Küresel ekonomik kriz bağlamında finans sahasını
kontrol altına alacak politikaların yeniden yürürlüğe konulması ve ağır
tasarruf tedbirleri gibi işe yaramayacak adımları atan hükümetlerin
tedbirlerine karşı yükselen öfke, politik aktivizmin saman alevi gibi
parlamasına neden oldu. ABD’de Wall Street’i İşgal Et eylemlerinin elde ettiği
ün, eylemleri örgütleyenleri, uzun zamandır varlığını muhafaza eden politik
meselelere, kitlesel protestoların gücü konusunda geliştirdikleri yeni
anlayışla yaklaşmaları yönünde cesaretlendirdi.
Wall Street’i İşgal Et eylemleri, Arap Baharı’ndan
birkaç ay sonra yaşandı. Zuccotti Parkı ile Tahrir Meydanı’nın aşağı yukarı
aynı zamanlarda işgal edilmiş olması, dünya genelinde eylemlerin artış eğilimi
içerisine girdiği yeni bir döneme girildiğine dair öngörülerin havada
uçuşmasına, önemli ayrımların üzerinin örtülmesine neden olacak bir tür
dayanışma anlayışının geliştirilmesine neden oldu. Oysa aslında Ortadoğu’da
eylemcilerin hedefinde, yıllardır ülkelerini yöneten tek parti devletleri
vardı.[1]
Arap Baharı ile ABD’deki eylemlilik süreci arasındaki
önemli bir farklılık da Wall Street eylemlerinin esas olarak anarşist teorinin
güdümünde seyretmesi, daha henüz gelişmemiş bir itkiyle hareket ediyor
olmasıydı.[2] İlk çağrısını Adbusters [“Reklâm Avcıları”] isimli şirket
karşıtı derginin yaptığı eylem sürecinin planlanmasında antropolog David
Graeber gibi yeni anarşistler önemli roller üstlendiler.[3] Zuccotti Parkı’na
yerleşen eylemciler, hem antropolog hem de gazeteci Marina Sitrin’in Arjantin’deki
işçi kooperatifleriyle ilgili çalışmasında aktardığı türden “yatay” karar alma
stratejilerini benimsediler.
Bugün Wall Street’i İşgal Et hareketinin siyaseti ve
ekonomiyi nasıl etkilediğine dair bir tespitte bulunmak güç bir iş olsa da
yaşanan olayı kuşatan efsanenin ve ruhun sonraki süreçte eylemcilerin politik
alanla sonuç alıcı bir ilişki kurmayla alakalı anlayışları üzerinde kalıcı bir
etkiye yol açtığını biliyoruz. Bu kalıcı etkilerden biri de eylemci
popülizminin yüceltilmesi. Söz konusu popülizm, karar alma konusunda gündeme
gelen farklı önerilerde ve sahada yürüyen gösterilerde önemli bir yere sahip oldu.
Yeni anarşizm, bu popülizme ciddi katkılar sundu.[4]
ABD ve Batı Avrupa’da son dönemde yapılan eylemlerin
ruhunu devlet karşılığı teşkil ediyor. Politik ıstırabımızı derinleştiren mali
kriz, Marksizmin sermaye eleştirisinin tartışmaya yeniden dâhil olmasını
sağladı. Ama öte yandan, kendisine “Marksistim” diyen ve farklı geleneklerden
gelen solcular bile pratikte antikapitalist konumdan uzaklaştılar ve
anarşistlerin devlet karşı siyasetine yakınlaştılar.
Bugün yeni bir anarşizm biçimi, sol siyaset içerisinde
kendisine yer buldu. Peki bu gelişmeyi gerçek bir politik etkiye sahip
olabilecek radikal bir solun yeniden inşa edilmesine dönük olumlu bir adım
olarak görebilir miyiz?
Kanaatimce yeni anarşizm denilen olgu, solcu politik
amaçlara hizmet eden bir şey değil, ayrıca o, solun politik ilkelerini tahrif
etmek suretiyle, onu tehlikeye atıyor. Bu tespitin temel dayanağı, David
Graeber, Marina Sitrin, John Holloway ve James Scott gibi anarşizmin önde gelen
savunucularının eserleri.
Bu isimlerin ortak özelliği, hepsinin de anarşizmi
yaşamsal bir tavır olarak görmeleri. Graeber, Sitrin ve Holloway, antropoloji
eğitimi almışlar. Holloway, sonrasında siyaset bilimi okumuş. Scott,
içlerindeki en ayrıksı kişi. Üçünden farklı olarak o, eylemlerden uzak duruyor.
Diğerleri, Wall Street’i İşgal Et, küreselleşme karşıtı hareket, Zapatist
Hareket ve Arjantin’deki olaylar türünden eylem süreçlerinin içinde yer
almışlar, bu eylemlere destek sunmuşlar. Scott, farklı bir isim. Buna rağmen
onu da tartışmaya dâhil etmek gerekiyor, çünkü onun yayımladığı Anarşizmin
İki Ruh Hâli isimli kitap, diğer üç teorisyenin eserlerindeki anarşizm
anlayışına epey benzeyen bir anlayış üzerine kurulu.
Yeni anarşizmin kendine has dört özelliği var. O,
diğer sol akımlardan, daha da özelde, önceki anarşizm anlayışlarından, bu
özellikler üzerinden ayrışıyor. Bu özelliklerin ilki, yeni anarşizmin politik
eylemin bir biçimi olarak yaşam tarzına ve öznelliğe yaptığı aşırı
vurgu. Bu özellik oldukça önemli, zira o, yeni anarşistlerin dillendirdikleri
tüm iddiaların çıkış aldığı temel önermeyi meydana getiriyor. Yeni anarşizm,
sömürü üzerine kurulu toplumsal ilişkilerin topluma nüfuz edişiyle pek
ilgilenmiyor, ama bireyselliğin doğasına içkin bir özgürlük olduğuna dair fikre
yaslanıyor. Benzer bir yaklaşım, Daniel Guerin gibi ilk dönem anarşistlerin
eserlerinde de karşımıza çıkıyor olsa da bu isimler, bireysel davranışın
bizatihi politik eylemin bir biçimini teşkil ettiğine dair bir iddiada
bulunmuyorlar.
Yeni anarşistler, dile getirdikleri stratejilerin
politik düzlemde etkili ve verimli olduğuna dair iddialarını devlet kontrolü
dışında teşkil ettiklerini düşündükleri cemaat ve toplum örneklerine başvurmak
suretiyle savunmaya çalışıyorlar.[5] Bu da onların karşı argümanları elitist ve
hayata ait deneyimden kopuk olarak görüp çöpe atma imkânı veren bir tür
entelektüelizm karşıtlığını benimsemeye itiyor. Kendilerindeki bu
entelektüelizm karşıtlığını, aydın düşmanlığını bir tür elit karşıtlığı olarak
takdim eden yeni anarşistler, sekter siyasetin ve sağ-sol ayrımının da
elitlerle başladığını, onların geliştiği zemini meydana getirdiğini iddia
ediyorlar. Yeni anarşistler, sağ-sol türünden ayrımları aştıkları
iddiasındalar.
Benim ikinci iddiam şu: yeni anarşizm, politika
karşıtıdır. Yeni anarşistler, kendi politika anlayışlarının yeni olduğunu
söylüyorlar ve ondaki bu yeniliği fazla yüceltiyorlar. İddialarına göre,
politikalarındaki yeniliğin sebebi, onun kurumların değişmesine değil de
kişilerin ve toplumların dönüşümüne odaklanıyor olması. Kurumların
değişemeyeceğini, insanlar farklı yaşam tarzları benimsediğinde sönümlenip yok
olacağını düşünüyorlar.
Bu yaklaşım politika karşıtıdır, çünkü nesnel yapısal
değişimin uygulanması ile ilgili temel politik sorulara sırtını dönmüş bir
öznellik sahasına geri çekilmektedir.
Yeni anarşistler, geleneksel politik kategorilerden
kopup “yeni”yi bir tür erdemmiş gibi yüceltiyorlar. Bu bağlamda, onların sol
üzerindeki etkilerini ele almak, sordukları soruyu incelemek gerekiyor. Zira
yeni anarşizmin politikaya dair yaklaşımları kimi gerici yönler barındırıyor.
Yeni Anarşizmin Kendine Has Özellikleri
Kendi tarihlerini yazarken bile anarşistler, onu tarih
dışına atmak gibi tuhaf bir yeteneğe sahipler. Ellerindeki daha büyük
fırçalarla resim yapan liberaller, muhafazakârlar ve sosyalistler ise bu konuda
daha dikkatliler.
Anarşizmin tarihini kaleme almış bir ismin tespit
ettiği biçimiyle, “anarşizm, genelde Batı’ya ve yakın döneme ait bir olgu
olarak ele alınsa da onun kökleri, Doğu’nun antik medeniyetlerine dek
uzanır.”[6] Meseleye yazarla aynı hassasiyet düzeyiyle yaklaşacak olursak, bu
tespitin doğru olduğunu söyleyebiliriz. Gelgelelim biz, kendi yapıp
ettiklerinin tam anlamıyla bilincinde olan politik bir hareket olarak
anarşizmin ortaya çıkış sürecinin ait olduğu tarihsel ölçeğe odaklanmadığımız
takdirde, sağlam bir tarihsel zemine kavuşamayız.
Anarşizmin tarihi, William Godwin’in yazıları ve
Robert Owen ile Charles Fourier’nin ütopik toplum deneyleriyle başlar. Buna
karşın, baskıcı politik rejimlere doğrudan karşı koyan politik bir hareket
olarak anarşizm, on dokuzuncu yüzyılın ortalarında oluşmuş protest siyasetin
toprağında gelişip serpildi. 1848 devrimleri, demokrasi ve anayasaya düşman
olan politik rejimlere karşıtlık konusunda ortaklaşan liberalleri ve
radikalleri gevşek bağlar dâhilinde bir araya getirdi.[7] On dokuzuncu yüzyılın
sonlarında liberaller, amaçlarına ulaşma konusunda büyük ölçüde başarılı
oldular. Sosyalistlerin güçlü işçi tabanına sahip partiler kurmaya başladıkları
ve kendilerini ana radikal seçenek hâline getirdikleri koşullarda anarşistler,
devlete karşı ayaklanma fikrini esas alan gizli eylemler içerisinde oldular.[8]
On dokuzuncu yüzyıl anarşizminin mirasını devralan
anarko-sendikalizm, yirminci yüzyılın başlarında “işçi hareketinin örgütlülük
düzeyinin düşük olduğu” ülkelerde kimi başarılar elde etti.[9] Birinci Dünya
Savaşı sonrası, 1937 gibi geç bir tarihte sona eren anarko-sendikalizm
hareketini Alman anarşist Rudolf Rocker, sosyalizme ve parlamenter demokrasiye
karşı önerilebilecek canlı ve radikal bir seçenek hâline getirmek için
uğraştı.[10] Yirminci yüzyılın ortalarında Daniel Guerin gibi anarşistler,
anarşizmin politik ideallerini liberter bir çerçevede tanımladılar. Bu
anarşistlere göre, “anarşizm, her şeyden önce içgüdüsel bir isyandı. Anarşistse
isyan hâlindeki insandı.”[11]
Son 150 yıllık kesitte anarşizm, kısmen politik
duruşları ve geliştirdiği stratejiler sebebiyle, anlamını belli ölçüde yitirdi.
Militanlık düzeyi, partilere yönelik reddiyesi ve yaşam tarzına yaptığı vurgu,
anarşizmin geniş kitlelerde politik bir karşılık bulamamasına neden oldu.
Bugünse anarşizm, sol aktivistler arasında yeniden
diriliyor. Ama bu yeniden dirilen anarşizm, farklı bir tür anarşizm.
Eldeki tarihsel birikime rağmen bu yeni anarşistler,
geçmişin öne çıkan anarşist isimleriyle zayıf bir ilişki kuruyorlar. Yeni
anarşistler, yazılarında Proudhon, Kropotkin, Bakunin, Malatesta, Goldman,
Muhsam, Berkman gibi isimlerin çalışmalarından çok az alıntı yapıyorlar. Teorik
öncüllerine bağlı olmamaları, onlara saygı duymuyor oluşları, yeni
anarşistlerin yazılarında hemen dikkat çeken bir husus. Elbette aynı konu
başlıklarını ele alıyorlar ve geçmiş teorik birikimle belirli bağlar
kuruyorlar, ama bugünkü anarşistler, geçmişteki düşünürlerin, bugünkü politik
teoriyi besleyen başarılar ve kazanımlar ile şekillenmiş bir politik gelenek
içerisinde çalışma yürütmediklerini söylüyorlar. Bugünün anarşistleri,
düşüncelerini genelde doksanlarda ve 2000’lerin başlarında açığa çıkmış
küreselleşme karşıtı hareketler bağlamına yerleştiriyorlar.
1999’daki Dünya Ticaret Örgütü protestoları gibi
gelişmelerle birlikte anarşistler, sol politika sahnesine yeniden giriş
yaptılar ve kabul gördüler. Bu dönem, anarşizmin yeni aşamasını ifade ediyor.
Bu anarşizm, kendisini önceki anarşist nesillerin ürettiği teorilerden
uzaklaştırdı.
Graeber, şu ifadesinde derdini gayet iyi anlatıyor
aslında:
“Biz,
teorik külliyattan çok bir tavırdan veya belki de bir inançtan bahsediyoruz.
Belirli tipte toplumsal ilişkileri reddediyoruz, düzgün ve insanî bir toplumun
farklı tipte ilişkiler üzerine kurulabileceğini güvenle dile getiriyoruz ve
bunun yapılabileceğine inanıyoruz.”[12]
Yeni anarşizmi tartışırken ben, Graeber’ı söyledikleri
üzerinden ele alıyorum. Ama gene de yeni anarşizmi neyin ayrıksı kıldığını da
sormadan edemiyorum. Eski anarşizmle yeni anarşizm arasında belirli
süreklilikler söz konusu. Ben de Graeber gibi “teorik külliyat”tan
bahsetmemeyi, günümüzde dillendirilen iddialarla ilgilenmeyi tercih ediyorum.
Kalbin Kanunu
Radikalizm için çıkış noktası olarak öfke hayırlı bir
şeydir, ama asıl mesele, onun sizi nereye götürdüğüdür. Hegel, aklın,
alabildiğine duygusal, öznenin sorumlu olmadığı görüşlerine inatla gerekçe
aramayı reddetme eğilimini “kalbin kanunu” tespiti üzerinden ele alıyordu.
İnsanın kibir bataklığına yuvarlanışına dair kelam eden Hegel, meseleyi şu
şekilde ele alıyordu:
“Bu
sebeple, kalbi insanlığın refahı için atan insandaki kalp çarpıntısı, yerini
aklını yitirmiş ve kendini beğenmekten gayrı bir şey yapmayan insanın saçma
sapan sözlerine, bilincin kendisini yıkıma karşı korumak için geliştirdiği
öfkeye bırakır. Bunun için de bilinç sapmayı, yani bizatihi kendisini devre
dışı bırakır, kendisine bakar ve onu başka bir şeymiş gibi ifade eder.”[13]
“İnsanlığın refahı için endişe duyan” günümüz
anarşistleri, öfkeyi çıkış noktası olarak alırlar ve onu tüm politik
değerlendirmelerinin temeli olarak kullanırlar. Tam da bu sebeple John
Holloway, yola kurumsal dönüşüm meselesinden kopartılmış bir siyaset ve bu
siyasete dair, şiirsel bir “çığlık” tarifi üzerine kurulu şiarı ile koyulur.
Direniş, “çığlık”la başlar. Onun açıklanmaya ihtiyacı yoktur. Onu açıklamaya
veya anlamaya dönük her türden çaba, çığlığın saflığını boğar:
“Toplum
bilimci olunca, anlamanın yolunun nesnelliğin peşine düşmekten, duygularımızı
bir kenara koymaktan geçtiğini öğrendik. Görünüşe göre, çığlığımızı
öğrendiklerimiz kadar onları öğrenme yöntemimiz de boğuyor. Elimizdeki
silâhları tüm düşünsel yapı alıyor.”[14]
Bu bağlamda, politikayla kurulan ilişki, bireyleri
adaletsizliklere karşı hassas kılan soyut saflık anlayışına bağlanmalı. Bu
duygudan kopulduğunda, politikayla kurulan ilişkinin rasyonalize etme
pratiğince lekeleneceği bilinmeli. Bu sebeple, politika öznel duygularla yola
koyulmalı ve o zeminden hiç ayrılmamalı.
Peki bu “çığlık”, fiiliyatta ortaya konulan politik
eylemlilik için ne anlam ifade ediyor? Bu noktada akla Wall Street’i İşgal Et
eylemleri esnasında çalınan davullara yönelik şu savunma gelsin:
“Davul
çemberleri, her ne kadar çalınan şey dinlensin diye varsa da onların varlığı,
ritmin devinimsel, kesintisiz, sürekli ve yüksek sesli, bedenle kendisini
ortaya konulan tezahürüne bağlıdır. Bu başkalarına ait olan deneyim, kesintisiz
hareket, ses ve ritmin genele yayıldığı gerçeklik içerisinde hareket eder.
İşgalin özünü, otoritenin herhangi bir insanın hayata canlılık katma pratiğini
ezmediği müşterek alanda varolma hâli teşkil ettiği sürece, insanlararası
uzlaşma ve çalınan davullar, insanların birbirlerini anlayamadığı durumu
ortadan kaldırırlar. Artık insanlar, bir şekilde birbirine benzer ve
birbirlerini birlikte çıldırtırlar.”[15]
Politika, “çığlık”la başlar ve insanın “hayata
canlılık katan ifadelerini” idrak eder. Sahiciliği teorizasyon boğacaktır.
Hatta konuşmanın kendisi, davul ile ortaya konulan ifadedeki sahiciliği
boğacaktır. Ne kadar şahsi olursa olsun, tüm duygular ve ifade biçimleri
politiktir.[16]
Yeni anarşizm, yapılandırılmış bir politik programı
dayatma ihtiyacı duymayan politikayla ilişki biçimini sürdürme aracı olarak
duyguya ve kişinin kendisini ifade ettiği kanallara tabidir. Ona göre, politik
eylemin özel amaçlara ihtiyacı yoktur: “Hareketler kurumsallaşma konusunda,
detaylandırılmış bir öneriye sahip değildirler.”[17] Hareket, meşruiyetini
hoşnutsuzluğu birbirinden farklı biçimlerde ortaya koyan pratikleri uzlaştırma
becerisine borçludur. Hareket, amaçlara ihtiyaç duymasa da hareketin doğrudanlığı,
demokratik eylemin hakiki özü olarak görülür. Eylemcilerin benimsediği
“uzlaşma” ve “yatay” karar alma stratejilerinin özünde bu anlayış durur. Bugün
politik karar alma süreçlerinde bir tür strateji olarak kullanılan yataycılık
anlayışı, köken itibarıyla 2000’lerin başında Arjantin’de yaşanan ekonomik
krize cevap olarak ortaya çıkan radikal toplumsal hareketlere dayanır.
Sitrin’in de ifade ettiği biçimiyle:
“Yataycılık,
insanlar sorunlara sebep olan kurumlara yüzlerini dönmeden, onları çözmeye
başladıkları vakit gündeme gelmektedir.”[18]
Karar alma süreçlerinde hiyerarşik pratiklere karşı
çıkan yataycılık, politik elitlere bel bağlamadan, topluluğun karar aldığı
tarza atıfta bulunur. Bu tarza parlamento veya kongre temelli temsiliyet
ilişkilerini esas alan fikre yönelik itiraz eşlik eder. Bu türden işbirliğine
ve elbirliğine dayalı karar alma pratikleri, temsili demokrasiyi baypas edip
doğrudan demokrasiyi devreye sokar. Burada eski politika yapma tarzından kopuş
söz konusudur. İlgili yaklaşım, politika yapma konusunda “yeni” görüşler ortaya
koyduğu iddiasındadır. Bu “yeni” politika yapma tarzının özü, yeni anarşistler
için önemli değildir. Onlar için önemli olan, politik düzenin geleneksel
biçimlerinin reddedilmesi ve bu tarzın tümüyle yeni olmasıdır. Sitrin’in
Holloway’dan aktardığı cümlede dile getirildiği biçimiyle, bu tarz, “çığlığın”
somut bir ifadesidir.
Yataycılık, dolaysız ve aracısız politik pratik için
gerekli zemini teşkil etmek demektir. Tam da bu sebeple, yataycılık fikrini
savunanlar, bir de “doğrudan eylem”in önemi üzerinde dururlar.[19] Graeber’ın
izahatına göre:
“Doğrudan
eylemci, devlet yokmuş gibi hareket eder, kendisini durdurmak için silâhlı
adamlarını gönderme kararını devletin temsilcilerine bırakır.”[20]
Dolayısıyla mesele, aslında doğrudan eylemin bir
politik eylem biçimi değil, yaşamsal tavır ortaya koyma meselesidir. İster
yataycılıktan, ister doğrudan eylemden, isterse Hakim Bey’in kullandığı
biçimiyle, “geçici özerk bölge”den[21] dem vurulsun, tüm bunlar, aslında devlet
yokmuş gibi yaşamayı ve bir şeyleri değiştirmek için ortaya konulan eyleme bir
tür canlı ifade kazandırmayı esas alan yaklaşımlardır. Holloway’in de dediği
gibi, bu yaklaşımların politik amacı, dünyayı iktidarı almadan değiştirmektir.
Bu tür görüşleri savunanlarda politika, kişisel tavır
koyma tarzı hâline gelir ve değişimin bu tavrın sonucunda yaşanacağı iddia
edilir. Neticede bu tavır, mevcut düzende çatlaklar meydana getirir. Bireylerin
veya küçük grupların yaptığı bu türden eylemler, nadiren büyük ölçekli bir
hareketin parçası olarak cereyan ederler. Çünkü bu pratikler, öncelikle makro
düzeyde sonuçlara yol açabilecek mikro düzeyde ortaya konulurlar:
“Binlerce
kez tekrarlandığında, bu türden itiraz üzerine kurulu küçük eylem, sonuçta
devletin başındakilerin ve generallerin tahayyülündeki planların suya düşmesine
neden olur. […] Mercan familyasına mensup milyonlarca polipin farkında olmadan
bir mercan kayalığı meydana getirmesinde olduğu gibi, binlerce itaatsizlik
eylemi ve kaytarmacı pratik, kendilerine ait ekonomik veya politik bariyerini
örer.”[22]
Tek başına yaşamsal tavırları sayesinde kütlesel ve
kapsamlı bir politik koordinasyona ihtiyaç duymayan birey, bu tavrıyla
doğalında politik kalkışmanın parçası hâline gelir.
Hegel’in “kalbin kanunu” ile ilgili söyledikleri
üzerinden şu tespit yapılabilir: yeni anarşizmin insanın refahına olan ilgisi,
kendini beğenmiş bir öznellik biçimine yol açıyor. Bu yaklaşım, eylemlerin
meşru bir zemini olması, koordineli hâle getirilmesi veya belirli bir amaca
yönlendirilmesi gerekmediğine inanıyor. Oysa aslında meşruluk, koordinasyon ve
amaca yönlendirilmişlik, politik eylemin verimliliğinin ve fayda düzeyinin
ölçülmesini sağlayan dışsal meşruiyet ölçütlerine göre hareket edilmesine neden
oluyor.
Yeni anarşizmin anlayışında politika, salt öznel bir
pratik hâline geliyor. Öznelliği hâlihazırda varolan politik gerçeklerle
uzlaştırma ihtiyacı asla duyulmuyor. Nesnel politik düzeni görmenin onu kabul
etmek anlamına geldiği varsayılıyor. Nesnel dönüşümün içsel dönüşüme, derinden
öznellik alanına geri çekilmeye bağlı olduğu düşünülüyor. Baskıcı politik
rejimlere karşı yegâne çözüm yolu olarak içe kaçmak öneriliyor. Bu anlamda yeni
anarşizm, her türden dışsal politik gerçeklikle uğraşmayı redde tabi tutmamızı
istiyor. Peki yeni anarşistler, bu tür bir politikayı nasıl, hangi temelde
savunabiliyorlar? Onlar, savundukları anarşizmin hayatı zenginleştirdiğini
iddia ediyorlar. Bu bağlamda, yeni anarşistlerin dillendirdikleri şey, bir tür
antipolitik nihilizm değil. Gerçekte onlar, politik stratejilerinin verimli ve
etkili olduğuna dair delilleri sunabilecekleri iddiasındalar.
Kendini Beğenmişliğe Karşı Özsevgi
Jean-Jacques Rousseau da İkinci Söylev’inde
bugün günümüz toplumunu ağır bir dille eleştiren yeni anarşistlerin görüşüne
benzer bir görüşü dile getiriyor:
“Bırakalım,
insanlık fazlasıyla hayranlık duyulan bir şey hâline gelsin. Bununla birlikte
insanların çıkarları çatıştıkça ister istemez, bu çatışmaya nispetle,
insanların birbirlerinden nefret ettiklerini, birilerine iş gördürdüklerini,
birbirlerine her türden zararı verebildiklerini görüyoruz.”[23]
Anarşizmi bir tür hayat tarzı olarak görmelerine
rağmen yeni anarşistler, modern toplumda insanın doğal hâline ait özgür
ifadeleri boğduklarına inandıkları kurumları çöpe atıyorlar. Kurumlar, bireyin
kendiliğinden pratiklerini ezmekle kalmıyorlar. Onlar, aynı zamanda
kendiliğindenliği ve insanın kendisini özgürce ifade etme yollarını toplumsal
işbirliği ile mümkün kılan kültürleri de yok ediyorlar.
Bu noktada yeni anarşizmi savunanların teorik
birikimlerinin özel olarak antropoloji üzerine kurulu olduğunu hatırlatmak
gerekiyor. Yeni anarşistler, anarşizmin geçerli bir fikir olduğuna dair
delilleri, devlet otoritesine karşı direnme konusunda az çok başarılı olmuş
toplumlara dair etnografya araştırmalarında buluyorlar.
James Scott, kendisini anarşist kabul eden bir
antropolog, ama onun modern politik bir ülkü olarak anarşizmi savunduğuna pek
şahit olunmamış. Üstelik Scott, devlet eleştirisi konusunda epey ihtiyatlı
davranmış bir isim. Zira Scott, devletin gerekli olduğunu kabul ediyor.[24]
Aynı durum, yürüttükleri etnografi çalışmalarını
günümüzde faal olan hareketlere bağlamaya çalışan Graeber ve Sitrin gibi
isimler için de söz konusu. Kendi araştırmalarından alıntı yaparken bu yeni
anarşistler, özgür bireyselliği besleyen eşitlikçi topluluklarla toplumun
birçok katmana bölündüğü, sınıfsal ayrımların belirgin olduğu, gelişkin
sanayiye ve maliyeye sahip kapitalist ekonomilerin hüküm sürdüğü, daha da
önemlisi, alabildiğine güçlü, merkezi ve bürokratik devletlere sahip modern
toplumları karşı karşıya getiriyorlar.
Yeni anarşistler, Jean-Jacques Rousseau’nun
belirlediği çelişkiden uzak düşmeyen bir çelişki üzerinde duruyorlar.[25]
Rousseau, ekonomik ve politik modernleşme sürecinin gündeme getirdiği
eşitsizliklerle henüz yozlaşmamış olan bireylerin karakteristik davranışının
özsevgi (amour de soi) olduğunu söylüyor. Bireyler, bu bağlamda kendi
çıkarlarını gözetiyorlar ve eşitlerden oluşan küçük cemaatler kuruyorlar.
Toplumsal örgütlenme, daha karmaşık biçimlere kavuştukça özsevgi yerini kendini
beğenmişliğe (amour propre) bırakıyor. Kendini beğenmişlik, esasında
insanların kendilerini başkalarıyla kıyaslamalarına neden oluyor, nihayetinde
de eşitsizliğe ve zulme yol açıyor.
Yeni anarşistler de moderniteyi benzer bir yoldan
ilerlemiş bir süreç olarak değerlendiriyorlar. Modernitenin sonuçlarını
tartışıp, onu ulus-devletin doğuşuyla ilişkilendiren Scott, şu tespiti yapıyor:
“Modern
ve artık hegemonik olan, ulus-devlet adlı politika tarzı, yaygın olan politika
biçimlerinin geliştiği yuvayı dağıttı, bu anlamda, devletsiz olan grupları,
kabileleri, özgür kentleri, kasabaların gevşek bağlarla teşkil ettikleri
konfederasyonları, kaçakların kurdukları, kuşatma altındaki cemaatleri ve
imparatorlukları ezdi. Onların yerini yaygınlık arz eden tek bir şey aldı:
Kuzey Atlantik dünyasına has, on sekizinci yüzyılda belirli düzene
kavuşturulmuş ve evrensellik maskesini yüzüne geçirmiş olan ulus-devlet.”[26]
Devlet cemaatleri, neticede o cemaatler içinde yaşayan
insanları homojenleşmeye zorlayarak, özgür bireyselliği yok eder. Bu da devlet
zulmünün yürüyeceği yolu temizler. Rousseau da benzer bir hikâye anlatır, ama
o, aynı zamanda özsevginin varolamayacağının da farkındadır. Kendini
beğenmişliğin gelişmesi için mevcutta olan sorunlara çözümler bulunmalıdır.
Rousseau, bu çözümü bireyleri eşitsizliğe ve zulme karşı savunabilecek, kamu
yararına ait somut ifadeler olarak hareket edecek politik kurumların gelişmesinde
bulur.
Rousseau’nun özsevginin gelişip serpileceği
cemaatlerin artık ortaya çıkamayacağına dair iddiasına karşılık olarak yeni
anarşistler, özgür, rekabetçi olmayan işbirliği pratiklerine sahne olan
cemaatlerin varolduğunu söylerler.[27] Onlara göre devlet, sadece bireyselliği
yok ettiği için kötü değildir. Devlet kötüdür, çünkü o, sevgi, güven ve
işbirliği üzerine kurulu cemaatleri yok etmektedir. Yataycılığın erdemlerinden
bahseden Sitrin’in değerlendirmesi ise şu yöndedir:
“Bu
yeni toplumun bir temeli de insanın sevip güveneceği mekânların yaratılmasıdır.
Bu güvenin ve sevginin üzerine kurulu olan mekânda yataycı fikre ait aletleri
kullanan ve kendi hayatının baş kahramanı olan yeni insan yaratılmaya
başlanır.”[28]
Kendisini özgürce ifade eden yeni insan, ancak
devletin olmadığı koşullarda ortaya çıkabilir. Esasında işbirliği üzerine
kurulu topluluklar, insanî topumun doğal biçimleridir. Scott’a göre:
“Hiyerarşi
içermeyen ve karşılıklı olan işbirliği, koordinasyon ve eylem biçimleri, birçok
insanın her gün ortaya koyduğu, sıradan deneyimlerdir. […] Başka bir ifadeyle,
anarşist düşüncedeki karşılıklılık anlayışı, her zaman her yerde karşımıza
çıkar.”[29]
Dolayısıyla, üzerinde durulması gereken asıl mesele
şudur: dün olduğu gibi bugün de varolan bu tür toplum biçimleri, toplumsal
örgütlenmenin doğal biçimleridir.
Yaşamsal tavra yönelik vurgularıyla yeni anarşistler,
kurumlara ihtiyaç duymayan, alternatif toplumsal örgütlenme biçimlerine
bakarlar:
“Radikal
entelektüelin en bariz görevlerinden biri de hayatta karşılığı olan
alternatifleri yaratanlara bakmak, onların (hâlihazırda) yaptıklarının en geniş
planda yol açacağı sonuçları anlamaya çalışmak ve bu fikirleri bir tür reçete
değil de birer katkı ve imkân, bir hediye olarak gerisin geri topluma
sunmaktır.”[30]
Yeni anarşizmin en önemli savunucuları antropolog
olduğundan, bu alternatifleri bulma konusunda yüzlerini hemen yürüttükleri
etnografi çalışmalarına çevirmektedirler. Graeber, bu tür alternatifleri
Madagaskar’daki köy topluluklarında bulmaktadır. Onun merak ettiği bir husus
da, dünyanın başka yerlerinde ulusal hükümetlerin kontrolünden kopmuş veya
onlardan uzak tutulmuş, kendi niyetleri ve amaçları doğrultusunda kendi
kendilerini yöneten, buna karşılık, hâlen daha ilgili gerçeği örtbas etmek
adına itaatin dışsal biçimlerini ve simgelerini muhafaza eden yüzlerce, hatta
binlerce benzer topluluğun olup olmadığıdır.[31]
Aynı şekilde, coğrafya sahasında Zomya olarak ifade
edilen Güneydoğu Asya’ya dair incelemesinde Scott da devlet kontrolünden uzak
duran cemaatlerin küresel tarihi üzerine düşünceler ortaya koyar.[32]
Graeber’ın çalışmasında değinilen, Madagaskar’daki Arivonimamo bölgesinde
bulunan köylerde yaşayan topluluklar da Scott’ın Zomya’sı da sanayileşmiş ve
kentleşmiş toplumlarda taklit edilecek şeyler değildirler, buna karşın, her iki
isim de ilham kaynağı olarak bu topluluklara bakar. Buralarda anarşizmin eyleme
dökülmüş hâlini gördüklerine inanan Graeber ve Scott’a göre anarşizm, aslında
bir imkândır.
Yeni anarşistleri iyimserliğe sürükleyen şey, tek
başına modern kurumlardan bağımsız olarak varlıklarını sürdürmeyi bilmiş
toplulukların varolması değildir. Sitrin çalışmasında, yolsuzluk batağında
debelenen hükümetlerin aldıkları tedbirlerle ve Dünya Bankası ile Dünya Ticaret
Örgütü gibi uluslararası ekonomi kurumlarının hazırladığı, borç ödeme
programlarıyla cebelleşen toplulukların mücadele yöntemlerine bakar. Buradan da
Arjantin’de pratiğe dökülen yataycı anlayışı ve gelecekte başka örneklerine
tanık olacağımız, kendi toplumsal ilişkileri dâhilinde geleceği yaratan
hareketleri inceler. Bu anlayışta, geçmiş hareketlerden farklı olarak,
toplumsal değişim, devletin reform yapmasını veya devlet iktidarının alındıktan
sonra bu reformların kurumsal düzeyde yapılmasını talep eden yaklaşımda olduğu
gibi, ileri bir tarihe ötelenmez. Yapılan söyleşilerde de görüldüğü üzere,
otonom hareketlerin önemli bir kısmı, enerjisini bugünde neyi nasıl
örgütleyeceklerini belirleme işine teksif etmektedir.[33]
Sitrin’in iddiasına göre sanayileşmiş toplumlarda bile
bireyler, politik kurumların müdahalelerine karşı koyup kendi varlıklarını
sürdürebilirler. Yeni anarşistlere göre alternatifler, dışarıda bir yerde zaten
mevcuttur. Onların varlığı, tam da o alternatiflerin yaşayabilirliklerinin
ispatıdır.
Gelgelelim anarşist antropologlar, şu hayatî soruyu
sormazlar: Topluluk, bireysel özgürlüğe bağlı kalacak mı yoksa onu ezecek mi?
Bu anarşistler, Ferdinand Tonnies, Emile Durkheim, Weber ve Marx gibi önemli
birçok teorisyenin gözlemlediği, moderniteye ait çelişkileri görmezden
gelmektedirler. Modernite, hem bir yandan insanları bireyciliğin, parçalılığın
ve kuralsızlığın hüküm sürdüğü bir dünyaya sürüklemekte hem de geleneğin
iktidarını sonlandırmaktadır. Bu koşullarda bir insan, ait olduğu topluluğun sınırlarına
tabi olduğu gerçeklikte ne ölçüde özgür bir birey olabilir?
Esasında modern devletin ortaya çıkışının yol açtığı
en önemli sonuçlardan biri de ondaki toplumsal dayanışma inşa etme ve yerelin,
etnisitenin, dinin ve dilin sınırlarını aşan bağlar kurma becerisidir. Modern
devletin sicili başka yönlerden iç karartıcı olabilir, ama o, aynı zamanda
yerelin sınırları ötesinde bir dünya kurmayı bilmiştir.
Öte yandan cemaat, çoğunlukla özgürlüğe modern
devletin başvurduğu önlemlerden daha sert önlemlerle, kullandığı yollardan daha
dolaysız yollarla mani olan, kendine ait hiyerarşileri ve sistemleri bulunan
bir otorite tesis edebilmektedir. Hatta otoriteye mensup, herkesçe kabul gören
isimler olmadan da gelenek, etnisite, din ve dil, kendi otoritesini
dayatabilmektedir. Cemaate olan özlem, kozmopolitizmden kaçmaya ve insanın
kendi türünden olanlarla birlikte olduğu güvenlikli alana kaçıp sığınmaya dönük
gerici arzunun somut bir göstergesidir.
Yeni anarşizmin en çarpıcı özelliklerinden biri de
onun kendisini daha çok, alternatif olduğunu iddia ettiği imkânların varlığına
başvurarak meşrulaştırmasıdır. Onlara göre bu türden cemaatlerin varlığı,
yeniden düzene sokulmuş toplumun varlığının ve doğal olarak hayırlı oluşunun
kanıtıdır. Bu türden empirik olgulara dayanan gözlemler aktarmakla yetinen yeni
anarşistler, alabildiğine karmaşık, toplumsal ve etnik açıdan çeşitlilik arz
eden, katmanlaşmış, eşitsiz ve bölünmüş toplumların yüzleştikleri sorunlara
çözüm bulma konusunda dillendirdikleri alternatif toplulukların etkili
olabileceklerini neden düşündükleriyle ilgili tek bir açıklama bile
sunmamaktadırlar.
Anarşist antropolog, toplumların kendilerini örgütleme
tarzları konusunda normatif yargılarda bulunmamalıdır. Öte yandan, toplumu
düzene sokan benzer yaklaşımların yeni anarşizmin iliklerine işlemiş
ütopyacılığı yok edip etmediği de sorulabilir. Anarşizme göre, bu tür
programların uygulanmasının gerçekçi olup olmadığını sorgulamak da değer
yargılarını aktarmak da insanın kendisini özgürce ifade etme imkânını ortadan
kaldıran burjuva dünya görüşüne teslim olmanın somut bir ifadesidir.
Yeni anarşist, bu türden bir sorguyu aydındaki kibrin
alameti olarak görür. Bu anlamda, yeni anarşizm, sadece modern politik
kurumlardan kopma çağrısı yapan bir siyaset değildir. O, kendi başarısını
gerekçelendirmek isterken zayıf bir zemin üzerinde duran bir siyasettir. Bu
türden bir görüş, sadece siyaseti kişisel tavır meselesine indirgemekle kalmaz,
o, ayrıca günümüzde siyasetin icra edildiği genel bağlamı da reddeder.
Anarşistlerin Pratiğinde Aydın Düşmanlığı
Tarihçi Richard Hofstadter, Amerikan Hayatında
Aydın Düşmanlığı isimli kitabında, Amerikan siyasetinde sıradan insanlarla
bağını kopartmış elitler olarak görülen aydınlara hakaret etme eğiliminin
izlerini sürüyordu:
“Akla
karşı öne sürülen görüşün temelini kurgusal, tümüyle soyut çelişkiler teşkil
ediyor. Akıl, onun bir biçimde sıcak duyguyla uyuşmadığı tespiti üzerinden,
duygunun karşısına çıkartılıyor. Yaygın kanaat uyarınca aklın kolayca tilkiliğe
veya şeytanîliğe dönüşeceği düşünülen saf zekilikten yana olduğuna inanıldığı
için o, karakterin karşısına konuluyor. Teori, pratiğe karşıt bir şey olarak
ele alındığından, ‘saf’ teorik zihne fazla saygı duyulmadığından, akılla
pratiklik karşı karşıya getiriliyor. Aklın karşı karşıya getirildiği diğer bir
başlık da demokrasi. Çünkü aklın eşitlikçiliği küçümseyen, bir ayrıştırma
biçimi olduğu düşünülüyor.”[1]
Hofstadter’a göre, gerici ve popülist politik
programlar, amaçlarına ulaşmak adına bu söylem düzeyinde başvurulan taktikleri
ustalıkla devreye sokuyorlardı.
Yeni anarşistler de aydınları yermekten geri
durmuyorlar. Onlara göre bir olguyu anlama ve değerlendirme çabası,
tutkulardaki bütünlüğe halel getiriyor:
“Akademik
söylem, çığlığa alan açmıyor. Hatta daha fazlası var: akademik çalışmalar,
çığlığımızı ifade etmemizi güçleştiren bir dili ve düşünme tarzını
üretiyorlar.”[2]
Yeni anarşizm, kendisini sosyal bilim temelli izahata
yaslayamaz. Onun kategorileri, kelimelerle ifade edilemez. Örneğin
protestolarda kukla kullanımı ile ilgili açıklaması dâhilinde Graeber bize
şunları söylüyor:
“Nihayetinde
burada kutsal olan şey, yaratıcılığın ve hayal gücünün o saf kudreti, daha net
bir ifadeyle, hayal gücünü gerçeğe taşıma kudreti.”[3]
Bu tür eylemleri anlama çabası, onlardaki hakikilikten
kopmayı beraberinde getiriyor. Hayal gücü de yaratıcılık da kendi “kudret”ine
sahip, burada mesele, o kudreti eylem hâlindeyken gözlemleyebilmek.
Aydın, yeni anarşistlerin yürüttükleri çalışmalar için
bir tehdit. Sosyal bilimler temelli veya normatif sorular sormak, sadece yeni
anarşistlerin çalışmalarına bir sır gibi kapladıkları efsanenin çatlamasına
katkıda bulunur. Dolayısıyla aydının soğuk, duygusuz ve kayıtsız biri olarak
tasvir edilmesi gerekir.[4] Yeni anarşistlerin tüm argümanlarında olduğu gibi
bu tespitte de bir haklılık payı vardır. Nesnellik iddialarını sorgulamak için
her zaman sağlam bir zemin bulunabilir.
Max Weber, “rasyonalitenin demir kafesi”nin sonuçları
konusunda yaptığı uyarılar haklı uyarılardı. Fakat burada sorun, yeni
anarşistlerin belirli bir iddianın savunulur olup olmadığına yönelik herhangi
bir itirazda bulunmak veya ona karşı koymak yerine, sosyal bilimler denilen
disiplini tümden çöpe atmaları.
Scott, tam da bu yaklaşım üzerinden, “elit olmayan
insanların failliğine yönelik temel saygıya sadece devletler değil, sosyal
bilimlere ait uygulamalar da ihanet etmiştir” diyor. Bu yaklaşım, ayrıca sosyal
bilimcilerin devletle ve otoriteyle suç ortaklığı yaptığına inanıyor, çünkü
sosyal bilimlerin mevcut pratiğinin “hem devletin rutinleriyle hem de sol
otoritenin elit olmayan halkı ve ‘kitleler’i sosyoekonomik özelliklerine ait
birer rakam olarak gördüğünü, alınan kalorilerin, nakit paranın, tüketim alışkanlıklarının,
çalışma rutinlerinin ve geçmişteki oy kullanma davranışlarının vektör toplamı
olarak ele alındığını, ihtiyaçları ve dünya görüşlerini bu rakamlar uyarınca
değerlendirdiğini düşünüyor.”[5] Bu anlayışa göre sosyal bilimler, sadece
homojenleştirme süreçlerine hizmet ediyor ve “ayaktakımı”nı her daim hor
görüyor. Sosyal bilimler, bir tür baskı pratiği olarak icra ediliyor.
Holloway’in Foucault’yu anımsatan açıklamasında dile getirdiği biçimiyle,
“Tanım yapmak, boyun eğdirmektir. Bir özne, ancak ona boyun eğdirdiğiniz vakit
tanımlanabilir.”[6]
Yeni anarşistlerin ağzından düşürmediği insandaki
kendiliğindenlik ve fetiş hâline getirdiği alternatif imkânlar, ancak sosyal
bilimcilerce, genel anlamda aydınlarca eleştirilmediği takdirde, sonuç
üretecektir. Yeni anarşistler, sanki doğası gereği elitist oldukları
gerekçesiyle hor gördükleri aydınlar böyle olmasalar, kendilerini ve
iddialarını incelemeye ve değerlendirme pratiğine açık hâline getireceklermiş
gibi konuşuyorlar. Oysa böylesi bir durum, kendi akademik çalışmalarında bu
türden tartışmalar içine girmiş olan Scott için bile geçerli değil. Daha önce
de dile getirdiğim üzere, Scott, Graeber ve Sitrin’in mensup olduğu anarşist
aktivizm alanında durmuyor.
Graeber ve Sitrin’in kaleme aldıkları etnografi
çalışmalarındaki üslupçuluğun en çarpıcı özelliklerinden birisi de bu
çalışmaların büyük ölçüde günlüklerde gördüğümüz kayıtların ve gündelik
olaylara dair notların eşlik ettiği, sayfalar dolusu söyleşilerden oluşuyor
olmasıdır. Burada bir yönteme rastlanmaz. Ne Graeber’ın Doğrudan Eylem: Bir
Etnografya Metni isimli kitabı ne de Sitrin’in Yataycılık: Arjantin’de
Halk İktidarının Sesleri kitabı, söyleşi yaptığı kişileri nasıl seçtiğine
dair bir izahatı içermektedir. Aynı durum, Wall Street’i İşgal Et eylemlerine
katılanlarla yapılan söyleşilerin derlendiği çalışmalar için de söz konusudur.
Ele aldıkları olgular konusunda okura belirli bir
görüş kazandıramadıkları için bu türden yaklaşımların sorumsuz oldukları
sonucuna ulaşabiliriz. Ama aynı zamanda bu yaklaşımlar, Hofstadter’in Amerikan
siyasetini sürekli yoldan çıkarttığını söylediği popülizme sempatiyle
yaklaştıkları için de tehlikelidirler. Burada politik olguları anlama çabası,
anekdotlarla sınırlı tutulur. Duygulardaki hakikilik bir kez daha imtiyazlı bir
mertebeye yükseltilir, ama bu sefer olan, analiz pratiğine olur.
Graeber ve Sitrin, zaten konuştukları kişilerin ne
söylemek zorunda olduklarını bilmektedir. Buna karşılık bu iki ismin olayların
haberini yapan muhabirler olarak pek güvenilemeyecek kişiler olduklarını görmek
gerekmektedir, zira ikisi de tarif ettikleri hareketleri hem gözlemlemekte hem
de onlara katılım göstermektedir. Bu hareketlere yönelik savunularını teorik
iddialar temelinde ortaya koymuş olsalardı, sorun olmazdı. Ama iki isim de
kendi politikalarını empirik temelde, yani bu hareketler ve onların pratikte
yürüttükleri örgütsel çalışma zemininde savunmaktadır. Dolayısıyla elimizde
sadece Sitrin ile Graeber’ın o politikaya dair ifadeleri kalmaktadır.
Ne Sağ Ne Sol
Yeni anarşistler, solun diğer akımları gibi günümüze
ait sorunların birçoğuna karşılık verme eğilimi içerisinde olsalar da bu
geleneğe mensup kişiler, genelde kendilerini solcu ya da sağcı olarak
tanımlamaktan uzak duruyorlar. Sağ-sol ayrımını aşma iddialarının yol açtığı
sonuçları tartışan Norberto Bobbio’nun tespitine göre, “Politik tartışmalarda
herkesi kucaklayan ortayolcu tutum, genelde üçüncü yol, başka bir ifadeyle,
sağın ve solun siyasetini aşan başka bir şey olarak takdim ediliyor. […]
Teoride iki uç arasındaki uzlaşma olduğunu iddia etmese de bu tutumun
sahipleri, her iki ucu da aştıklarını, dolayısıyla onları hem kabul edip hem de
geride bıraktıklarını söylüyorlar.”[7]
Yeni anarşistlere göre, eleştirinin meselesi belirli
bir politik ideolojiye karşı olmak değildir. Yeni anarşistler, başka
alternatifler adına ideolojiyi “aşmaya” çalışırlar. Onların asıl düşmanları
ekonomi, devlet, temsili hükümet gibi kurumlardır. Neoliberalizme pek atıfta
bulunmayan anarşistlerin çok küçük bir kısmı politik ideolojilerden ve onların
kurumların biçimlenmesindeki etkilerinden dem vururlar. Kullandıkları dil, esas
olarak popülist ve “herkesi kucaklayan ortayolcu” bir dildir.
Yeni anarşizm, demokrasinin hakiki bir biçimini üretme
meselesine odaklanır. Onun müntesiplerine göre hakiki demokrasi, doğrudan
katılım esası üzerine kuruludur. Devlet ve temsili demokrasi, bu tür bir
demokrasinin önünde duran engellerdir. Wall Street’i İşgal Et hareketi,
Meksika’daki Zapatistler veya Arjantin’deki meclisler, hakiki demokrasi
biçimleridir:
“Bu
eylemler, ister bayramlardaki kukla gösterileri, ister arkadaşlık grupları,
ister halkalar şeklinde örgütlensin, gerçek manada demokrat bir dünyanın neye
benzeyeceğini ortaya koyarlar. Lidersiz olan bu tür çalışmalar, mutabakat esası
üzerine kurulu doğrudan demokrasi ilkesini temel alırlar.”[8]
Mutabakatın tesisine yapılan vurgu, bu tür yapıların
ideolojik farklıkları aşmaya, dolayısıyla, bu farklılıkları geçersiz kılmaya
çalıştıklarının bir delili aslında.[9]
“Mutabakatın
tesisi, temelden farklı bakış açılarını yeterince idrak edebilmek için onları
dinleme becerisine ve muhatap aldığı insanları belirli bir kişinin görüşüne
tümüyle örgütlemeye çalışmadan, pragmatizm temelinde, ortak bir zemin bulmaya
dönük bir gayrete ihtiyaç duyuyor.”[10]
Yeni anarşizm, esasen solcu olsa da o, politik
farklılıkları gerçekte önemli görmüyor. Aydınların yürüttüğü sosyal bilim ve
analiz çalışmalarının doğası gereği elitist olduğunu, iktidara suç ortaklığı
yaptığını düşünen yeni anarşizm, politik ideolojilerin de bölücü olan elitlerce
imal edildiklerini düşünüyor.
Pratikte yeni anarşizm, kendisini politik
farklılıkları aşmış bir görüş olarak takdim ediyor. Bu husus önemli, zira
ilgili yaklaşım, daha önce ele aldığım diğer üç özelliğini tamamlıyor. Yeni
anarşizm için önemli olan, bireylerin duyguları ve tepkileri. Bu hâliyle
bireyin duygu ve tepkilerine eşit söz hakkı verilmeli, bireylerin görüşlerinin
aynı ölçüde önemli oldukları kabul edilmeli. Bireylerin gerçek doğasında
işbirliği kurmak var, dolayısıyla, politik ayrımların bir önemi yok. Politik
ayrımlar, akademisyenlerin icat ettiği bir şey olduğu için, bu ayrımlardan
istifade etmek de bir tür teslimiyet biçimidir. Genel kabule göre tüm bireyler,
doğrudan demokrasinin belirli biçimiyle ortaklaşma ve o biçime birlikte
bağlanma eğilimine sahiptirler. Tıpkı devlet, ekonomi, temsili demokrasi ve
akademi gibi politik ayrımlar da sadece dolaysız işbirliği temelli demokrasiyle
kurulacak bağların kopmasına katkıda bulunurlar. Sosyal yardımlardan yana duran
liberallerden komünistlere dek uzanan sol akımlar, hiyerarşik ve bürokratik
toplumun inşa sürecine katılmak suretiyle, doğrudan demokrasiyi birlikte
boğarlar:
“Yirminci
yüzyılın başlarında kafası çalışan reformist ilerici Amerikalılar ve tuhaf bir
biçimde Lenin, nesnel bilimsel bilginin ‘eşyanın idaresi’nin, en geniş manada
siyasetin yerini almasını sağlayacağına inandı.”[11]
Teknokratik toplum eleştirisi konusunda doğru şeyler
söylese de bu görüş, teknokratik siyaseti kimlerin yönetim kademesinde olduğunu
sormadan ele aldığında, aşırı basit bir görüş hâline geliyor. Zira sağcı
teknokrasiyle solcu teknokrasi farklı şeyler. İkisinin yurttaşların hayatını
etkileyen farklı gündemleri ve politikaları var. Yeni anarşizm, işte bu
farklılıkların üzerini örtüyor.
Politik ideolojilerin yönettiği her türden politik
kuruma karşı çıkan yeni anarşistler, kendilerini sağ ve solun ötesinde
görüyorlar. Bu anlamda, faşizm tarihçisi Zeev Sternhell’in ifadesiyle, “ne sağ
ne sol”[12] olan bir konumu benimsiyorlar.
Siyaset teorisi alanında etkili olan çalışmasıyla
Noberto Bobbio, sağ-sol türü ayrımların gerçek dünyada sahip oldukları
anlamları sebebiyle önemli olduğunu söylüyor. Yeni anarşistlerse bu türden
ayrımların elitlerin icadı olduklarını söylüyorlar. Örneğin “üniversite
liberallerin kilisesidir, burada felsefeciler ve ‘radikal’ sosyal teoriciler
ilahiyatçıların yerini alır”[13] diyen Graeber da benzer bir yaklaşım
içerisindedir.
Yeni anarşistlere göre elitlerin gerçekle bağı yoktur
ve sadece kendi çıkarlarına hizmet ederler. Kimlerden oluştuğu bilinmeyen
Fransız radikal örgüt Görünmez Komite, benzer bir kanaldan, şunları
söylemektedir:
“Politik
temsil alanına açılan kapı kapanmak üzere. Solda da sağda da birileri, aynı
anlamsızlıkla, imparator veya kurtarıcı pozu kesiyor, iki kesimde de dilini en
son anketlerin elde ettikleri bulgulara göre ayarlayan aynı satış asistanları
konuşuyor.”[14]
Yeni anarşizme göre, tarikata dönüşmüş olan partiler,
işbirliğine dayalı yeni toplum biçiminin yaratılma ihtimalini ortadan
kaldırıyorlar. Farklı Marksist akımlardan bahseden Graeber, şunları söylüyor:
“Hepsinde
de aynı tarikat alışkanlıklarını görüyoruz: başkalarını her biri bir tür
ideolojik hatayı temsil eden kategoriler kümesine bağlayabilmek adına, onları
karikatür birer düşman derekesine düşürüyorlar. Ufacık farklılıklara ahlaki
açıdan büyük ayrımlar olarak muamele ediyorlar.”[15]
Politik teorik konumlar, yeni anarşistlerin tahayyül
ettiği demokrasi türüne düşman, çünkü demokrasi, rakip ideolojiler arasında
yaşanan çatışmayla değil, mutabakat yoluyla inşa edilen birlikle alakalı bir
şey.
Yeni anarşistler, yazılarında üniversitede çalışmayan,
politik veya ekonomik güce sahip olmayan insanların ideolojilerle bir
alakasının olmadığını iddia ediyorlar. Aralarında ne tür farklılıklar olursa
olsun, bunların mutabakatın tesis edilmesiyle aşılabileceğini söylüyorlar.
İdeolojik farklılıkların önemli olmaktan çıkmasının sebebini meydana gelen
politik ve toplumsal kopuşta buluyorlar.
Graeber ve Sitrin’in sürekli atıfta bulunduğu
hareketlerin varlığı, onlara göre, yeni bir birey türünü meydana getiren yeni
bir siyaset biçiminin öne çıkışının bir delili. Üstelik bu yeni anarşist
yazarlar, söz konusu bireyin uzun bir geçmişinin olduğunu iddia ediyorlar.
Graeber, bu noktada Madagaskar’daki topluluklara işaret ederken, Sitrin ve
Dario Azzelini ise “yeni pratiklerin bilhassa Latin Amerika’da uzun bir
geçmişleri olduğunu”[16] söylüyor. Bu yazarlar, ilgili hareketlerin ve
pratiklerin bugün dünyaya yayılma imkânı bulması sebebiyle “yeni”ymiş gibi
göründüğünden bahsediyorlar. Artık “yeni” olanın küresel bir olgu hâline
geldiği üzerinde duruyorlar.
Yeni anarşistlerin bahsini ettikleri “yeni” siyaset
türü ise içerikle değil, tümüyle kişisel tavırla alakalı. Wall Street’i İşgal
Et Hareketi, tam da bu sebeple devlet konusunda herhangi bir politik talep
dillendirmedi. Tam da Zuccotti Parkı’na ve ülkenin başka noktalarına kurulan
çadırların yüzü suyu hürmetine hareket, politik meşruiyet elde edebildi.
“Yeni”, aslında “yeni bir birlikte olma hâli”ni anlatıyordu.[17] Meşruiyetin
kaynağı ise siyaset sahasında kişileri harekete geçiren somut dürtüler değil,
pratiğin ta kendisiydi.
Aslında yeni anarşizm, politik konum almak zorunda
kalmamak için pratiğe ve tavra vurgu yapıyor. Politik konum almak,
destekçilerin kendilerinden uzaklaştıracağı tehlikesini içinde barındırıyor.
Ayrıca yeni anarşistler, politik konumların, arzuların veya amaçların otorite
tesisine yol açacağından korkuyorlar. Dolayısıyla ideolojiler arasındaki
ayrımların önemli olduğu eski siyaset yapma tarzına teslim olmak istemiyorlar.
Jodi Dean, “Wall Street’i İşgal Et hareketinin dile getirdiği ‘Biz %99’uz’
sloganının zenginler haricinde kalan insanları bölen ve zayıflatan,
bireyselleşmiş, kısmileşmiş ve bölünmüş çıkarların çoklu yapısını sildiğini”
söylüyor.[18] Yeni anarşizm, politik çıkarların beslediği ayrımların ötesine
bakıyor. Çıkar çatışmasının temsili demokrasi eliyle imal edildiğini söylüyor.
Yeni anarşistlere göre düşman, yapının kendisidir.
Bölücülüğe sebep olan, yapıdır. Devlete ve sermayeye, ideoloji veya sınıf
temelli politik çıkarların ifadeleri oldukları için değil, bizatihi kendileri
yapı oldukları için karşı çıkılır. Dolayısıyla yapıyı aşan bir şeyler inşa
edilmelidir. Aslında “yenilik” gibi anlamı belirsiz kavramlara yeni
anarşistlerin yüklediği anlam, bu aşma pratiği ile ilgilidir. “Yeni”, elitlerin
temsili demokrasi olarak icra ettikleri eskinin siyaset yapma tarzından kopuşu
ifade eder. Bu kopuş, politik farklılıklardan kurtulma vaadini içerir. Ayrıca
Scott türü yeni anarşistler, devletin bireyleri homojenleştirdiği üzerinde
dururlar. Dolayısıyla “yeni”nin hem örgütsel farklılıkları hem de bireysel ve
kültürel homojenleştirme pratiklerini ortadan kaldırmak gibi bir görevi vardır.
Örgütsel farklılıklar da bireysel-kültürel homojenleştirme pratikleri de
politik yapının yol açtığı sonuçlardır. Her ikisi de temsili demokrasiyle
birlikte ortaya çıkmaktadır. Bu anlamda yeni anarşizm, kendi içinde varolan ve
ideolojiyi aşmış bir geleceğe bakan eğilimlerle de geriye dönüp modern birer
kurum olarak devlet ve temsili demokrasiden uzak duran politik örgütlenme
biçimlerini arayan eğilimlerle de uzlaşamaz. Yeni anarşizm, aynı anda hem
mutabakat hem de tavizsiz bir bireycilikle özgürlük vaadinde bulunur. Bu
çelişkiye karşı sunduğu çözümse kavgalarla tanımlı demokrasiden kurtulmuş yeni
bir toplumu kurmaktır. Eskinin kavgayla tanımlı demokrasisi yerine o,
mutabakat, görüş birliği ve birlik üzerinden tesis edilecek ütopik bir
demokrasi vaadini dillendirir. Bu vaadin yerine getirilebilmesi için politik
dile saf kişisel ifadeleri ve duyguları dile dökme görevi bahşedilir.
Yeni Anarşizmin Antipolitikası
Yeni anarşistler, antipolitik oldukları suçlamasına şu
türden cevaplar vermektedirler:
“Politikaya
ilgisizlikle tanımlı bir ‘antipolitizm’ suçlamasına dayanak oluşturan fikir,
esasında alabildiğine ideolojik bir fikirdir ve neoliberalizmle el ele ilerler.
Bu fikre göre modern demokrasiyle parti gibi yapılandırılmış olgulara dayalı
temsiliyet arasında kopmaz bir bağ vardır. Ne var ki geniş kitlelerin harekete
geçirilebilmiş olması, medya ve araştırmacıların yanıldıklarını ispatlamıştır.
O kitleler, ne apolitik ne de antipolitiktir: onlar, aslında demokrasi karşıtı
bir pratik olarak vücut bulan temsili demokrasi bağlamında ‘politik’ addedilen
şeye karşıdırlar. Tanık olduğumuz kitlesel hareketlilikler demokrasinin
laboratuvarlarıdır.”[19]
Aynı hat üzerinden yeni anarşistler, kendi
siyasetlerinin siyasete yönelik itirazdan kaynak aldığını iddia ediyorlar,
buradan da yeni bir tür siyaseti üretme vaadinde bulunuyorlar. Ne var ki vaat
ettikleri siyaseti, tümüyle kendini eksiksiz ve özgürce ifade etmede somutlaşan
bir öznellik anlayışı üzerine kuruyorlar.
Bir önceki bölümde yeni anarşizmin yöneliminin bu
eksiksiz ve özgürce ifade temeli üzerinden şekillendiğini ortaya koymaya
çalışmıştım. Yeni anarşistler aslında öznelliğe vurgu yaparken, bu tür bir
siyasetin gerçek bir alternatif teşkil ettiğini ispatlama çabası içine
giriyorlar, bu noktada antropolojik örneklere ve anekdotlara dayalı delillere
başvuruyorlar. Gelgelelim öznelliğin özgürleşmesi vaadini yerine getirirken bu
tür alternatifler, somut iddialardan uzak durmak zorunda kalıyorlar. Bu da yeni
anarşizmdeki aydın ve teori karşıtlığını besliyor. Onlara göre aydın,
gerekçeler öne sürmeden alternatifler hayal edebilme yeteneğinden yoksun olduğu
için miyoptur. Gerekçelendirme çabası, düzen dayatan izah etme çabasını talep
ediyor. Aydın, olanla olması gereken arasında ayrım yapmak zorunda. Bu türden
hükümler, aslında aydındaki kibre ait göstergeler. Bu sebeple aydın da devlet
gibi bir yapı ve düzen üzerinden benzer türde bir hâkimiyet tesis ediyor.
Burada ele aldığım yeni anarşistlerin hiçbirisi
böylesi bir mantığa başvurmuyor. Aslında başvursalar, kendi siyaset
anlayışlarını besleyen yapısızlık ilkesine ihanet etmiş olurlar.[20] Fakat
siyasetlerinin özgürleştirici olduğu iddiasını dillendirebilmek adına yeni
anarşistler, neyin özgürleştireceğini söylemek zorunda kalıyorlar. Yeni
anarşistlere göre bu sorunun tek cevabı var, o da öznellik.
Örgütün varolmasının, demokrasinin
gerçekleşebilmesinin ölçütü, siyaset içerisinde öznelliğe alan açabilmektir.
Holloway, konuyla ilgili şu tespiti yapıyor:
“Devrimci
politika (daha doğru bir ifadeyle antipolitika) reddedilendeki tüm o sonsuz
zenginliğin açıktan teyit edilmesidir.”.[21]
Holloway, Graeber, Sitrin ve Scott’a göre, asıl
reddedilen, demokrasinin gerçek biçimi olarak öznenin kendisini ifade etme
becerisidir. Demokrasi, ister davul çemberleri ister sevgi mekânları isterse
“çığlık” üzerinden kendini özgürce ifade etme becerisi olarak alınacak olursa,
o vakit asıl redde tabi tutulanın gerçek demokrasi olduğu görülür.
Mevcut politik ilişkilerin verili gerçeğini kabul eden
her türden siyaset biçimi, alternatifler sunma vaadine ihanet eder. Yeni
anarşist, bu türden gerçeklerle yüzleşmek veya uğraşmak zorunda kalmaz, çünkü
bunu yaptığı takdirde neoliberalizm ideolojisine teslim olacağını bilir.
Politik alternatifler hayal etmedeki asıl amaç, mevcut toplumsal ilişkilerin
önemli olmadığını ortaya koymaktır. Devlet, hukuk ve ekonomi ise ancak yeni
anarşistlerin karşı çıktıkları şeyler hâline geldiği ölçüde önemli hâle geleceklerdir.
Yeni anarşistler, bu tür gerçeklerle yüzleşen soldan, kurumların halkın
yararına hizmet edecek hâle dönüştürülemeyeceğine inanmamaları sebebiyle
ayrışırlar. Yeni anarşistler, bu kurumları reddederler.
Doğru ya da yanlış, ilk anarşist kuşaklar, kurumları
sömürücü eğilimlerden kurtarmak amacıyla insanları politik düzeyde harekete
geçirmek gerektiğine inanırken, yeni anarşistler, bu fikrin karşısına
özgürlüğün burada ve şimdi varolduğu fikriyle çıkıyorlar. Eski anarşistler gibi
yeni anarşistler de “eskinin kabuğu içerisinde yeni bir toplum inşa etmek”
istiyorlar. Onlar, atalarındaki radikalizmi bu ölçüt üzerinden benimsiyorlar.
Yeni anarşistler, iddialarını bir adım öteye taşıyorlar ve doğrudan öznel siyasetini
gündeme getiriyorlar. Onlara göre, “doğrudan eylemin özünü, zalim otoritenin
elindeki yapılarla yüzleşildiği vakit kişinin zaten özgürmüş gibi eyleme
geçmesine dönük ısrar teşkil ediyor. Bu bağlamda devlete saldırmaya, hatta
muhalif bir tavır içerisine girilmesine bile gerek yok. Kişi, elinden
geliyorsa, sanki devlet hiç yokmuş gibi yoluna devam etmeli.”[22] Buradan da
“Özgürlük, insanlar özgürlük varmış gibi hareket etmeye karar verdikleri sürece
vardır” deniliyor.
Yeni anarşizmi temelde antipolitik yapan da öznelliğin
kendisini ifade etme biçimleri üzerinden özgürlüğün hemen şimdi ve burada
varolduğu anlayışı.
Yeni anarşistlerle politik kurumların gerekliliği,
sundukları alternatiflerin hayatta bir karşılığı olup olmadığı veya
siyasetlerinin muhtevası ile ilgili bir tartışma içine girdiğinizde,
çıkınlarındaki cevapları bir bir sıralamaya başlıyorlar ve bu noktada
tartışmanın eksenini kaydırmak adına, ya ancak kendi bağlamı içerisinde anlamlı
olan özel olaylar üzerinden kendilerince deliller getiriyorlar ya da somutla
alakası bulunmayan, tümüyle soyut kategorilere başvuruyorlar. Muhatabınızın
diline doladığı sorular, esasında hâkim güçlerin ideolojilerinin ürettiği
kategorilere teslim olmuş düşünce süreçlerinin tezahürleri olarak
cisimleşiyorlar.
Yeni anarşizm, gizemli ve kaçak güreşen bir dil
kullanıyor. Bu tür bir dille halis olduğuna inandığı devrimci radikalizmi
savunabileceğini düşünüyor.
Aslında yeni anarşiste şu türden sorular sorulması
gerekiyor: “İnsanlar, zaten verili hâlleriyle özgürler mi?” Ayrıca “bahsini
ettiğin özgürlüğün özü tam olarak nedir?”
Yeni anarşizm, tümüyle politik araçla alakalı bir
anlayışa sahip, bu anlamda politik amaç konusunda herhangi bir fikre sahip
değil. Amaçları belirlemek için bir program hazırlamalısınız, hedeflerinizi
belirlemelisiniz, o hedeflerin istenilirlik ve etki düzeyini tespit
etmelisiniz. Ne var ki yeni anarşizm, sırtını tümüyle dünyaya yönelik öznel bir
yaklaşıma yaslıyor. O, amaçlardan çok hayatı özgürleştirecek araçlarla
ilgileniyor.
Politik kurumlar, politik amaçlara ulaşma sürecine
hizmet ediyorlar. Bu amaçlar, muhafazakâr da olabiliyor ilerici de, baskıcı da
olabiliyor özgürleştirici de. Yeni anarşistler, bu gerçeği redde tabi
tutuyorlar. Onlar, radikal itiraz politikası uyarınca hareket ettiklerini
söylüyorlar. Oysa bu tür bir siyaset, ekonomik eşitsizlik veya politik
hâkimiyet gibi sorunlara zerre çözüm sunmuyor.
Yeni anarşizmin politik açıdan giderek güçsüzleşen
solu yeniden diriltmek gibi bir derdi yok. Aslında o, mücadele ediyormuş gibi
yaptığı neoliberalizmin ve onun yol açtığı sorunların somut bir göstergesinden,
semptomundan başka bir şey değil. İnsanın kendi içine çekilmesi veya kendisini
izole bir topluluk içerisine hapsetmesinin özgürleştirici hiçbir tarafı yok.
Yeni anarşistler, aciz olmayı esas alan bir siyaseti
değerli bir şeymiş gibi göstermeye çalışıyorlar. Eşitsizliklerin hiçbir
kısıtlama olmadan hareket eden sermayenin ekonomik talimatlarının siyaseti ele
geçirmesi sebebiyle giderek arttığı bir toplumda yeni anarşistler, insanları bu
gerçekleri görmezden gelmeye teşvik ediyorlar. Yeni anarşizm, bugün kültürümüze
hâkim olan, sel suyu gibi her yanı kaplamış irrasyonalizm ve mistisizm kadar
tehlikeli. O, her yerde karşımıza çıkan kişisel gelişim kitaplarının politikadaki
muadili. Yeni anarşistlerin çalışmaları sürekli neoliberalizm öcüsünden dem
vuruyorlar, ama neoliberalizmin gerçekte ne olduğu veya zulme yol açacak ne tür
faaliyetlerde bulunduğu konusunda tek bir analiz sunmuyorlar. Politik yapılar
ve ekonomik sistemler, kişinin redde tabi tutup etkilerinin dışında bir hayat
sürecekleri şeyler olarak görülemezler.
Yeni anarşizmin antipolitikası, bize kurumların önemli
olmadıklarını, bu kurumların gündelik hayatımız üzerindeki etkilerinin
abartıldığını söylüyor. Ona göre geleneksel politika, “devletin aslında hiç
sahip olmadığı bir hareket serbestiyetine sahip olduğunu söylüyor. Gerçekte
devlet, toplumsal ilişkiler ağında yer alan bir düğümdür, onu bu hâli sınırlar
ve biçimlendirir.”[23] Fakat yeni anarşistler, bu tür iddialarını
temellendirmezler, soyut birer cümle olarak bırakırlar. Böylece eleştiriyi
anlamsızlaştırırlar. Bunun için de somut teorik iddialar dillendirmek yerine,
gözlemlerinden ve derin tefekkür ürünü soyut fikirlerinden bahsedip
dururlar.[24]
Yeni anarşizm, siyasetten çok kendi sırlarını ifşa
etmiş bir dindir. Bu dine sadece politik kurumların önemli olmadığını
düşünenler kabul edilirler. Burada yanılsamalar üzerine kurulu bir siyaset söz
konusudur. Bireyler, kurumlar önemli değilmiş gibi hareket ettikleri sürece
yeni anarşizm de kendisini muzaffer sayar. Yeni anarşist, politik amaçlara
ulaşma konusunda hiçbir zaman başarısızlıkla yüzleşmez, çünkü o, zaten o
amaçlara öncülük ettiği hayat tarzı sayesinde ulaşmıştır. İktidarın
yanılsamadan ibaret olduğunu düşünerek hareket ettiği için ondan etkilenmeyen
yeni anarşist, gerçekte kendisine yönelik zulmün ve baskının ölçüsünü
belirleyecek bir araçtan mahrumdur. Kurumların elindeki gücü görmezden gelen
yeni anarşist, özgürlüğünü değerlendirecek her türden ölçütü ve kırmızıçizgiyi
de siler atar, çünkü o, baskı altında olduğunu hiçbir zaman göremez.
İktidarın varlığını reddederseniz, zulüm ve
adaletsizlikle mücadele için gerekli tüm araçlar da geçerliliğini tümden
yitirir. Politik mücadelede dile getirdiğiniz özgürleştirme vaadi, özgürlüğü
politikadan kopukluk olarak tanımladığınız için tüm meşruiyetini yitirir.
Yeni anarşistlerdeki antipolitizm, kurumların
gerçekliğini göz ardı ettiklerine dair suçlamada dile getirilenden daha derin
köklere sahiptir. Yeni anarşistler, bugün iktidarın bizim üzerimizdeki
etkisinin ortadan kaldırılabileceğine inanırlar. Güç ilişkilerini reddederler,
bu da politikanın reddine yol açar. Buradan da son adım atılır: “İktidarı ve
iktidarı almadan (hatta başka hiçbir şeyi ele geçirmeden) dünyayı değiştirmeyi
düşünmeye başlamak için bizim yapma eylemini düşünmekle işe başlamamız gerekmektedir.”[25]
Üstünlük Yanılgısı, Ayaklanma ve Apolitik Gericiler[26]
Sol, yeni anarşizme ait öğretilerin ve bu
öğretilerdeki temel unsurların solun politika yapma tarzlarına hâkim oluşunu,
ne analize ne de eleştiriye tabi tutuyor. Oysa sol, süreç içerisinde, kendi
anlamlılık düzeyini ve başarı düzeyini hedeflere ulaşma becerisi yerine yaptığı
politik eylemlerin sayısı üzerinden ölçer hâle geldi.
Bugün solun dirildiğine dair kanıt olarak protesto
eylemleri gösteriliyor. Bu eylemlerde ise belirli taleplerin dillendirilmesine,
politikalardan bahsedilmesine veya reformlara yol açacak adımlar atılmasına
ihtiyaç duyulmuyor.
Solun eylemlerinin başarısı, salt o eylemlerde olmak
üzerinden değerlendirmeye tabi tutuluyor. Hatta başarısız politik eylemler için
bile kutlamalar yapılabiliyor. Örneğin kimse, Wall Street’i İşgal Et
eylemlerinin elde ettiği başarı konusunda net bir şey söylemiyor.
İşçi hareketi Wisconsin’de Vali Scott Walker’ın
programına karşı çıkacak bir eylemlilik süreci içine giremedi. Şikago
Öğretmenler Sendikası, Belediye Başkanı Rahm Emmanuel’e karşı koyma konusunda
kısmen daha başarılı olsa da gene de devlet, sendikadan belirli tavizler
kopartmayı bildi. Bu öğretmen sendikasının grevinde taleplerin karşılanmasına
değil, insanları harekete geçirme becerisine odaklanıldı. Bu eylemlerde amaç,
sendikanın zaten sahip olduğu hakları savunmaktı. Öte yandan “çalışma hakkı”na
yönelik saldırılar giderek arttı.
Emeğin maruz kaldığı bu türden saldırılar, esasen
soldaki güçlenmenin değil, zayıflamanın emaresi. Bu tür olaylar, aslında sola
kendisini değerlendirme fırsatı sunuyor. Ama politik gerçeklerle yüzleşmenin
zorunlu olduğunu söyleyen bu olaylar karşısında sol, etkisine ve faydasına
bakmadan, eylem denilen olguya sevdalanıyor. Yeni anarşistlere has siyaset
anlayışı, solun kazanımları ve kayıpları değerlendirme becerisini ortadan
kaldırıyor.
Lidersiz hacker grubu Anonim gibi anarşist örgütler,
bilgisayar çağında özgürlük savaşçıları olarak göklere çıkartılıyorlar:
“Kamusallaşmış
kişiliği kurban edip, liderlerden uzak durarak, bilhassa kendi reklâmını yapma
oyununu oynamayı reddederek Anonim, sahip olduğu gizemi güvence altına alıyor.
Bu, görev ve sorumluluktan kaçan bireyciliği ve bencilliği göklere çıkartan,
her şeyi gözetleyen bir toplumsal düzenin hüküm sürdüğü koşullarda, kendi
içinde radikal bir politik eylem”[27]
Aynı şekilde “Görünmez Komite de insanlardan
görünürlükten uzak durmalarını” istiyor. “Anonimliği bir saldırı mevziine
dönüştürün” diyor.[28] Anonim gibi isimsiz-adressiz faillerin gizli siyaseti
solda romantize ediliyor. Ne var ki gidişatı halkın yararı adına değiştirmeyi
öngören radikallerin siyaseti bu olamaz. Burada esas olarak yeraltı
örgütlerinin siyasetine geri dönüş söz konusu. Geçmişin birçok önde gelen
anarşist teorisyeni de dâhil radikal solun demokrasinin geliştirilmesi davasına
bağlılığıyla bu siyasetin bir alakası var mı?
Yeni anarşistler, anarşizmin “teorik bir külliyat”
olduğu fikrine karşı çıkıyorlar. Oysa on dokuzuncu yüzyılın sonlarında
harekete, devrimci kalkışma taktiğini benimseyen anarşist gruplar içindeki kimi
akımlar damgasını vuruyor. Bu açıdan Anonim’in ve Görünmez Komite’nin kaleme
aldığı bildirgeler politik sahada bir yerleri tehdit etmekten çok uzaklar ve
maskaralıktan başka bir şey değiller.
Bugün radikal politika, adaletin tesisi için verilen
bir mücadele olmaktan çıkıyor, yerini otoritenin altını oymayı amaçlayan bir
oyuna bırakıyor.
Yeni anarşizm, solun siyaset yapma konusunda
başvurduğu asli dil değil elbette, ama gene de yeni anarşizmin özgürlüğün
ifadesi olarak kişisel tavra vurgu yapan yaklaşımının solda tehlikeli sonuçlara
yol açtığı görülmeli. En geniş manada sol, bu duruşu benimsiyor, buradan da
hedeflere ulaşmak için gerekli her türden pratik araca sırtını dönüyor,
böylelikle kendi siyasi pratiğini sakatlıyor. Hedefleri olmadığında sol, kendi
gücünün veya başarısının düzeyini de belirleyemiyor. Kişinin kendisini öznel
düzeyde özgür hissetme düzeyi, solun tek ölçütü hâline geliyor. Özgürlük, bir
tür hedef olmaktan çıkıyor. Öznenin özgür olup olmadığını sadece o
belirleyebiliyor.
Yeni anarşizm, sadece teoride sorunlu değil. Politik
pratik için de ölümcül sonuçlara yol açabiliyor. Politik değişimin
gerçekleşmesini sağlayan tarihsel araçlar, özellikle inşa edilen hareketler ve
oluşturulan partiler, hiyerarşik yapıları sebebiyle çöpe atılıyorlar. Siyaset
veya yasamadaki değişimler bağlamında elde edilen somut kazanımlar radikal
olmayan reformizm örnekleri olarak görülüyor, böylelikle tarihsel önemlerini
yitiriyor. Partilerin faydası olmadığına hükmediliyor, çünkü partiler, tümüyle öznel
ölçütlere göre değerlendiriliyorlar. Bu tür bir siyaset anlayışı, ancak solun
geçmişte ortaya çıkıp gelişmesin diye mücadele ettiği politikalara alan açıyor.
Nihayetinde yeni anarşizm, tam da karşı çıktığını
iddia ettiği siyasete destek sunuyor. Onun öznelliğe ve topluluğa yönelik
vurgusu, yüz elli yıl boyunca hem sola hem de sağa hâkim olmuş gerici
antimodernizmin güncel tezahürü. Öznelliğe yönelik vurgusu irrasyonalizmi
besliyor, popülizmi, mistisizmi ve vitalizmi güçlendiriyor. Politikadan kaçıp
öznelliğe sığınmaksa yeni anarşizmi karşı kutba savurup atıyor. Mutabakat
inşasından dem vuran yeni anarşizmin bu vurgusu, politik eylemsizliğe ya da
farklı görüşleri savunmaktan aciz, özgürlükçü olmayan politik katılım
anlayışına yol açıyor.
Yeni anarşizm, otoritenin meşru ve gayrimeşru uygulama
biçimleri arasında ayrım yapmıyor. Bu hâliyle yeni anarşizm, komplocu bir
zihniyete teslim oluyor. Ara politik kurumlara yönelik reddiyesi, politik
kontrole aracılık edecek kurumların ortadan kaldırılmasına yol açıyor.
Yeni anarşistler ve solda yer alan diğer aşırı uçtaki
unsurlar, kurumların baskı ve hâkimiyet için birer araç olarak
kullanıldıklarına dair sayısız örnek sıralıyorlar. Bu konuda haklılar. Ama bunu
yaparken önemli olan ve olmayan meseleleri birbirine kasten karıştırıyorlar.
Mesele, onların belirledikleri sorunların olup olmaması değil, ciddiyet arz
eden tehlikelere yönelik olarak sundukları çözümler. Simone Weil’ı eleştiren
yazısında Daniel Bensaid, yeni anarşistlerin savundukları, siyasetten kopuk
olmayı savunan görüşleri konusunda bir ikazda bulunuyor:
“Budünyada
siyaseti tüm kirli, belirsiz yanlarıyla, değişkenlik arz eden kanaatleriyle
birlikte reddedenler, kaçınılmaz olarak, kendine has inayet anlayışıyla,
mucizeleriyle, vahiyleriyle, tövbe etme hâlleriyle ve affetme durumlarıyla bir
tür ilahiyata yol açıyorlar. Hayal âleminde siyasetten ve ondaki çıkarcılıktan
kaçanlar, güçsüzlüğü daimi kılıyorlar. Pratik hayatın koşullara bağlı oluşuyla
koşullardan azade ilkeler arasındaki çelişkilerin ağırlığından kurtulmuş gibi
yapmak yerine siyaset, o çelişki dâhilinde bir pozisyon almak ve çelişkinin
kendisini toprağa gömmeden, onu aşmak için çalışma yürütmek demektir. Politik
partilerin aracılığından kurtulunca elinizde ‘partisizlik’ denilen tek parti,
hatta tek devlet kalır.”[29]
Yeni anarşizmin “budünyada siyasete yönelik itirazı”,
gerici anlamlar ihtiva etmektedir. Özgürlüğün hemen şimdi ve burada olduğuna
dair ısrarı, politik güçsüzlüğün somut bir ifadesidir. Sol şiddete yönelik
savunular arttıkça bu politik güçsüzlük hâli, daha da rahatsız edici ve endişe
verici bir boyuta ulaşmaktadır.[30]
Sol, siyaset alanında kendi durumunun kötüleştiği
süreçle boğuştukça akılsız ve düşüncesiz olmanın ceremesini çekmekle kalmıyor,
ayrıca yürüdüğü yol dâhilinde yeniden anlamlı ve geçerli bir olgu hâline gelme
becerisini de yitiriyor. Bu sorunun çözümü soyut değil, somut ilkelerde
bulunulabilir. Politikadan kopmak değil, gerçek politika sahasında daha aktif
roller üstlenmektir çözüm. Dolayısıyla sol, net ve açık taleplere sahip
hareketler örgütlemek zorunda. Bu yolda, politikaları için gerekli teorik zemini
sağlamak adına, düşünce kuruluşları inşa edebilmeli. Bu anlamda sol, daha az
değil, daha çok aydına ihtiyaç duyuyor. Bunun yanında sol, kendi kitlesine
hesap verebilen politik adaylar belirleyebilmeli, politik partileri için kitle
tabanı inşa edebilmeli. Solun yeni anarşizmin desteklediği hayal âleminde
zaferler peşinde koşma pratiğine teslim olmak yerine, modern siyasetin genel
çerçevesi içerisinde ilerici bir çalışma yürütmesine imkân verecek tedbirleri
bu şekilde sıralamak mümkün. Radikal politikanın işi, hayal gücünün uydurduğu,
gerçekten kopuk bir âleme kaçmak, abartılı bir öznelliğe sığınmak değil,
politik programları gerçeğe dökmektir.
Gregory Smulewicz-Zucker
[Kaynak: Radical Intellectuals and the
Subversion of Progressive Politics, Yayına Hz.: Gregory Smulewicz-Zucker ve
Michael J. Thompson, Palgrave Macmillan, 2015, s. 121-131.]
Dipnotlar:
[1] Eylemler arasında bu türden benzerlikler bulan yazarlardan biri de Hamid
Dabaşi’dir: “Şu hususun üzerinde durmak gerekiyor: Arap ve Müslüman dünyasında
demokrasi redde tabi tutulduysa Avrupa ve Kuzey Amerika’da da demokrasi
içeriksizleştirildi. […] Bu iki gerçek, Tahran’daki Azadi Meydanı’nda,
Kahire’deki Tahrir Meydanı’nda, Madrid’deki Puerto del Sol Meydanı’nda ve
Yunanistan’daki Sintagma Meydanı’nda ve ABD’deki Wall Street’i İşgal Et
eylemlerinde toplaşan insanları bir araya getiriyor.” The Arab Spring: The
End of Postcolonialism (Londra: Zed Books, 2012), s. 144.
[2] Anarşist politik fikirlerin Wall Street’i İşgal Et
hareketi içerisindeki rolüyle ilgili bir tartışma için bkz.: Mark Bray, Translating
Anarchy: The Anarchism of Occupy Wall Street (Winchester, UK: Zero Books,
2013). Ayrıca bkz.: Barbara Epstein, “Occupy Oakland: The Question of Violence”
Socialist Register 2013: The Question of Strategy, Yayına Hz.: Leo
Panitch, Greg Albo ve Vivek Chibber (Pontypool: The Merlin Press, 2012).
[3] Graeber’ın Adbusters dergisinin yaptığı
eylem çağrısı sonrası işgal eylemine katılmasıyla ilgili değerlendirmesi için
bkz.: The Democracy Project: A History, a Crisis, a Movement (New York:
Spiegel & Grau, 2013).
[4] Jodi Dean, “hareketin elde ettiği ilk başarının
anarşizmin politik eyleme yönelik yaklaşımının verimli ve etkili olduğunu
ortaya koyduğunu” söylüyor. “Occupy Wall Street: After the Anarchist Moment” Socialist
Register 2013, s. 52.
[5] Bu türden argümanlar yeni değil. İlk akla Fransız
antropolog Pierre Clastres’nın çalışmaları geliyor. Bilhassa şu çalışması:
“Society against the State”, Society against the State içinde, Çeviri:
Robert Hurley ve Abe Stein (New York: Zone Books, 1989). Dikkatimi bu çalışmaya
çeken Timothy Johnson’a teşekkür ederim.
[6] Peter Marshall, Demanding the Impossible: A
History of Anarchism (Oakland: PM Press, 2010), s. 53.
[7] 1848 devrimlerinde bu grupların çakışan çıkarları
ve aralarındaki ayrışmalarla ilgili bir tartışma için bkz.: Jonathan Sperber,
The European Revolutions, 1848–1851, İkinci Baskı (Cambridge: Cambridge
University Press, 2007). Dönem boyunca ortaya çıkan farklı ideolojilerle ilgili
açıklamalar için bkz.: s. 65–92. Sperber, kitabında oluşan politik kulüplerden
ve bunların garklı grupları nasıl bir araya getirdiğinden bahsediyor (s.
167–177).
[8] Geoff Eley’nin tespitine göre, “1890’larda
anarşistler bugün kitlesel faaliyet biçimi hâlini almış sosyalist partilerin
kitle tabanlarıyla kıyaslanabilecek bir tabana sahip değillerdi.” Forging
Democracy: The History of the Left in Europe, 1850–2000 (Oxford: Oxford
University Press, 2002), s. 97. Mihail Bakunin’in yazılarının yön verdiği,
ayaklanmacı stratejiler üzerinde duran yönelim s. 26’da tartışılıyor.
[9] Marshall, s. 9.
[10] Rudolf Rocker, Anarcho-Syndicalism: Theory and
Practice (Edinburgh: AK Press, 2004).
[11] Daniel Guerin, Anarchism, Çeviri: Mary
Klopper (New York: Monthly Review Press, 1970), s. 13.
[12] David Graeber, “The Twilight of Vanguardism”, Possibilities:
Essays on Hierarchy, Rebellion, and Desire içinde (Oakland: AK Press,
2007), s. 303.
[13] G. W. F. Hegel, Phenomenology of Spirit,
Çeviri: A. V. Miller (Oxford: Oxford University Press, 1977), s. 226.
[14] John Holloway, Change the World without Taking
Power: The Meaning of Revolution Today (Londra: Pluto Press, 2010), s. 3.
[15] Mark Grief, “Drumming in Circles”, Occupy!
Scenes from Occupied America içinde, Yayına Hz.: Astra Taylor, Keith Gessen
ve n+1, Dissent, Triple Canopy ve New Inquiry dergilerinin
editörleri (Londra: Verso, 2011), s. 57.
[16] Anarşistin şahsiyetini tartışırken “içgüdüsel”
meselesiyle ilgili tartışma yürütmüş olmasına rağmen ben Daniel Guerin’i,
politikanın bir biçimi olarak kişinin kendisini ifade etmesi konusunda aynı
ölçüde güçlü iddialarda bulunan bir kişi olarak görmediğimi belirtmeliyim.
[17] Marina Sitrin ve Dario Azzelini, They Can’t
Represent Us! Reinventing Democracy from Greece to Occupy (Londra: Verso,
2014), s. 51.
[18] Marina Sitrin, Horizontalism: Voices of
Popular Power in Argentina, Yayına Hz.: Marina Sitrin (Edinburgh: AK Press,
2006), s. 38.
[19] Bir protesto biçimi olarak doğrudan eylem, bugün
yeni anarşist mahfillerde kullanılan hâlini önceleyen bir tarihe sahiptir.
Bkz.: Barbara Epstein, Political Protest and Cultural Revolution: Nonviolent
Direct Action in the 1970s and 1980s (Berkeley: University of California
Press, 1991).
[20] David Graeber, Direct Action: An Ethnography (Edinburgh:
AK Press, 2009), 203.
[21] Hakim Bey, “geçici özerk bölgeler” derken neyi
kastettiğini söylemez. Gelgelelim, Onun şu sözü, söz konusu bölgelerin devlet
haricinde nasıl işleyeceğini ele alan bir değerlendirme olarak görülebilir:
“Geçici özerk bölgeler, doğrudan devletle boğuşmayan bir ayaklanmaya, belirli
bir alanı (araziyi, zamanı veya hayal gücünü) özgürleştiren, devlet onu
ezmezden önce başka bir yer ve zamanda yeniden oluşturmak üzere onu çözüp
dağıtan gerilla operasyonuna benzer.” T.A.Z.: The Temporary Autonomous Zone (Pacific
Publishing Studio, 2011), s. 70.
[22] James C. Scott, Two Cheers for Anarchism: Six
Easy Pieces on Autonomy, Dignity, and Meaningful Work and Play (Princeton:
Princeton University Press, 2012), s. 7–8.
[23] Jean-Jacques Rousseau, Discourse on the Origin
and Foundations of Inequality among Men or Second Discourse in The Discourses
and Other Early Political Writings, Çeviren ve Yayına Hazırlayan: Victor
Gourevitch (Cambridge: Cambridge University Press, 1997), s. 198.
[24] “Birçok anarşist düşünürden farklı olarak ben,
devletin her yerde olduğuna ve her daim özgürlüğün düşmanı olduğuna
inanmıyorum.” Scott, s. xiii.
[25] Bu benzerliği Scott da kabul ediyor. Bkz.: A.g.e.,
s. 78.
[26] A.g.e., s. 53.
[27] Bu iddia ile Robert Owen’ın 1825’te kurduğu Yeni
Ahenk türünden işbirliği temelli cemaatler inşa etme girişimleri arasındaki
benzerliğe dikkat edilsin.
[28] Sitrin, Horizontalism, s. 18.
[29] Scott, s. xxi.
[30] David Graeber, Fragments of an Anarchist
Anthropology (Şikago: Prickly Paradigm Press, 2004), s. 12.
[31] Graeber, “Provisional Autonomous Zone”, Possibilities
içinde, s. 177.
[32] James C. Scott, The Art of Not Being Governed:
An Anarchist History of Upland Southeast Asia (New Haven: Yale University
Press, 2009), s. 328.
[33] Sitrin, Horizontalism, s. 4.
[34] Richard Hofstadter, Anti-Intellectualism in
American Life (New York: Vintage Books, 1963), s. 45–46.
[35] Holloway, s. 3.
[36] Graeber, On the Phenomenology of Giant Puppets” Possibilities
içinde, s. 385.
[37] Benjamin R. Barber’ın konuyla ilgili ferasetli
değerlendirmesi şu şekilde: “Anarşizm sosyal bilimcilere hiç cazip gelmedi,
çünkü o toplumsal gerçeklerle hiç ilgilenmiyordu. Önemli felsefecilerin
ilgisini hiç çekmemiş olmasının sebebi anarşizmin paradoksla malul olması,
devrim arzusu ile ütopya arzusu arasında salınması idi.” Superman &
Common Men: Freedom, Anarchy, and the Revolution (New York: Praeger
Publishers, 1971), s. 35.
[38] Scott, Two Cheers for Anarchism, s. xxiii.
[39] Holloway, s. 150.
[40] Norberto Bobbio, Left and Right: The
Significance of a Political Distinction, Çeviri: Allan Cameron (Şikago: The
University of Chicago Press, 1996), s. 8.
[41] Graeber, Fragments of an Anarchist
Anthropology, s. 83.
[42] Bu politikaya dair yaklaşım anarşistlere has
değil. Hannah Arendt’in siyaset teorisi de bu türden bir yaklaşımı içeriyor.
Daha fazlası için Michael J. Thompson’ın Arendt eleştirisine bakılabilir:
“Inventing the ‘Political’: Arendt, Antipolitics, and the Deliberative Turn in
Contemporary Political Theory”, Radical Intellectuals and the Subversion of
Progressive Politics içinde, Yayına Hz.: Gregory Smulewicz-Zucker ve
Michael J. Thompson, Palgrave Macmillan, 2015, s. 69-97.
[43] Graeber, The Democracy Project, s.
202–203.
[44] Scott, s. 120.
[45] Burada şu hususun üzerinde durmam gerekiyor:
benim burada derdim, yeni anarşistlerin yeni gelişmekte olan faşistler
olduklarını söylemek değil. Ama gene de sekterizmi aşmaktan söz eden dilin
rahatsız edici sonuçları olacağına inanıyorum. Burada ayrıca Sternhell’in
Fransız faşistlerinde görülen liberalizme, sosyalizme ve parlamenter
demokrasiye yönelik düşmanlığa ayrıca onun duyguya yaptığı vurgu ile aydın
karşıtı eğilimleri ile ilgili değerlendirmesine bakılmalı. Bkz.: Zeev
Sternhell, Neither Right nor Left: Fascist Ideology in France, Çeviri:
David Maisel (Princeton: Princeton University Press, 1986), s. 36.
[46] Graeber, The Democracy Project, s. 120.
[47] The Invisible Committee, The Coming
Insurrection (Los Angeles: Semiotext(e), 2009), s. 23.
[48] Graeber, “Social Theory as Science and Utopia:
Or, Does the Prospect of a General Sociological Theory Still Mean Anything in
an Age of Globalization”, Possibilities içinde, s. 327.
[49] Sitrin ve Azzellini, They Can’t Represent Us!,
s. 14.
[50] Marina Sitrin, “One No, Many Yeses”, Occupy! içinde,
s. 10.
[51] Jodi Dean, “Claiming Division, Naming a Wrong”, A.g.e.,
s. 88.
[52] Sitrin ve Azzellini, s. 6.
[53] Yapısızlığa yönelik anarşist savunu örneklerine
dair bir eleştiri için bkz.: Jo Freeman, “The Tyranny of Structurelessness”,
erişim tarihi: 18 Şubat 2015, Joreen.
[54] Holloway, s. 212.
[55] Graeber, Direct Action, s. 203.
[56] Holloway, s. 13.
[57] James C. Scott da Anarşizmin İki Yönü isimli
çalışmasının genel yapısını bu şekilde niteliyor.
[58] Holloway, s. 27.
[59] Anarşizmin gerici olduğunu söyleyip onu eleştiren
ilk önemli çalışmalardan biri için bkz.: Barber, Superman & Common Men.
Barber’ın eleştirisi, anarşizmin kapsamlı tarihini içeriyor. Ayrıca 1971’de
yazdığı kitabında anarşizmin öldüğünü gönül rahatlığıyla ilân edebiliyor.
[60] Gabriella Coleman, Hacker, Hoaxer,
Whistleblower, Spy: The Many Faces of Anonymous (Londra: Verso, 2014), s.
399.
[61] The Invisible Committee, s. 112.
[62] Daniel Bensaid “Permanent Scandal”, Democracy
in What State? içinde, Çeviri: William McQuaig (New York: Columbia
University Press, 2011), s. 42.
[63] Slavoj Žižek, geçmişin sol faşizmine benzeyen
solcu şiddetini bugün açıktan savunan isimlerden biri.
0 Yorum:
Yorum Gönder