediklerini açıkladı.
Nisan
ayında Ontario’da açılan yeni pil fabrikasına 5 milyar avroluk yatırım
yapılacağını açıklayan Kanada başbakanı Justin Trudeau’nun yanında,
Volkswagen’a bağlı pil şirketi PowerCo’nun yöneticileri de duruyordu.
Volkswagen, elektrikli cihazlara geçiş kararı aldıktan sonra, birkaç yıl
içerisinde Kuzey Amerika’da başka fabrikalar için milyarlarca avroluk yatırım
yapma vaadinde bulundu.
Buna
karşılık Almanya’da Volkswagen, yeni elektrikli sportif arazi aracı Trinity
için yeni bir fabrika kurma planından vazgeçti, bunun yerine, mevcut tesisleri
yeni araç ve teçhizatla donatmayı tercih etti. Audi ve Porsche gibi başka güçlü
markalara sahip olan şirket, yüksek elektrik maliyeti sebebiyle kurulduğu yer
olan Aşağı Saksonya eyaletinde ikinci pil fabrikasını kurma kararından caydı.
Buna karşılık, Nisan ayında şirket, Şangay yakınlarında bulunan bir elektrikli
cihaz merkezine yaklaşık 1 milyar dolarlık bir yatırım yapacağını duyurdu.
Sanayi
grubu VDA’nın 128 Alman otomobil tedarikçisiyle yaptığı son ankete göre,
Almanya’da yatırımlarını artırmayı sadece bir şirket planlıyor. Otuz ikiden
fazla şirketse operasyonlarını yurtdışına kaydırmayı planlıyor.
Sanayinin
ülkeyi terk etmesine rağmen Alman siyasetçileri, yüzleşecekleri politik ve
ekonomik güçlükleri büyük ölçüde inkâr etmekle meşguller.
Sanayi
lobicileri, bugünlerde Çin’le Almanya arasındaki “karşılıklı bağımlılığın” uzun
vadede olumlu sonuçlara yol açacağını, ama aynı mantıkla Berlin’in Rus doğal
gazını almasının kötü sonuçlara sebep olacağını söylüyorlar. Üstelik ortalıkta
Almanya’nın Çin’e hücumunun şiddetinin azalacağına dair bir işaret de yok.
Geçen yıl şirketler, Çin’e toplam 11,5 milyar avroluk yatırım yaptılar ki bu
bir rekor.
Fratzscher
konuyla ilgili şunu söylüyor:
“Beni asıl endişelendiren,
iki ülke arasındaki bağımlılığın asimetrik bir nitelik arz etmesi. Alman
şirketleri şantaja boyun eğdiler, çünkü Çin’e fazlasıyla bağımlılar.”
Teknoloji,
ülkenin önde gelen şirketlerini hızla sahneden indirdi. Onların ellerinden Finlandiya’ya
yönelmekten, Nokia’dan bir şeyler öğrenmekten ya da Kanada’ya gidip sonradan herkesin
elinde gördüğümüz BlackBerry ismini alan Research in Motion şirketinin kaderini
sormaktan başka bir şey gelmiyor.
Bir
noktada Almanlar, yığınla tehlikeyle yüklü bir güne uyanacaklar. Asıl mesele, onların
bir şeyler yapmak için çok geç kalmadan önce uyanıp uyanmayacakları.
Her
iki duruma da BASF hazır olacak. Şirketin Almanya’daki merkezinde bulunan kimya
tesislerini kapatınca ne yapmayı planladığı sorusuna şirket yönetim kurulu
başkanı Brudermüller, “şirketin her şeyi bir anda yıkmayacağı” cevabını
veriyor.
Ama
bir başka konuyla ilgili soruya lafı dolandırmadan şu cevabı veriyor: “Şu an
Ludwigshafen’da bir yere ihtiyacımız yok.”
Matthew Karnitschnig
13
Temmuz 2023
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder