14 Temmuz 2023

,

Aldatıcı Seçenekler: Yeni Anarşizmin Avare ve Gerici Solculuğu

Küresel ekonomik kriz bağlamında finans sahasını kontrol altına alacak politikaların yeniden yürürlüğe konulması ve ağır tasarruf tedbirleri gibi işe yaramayacak adımları atan hükümetlerin tedbirlerine karşı yükselen öfke, politik aktivizmin saman alevi gibi parlamasına neden oldu. ABD’de Wall Street’i İşgal Et eylemlerinin elde ettiği ün, eylemleri örgütleyenleri, uzun zamandır varlığını muhafaza eden politik meselelere, kitlesel protestoların gücü konusunda geliştirdikleri yeni anlayışla yaklaşmaları yönünde cesaretlendirdi.

Wall Street’i İşgal Et eylemleri, Arap Baharı’ndan birkaç ay sonra yaşandı. Zuccotti Parkı ile Tahrir Meydanı’nın aşağı yukarı aynı zamanlarda işgal edilmiş olması, dünya genelinde eylemlerin artış eğilimi içerisine girdiği yeni bir döneme girildiğine dair öngörülerin havada uçuşmasına, önemli ayrımların üzerinin örtülmesine neden olacak bir tür dayanışma anlayışının geliştirilmesine neden oldu. Oysa aslında Ortadoğu’da eylemcilerin hedefinde, yıllardır ülkelerini yöneten tek parti devletleri vardı.[1]

Arap Baharı ile ABD’deki eylemlilik süreci arasındaki önemli bir farklılık da Wall Street eylemlerinin esas olarak anarşist teorinin güdümünde seyretmesi, daha henüz gelişmemiş bir itkiyle hareket ediyor olmasıydı.[2] İlk çağrısını Adbusters [“Reklâm Avcıları”] isimli şirket karşıtı derginin yaptığı eylem sürecinin planlanmasında antropolog David Graeber gibi yeni anarşistler önemli roller üstlendiler.[3] Zuccotti Parkı’na yerleşen eylemciler, hem antropolog hem de gazeteci Marina Sitrin’in Arjantin’deki işçi kooperatifleriyle ilgili çalışmasında aktardığı türden “yatay” karar alma stratejilerini benimsediler.

Bugün Wall Street’i İşgal Et hareketinin siyaseti ve ekonomiyi nasıl etkilediğine dair bir tespitte bulunmak güç bir iş olsa da yaşanan olayı kuşatan efsanenin ve ruhun sonraki süreçte eylemcilerin politik alanla sonuç alıcı bir ilişki kurmayla alakalı anlayışları üzerinde kalıcı bir etkiye yol açtığını biliyoruz. Bu kalıcı etkilerden biri de eylemci popülizminin yüceltilmesi. Söz konusu popülizm, karar alma konusunda gündeme gelen farklı önerilerde ve sahada yürüyen gösterilerde önemli bir yere sahip oldu. Yeni anarşizm, bu popülizme ciddi katkılar sundu.[4]

ABD ve Batı Avrupa’da son dönemde yapılan eylemlerin ruhunu devlet karşılığı teşkil ediyor. Politik ıstırabımızı derinleştiren mali kriz, Marksizmin sermaye eleştirisinin tartışmaya yeniden dâhil olmasını sağladı. Ama öte yandan, kendisine “Marksistim” diyen ve farklı geleneklerden gelen solcular bile pratikte antikapitalist konumdan uzaklaştılar ve anarşistlerin devlet karşı siyasetine yakınlaştılar.

Bugün yeni bir anarşizm biçimi, sol siyaset içerisinde kendisine yer buldu. Peki bu gelişmeyi gerçek bir politik etkiye sahip olabilecek radikal bir solun yeniden inşa edilmesine dönük olumlu bir adım olarak görebilir miyiz?

Kanaatimce yeni anarşizm denilen olgu, solcu politik amaçlara hizmet eden bir şey değil, ayrıca o, solun politik ilkelerini tahrif etmek suretiyle, onu tehlikeye atıyor. Bu tespitin temel dayanağı, David Graeber, Marina Sitrin, John Holloway ve James Scott gibi anarşizmin önde gelen savunucularının eserleri.

Bu isimlerin ortak özelliği, hepsinin de anarşizmi yaşamsal bir tavır olarak görmeleri. Graeber, Sitrin ve Holloway, antropoloji eğitimi almışlar. Holloway, sonrasında siyaset bilimi okumuş. Scott, içlerindeki en ayrıksı kişi. Üçünden farklı olarak o, eylemlerden uzak duruyor. Diğerleri, Wall Street’i İşgal Et, küreselleşme karşıtı hareket, Zapatist Hareket ve Arjantin’deki olaylar türünden eylem süreçlerinin içinde yer almışlar, bu eylemlere destek sunmuşlar. Scott, farklı bir isim. Buna rağmen onu da tartışmaya dâhil etmek gerekiyor, çünkü onun yayımladığı Anarşizmin İki Ruh Hâli isimli kitap, diğer üç teorisyenin eserlerindeki anarşizm anlayışına epey benzeyen bir anlayış üzerine kurulu.

Yeni anarşizmin kendine has dört özelliği var. O, diğer sol akımlardan, daha da özelde, önceki anarşizm anlayışlarından, bu özellikler üzerinden ayrışıyor. Bu özelliklerin ilki, yeni anarşizmin politik eylemin bir biçimi olarak yaşam tarzına ve öznelliğe yaptığı aşırı vurgu. Bu özellik oldukça önemli, zira o, yeni anarşistlerin dillendirdikleri tüm iddiaların çıkış aldığı temel önermeyi meydana getiriyor. Yeni anarşizm, sömürü üzerine kurulu toplumsal ilişkilerin topluma nüfuz edişiyle pek ilgilenmiyor, ama bireyselliğin doğasına içkin bir özgürlük olduğuna dair fikre yaslanıyor. Benzer bir yaklaşım, Daniel Guerin gibi ilk dönem anarşistlerin eserlerinde de karşımıza çıkıyor olsa da bu isimler, bireysel davranışın bizatihi politik eylemin bir biçimini teşkil ettiğine dair bir iddiada bulunmuyorlar.

Yeni anarşistler, dile getirdikleri stratejilerin politik düzlemde etkili ve verimli olduğuna dair iddialarını devlet kontrolü dışında teşkil ettiklerini düşündükleri cemaat ve toplum örneklerine başvurmak suretiyle savunmaya çalışıyorlar.[5] Bu da onların karşı argümanları elitist ve hayata ait deneyimden kopuk olarak görüp çöpe atma imkânı veren bir tür entelektüelizm karşıtlığını benimsemeye itiyor. Kendilerindeki bu entelektüelizm karşıtlığını, aydın düşmanlığını bir tür elit karşıtlığı olarak takdim eden yeni anarşistler, sekter siyasetin ve sağ-sol ayrımının da elitlerle başladığını, onların geliştiği zemini meydana getirdiğini iddia ediyorlar. Yeni anarşistler, sağ-sol türünden ayrımları aştıkları iddiasındalar.

Benim ikinci iddiam şu: yeni anarşizm, politika karşıtıdır. Yeni anarşistler, kendi politika anlayışlarının yeni olduğunu söylüyorlar ve ondaki bu yeniliği fazla yüceltiyorlar. İddialarına göre, politikalarındaki yeniliğin sebebi, onun kurumların değişmesine değil de kişilerin ve toplumların dönüşümüne odaklanıyor olması. Kurumların değişemeyeceğini, insanlar farklı yaşam tarzları benimsediğinde sönümlenip yok olacağını düşünüyorlar.

Bu yaklaşım politika karşıtıdır, çünkü nesnel yapısal değişimin uygulanması ile ilgili temel politik sorulara sırtını dönmüş bir öznellik sahasına geri çekilmektedir.

Yeni anarşistler, geleneksel politik kategorilerden kopup “yeni”yi bir tür erdemmiş gibi yüceltiyorlar. Bu bağlamda, onların sol üzerindeki etkilerini ele almak, sordukları soruyu incelemek gerekiyor. Zira yeni anarşizmin politikaya dair yaklaşımları kimi gerici yönler barındırıyor.

Yeni Anarşizmin Kendine Has Özellikleri

Kendi tarihlerini yazarken bile anarşistler, onu tarih dışına atmak gibi tuhaf bir yeteneğe sahipler. Ellerindeki daha büyük fırçalarla resim yapan liberaller, muhafazakârlar ve sosyalistler ise bu konuda daha dikkatliler.

Anarşizmin tarihini kaleme almış bir ismin tespit ettiği biçimiyle, “anarşizm, genelde Batı’ya ve yakın döneme ait bir olgu olarak ele alınsa da onun kökleri, Doğu’nun antik medeniyetlerine dek uzanır.”[6] Meseleye yazarla aynı hassasiyet düzeyiyle yaklaşacak olursak, bu tespitin doğru olduğunu söyleyebiliriz. Gelgelelim biz, kendi yapıp ettiklerinin tam anlamıyla bilincinde olan politik bir hareket olarak anarşizmin ortaya çıkış sürecinin ait olduğu tarihsel ölçeğe odaklanmadığımız takdirde, sağlam bir tarihsel zemine kavuşamayız.

Anarşizmin tarihi, William Godwin’in yazıları ve Robert Owen ile Charles Fourier’nin ütopik toplum deneyleriyle başlar. Buna karşın, baskıcı politik rejimlere doğrudan karşı koyan politik bir hareket olarak anarşizm, on dokuzuncu yüzyılın ortalarında oluşmuş protest siyasetin toprağında gelişip serpildi. 1848 devrimleri, demokrasi ve anayasaya düşman olan politik rejimlere karşıtlık konusunda ortaklaşan liberalleri ve radikalleri gevşek bağlar dâhilinde bir araya getirdi.[7] On dokuzuncu yüzyılın sonlarında liberaller, amaçlarına ulaşma konusunda büyük ölçüde başarılı oldular. Sosyalistlerin güçlü işçi tabanına sahip partiler kurmaya başladıkları ve kendilerini ana radikal seçenek hâline getirdikleri koşullarda anarşistler, devlete karşı ayaklanma fikrini esas alan gizli eylemler içerisinde oldular.[8]

On dokuzuncu yüzyıl anarşizminin mirasını devralan anarko-sendikalizm, yirminci yüzyılın başlarında “işçi hareketinin örgütlülük düzeyinin düşük olduğu” ülkelerde kimi başarılar elde etti.[9] Birinci Dünya Savaşı sonrası, 1937 gibi geç bir tarihte sona eren anarko-sendikalizm hareketini Alman anarşist Rudolf Rocker, sosyalizme ve parlamenter demokrasiye karşı önerilebilecek canlı ve radikal bir seçenek hâline getirmek için uğraştı.[10] Yirminci yüzyılın ortalarında Daniel Guerin gibi anarşistler, anarşizmin politik ideallerini liberter bir çerçevede tanımladılar. Bu anarşistlere göre, “anarşizm, her şeyden önce içgüdüsel bir isyandı. Anarşistse isyan hâlindeki insandı.”[11]

Son 150 yıllık kesitte anarşizm, kısmen politik duruşları ve geliştirdiği stratejiler sebebiyle, anlamını belli ölçüde yitirdi. Militanlık düzeyi, partilere yönelik reddiyesi ve yaşam tarzına yaptığı vurgu, anarşizmin geniş kitlelerde politik bir karşılık bulamamasına neden oldu.

Bugünse anarşizm, sol aktivistler arasında yeniden diriliyor. Ama bu yeniden dirilen anarşizm, farklı bir tür anarşizm.

Eldeki tarihsel birikime rağmen bu yeni anarşistler, geçmişin öne çıkan anarşist isimleriyle zayıf bir ilişki kuruyorlar. Yeni anarşistler, yazılarında Proudhon, Kropotkin, Bakunin, Malatesta, Goldman, Muhsam, Berkman gibi isimlerin çalışmalarından çok az alıntı yapıyorlar. Teorik öncüllerine bağlı olmamaları, onlara saygı duymuyor oluşları, yeni anarşistlerin yazılarında hemen dikkat çeken bir husus. Elbette aynı konu başlıklarını ele alıyorlar ve geçmiş teorik birikimle belirli bağlar kuruyorlar, ama bugünkü anarşistler, geçmişteki düşünürlerin, bugünkü politik teoriyi besleyen başarılar ve kazanımlar ile şekillenmiş bir politik gelenek içerisinde çalışma yürütmediklerini söylüyorlar. Bugünün anarşistleri, düşüncelerini genelde doksanlarda ve 2000’lerin başlarında açığa çıkmış küreselleşme karşıtı hareketler bağlamına yerleştiriyorlar.

1999’daki Dünya Ticaret Örgütü protestoları gibi gelişmelerle birlikte anarşistler, sol politika sahnesine yeniden giriş yaptılar ve kabul gördüler. Bu dönem, anarşizmin yeni aşamasını ifade ediyor. Bu anarşizm, kendisini önceki anarşist nesillerin ürettiği teorilerden uzaklaştırdı.

Graeber, şu ifadesinde derdini gayet iyi anlatıyor aslında:

“Biz, teorik külliyattan çok bir tavırdan veya belki de bir inançtan bahsediyoruz. Belirli tipte toplumsal ilişkileri reddediyoruz, düzgün ve insanî bir toplumun farklı tipte ilişkiler üzerine kurulabileceğini güvenle dile getiriyoruz ve bunun yapılabileceğine inanıyoruz.”[12]

Yeni anarşizmi tartışırken ben, Graeber’ı söyledikleri üzerinden ele alıyorum. Ama gene de yeni anarşizmi neyin ayrıksı kıldığını da sormadan edemiyorum. Eski anarşizmle yeni anarşizm arasında belirli süreklilikler söz konusu. Ben de Graeber gibi “teorik külliyat”tan bahsetmemeyi, günümüzde dillendirilen iddialarla ilgilenmeyi tercih ediyorum.

Kalbin Kanunu

Radikalizm için çıkış noktası olarak öfke hayırlı bir şeydir, ama asıl mesele, onun sizi nereye götürdüğüdür. Hegel, aklın, alabildiğine duygusal, öznenin sorumlu olmadığı görüşlerine inatla gerekçe aramayı reddetme eğilimini “kalbin kanunu” tespiti üzerinden ele alıyordu. İnsanın kibir bataklığına yuvarlanışına dair kelam eden Hegel, meseleyi şu şekilde ele alıyordu:

“Bu sebeple, kalbi insanlığın refahı için atan insandaki kalp çarpıntısı, yerini aklını yitirmiş ve kendini beğenmekten gayrı bir şey yapmayan insanın saçma sapan sözlerine, bilincin kendisini yıkıma karşı korumak için geliştirdiği öfkeye bırakır. Bunun için de bilinç sapmayı, yani bizatihi kendisini devre dışı bırakır, kendisine bakar ve onu başka bir şeymiş gibi ifade eder.”[13]

“İnsanlığın refahı için endişe duyan” günümüz anarşistleri, öfkeyi çıkış noktası olarak alırlar ve onu tüm politik değerlendirmelerinin temeli olarak kullanırlar. Tam da bu sebeple John Holloway, yola kurumsal dönüşüm meselesinden kopartılmış bir siyaset ve bu siyasete dair, şiirsel bir “çığlık” tarifi üzerine kurulu şiarı ile koyulur. Direniş, “çığlık”la başlar. Onun açıklanmaya ihtiyacı yoktur. Onu açıklamaya veya anlamaya dönük her türden çaba, çığlığın saflığını boğar:

“Toplum bilimci olunca, anlamanın yolunun nesnelliğin peşine düşmekten, duygularımızı bir kenara koymaktan geçtiğini öğrendik. Görünüşe göre, çığlığımızı öğrendiklerimiz kadar onları öğrenme yöntemimiz de boğuyor. Elimizdeki silâhları tüm düşünsel yapı alıyor.”[14]

Bu bağlamda, politikayla kurulan ilişki, bireyleri adaletsizliklere karşı hassas kılan soyut saflık anlayışına bağlanmalı. Bu duygudan kopulduğunda, politikayla kurulan ilişkinin rasyonalize etme pratiğince lekeleneceği bilinmeli. Bu sebeple, politika öznel duygularla yola koyulmalı ve o zeminden hiç ayrılmamalı.

Peki bu “çığlık”, fiiliyatta ortaya konulan politik eylemlilik için ne anlam ifade ediyor? Bu noktada akla Wall Street’i İşgal Et eylemleri esnasında çalınan davullara yönelik şu savunma gelsin:

“Davul çemberleri, her ne kadar çalınan şey dinlensin diye varsa da onların varlığı, ritmin devinimsel, kesintisiz, sürekli ve yüksek sesli, bedenle kendisini ortaya konulan tezahürüne bağlıdır. Bu başkalarına ait olan deneyim, kesintisiz hareket, ses ve ritmin genele yayıldığı gerçeklik içerisinde hareket eder. İşgalin özünü, otoritenin herhangi bir insanın hayata canlılık katma pratiğini ezmediği müşterek alanda varolma hâli teşkil ettiği sürece, insanlararası uzlaşma ve çalınan davullar, insanların birbirlerini anlayamadığı durumu ortadan kaldırırlar. Artık insanlar, bir şekilde birbirine benzer ve birbirlerini birlikte çıldırtırlar.”[15]

Politika, “çığlık”la başlar ve insanın “hayata canlılık katan ifadelerini” idrak eder. Sahiciliği teorizasyon boğacaktır. Hatta konuşmanın kendisi, davul ile ortaya konulan ifadedeki sahiciliği boğacaktır. Ne kadar şahsi olursa olsun, tüm duygular ve ifade biçimleri politiktir.[16]

Yeni anarşizm, yapılandırılmış bir politik programı dayatma ihtiyacı duymayan politikayla ilişki biçimini sürdürme aracı olarak duyguya ve kişinin kendisini ifade ettiği kanallara tabidir. Ona göre, politik eylemin özel amaçlara ihtiyacı yoktur: “Hareketler kurumsallaşma konusunda, detaylandırılmış bir öneriye sahip değildirler.”[17] Hareket, meşruiyetini hoşnutsuzluğu birbirinden farklı biçimlerde ortaya koyan pratikleri uzlaştırma becerisine borçludur. Hareket, amaçlara ihtiyaç duymasa da hareketin doğrudanlığı, demokratik eylemin hakiki özü olarak görülür. Eylemcilerin benimsediği “uzlaşma” ve “yatay” karar alma stratejilerinin özünde bu anlayış durur. Bugün politik karar alma süreçlerinde bir tür strateji olarak kullanılan yataycılık anlayışı, köken itibarıyla 2000’lerin başında Arjantin’de yaşanan ekonomik krize cevap olarak ortaya çıkan radikal toplumsal hareketlere dayanır. Sitrin’in de ifade ettiği biçimiyle:

“Yataycılık, insanlar sorunlara sebep olan kurumlara yüzlerini dönmeden, onları çözmeye başladıkları vakit gündeme gelmektedir.”[18]

Karar alma süreçlerinde hiyerarşik pratiklere karşı çıkan yataycılık, politik elitlere bel bağlamadan, topluluğun karar aldığı tarza atıfta bulunur. Bu tarza parlamento veya kongre temelli temsiliyet ilişkilerini esas alan fikre yönelik itiraz eşlik eder. Bu türden işbirliğine ve elbirliğine dayalı karar alma pratikleri, temsili demokrasiyi baypas edip doğrudan demokrasiyi devreye sokar. Burada eski politika yapma tarzından kopuş söz konusudur. İlgili yaklaşım, politika yapma konusunda “yeni” görüşler ortaya koyduğu iddiasındadır. Bu “yeni” politika yapma tarzının özü, yeni anarşistler için önemli değildir. Onlar için önemli olan, politik düzenin geleneksel biçimlerinin reddedilmesi ve bu tarzın tümüyle yeni olmasıdır. Sitrin’in Holloway’dan aktardığı cümlede dile getirildiği biçimiyle, bu tarz, “çığlığın” somut bir ifadesidir.

Yataycılık, dolaysız ve aracısız politik pratik için gerekli zemini teşkil etmek demektir. Tam da bu sebeple, yataycılık fikrini savunanlar, bir de “doğrudan eylem”in önemi üzerinde dururlar.[19] Graeber’ın izahatına göre:

“Doğrudan eylemci, devlet yokmuş gibi hareket eder, kendisini durdurmak için silâhlı adamlarını gönderme kararını devletin temsilcilerine bırakır.”[20]

Dolayısıyla mesele, aslında doğrudan eylemin bir politik eylem biçimi değil, yaşamsal tavır ortaya koyma meselesidir. İster yataycılıktan, ister doğrudan eylemden, isterse Hakim Bey’in kullandığı biçimiyle, “geçici özerk bölge”den[21] dem vurulsun, tüm bunlar, aslında devlet yokmuş gibi yaşamayı ve bir şeyleri değiştirmek için ortaya konulan eyleme bir tür canlı ifade kazandırmayı esas alan yaklaşımlardır. Holloway’in de dediği gibi, bu yaklaşımların politik amacı, dünyayı iktidarı almadan değiştirmektir.

Bu tür görüşleri savunanlarda politika, kişisel tavır koyma tarzı hâline gelir ve değişimin bu tavrın sonucunda yaşanacağı iddia edilir. Neticede bu tavır, mevcut düzende çatlaklar meydana getirir. Bireylerin veya küçük grupların yaptığı bu türden eylemler, nadiren büyük ölçekli bir hareketin parçası olarak cereyan ederler. Çünkü bu pratikler, öncelikle makro düzeyde sonuçlara yol açabilecek mikro düzeyde ortaya konulurlar:

“Binlerce kez tekrarlandığında, bu türden itiraz üzerine kurulu küçük eylem, sonuçta devletin başındakilerin ve generallerin tahayyülündeki planların suya düşmesine neden olur. […] Mercan familyasına mensup milyonlarca polipin farkında olmadan bir mercan kayalığı meydana getirmesinde olduğu gibi, binlerce itaatsizlik eylemi ve kaytarmacı pratik, kendilerine ait ekonomik veya politik bariyerini örer.”[22]

Tek başına yaşamsal tavırları sayesinde kütlesel ve kapsamlı bir politik koordinasyona ihtiyaç duymayan birey, bu tavrıyla doğalında politik kalkışmanın parçası hâline gelir.

Hegel’in “kalbin kanunu” ile ilgili söyledikleri üzerinden şu tespit yapılabilir: yeni anarşizmin insanın refahına olan ilgisi, kendini beğenmiş bir öznellik biçimine yol açıyor. Bu yaklaşım, eylemlerin meşru bir zemini olması, koordineli hâle getirilmesi veya belirli bir amaca yönlendirilmesi gerekmediğine inanıyor. Oysa aslında meşruluk, koordinasyon ve amaca yönlendirilmişlik, politik eylemin verimliliğinin ve fayda düzeyinin ölçülmesini sağlayan dışsal meşruiyet ölçütlerine göre hareket edilmesine neden oluyor.

Yeni anarşizmin anlayışında politika, salt öznel bir pratik hâline geliyor. Öznelliği hâlihazırda varolan politik gerçeklerle uzlaştırma ihtiyacı asla duyulmuyor. Nesnel politik düzeni görmenin onu kabul etmek anlamına geldiği varsayılıyor. Nesnel dönüşümün içsel dönüşüme, derinden öznellik alanına geri çekilmeye bağlı olduğu düşünülüyor. Baskıcı politik rejimlere karşı yegâne çözüm yolu olarak içe kaçmak öneriliyor. Bu anlamda yeni anarşizm, her türden dışsal politik gerçeklikle uğraşmayı redde tabi tutmamızı istiyor. Peki yeni anarşistler, bu tür bir politikayı nasıl, hangi temelde savunabiliyorlar? Onlar, savundukları anarşizmin hayatı zenginleştirdiğini iddia ediyorlar. Bu bağlamda, yeni anarşistlerin dillendirdikleri şey, bir tür antipolitik nihilizm değil. Gerçekte onlar, politik stratejilerinin verimli ve etkili olduğuna dair delilleri sunabilecekleri iddiasındalar.

Kendini Beğenmişliğe Karşı Özsevgi

Jean-Jacques Rousseau da İkinci Söylev’inde bugün günümüz toplumunu ağır bir dille eleştiren yeni anarşistlerin görüşüne benzer bir görüşü dile getiriyor:

“Bırakalım, insanlık fazlasıyla hayranlık duyulan bir şey hâline gelsin. Bununla birlikte insanların çıkarları çatıştıkça ister istemez, bu çatışmaya nispetle, insanların birbirlerinden nefret ettiklerini, birilerine iş gördürdüklerini, birbirlerine her türden zararı verebildiklerini görüyoruz.”[23]

Anarşizmi bir tür hayat tarzı olarak görmelerine rağmen yeni anarşistler, modern toplumda insanın doğal hâline ait özgür ifadeleri boğduklarına inandıkları kurumları çöpe atıyorlar. Kurumlar, bireyin kendiliğinden pratiklerini ezmekle kalmıyorlar. Onlar, aynı zamanda kendiliğindenliği ve insanın kendisini özgürce ifade etme yollarını toplumsal işbirliği ile mümkün kılan kültürleri de yok ediyorlar.

Bu noktada yeni anarşizmi savunanların teorik birikimlerinin özel olarak antropoloji üzerine kurulu olduğunu hatırlatmak gerekiyor. Yeni anarşistler, anarşizmin geçerli bir fikir olduğuna dair delilleri, devlet otoritesine karşı direnme konusunda az çok başarılı olmuş toplumlara dair etnografya araştırmalarında buluyorlar.

James Scott, kendisini anarşist kabul eden bir antropolog, ama onun modern politik bir ülkü olarak anarşizmi savunduğuna pek şahit olunmamış. Üstelik Scott, devlet eleştirisi konusunda epey ihtiyatlı davranmış bir isim. Zira Scott, devletin gerekli olduğunu kabul ediyor.[24]

Aynı durum, yürüttükleri etnografi çalışmalarını günümüzde faal olan hareketlere bağlamaya çalışan Graeber ve Sitrin gibi isimler için de söz konusu. Kendi araştırmalarından alıntı yaparken bu yeni anarşistler, özgür bireyselliği besleyen eşitlikçi topluluklarla toplumun birçok katmana bölündüğü, sınıfsal ayrımların belirgin olduğu, gelişkin sanayiye ve maliyeye sahip kapitalist ekonomilerin hüküm sürdüğü, daha da önemlisi, alabildiğine güçlü, merkezi ve bürokratik devletlere sahip modern toplumları karşı karşıya getiriyorlar.

Yeni anarşistler, Jean-Jacques Rousseau’nun belirlediği çelişkiden uzak düşmeyen bir çelişki üzerinde duruyorlar.[25] Rousseau, ekonomik ve politik modernleşme sürecinin gündeme getirdiği eşitsizliklerle henüz yozlaşmamış olan bireylerin karakteristik davranışının özsevgi (amour de soi) olduğunu söylüyor. Bireyler, bu bağlamda kendi çıkarlarını gözetiyorlar ve eşitlerden oluşan küçük cemaatler kuruyorlar. Toplumsal örgütlenme, daha karmaşık biçimlere kavuştukça özsevgi yerini kendini beğenmişliğe (amour propre) bırakıyor. Kendini beğenmişlik, esasında insanların kendilerini başkalarıyla kıyaslamalarına neden oluyor, nihayetinde de eşitsizliğe ve zulme yol açıyor.

Yeni anarşistler de moderniteyi benzer bir yoldan ilerlemiş bir süreç olarak değerlendiriyorlar. Modernitenin sonuçlarını tartışıp, onu ulus-devletin doğuşuyla ilişkilendiren Scott, şu tespiti yapıyor:

“Modern ve artık hegemonik olan, ulus-devlet adlı politika tarzı, yaygın olan politika biçimlerinin geliştiği yuvayı dağıttı, bu anlamda, devletsiz olan grupları, kabileleri, özgür kentleri, kasabaların gevşek bağlarla teşkil ettikleri konfederasyonları, kaçakların kurdukları, kuşatma altındaki cemaatleri ve imparatorlukları ezdi. Onların yerini yaygınlık arz eden tek bir şey aldı: Kuzey Atlantik dünyasına has, on sekizinci yüzyılda belirli düzene kavuşturulmuş ve evrensellik maskesini yüzüne geçirmiş olan ulus-devlet.”[26]

Devlet cemaatleri, neticede o cemaatler içinde yaşayan insanları homojenleşmeye zorlayarak, özgür bireyselliği yok eder. Bu da devlet zulmünün yürüyeceği yolu temizler. Rousseau da benzer bir hikâye anlatır, ama o, aynı zamanda özsevginin varolamayacağının da farkındadır. Kendini beğenmişliğin gelişmesi için mevcutta olan sorunlara çözümler bulunmalıdır. Rousseau, bu çözümü bireyleri eşitsizliğe ve zulme karşı savunabilecek, kamu yararına ait somut ifadeler olarak hareket edecek politik kurumların gelişmesinde bulur.

Rousseau’nun özsevginin gelişip serpileceği cemaatlerin artık ortaya çıkamayacağına dair iddiasına karşılık olarak yeni anarşistler, özgür, rekabetçi olmayan işbirliği pratiklerine sahne olan cemaatlerin varolduğunu söylerler.[27] Onlara göre devlet, sadece bireyselliği yok ettiği için kötü değildir. Devlet kötüdür, çünkü o, sevgi, güven ve işbirliği üzerine kurulu cemaatleri yok etmektedir. Yataycılığın erdemlerinden bahseden Sitrin’in değerlendirmesi ise şu yöndedir:

“Bu yeni toplumun bir temeli de insanın sevip güveneceği mekânların yaratılmasıdır. Bu güvenin ve sevginin üzerine kurulu olan mekânda yataycı fikre ait aletleri kullanan ve kendi hayatının baş kahramanı olan yeni insan yaratılmaya başlanır.”[28]

Kendisini özgürce ifade eden yeni insan, ancak devletin olmadığı koşullarda ortaya çıkabilir. Esasında işbirliği üzerine kurulu topluluklar, insanî topumun doğal biçimleridir. Scott’a göre:

“Hiyerarşi içermeyen ve karşılıklı olan işbirliği, koordinasyon ve eylem biçimleri, birçok insanın her gün ortaya koyduğu, sıradan deneyimlerdir. […] Başka bir ifadeyle, anarşist düşüncedeki karşılıklılık anlayışı, her zaman her yerde karşımıza çıkar.”[29]

Dolayısıyla, üzerinde durulması gereken asıl mesele şudur: dün olduğu gibi bugün de varolan bu tür toplum biçimleri, toplumsal örgütlenmenin doğal biçimleridir.

Yaşamsal tavra yönelik vurgularıyla yeni anarşistler, kurumlara ihtiyaç duymayan, alternatif toplumsal örgütlenme biçimlerine bakarlar:

“Radikal entelektüelin en bariz görevlerinden biri de hayatta karşılığı olan alternatifleri yaratanlara bakmak, onların (hâlihazırda) yaptıklarının en geniş planda yol açacağı sonuçları anlamaya çalışmak ve bu fikirleri bir tür reçete değil de birer katkı ve imkân, bir hediye olarak gerisin geri topluma sunmaktır.”[30]

Yeni anarşizmin en önemli savunucuları antropolog olduğundan, bu alternatifleri bulma konusunda yüzlerini hemen yürüttükleri etnografi çalışmalarına çevirmektedirler. Graeber, bu tür alternatifleri Madagaskar’daki köy topluluklarında bulmaktadır. Onun merak ettiği bir husus da, dünyanın başka yerlerinde ulusal hükümetlerin kontrolünden kopmuş veya onlardan uzak tutulmuş, kendi niyetleri ve amaçları doğrultusunda kendi kendilerini yöneten, buna karşılık, hâlen daha ilgili gerçeği örtbas etmek adına itaatin dışsal biçimlerini ve simgelerini muhafaza eden yüzlerce, hatta binlerce benzer topluluğun olup olmadığıdır.[31]

Aynı şekilde, coğrafya sahasında Zomya olarak ifade edilen Güneydoğu Asya’ya dair incelemesinde Scott da devlet kontrolünden uzak duran cemaatlerin küresel tarihi üzerine düşünceler ortaya koyar.[32] Graeber’ın çalışmasında değinilen, Madagaskar’daki Arivonimamo bölgesinde bulunan köylerde yaşayan topluluklar da Scott’ın Zomya’sı da sanayileşmiş ve kentleşmiş toplumlarda taklit edilecek şeyler değildirler, buna karşın, her iki isim de ilham kaynağı olarak bu topluluklara bakar. Buralarda anarşizmin eyleme dökülmüş hâlini gördüklerine inanan Graeber ve Scott’a göre anarşizm, aslında bir imkândır.

Yeni anarşistleri iyimserliğe sürükleyen şey, tek başına modern kurumlardan bağımsız olarak varlıklarını sürdürmeyi bilmiş toplulukların varolması değildir. Sitrin çalışmasında, yolsuzluk batağında debelenen hükümetlerin aldıkları tedbirlerle ve Dünya Bankası ile Dünya Ticaret Örgütü gibi uluslararası ekonomi kurumlarının hazırladığı, borç ödeme programlarıyla cebelleşen toplulukların mücadele yöntemlerine bakar. Buradan da Arjantin’de pratiğe dökülen yataycı anlayışı ve gelecekte başka örneklerine tanık olacağımız, kendi toplumsal ilişkileri dâhilinde geleceği yaratan hareketleri inceler. Bu anlayışta, geçmiş hareketlerden farklı olarak, toplumsal değişim, devletin reform yapmasını veya devlet iktidarının alındıktan sonra bu reformların kurumsal düzeyde yapılmasını talep eden yaklaşımda olduğu gibi, ileri bir tarihe ötelenmez. Yapılan söyleşilerde de görüldüğü üzere, otonom hareketlerin önemli bir kısmı, enerjisini bugünde neyi nasıl örgütleyeceklerini belirleme işine teksif etmektedir.[33]

Sitrin’in iddiasına göre sanayileşmiş toplumlarda bile bireyler, politik kurumların müdahalelerine karşı koyup kendi varlıklarını sürdürebilirler. Yeni anarşistlere göre alternatifler, dışarıda bir yerde zaten mevcuttur. Onların varlığı, tam da o alternatiflerin yaşayabilirliklerinin ispatıdır.

Gelgelelim anarşist antropologlar, şu hayatî soruyu sormazlar: Topluluk, bireysel özgürlüğe bağlı kalacak mı yoksa onu ezecek mi? Bu anarşistler, Ferdinand Tonnies, Emile Durkheim, Weber ve Marx gibi önemli birçok teorisyenin gözlemlediği, moderniteye ait çelişkileri görmezden gelmektedirler. Modernite, hem bir yandan insanları bireyciliğin, parçalılığın ve kuralsızlığın hüküm sürdüğü bir dünyaya sürüklemekte hem de geleneğin iktidarını sonlandırmaktadır. Bu koşullarda bir insan, ait olduğu topluluğun sınırlarına tabi olduğu gerçeklikte ne ölçüde özgür bir birey olabilir?

Esasında modern devletin ortaya çıkışının yol açtığı en önemli sonuçlardan biri de ondaki toplumsal dayanışma inşa etme ve yerelin, etnisitenin, dinin ve dilin sınırlarını aşan bağlar kurma becerisidir. Modern devletin sicili başka yönlerden iç karartıcı olabilir, ama o, aynı zamanda yerelin sınırları ötesinde bir dünya kurmayı bilmiştir.

Öte yandan cemaat, çoğunlukla özgürlüğe modern devletin başvurduğu önlemlerden daha sert önlemlerle, kullandığı yollardan daha dolaysız yollarla mani olan, kendine ait hiyerarşileri ve sistemleri bulunan bir otorite tesis edebilmektedir. Hatta otoriteye mensup, herkesçe kabul gören isimler olmadan da gelenek, etnisite, din ve dil, kendi otoritesini dayatabilmektedir. Cemaate olan özlem, kozmopolitizmden kaçmaya ve insanın kendi türünden olanlarla birlikte olduğu güvenlikli alana kaçıp sığınmaya dönük gerici arzunun somut bir göstergesidir.

Yeni anarşizmin en çarpıcı özelliklerinden biri de onun kendisini daha çok, alternatif olduğunu iddia ettiği imkânların varlığına başvurarak meşrulaştırmasıdır. Onlara göre bu türden cemaatlerin varlığı, yeniden düzene sokulmuş toplumun varlığının ve doğal olarak hayırlı oluşunun kanıtıdır. Bu türden empirik olgulara dayanan gözlemler aktarmakla yetinen yeni anarşistler, alabildiğine karmaşık, toplumsal ve etnik açıdan çeşitlilik arz eden, katmanlaşmış, eşitsiz ve bölünmüş toplumların yüzleştikleri sorunlara çözüm bulma konusunda dillendirdikleri alternatif toplulukların etkili olabileceklerini neden düşündükleriyle ilgili tek bir açıklama bile sunmamaktadırlar.

Anarşist antropolog, toplumların kendilerini örgütleme tarzları konusunda normatif yargılarda bulunmamalıdır. Öte yandan, toplumu düzene sokan benzer yaklaşımların yeni anarşizmin iliklerine işlemiş ütopyacılığı yok edip etmediği de sorulabilir. Anarşizme göre, bu tür programların uygulanmasının gerçekçi olup olmadığını sorgulamak da değer yargılarını aktarmak da insanın kendisini özgürce ifade etme imkânını ortadan kaldıran burjuva dünya görüşüne teslim olmanın somut bir ifadesidir.

Yeni anarşist, bu türden bir sorguyu aydındaki kibrin alameti olarak görür. Bu anlamda, yeni anarşizm, sadece modern politik kurumlardan kopma çağrısı yapan bir siyaset değildir. O, kendi başarısını gerekçelendirmek isterken zayıf bir zemin üzerinde duran bir siyasettir. Bu türden bir görüş, sadece siyaseti kişisel tavır meselesine indirgemekle kalmaz, o, ayrıca günümüzde siyasetin icra edildiği genel bağlamı da reddeder.

Anarşistlerin Pratiğinde Aydın Düşmanlığı

Tarihçi Richard Hofstadter, Amerikan Hayatında Aydın Düşmanlığı isimli kitabında, Amerikan siyasetinde sıradan insanlarla bağını kopartmış elitler olarak görülen aydınlara hakaret etme eğiliminin izlerini sürüyordu:

“Akla karşı öne sürülen görüşün temelini kurgusal, tümüyle soyut çelişkiler teşkil ediyor. Akıl, onun bir biçimde sıcak duyguyla uyuşmadığı tespiti üzerinden, duygunun karşısına çıkartılıyor. Yaygın kanaat uyarınca aklın kolayca tilkiliğe veya şeytanîliğe dönüşeceği düşünülen saf zekilikten yana olduğuna inanıldığı için o, karakterin karşısına konuluyor. Teori, pratiğe karşıt bir şey olarak ele alındığından, ‘saf’ teorik zihne fazla saygı duyulmadığından, akılla pratiklik karşı karşıya getiriliyor. Aklın karşı karşıya getirildiği diğer bir başlık da demokrasi. Çünkü aklın eşitlikçiliği küçümseyen, bir ayrıştırma biçimi olduğu düşünülüyor.”[1]

Hofstadter’a göre, gerici ve popülist politik programlar, amaçlarına ulaşmak adına bu söylem düzeyinde başvurulan taktikleri ustalıkla devreye sokuyorlardı.

Yeni anarşistler de aydınları yermekten geri durmuyorlar. Onlara göre bir olguyu anlama ve değerlendirme çabası, tutkulardaki bütünlüğe halel getiriyor:

“Akademik söylem, çığlığa alan açmıyor. Hatta daha fazlası var: akademik çalışmalar, çığlığımızı ifade etmemizi güçleştiren bir dili ve düşünme tarzını üretiyorlar.”[2]

Yeni anarşizm, kendisini sosyal bilim temelli izahata yaslayamaz. Onun kategorileri, kelimelerle ifade edilemez. Örneğin protestolarda kukla kullanımı ile ilgili açıklaması dâhilinde Graeber bize şunları söylüyor:

“Nihayetinde burada kutsal olan şey, yaratıcılığın ve hayal gücünün o saf kudreti, daha net bir ifadeyle, hayal gücünü gerçeğe taşıma kudreti.”[3]

Bu tür eylemleri anlama çabası, onlardaki hakikilikten kopmayı beraberinde getiriyor. Hayal gücü de yaratıcılık da kendi “kudret”ine sahip, burada mesele, o kudreti eylem hâlindeyken gözlemleyebilmek.

Aydın, yeni anarşistlerin yürüttükleri çalışmalar için bir tehdit. Sosyal bilimler temelli veya normatif sorular sormak, sadece yeni anarşistlerin çalışmalarına bir sır gibi kapladıkları efsanenin çatlamasına katkıda bulunur. Dolayısıyla aydının soğuk, duygusuz ve kayıtsız biri olarak tasvir edilmesi gerekir.[4] Yeni anarşistlerin tüm argümanlarında olduğu gibi bu tespitte de bir haklılık payı vardır. Nesnellik iddialarını sorgulamak için her zaman sağlam bir zemin bulunabilir.

Max Weber, “rasyonalitenin demir kafesi”nin sonuçları konusunda yaptığı uyarılar haklı uyarılardı. Fakat burada sorun, yeni anarşistlerin belirli bir iddianın savunulur olup olmadığına yönelik herhangi bir itirazda bulunmak veya ona karşı koymak yerine, sosyal bilimler denilen disiplini tümden çöpe atmaları.

Scott, tam da bu yaklaşım üzerinden, “elit olmayan insanların failliğine yönelik temel saygıya sadece devletler değil, sosyal bilimlere ait uygulamalar da ihanet etmiştir” diyor. Bu yaklaşım, ayrıca sosyal bilimcilerin devletle ve otoriteyle suç ortaklığı yaptığına inanıyor, çünkü sosyal bilimlerin mevcut pratiğinin “hem devletin rutinleriyle hem de sol otoritenin elit olmayan halkı ve ‘kitleler’i sosyoekonomik özelliklerine ait birer rakam olarak gördüğünü, alınan kalorilerin, nakit paranın, tüketim alışkanlıklarının, çalışma rutinlerinin ve geçmişteki oy kullanma davranışlarının vektör toplamı olarak ele alındığını, ihtiyaçları ve dünya görüşlerini bu rakamlar uyarınca değerlendirdiğini düşünüyor.”[5] Bu anlayışa göre sosyal bilimler, sadece homojenleştirme süreçlerine hizmet ediyor ve “ayaktakımı”nı her daim hor görüyor. Sosyal bilimler, bir tür baskı pratiği olarak icra ediliyor. Holloway’in Foucault’yu anımsatan açıklamasında dile getirdiği biçimiyle, “Tanım yapmak, boyun eğdirmektir. Bir özne, ancak ona boyun eğdirdiğiniz vakit tanımlanabilir.”[6]

Yeni anarşistlerin ağzından düşürmediği insandaki kendiliğindenlik ve fetiş hâline getirdiği alternatif imkânlar, ancak sosyal bilimcilerce, genel anlamda aydınlarca eleştirilmediği takdirde, sonuç üretecektir. Yeni anarşistler, sanki doğası gereği elitist oldukları gerekçesiyle hor gördükleri aydınlar böyle olmasalar, kendilerini ve iddialarını incelemeye ve değerlendirme pratiğine açık hâline getireceklermiş gibi konuşuyorlar. Oysa böylesi bir durum, kendi akademik çalışmalarında bu türden tartışmalar içine girmiş olan Scott için bile geçerli değil. Daha önce de dile getirdiğim üzere, Scott, Graeber ve Sitrin’in mensup olduğu anarşist aktivizm alanında durmuyor.

Graeber ve Sitrin’in kaleme aldıkları etnografi çalışmalarındaki üslupçuluğun en çarpıcı özelliklerinden birisi de bu çalışmaların büyük ölçüde günlüklerde gördüğümüz kayıtların ve gündelik olaylara dair notların eşlik ettiği, sayfalar dolusu söyleşilerden oluşuyor olmasıdır. Burada bir yönteme rastlanmaz. Ne Graeber’ın Doğrudan Eylem: Bir Etnografya Metni isimli kitabı ne de Sitrin’in Yataycılık: Arjantin’de Halk İktidarının Sesleri kitabı, söyleşi yaptığı kişileri nasıl seçtiğine dair bir izahatı içermektedir. Aynı durum, Wall Street’i İşgal Et eylemlerine katılanlarla yapılan söyleşilerin derlendiği çalışmalar için de söz konusudur.

Ele aldıkları olgular konusunda okura belirli bir görüş kazandıramadıkları için bu türden yaklaşımların sorumsuz oldukları sonucuna ulaşabiliriz. Ama aynı zamanda bu yaklaşımlar, Hofstadter’in Amerikan siyasetini sürekli yoldan çıkarttığını söylediği popülizme sempatiyle yaklaştıkları için de tehlikelidirler. Burada politik olguları anlama çabası, anekdotlarla sınırlı tutulur. Duygulardaki hakikilik bir kez daha imtiyazlı bir mertebeye yükseltilir, ama bu sefer olan, analiz pratiğine olur.

Graeber ve Sitrin, zaten konuştukları kişilerin ne söylemek zorunda olduklarını bilmektedir. Buna karşılık bu iki ismin olayların haberini yapan muhabirler olarak pek güvenilemeyecek kişiler olduklarını görmek gerekmektedir, zira ikisi de tarif ettikleri hareketleri hem gözlemlemekte hem de onlara katılım göstermektedir. Bu hareketlere yönelik savunularını teorik iddialar temelinde ortaya koymuş olsalardı, sorun olmazdı. Ama iki isim de kendi politikalarını empirik temelde, yani bu hareketler ve onların pratikte yürüttükleri örgütsel çalışma zemininde savunmaktadır. Dolayısıyla elimizde sadece Sitrin ile Graeber’ın o politikaya dair ifadeleri kalmaktadır.

Ne Sağ Ne Sol

Yeni anarşistler, solun diğer akımları gibi günümüze ait sorunların birçoğuna karşılık verme eğilimi içerisinde olsalar da bu geleneğe mensup kişiler, genelde kendilerini solcu ya da sağcı olarak tanımlamaktan uzak duruyorlar. Sağ-sol ayrımını aşma iddialarının yol açtığı sonuçları tartışan Norberto Bobbio’nun tespitine göre, “Politik tartışmalarda herkesi kucaklayan ortayolcu tutum, genelde üçüncü yol, başka bir ifadeyle, sağın ve solun siyasetini aşan başka bir şey olarak takdim ediliyor. […] Teoride iki uç arasındaki uzlaşma olduğunu iddia etmese de bu tutumun sahipleri, her iki ucu da aştıklarını, dolayısıyla onları hem kabul edip hem de geride bıraktıklarını söylüyorlar.”[7]

Yeni anarşistlere göre, eleştirinin meselesi belirli bir politik ideolojiye karşı olmak değildir. Yeni anarşistler, başka alternatifler adına ideolojiyi “aşmaya” çalışırlar. Onların asıl düşmanları ekonomi, devlet, temsili hükümet gibi kurumlardır. Neoliberalizme pek atıfta bulunmayan anarşistlerin çok küçük bir kısmı politik ideolojilerden ve onların kurumların biçimlenmesindeki etkilerinden dem vururlar. Kullandıkları dil, esas olarak popülist ve “herkesi kucaklayan ortayolcu” bir dildir.

Yeni anarşizm, demokrasinin hakiki bir biçimini üretme meselesine odaklanır. Onun müntesiplerine göre hakiki demokrasi, doğrudan katılım esası üzerine kuruludur. Devlet ve temsili demokrasi, bu tür bir demokrasinin önünde duran engellerdir. Wall Street’i İşgal Et hareketi, Meksika’daki Zapatistler veya Arjantin’deki meclisler, hakiki demokrasi biçimleridir:

“Bu eylemler, ister bayramlardaki kukla gösterileri, ister arkadaşlık grupları, ister halkalar şeklinde örgütlensin, gerçek manada demokrat bir dünyanın neye benzeyeceğini ortaya koyarlar. Lidersiz olan bu tür çalışmalar, mutabakat esası üzerine kurulu doğrudan demokrasi ilkesini temel alırlar.”[8]

Mutabakatın tesisine yapılan vurgu, bu tür yapıların ideolojik farklıkları aşmaya, dolayısıyla, bu farklılıkları geçersiz kılmaya çalıştıklarının bir delili aslında.[9]

“Mutabakatın tesisi, temelden farklı bakış açılarını yeterince idrak edebilmek için onları dinleme becerisine ve muhatap aldığı insanları belirli bir kişinin görüşüne tümüyle örgütlemeye çalışmadan, pragmatizm temelinde, ortak bir zemin bulmaya dönük bir gayrete ihtiyaç duyuyor.”[10]

Yeni anarşizm, esasen solcu olsa da o, politik farklılıkları gerçekte önemli görmüyor. Aydınların yürüttüğü sosyal bilim ve analiz çalışmalarının doğası gereği elitist olduğunu, iktidara suç ortaklığı yaptığını düşünen yeni anarşizm, politik ideolojilerin de bölücü olan elitlerce imal edildiklerini düşünüyor.

Pratikte yeni anarşizm, kendisini politik farklılıkları aşmış bir görüş olarak takdim ediyor. Bu husus önemli, zira ilgili yaklaşım, daha önce ele aldığım diğer üç özelliğini tamamlıyor. Yeni anarşizm için önemli olan, bireylerin duyguları ve tepkileri. Bu hâliyle bireyin duygu ve tepkilerine eşit söz hakkı verilmeli, bireylerin görüşlerinin aynı ölçüde önemli oldukları kabul edilmeli. Bireylerin gerçek doğasında işbirliği kurmak var, dolayısıyla, politik ayrımların bir önemi yok. Politik ayrımlar, akademisyenlerin icat ettiği bir şey olduğu için, bu ayrımlardan istifade etmek de bir tür teslimiyet biçimidir. Genel kabule göre tüm bireyler, doğrudan demokrasinin belirli biçimiyle ortaklaşma ve o biçime birlikte bağlanma eğilimine sahiptirler. Tıpkı devlet, ekonomi, temsili demokrasi ve akademi gibi politik ayrımlar da sadece dolaysız işbirliği temelli demokrasiyle kurulacak bağların kopmasına katkıda bulunurlar. Sosyal yardımlardan yana duran liberallerden komünistlere dek uzanan sol akımlar, hiyerarşik ve bürokratik toplumun inşa sürecine katılmak suretiyle, doğrudan demokrasiyi birlikte boğarlar:

“Yirminci yüzyılın başlarında kafası çalışan reformist ilerici Amerikalılar ve tuhaf bir biçimde Lenin, nesnel bilimsel bilginin ‘eşyanın idaresi’nin, en geniş manada siyasetin yerini almasını sağlayacağına inandı.”[11]

Teknokratik toplum eleştirisi konusunda doğru şeyler söylese de bu görüş, teknokratik siyaseti kimlerin yönetim kademesinde olduğunu sormadan ele aldığında, aşırı basit bir görüş hâline geliyor. Zira sağcı teknokrasiyle solcu teknokrasi farklı şeyler. İkisinin yurttaşların hayatını etkileyen farklı gündemleri ve politikaları var. Yeni anarşizm, işte bu farklılıkların üzerini örtüyor.

Politik ideolojilerin yönettiği her türden politik kuruma karşı çıkan yeni anarşistler, kendilerini sağ ve solun ötesinde görüyorlar. Bu anlamda, faşizm tarihçisi Zeev Sternhell’in ifadesiyle, “ne sağ ne sol”[12] olan bir konumu benimsiyorlar.

Siyaset teorisi alanında etkili olan çalışmasıyla Noberto Bobbio, sağ-sol türü ayrımların gerçek dünyada sahip oldukları anlamları sebebiyle önemli olduğunu söylüyor. Yeni anarşistlerse bu türden ayrımların elitlerin icadı olduklarını söylüyorlar. Örneğin “üniversite liberallerin kilisesidir, burada felsefeciler ve ‘radikal’ sosyal teoriciler ilahiyatçıların yerini alır”[13] diyen Graeber da benzer bir yaklaşım içerisindedir.

Yeni anarşistlere göre elitlerin gerçekle bağı yoktur ve sadece kendi çıkarlarına hizmet ederler. Kimlerden oluştuğu bilinmeyen Fransız radikal örgüt Görünmez Komite, benzer bir kanaldan, şunları söylemektedir:

“Politik temsil alanına açılan kapı kapanmak üzere. Solda da sağda da birileri, aynı anlamsızlıkla, imparator veya kurtarıcı pozu kesiyor, iki kesimde de dilini en son anketlerin elde ettikleri bulgulara göre ayarlayan aynı satış asistanları konuşuyor.”[14]

Yeni anarşizme göre, tarikata dönüşmüş olan partiler, işbirliğine dayalı yeni toplum biçiminin yaratılma ihtimalini ortadan kaldırıyorlar. Farklı Marksist akımlardan bahseden Graeber, şunları söylüyor:

“Hepsinde de aynı tarikat alışkanlıklarını görüyoruz: başkalarını her biri bir tür ideolojik hatayı temsil eden kategoriler kümesine bağlayabilmek adına, onları karikatür birer düşman derekesine düşürüyorlar. Ufacık farklılıklara ahlaki açıdan büyük ayrımlar olarak muamele ediyorlar.”[15]

Politik teorik konumlar, yeni anarşistlerin tahayyül ettiği demokrasi türüne düşman, çünkü demokrasi, rakip ideolojiler arasında yaşanan çatışmayla değil, mutabakat yoluyla inşa edilen birlikle alakalı bir şey.

Yeni anarşistler, yazılarında üniversitede çalışmayan, politik veya ekonomik güce sahip olmayan insanların ideolojilerle bir alakasının olmadığını iddia ediyorlar. Aralarında ne tür farklılıklar olursa olsun, bunların mutabakatın tesis edilmesiyle aşılabileceğini söylüyorlar. İdeolojik farklılıkların önemli olmaktan çıkmasının sebebini meydana gelen politik ve toplumsal kopuşta buluyorlar.

Graeber ve Sitrin’in sürekli atıfta bulunduğu hareketlerin varlığı, onlara göre, yeni bir birey türünü meydana getiren yeni bir siyaset biçiminin öne çıkışının bir delili. Üstelik bu yeni anarşist yazarlar, söz konusu bireyin uzun bir geçmişinin olduğunu iddia ediyorlar. Graeber, bu noktada Madagaskar’daki topluluklara işaret ederken, Sitrin ve Dario Azzelini ise “yeni pratiklerin bilhassa Latin Amerika’da uzun bir geçmişleri olduğunu”[16] söylüyor. Bu yazarlar, ilgili hareketlerin ve pratiklerin bugün dünyaya yayılma imkânı bulması sebebiyle “yeni”ymiş gibi göründüğünden bahsediyorlar. Artık “yeni” olanın küresel bir olgu hâline geldiği üzerinde duruyorlar.

Yeni anarşistlerin bahsini ettikleri “yeni” siyaset türü ise içerikle değil, tümüyle kişisel tavırla alakalı. Wall Street’i İşgal Et Hareketi, tam da bu sebeple devlet konusunda herhangi bir politik talep dillendirmedi. Tam da Zuccotti Parkı’na ve ülkenin başka noktalarına kurulan çadırların yüzü suyu hürmetine hareket, politik meşruiyet elde edebildi. “Yeni”, aslında “yeni bir birlikte olma hâli”ni anlatıyordu.[17] Meşruiyetin kaynağı ise siyaset sahasında kişileri harekete geçiren somut dürtüler değil, pratiğin ta kendisiydi.

Aslında yeni anarşizm, politik konum almak zorunda kalmamak için pratiğe ve tavra vurgu yapıyor. Politik konum almak, destekçilerin kendilerinden uzaklaştıracağı tehlikesini içinde barındırıyor. Ayrıca yeni anarşistler, politik konumların, arzuların veya amaçların otorite tesisine yol açacağından korkuyorlar. Dolayısıyla ideolojiler arasındaki ayrımların önemli olduğu eski siyaset yapma tarzına teslim olmak istemiyorlar. Jodi Dean, “Wall Street’i İşgal Et hareketinin dile getirdiği ‘Biz %99’uz’ sloganının zenginler haricinde kalan insanları bölen ve zayıflatan, bireyselleşmiş, kısmileşmiş ve bölünmüş çıkarların çoklu yapısını sildiğini” söylüyor.[18] Yeni anarşizm, politik çıkarların beslediği ayrımların ötesine bakıyor. Çıkar çatışmasının temsili demokrasi eliyle imal edildiğini söylüyor.

Yeni anarşistlere göre düşman, yapının kendisidir. Bölücülüğe sebep olan, yapıdır. Devlete ve sermayeye, ideoloji veya sınıf temelli politik çıkarların ifadeleri oldukları için değil, bizatihi kendileri yapı oldukları için karşı çıkılır. Dolayısıyla yapıyı aşan bir şeyler inşa edilmelidir. Aslında “yenilik” gibi anlamı belirsiz kavramlara yeni anarşistlerin yüklediği anlam, bu aşma pratiği ile ilgilidir. “Yeni”, elitlerin temsili demokrasi olarak icra ettikleri eskinin siyaset yapma tarzından kopuşu ifade eder. Bu kopuş, politik farklılıklardan kurtulma vaadini içerir. Ayrıca Scott türü yeni anarşistler, devletin bireyleri homojenleştirdiği üzerinde dururlar. Dolayısıyla “yeni”nin hem örgütsel farklılıkları hem de bireysel ve kültürel homojenleştirme pratiklerini ortadan kaldırmak gibi bir görevi vardır. Örgütsel farklılıklar da bireysel-kültürel homojenleştirme pratikleri de politik yapının yol açtığı sonuçlardır. Her ikisi de temsili demokrasiyle birlikte ortaya çıkmaktadır. Bu anlamda yeni anarşizm, kendi içinde varolan ve ideolojiyi aşmış bir geleceğe bakan eğilimlerle de geriye dönüp modern birer kurum olarak devlet ve temsili demokrasiden uzak duran politik örgütlenme biçimlerini arayan eğilimlerle de uzlaşamaz. Yeni anarşizm, aynı anda hem mutabakat hem de tavizsiz bir bireycilikle özgürlük vaadinde bulunur. Bu çelişkiye karşı sunduğu çözümse kavgalarla tanımlı demokrasiden kurtulmuş yeni bir toplumu kurmaktır. Eskinin kavgayla tanımlı demokrasisi yerine o, mutabakat, görüş birliği ve birlik üzerinden tesis edilecek ütopik bir demokrasi vaadini dillendirir. Bu vaadin yerine getirilebilmesi için politik dile saf kişisel ifadeleri ve duyguları dile dökme görevi bahşedilir.

Yeni Anarşizmin Antipolitikası

Yeni anarşistler, antipolitik oldukları suçlamasına şu türden cevaplar vermektedirler:

“Politikaya ilgisizlikle tanımlı bir ‘antipolitizm’ suçlamasına dayanak oluşturan fikir, esasında alabildiğine ideolojik bir fikirdir ve neoliberalizmle el ele ilerler. Bu fikre göre modern demokrasiyle parti gibi yapılandırılmış olgulara dayalı temsiliyet arasında kopmaz bir bağ vardır. Ne var ki geniş kitlelerin harekete geçirilebilmiş olması, medya ve araştırmacıların yanıldıklarını ispatlamıştır. O kitleler, ne apolitik ne de antipolitiktir: onlar, aslında demokrasi karşıtı bir pratik olarak vücut bulan temsili demokrasi bağlamında ‘politik’ addedilen şeye karşıdırlar. Tanık olduğumuz kitlesel hareketlilikler demokrasinin laboratuvarlarıdır.”[19]

Aynı hat üzerinden yeni anarşistler, kendi siyasetlerinin siyasete yönelik itirazdan kaynak aldığını iddia ediyorlar, buradan da yeni bir tür siyaseti üretme vaadinde bulunuyorlar. Ne var ki vaat ettikleri siyaseti, tümüyle kendini eksiksiz ve özgürce ifade etmede somutlaşan bir öznellik anlayışı üzerine kuruyorlar.

Bir önceki bölümde yeni anarşizmin yöneliminin bu eksiksiz ve özgürce ifade temeli üzerinden şekillendiğini ortaya koymaya çalışmıştım. Yeni anarşistler aslında öznelliğe vurgu yaparken, bu tür bir siyasetin gerçek bir alternatif teşkil ettiğini ispatlama çabası içine giriyorlar, bu noktada antropolojik örneklere ve anekdotlara dayalı delillere başvuruyorlar. Gelgelelim öznelliğin özgürleşmesi vaadini yerine getirirken bu tür alternatifler, somut iddialardan uzak durmak zorunda kalıyorlar. Bu da yeni anarşizmdeki aydın ve teori karşıtlığını besliyor. Onlara göre aydın, gerekçeler öne sürmeden alternatifler hayal edebilme yeteneğinden yoksun olduğu için miyoptur. Gerekçelendirme çabası, düzen dayatan izah etme çabasını talep ediyor. Aydın, olanla olması gereken arasında ayrım yapmak zorunda. Bu türden hükümler, aslında aydındaki kibre ait göstergeler. Bu sebeple aydın da devlet gibi bir yapı ve düzen üzerinden benzer türde bir hâkimiyet tesis ediyor.

Burada ele aldığım yeni anarşistlerin hiçbirisi böylesi bir mantığa başvurmuyor. Aslında başvursalar, kendi siyaset anlayışlarını besleyen yapısızlık ilkesine ihanet etmiş olurlar.[20] Fakat siyasetlerinin özgürleştirici olduğu iddiasını dillendirebilmek adına yeni anarşistler, neyin özgürleştireceğini söylemek zorunda kalıyorlar. Yeni anarşistlere göre bu sorunun tek cevabı var, o da öznellik.

Örgütün varolmasının, demokrasinin gerçekleşebilmesinin ölçütü, siyaset içerisinde öznelliğe alan açabilmektir. Holloway, konuyla ilgili şu tespiti yapıyor:

“Devrimci politika (daha doğru bir ifadeyle antipolitika) reddedilendeki tüm o sonsuz zenginliğin açıktan teyit edilmesidir.”.[21]

Holloway, Graeber, Sitrin ve Scott’a göre, asıl reddedilen, demokrasinin gerçek biçimi olarak öznenin kendisini ifade etme becerisidir. Demokrasi, ister davul çemberleri ister sevgi mekânları isterse “çığlık” üzerinden kendini özgürce ifade etme becerisi olarak alınacak olursa, o vakit asıl redde tabi tutulanın gerçek demokrasi olduğu görülür.

Mevcut politik ilişkilerin verili gerçeğini kabul eden her türden siyaset biçimi, alternatifler sunma vaadine ihanet eder. Yeni anarşist, bu türden gerçeklerle yüzleşmek veya uğraşmak zorunda kalmaz, çünkü bunu yaptığı takdirde neoliberalizm ideolojisine teslim olacağını bilir. Politik alternatifler hayal etmedeki asıl amaç, mevcut toplumsal ilişkilerin önemli olmadığını ortaya koymaktır. Devlet, hukuk ve ekonomi ise ancak yeni anarşistlerin karşı çıktıkları şeyler hâline geldiği ölçüde önemli hâle geleceklerdir. Yeni anarşistler, bu tür gerçeklerle yüzleşen soldan, kurumların halkın yararına hizmet edecek hâle dönüştürülemeyeceğine inanmamaları sebebiyle ayrışırlar. Yeni anarşistler, bu kurumları reddederler.

Doğru ya da yanlış, ilk anarşist kuşaklar, kurumları sömürücü eğilimlerden kurtarmak amacıyla insanları politik düzeyde harekete geçirmek gerektiğine inanırken, yeni anarşistler, bu fikrin karşısına özgürlüğün burada ve şimdi varolduğu fikriyle çıkıyorlar. Eski anarşistler gibi yeni anarşistler de “eskinin kabuğu içerisinde yeni bir toplum inşa etmek” istiyorlar. Onlar, atalarındaki radikalizmi bu ölçüt üzerinden benimsiyorlar. Yeni anarşistler, iddialarını bir adım öteye taşıyorlar ve doğrudan öznel siyasetini gündeme getiriyorlar. Onlara göre, “doğrudan eylemin özünü, zalim otoritenin elindeki yapılarla yüzleşildiği vakit kişinin zaten özgürmüş gibi eyleme geçmesine dönük ısrar teşkil ediyor. Bu bağlamda devlete saldırmaya, hatta muhalif bir tavır içerisine girilmesine bile gerek yok. Kişi, elinden geliyorsa, sanki devlet hiç yokmuş gibi yoluna devam etmeli.”[22] Buradan da “Özgürlük, insanlar özgürlük varmış gibi hareket etmeye karar verdikleri sürece vardır” deniliyor.

Yeni anarşizmi temelde antipolitik yapan da öznelliğin kendisini ifade etme biçimleri üzerinden özgürlüğün hemen şimdi ve burada varolduğu anlayışı.

Yeni anarşistlerle politik kurumların gerekliliği, sundukları alternatiflerin hayatta bir karşılığı olup olmadığı veya siyasetlerinin muhtevası ile ilgili bir tartışma içine girdiğinizde, çıkınlarındaki cevapları bir bir sıralamaya başlıyorlar ve bu noktada tartışmanın eksenini kaydırmak adına, ya ancak kendi bağlamı içerisinde anlamlı olan özel olaylar üzerinden kendilerince deliller getiriyorlar ya da somutla alakası bulunmayan, tümüyle soyut kategorilere başvuruyorlar. Muhatabınızın diline doladığı sorular, esasında hâkim güçlerin ideolojilerinin ürettiği kategorilere teslim olmuş düşünce süreçlerinin tezahürleri olarak cisimleşiyorlar.

Yeni anarşizm, gizemli ve kaçak güreşen bir dil kullanıyor. Bu tür bir dille halis olduğuna inandığı devrimci radikalizmi savunabileceğini düşünüyor.

Aslında yeni anarşiste şu türden sorular sorulması gerekiyor: “İnsanlar, zaten verili hâlleriyle özgürler mi?” Ayrıca “bahsini ettiğin özgürlüğün özü tam olarak nedir?”

Yeni anarşizm, tümüyle politik araçla alakalı bir anlayışa sahip, bu anlamda politik amaç konusunda herhangi bir fikre sahip değil. Amaçları belirlemek için bir program hazırlamalısınız, hedeflerinizi belirlemelisiniz, o hedeflerin istenilirlik ve etki düzeyini tespit etmelisiniz. Ne var ki yeni anarşizm, sırtını tümüyle dünyaya yönelik öznel bir yaklaşıma yaslıyor. O, amaçlardan çok hayatı özgürleştirecek araçlarla ilgileniyor.

Politik kurumlar, politik amaçlara ulaşma sürecine hizmet ediyorlar. Bu amaçlar, muhafazakâr da olabiliyor ilerici de, baskıcı da olabiliyor özgürleştirici de. Yeni anarşistler, bu gerçeği redde tabi tutuyorlar. Onlar, radikal itiraz politikası uyarınca hareket ettiklerini söylüyorlar. Oysa bu tür bir siyaset, ekonomik eşitsizlik veya politik hâkimiyet gibi sorunlara zerre çözüm sunmuyor.

Yeni anarşizmin politik açıdan giderek güçsüzleşen solu yeniden diriltmek gibi bir derdi yok. Aslında o, mücadele ediyormuş gibi yaptığı neoliberalizmin ve onun yol açtığı sorunların somut bir göstergesinden, semptomundan başka bir şey değil. İnsanın kendi içine çekilmesi veya kendisini izole bir topluluk içerisine hapsetmesinin özgürleştirici hiçbir tarafı yok.

Yeni anarşistler, aciz olmayı esas alan bir siyaseti değerli bir şeymiş gibi göstermeye çalışıyorlar. Eşitsizliklerin hiçbir kısıtlama olmadan hareket eden sermayenin ekonomik talimatlarının siyaseti ele geçirmesi sebebiyle giderek arttığı bir toplumda yeni anarşistler, insanları bu gerçekleri görmezden gelmeye teşvik ediyorlar. Yeni anarşizm, bugün kültürümüze hâkim olan, sel suyu gibi her yanı kaplamış irrasyonalizm ve mistisizm kadar tehlikeli. O, her yerde karşımıza çıkan kişisel gelişim kitaplarının politikadaki muadili. Yeni anarşistlerin çalışmaları sürekli neoliberalizm öcüsünden dem vuruyorlar, ama neoliberalizmin gerçekte ne olduğu veya zulme yol açacak ne tür faaliyetlerde bulunduğu konusunda tek bir analiz sunmuyorlar. Politik yapılar ve ekonomik sistemler, kişinin redde tabi tutup etkilerinin dışında bir hayat sürecekleri şeyler olarak görülemezler.

Yeni anarşizmin antipolitikası, bize kurumların önemli olmadıklarını, bu kurumların gündelik hayatımız üzerindeki etkilerinin abartıldığını söylüyor. Ona göre geleneksel politika, “devletin aslında hiç sahip olmadığı bir hareket serbestiyetine sahip olduğunu söylüyor. Gerçekte devlet, toplumsal ilişkiler ağında yer alan bir düğümdür, onu bu hâli sınırlar ve biçimlendirir.”[23] Fakat yeni anarşistler, bu tür iddialarını temellendirmezler, soyut birer cümle olarak bırakırlar. Böylece eleştiriyi anlamsızlaştırırlar. Bunun için de somut teorik iddialar dillendirmek yerine, gözlemlerinden ve derin tefekkür ürünü soyut fikirlerinden bahsedip dururlar.[24]

Yeni anarşizm, siyasetten çok kendi sırlarını ifşa etmiş bir dindir. Bu dine sadece politik kurumların önemli olmadığını düşünenler kabul edilirler. Burada yanılsamalar üzerine kurulu bir siyaset söz konusudur. Bireyler, kurumlar önemli değilmiş gibi hareket ettikleri sürece yeni anarşizm de kendisini muzaffer sayar. Yeni anarşist, politik amaçlara ulaşma konusunda hiçbir zaman başarısızlıkla yüzleşmez, çünkü o, zaten o amaçlara öncülük ettiği hayat tarzı sayesinde ulaşmıştır. İktidarın yanılsamadan ibaret olduğunu düşünerek hareket ettiği için ondan etkilenmeyen yeni anarşist, gerçekte kendisine yönelik zulmün ve baskının ölçüsünü belirleyecek bir araçtan mahrumdur. Kurumların elindeki gücü görmezden gelen yeni anarşist, özgürlüğünü değerlendirecek her türden ölçütü ve kırmızıçizgiyi de siler atar, çünkü o, baskı altında olduğunu hiçbir zaman göremez.

İktidarın varlığını reddederseniz, zulüm ve adaletsizlikle mücadele için gerekli tüm araçlar da geçerliliğini tümden yitirir. Politik mücadelede dile getirdiğiniz özgürleştirme vaadi, özgürlüğü politikadan kopukluk olarak tanımladığınız için tüm meşruiyetini yitirir.

Yeni anarşistlerdeki antipolitizm, kurumların gerçekliğini göz ardı ettiklerine dair suçlamada dile getirilenden daha derin köklere sahiptir. Yeni anarşistler, bugün iktidarın bizim üzerimizdeki etkisinin ortadan kaldırılabileceğine inanırlar. Güç ilişkilerini reddederler, bu da politikanın reddine yol açar. Buradan da son adım atılır: “İktidarı ve iktidarı almadan (hatta başka hiçbir şeyi ele geçirmeden) dünyayı değiştirmeyi düşünmeye başlamak için bizim yapma eylemini düşünmekle işe başlamamız gerekmektedir.”[25]

Üstünlük Yanılgısı, Ayaklanma ve Apolitik Gericiler[26]

Sol, yeni anarşizme ait öğretilerin ve bu öğretilerdeki temel unsurların solun politika yapma tarzlarına hâkim oluşunu, ne analize ne de eleştiriye tabi tutuyor. Oysa sol, süreç içerisinde, kendi anlamlılık düzeyini ve başarı düzeyini hedeflere ulaşma becerisi yerine yaptığı politik eylemlerin sayısı üzerinden ölçer hâle geldi.

Bugün solun dirildiğine dair kanıt olarak protesto eylemleri gösteriliyor. Bu eylemlerde ise belirli taleplerin dillendirilmesine, politikalardan bahsedilmesine veya reformlara yol açacak adımlar atılmasına ihtiyaç duyulmuyor.

Solun eylemlerinin başarısı, salt o eylemlerde olmak üzerinden değerlendirmeye tabi tutuluyor. Hatta başarısız politik eylemler için bile kutlamalar yapılabiliyor. Örneğin kimse, Wall Street’i İşgal Et eylemlerinin elde ettiği başarı konusunda net bir şey söylemiyor.

İşçi hareketi Wisconsin’de Vali Scott Walker’ın programına karşı çıkacak bir eylemlilik süreci içine giremedi. Şikago Öğretmenler Sendikası, Belediye Başkanı Rahm Emmanuel’e karşı koyma konusunda kısmen daha başarılı olsa da gene de devlet, sendikadan belirli tavizler kopartmayı bildi. Bu öğretmen sendikasının grevinde taleplerin karşılanmasına değil, insanları harekete geçirme becerisine odaklanıldı. Bu eylemlerde amaç, sendikanın zaten sahip olduğu hakları savunmaktı. Öte yandan “çalışma hakkı”na yönelik saldırılar giderek arttı.

Emeğin maruz kaldığı bu türden saldırılar, esasen soldaki güçlenmenin değil, zayıflamanın emaresi. Bu tür olaylar, aslında sola kendisini değerlendirme fırsatı sunuyor. Ama politik gerçeklerle yüzleşmenin zorunlu olduğunu söyleyen bu olaylar karşısında sol, etkisine ve faydasına bakmadan, eylem denilen olguya sevdalanıyor. Yeni anarşistlere has siyaset anlayışı, solun kazanımları ve kayıpları değerlendirme becerisini ortadan kaldırıyor.

Lidersiz hacker grubu Anonim gibi anarşist örgütler, bilgisayar çağında özgürlük savaşçıları olarak göklere çıkartılıyorlar:

“Kamusallaşmış kişiliği kurban edip, liderlerden uzak durarak, bilhassa kendi reklâmını yapma oyununu oynamayı reddederek Anonim, sahip olduğu gizemi güvence altına alıyor. Bu, görev ve sorumluluktan kaçan bireyciliği ve bencilliği göklere çıkartan, her şeyi gözetleyen bir toplumsal düzenin hüküm sürdüğü koşullarda, kendi içinde radikal bir politik eylem”[27]

Aynı şekilde “Görünmez Komite de insanlardan görünürlükten uzak durmalarını” istiyor. “Anonimliği bir saldırı mevziine dönüştürün” diyor.[28] Anonim gibi isimsiz-adressiz faillerin gizli siyaseti solda romantize ediliyor. Ne var ki gidişatı halkın yararı adına değiştirmeyi öngören radikallerin siyaseti bu olamaz. Burada esas olarak yeraltı örgütlerinin siyasetine geri dönüş söz konusu. Geçmişin birçok önde gelen anarşist teorisyeni de dâhil radikal solun demokrasinin geliştirilmesi davasına bağlılığıyla bu siyasetin bir alakası var mı?

Yeni anarşistler, anarşizmin “teorik bir külliyat” olduğu fikrine karşı çıkıyorlar. Oysa on dokuzuncu yüzyılın sonlarında harekete, devrimci kalkışma taktiğini benimseyen anarşist gruplar içindeki kimi akımlar damgasını vuruyor. Bu açıdan Anonim’in ve Görünmez Komite’nin kaleme aldığı bildirgeler politik sahada bir yerleri tehdit etmekten çok uzaklar ve maskaralıktan başka bir şey değiller.

Bugün radikal politika, adaletin tesisi için verilen bir mücadele olmaktan çıkıyor, yerini otoritenin altını oymayı amaçlayan bir oyuna bırakıyor.

Yeni anarşizm, solun siyaset yapma konusunda başvurduğu asli dil değil elbette, ama gene de yeni anarşizmin özgürlüğün ifadesi olarak kişisel tavra vurgu yapan yaklaşımının solda tehlikeli sonuçlara yol açtığı görülmeli. En geniş manada sol, bu duruşu benimsiyor, buradan da hedeflere ulaşmak için gerekli her türden pratik araca sırtını dönüyor, böylelikle kendi siyasi pratiğini sakatlıyor. Hedefleri olmadığında sol, kendi gücünün veya başarısının düzeyini de belirleyemiyor. Kişinin kendisini öznel düzeyde özgür hissetme düzeyi, solun tek ölçütü hâline geliyor. Özgürlük, bir tür hedef olmaktan çıkıyor. Öznenin özgür olup olmadığını sadece o belirleyebiliyor.

Yeni anarşizm, sadece teoride sorunlu değil. Politik pratik için de ölümcül sonuçlara yol açabiliyor. Politik değişimin gerçekleşmesini sağlayan tarihsel araçlar, özellikle inşa edilen hareketler ve oluşturulan partiler, hiyerarşik yapıları sebebiyle çöpe atılıyorlar. Siyaset veya yasamadaki değişimler bağlamında elde edilen somut kazanımlar radikal olmayan reformizm örnekleri olarak görülüyor, böylelikle tarihsel önemlerini yitiriyor. Partilerin faydası olmadığına hükmediliyor, çünkü partiler, tümüyle öznel ölçütlere göre değerlendiriliyorlar. Bu tür bir siyaset anlayışı, ancak solun geçmişte ortaya çıkıp gelişmesin diye mücadele ettiği politikalara alan açıyor.

Nihayetinde yeni anarşizm, tam da karşı çıktığını iddia ettiği siyasete destek sunuyor. Onun öznelliğe ve topluluğa yönelik vurgusu, yüz elli yıl boyunca hem sola hem de sağa hâkim olmuş gerici antimodernizmin güncel tezahürü. Öznelliğe yönelik vurgusu irrasyonalizmi besliyor, popülizmi, mistisizmi ve vitalizmi güçlendiriyor. Politikadan kaçıp öznelliğe sığınmaksa yeni anarşizmi karşı kutba savurup atıyor. Mutabakat inşasından dem vuran yeni anarşizmin bu vurgusu, politik eylemsizliğe ya da farklı görüşleri savunmaktan aciz, özgürlükçü olmayan politik katılım anlayışına yol açıyor.

Yeni anarşizm, otoritenin meşru ve gayrimeşru uygulama biçimleri arasında ayrım yapmıyor. Bu hâliyle yeni anarşizm, komplocu bir zihniyete teslim oluyor. Ara politik kurumlara yönelik reddiyesi, politik kontrole aracılık edecek kurumların ortadan kaldırılmasına yol açıyor.

Yeni anarşistler ve solda yer alan diğer aşırı uçtaki unsurlar, kurumların baskı ve hâkimiyet için birer araç olarak kullanıldıklarına dair sayısız örnek sıralıyorlar. Bu konuda haklılar. Ama bunu yaparken önemli olan ve olmayan meseleleri birbirine kasten karıştırıyorlar. Mesele, onların belirledikleri sorunların olup olmaması değil, ciddiyet arz eden tehlikelere yönelik olarak sundukları çözümler. Simone Weil’ı eleştiren yazısında Daniel Bensaid, yeni anarşistlerin savundukları, siyasetten kopuk olmayı savunan görüşleri konusunda bir ikazda bulunuyor:

“Budünyada siyaseti tüm kirli, belirsiz yanlarıyla, değişkenlik arz eden kanaatleriyle birlikte reddedenler, kaçınılmaz olarak, kendine has inayet anlayışıyla, mucizeleriyle, vahiyleriyle, tövbe etme hâlleriyle ve affetme durumlarıyla bir tür ilahiyata yol açıyorlar. Hayal âleminde siyasetten ve ondaki çıkarcılıktan kaçanlar, güçsüzlüğü daimi kılıyorlar. Pratik hayatın koşullara bağlı oluşuyla koşullardan azade ilkeler arasındaki çelişkilerin ağırlığından kurtulmuş gibi yapmak yerine siyaset, o çelişki dâhilinde bir pozisyon almak ve çelişkinin kendisini toprağa gömmeden, onu aşmak için çalışma yürütmek demektir. Politik partilerin aracılığından kurtulunca elinizde ‘partisizlik’ denilen tek parti, hatta tek devlet kalır.”[29]

Yeni anarşizmin “budünyada siyasete yönelik itirazı”, gerici anlamlar ihtiva etmektedir. Özgürlüğün hemen şimdi ve burada olduğuna dair ısrarı, politik güçsüzlüğün somut bir ifadesidir. Sol şiddete yönelik savunular arttıkça bu politik güçsüzlük hâli, daha da rahatsız edici ve endişe verici bir boyuta ulaşmaktadır.[30]

Sol, siyaset alanında kendi durumunun kötüleştiği süreçle boğuştukça akılsız ve düşüncesiz olmanın ceremesini çekmekle kalmıyor, ayrıca yürüdüğü yol dâhilinde yeniden anlamlı ve geçerli bir olgu hâline gelme becerisini de yitiriyor. Bu sorunun çözümü soyut değil, somut ilkelerde bulunulabilir. Politikadan kopmak değil, gerçek politika sahasında daha aktif roller üstlenmektir çözüm. Dolayısıyla sol, net ve açık taleplere sahip hareketler örgütlemek zorunda. Bu yolda, politikaları için gerekli teorik zemini sağlamak adına, düşünce kuruluşları inşa edebilmeli. Bu anlamda sol, daha az değil, daha çok aydına ihtiyaç duyuyor. Bunun yanında sol, kendi kitlesine hesap verebilen politik adaylar belirleyebilmeli, politik partileri için kitle tabanı inşa edebilmeli. Solun yeni anarşizmin desteklediği hayal âleminde zaferler peşinde koşma pratiğine teslim olmak yerine, modern siyasetin genel çerçevesi içerisinde ilerici bir çalışma yürütmesine imkân verecek tedbirleri bu şekilde sıralamak mümkün. Radikal politikanın işi, hayal gücünün uydurduğu, gerçekten kopuk bir âleme kaçmak, abartılı bir öznelliğe sığınmak değil, politik programları gerçeğe dökmektir.

Gregory Smulewicz-Zucker

[Kaynak: Radical Intellectuals and the Subversion of Progressive Politics, Yayına Hz.: Gregory Smulewicz-Zucker ve Michael J. Thompson, Palgrave Macmillan, 2015, s. 121-131.]

Dipnotlar:
[1] Eylemler arasında bu türden benzerlikler bulan yazarlardan biri de Hamid Dabaşi’dir: “Şu hususun üzerinde durmak gerekiyor: Arap ve Müslüman dünyasında demokrasi redde tabi tutulduysa Avrupa ve Kuzey Amerika’da da demokrasi içeriksizleştirildi. […] Bu iki gerçek, Tahran’daki Azadi Meydanı’nda, Kahire’deki Tahrir Meydanı’nda, Madrid’deki Puerto del Sol Meydanı’nda ve Yunanistan’daki Sintagma Meydanı’nda ve ABD’deki Wall Street’i İşgal Et eylemlerinde toplaşan insanları bir araya getiriyor.” The Arab Spring: The End of Postcolonialism (Londra: Zed Books, 2012), s. 144.

[2] Anarşist politik fikirlerin Wall Street’i İşgal Et hareketi içerisindeki rolüyle ilgili bir tartışma için bkz.: Mark Bray, Translating Anarchy: The Anarchism of Occupy Wall Street (Winchester, UK: Zero Books, 2013). Ayrıca bkz.: Barbara Epstein, “Occupy Oakland: The Question of Violence” Socialist Register 2013: The Question of Strategy, Yayına Hz.: Leo Panitch, Greg Albo ve Vivek Chibber (Pontypool: The Merlin Press, 2012).

[3] Graeber’ın Adbusters dergisinin yaptığı eylem çağrısı sonrası işgal eylemine katılmasıyla ilgili değerlendirmesi için bkz.: The Democracy Project: A History, a Crisis, a Movement (New York: Spiegel & Grau, 2013).

[4] Jodi Dean, “hareketin elde ettiği ilk başarının anarşizmin politik eyleme yönelik yaklaşımının verimli ve etkili olduğunu ortaya koyduğunu” söylüyor. “Occupy Wall Street: After the Anarchist Moment” Socialist Register 2013, s. 52.

[5] Bu türden argümanlar yeni değil. İlk akla Fransız antropolog Pierre Clastres’nın çalışmaları geliyor. Bilhassa şu çalışması: “Society against the State”, Society against the State içinde, Çeviri: Robert Hurley ve Abe Stein (New York: Zone Books, 1989). Dikkatimi bu çalışmaya çeken Timothy Johnson’a teşekkür ederim.

[6] Peter Marshall, Demanding the Impossible: A History of Anarchism (Oakland: PM Press, 2010), s. 53.

[7] 1848 devrimlerinde bu grupların çakışan çıkarları ve aralarındaki ayrışmalarla ilgili bir tartışma için bkz.: Jonathan Sperber, The European Revolutions, 1848–1851, İkinci Baskı (Cambridge: Cambridge University Press, 2007). Dönem boyunca ortaya çıkan farklı ideolojilerle ilgili açıklamalar için bkz.: s. 65–92. Sperber, kitabında oluşan politik kulüplerden ve bunların garklı grupları nasıl bir araya getirdiğinden bahsediyor (s. 167–177).

[8] Geoff Eley’nin tespitine göre, “1890’larda anarşistler bugün kitlesel faaliyet biçimi hâlini almış sosyalist partilerin kitle tabanlarıyla kıyaslanabilecek bir tabana sahip değillerdi.” Forging Democracy: The History of the Left in Europe, 1850–2000 (Oxford: Oxford University Press, 2002), s. 97. Mihail Bakunin’in yazılarının yön verdiği, ayaklanmacı stratejiler üzerinde duran yönelim s. 26’da tartışılıyor.

[9] Marshall, s. 9.

[10] Rudolf Rocker, Anarcho-Syndicalism: Theory and Practice (Edinburgh: AK Press, 2004).

[11] Daniel Guerin, Anarchism, Çeviri: Mary Klopper (New York: Monthly Review Press, 1970), s. 13.

[12] David Graeber, “The Twilight of Vanguardism”, Possibilities: Essays on Hierarchy, Rebellion, and Desire içinde (Oakland: AK Press, 2007), s. 303.

[13] G. W. F. Hegel, Phenomenology of Spirit, Çeviri: A. V. Miller (Oxford: Oxford University Press, 1977), s. 226.

[14] John Holloway, Change the World without Taking Power: The Meaning of Revolution Today (Londra: Pluto Press, 2010), s. 3.

[15] Mark Grief, “Drumming in Circles”, Occupy! Scenes from Occupied America içinde, Yayına Hz.: Astra Taylor, Keith Gessen ve n+1, Dissent, Triple Canopy ve New Inquiry dergilerinin editörleri (Londra: Verso, 2011), s. 57.

[16] Anarşistin şahsiyetini tartışırken “içgüdüsel” meselesiyle ilgili tartışma yürütmüş olmasına rağmen ben Daniel Guerin’i, politikanın bir biçimi olarak kişinin kendisini ifade etmesi konusunda aynı ölçüde güçlü iddialarda bulunan bir kişi olarak görmediğimi belirtmeliyim.

[17] Marina Sitrin ve Dario Azzelini, They Can’t Represent Us! Reinventing Democracy from Greece to Occupy (Londra: Verso, 2014), s. 51.

[18] Marina Sitrin, Horizontalism: Voices of Popular Power in Argentina, Yayına Hz.: Marina Sitrin (Edinburgh: AK Press, 2006), s. 38.

[19] Bir protesto biçimi olarak doğrudan eylem, bugün yeni anarşist mahfillerde kullanılan hâlini önceleyen bir tarihe sahiptir. Bkz.: Barbara Epstein, Political Protest and Cultural Revolution: Nonviolent Direct Action in the 1970s and 1980s (Berkeley: University of California Press, 1991).

[20] David Graeber, Direct Action: An Ethnography (Edinburgh: AK Press, 2009), 203.

[21] Hakim Bey, “geçici özerk bölgeler” derken neyi kastettiğini söylemez. Gelgelelim, Onun şu sözü, söz konusu bölgelerin devlet haricinde nasıl işleyeceğini ele alan bir değerlendirme olarak görülebilir: “Geçici özerk bölgeler, doğrudan devletle boğuşmayan bir ayaklanmaya, belirli bir alanı (araziyi, zamanı veya hayal gücünü) özgürleştiren, devlet onu ezmezden önce başka bir yer ve zamanda yeniden oluşturmak üzere onu çözüp dağıtan gerilla operasyonuna benzer.” T.A.Z.: The Temporary Autonomous Zone (Pacific Publishing Studio, 2011), s. 70.

[22] James C. Scott, Two Cheers for Anarchism: Six Easy Pieces on Autonomy, Dignity, and Meaningful Work and Play (Princeton: Princeton University Press, 2012), s. 7–8.

[23] Jean-Jacques Rousseau, Discourse on the Origin and Foundations of Inequality among Men or Second Discourse in The Discourses and Other Early Political Writings, Çeviren ve Yayına Hazırlayan: Victor Gourevitch (Cambridge: Cambridge University Press, 1997), s. 198.

[24] “Birçok anarşist düşünürden farklı olarak ben, devletin her yerde olduğuna ve her daim özgürlüğün düşmanı olduğuna inanmıyorum.” Scott, s. xiii.

[25] Bu benzerliği Scott da kabul ediyor. Bkz.: A.g.e., s. 78.

[26] A.g.e., s. 53.

[27] Bu iddia ile Robert Owen’ın 1825’te kurduğu Yeni Ahenk türünden işbirliği temelli cemaatler inşa etme girişimleri arasındaki benzerliğe dikkat edilsin.

[28] Sitrin, Horizontalism, s. 18.

[29] Scott, s. xxi.

[30] David Graeber, Fragments of an Anarchist Anthropology (Şikago: Prickly Paradigm Press, 2004), s. 12.

[31] Graeber, “Provisional Autonomous Zone”, Possibilities içinde, s. 177.

[32] James C. Scott, The Art of Not Being Governed: An Anarchist History of Upland Southeast Asia (New Haven: Yale University Press, 2009), s. 328.

[33] Sitrin, Horizontalism, s. 4.

[34] Richard Hofstadter, Anti-Intellectualism in American Life (New York: Vintage Books, 1963), s. 45–46.

[35] Holloway, s. 3.

[36] Graeber, On the Phenomenology of Giant Puppets” Possibilities içinde, s. 385.

[37] Benjamin R. Barber’ın konuyla ilgili ferasetli değerlendirmesi şu şekilde: “Anarşizm sosyal bilimcilere hiç cazip gelmedi, çünkü o toplumsal gerçeklerle hiç ilgilenmiyordu. Önemli felsefecilerin ilgisini hiç çekmemiş olmasının sebebi anarşizmin paradoksla malul olması, devrim arzusu ile ütopya arzusu arasında salınması idi.” Superman & Common Men: Freedom, Anarchy, and the Revolution (New York: Praeger Publishers, 1971), s. 35.

[38] Scott, Two Cheers for Anarchism, s. xxiii.

[39] Holloway, s. 150.

[40] Norberto Bobbio, Left and Right: The Significance of a Political Distinction, Çeviri: Allan Cameron (Şikago: The University of Chicago Press, 1996), s. 8.

[41] Graeber, Fragments of an Anarchist Anthropology, s. 83.

[42] Bu politikaya dair yaklaşım anarşistlere has değil. Hannah Arendt’in siyaset teorisi de bu türden bir yaklaşımı içeriyor. Daha fazlası için Michael J. Thompson’ın Arendt eleştirisine bakılabilir: “Inventing the ‘Political’: Arendt, Antipolitics, and the Deliberative Turn in Contemporary Political Theory”, Radical Intellectuals and the Subversion of Progressive Politics içinde, Yayına Hz.: Gregory Smulewicz-Zucker ve Michael J. Thompson, Palgrave Macmillan, 2015, s. 69-97.

[43] Graeber, The Democracy Project, s. 202–203.

[44] Scott, s. 120.

[45] Burada şu hususun üzerinde durmam gerekiyor: benim burada derdim, yeni anarşistlerin yeni gelişmekte olan faşistler olduklarını söylemek değil. Ama gene de sekterizmi aşmaktan söz eden dilin rahatsız edici sonuçları olacağına inanıyorum. Burada ayrıca Sternhell’in Fransız faşistlerinde görülen liberalizme, sosyalizme ve parlamenter demokrasiye yönelik düşmanlığa ayrıca onun duyguya yaptığı vurgu ile aydın karşıtı eğilimleri ile ilgili değerlendirmesine bakılmalı. Bkz.: Zeev Sternhell, Neither Right nor Left: Fascist Ideology in France, Çeviri: David Maisel (Princeton: Princeton University Press, 1986), s. 36.

[46] Graeber, The Democracy Project, s. 120.

[47] The Invisible Committee, The Coming Insurrection (Los Angeles: Semiotext(e), 2009), s. 23.

[48] Graeber, “Social Theory as Science and Utopia: Or, Does the Prospect of a General Sociological Theory Still Mean Anything in an Age of Globalization”, Possibilities içinde, s. 327.

[49] Sitrin ve Azzellini, They Can’t Represent Us!, s. 14.

[50] Marina Sitrin, “One No, Many Yeses”, Occupy! içinde, s. 10.

[51] Jodi Dean, “Claiming Division, Naming a Wrong”, A.g.e., s. 88.

[52] Sitrin ve Azzellini, s. 6.

[53] Yapısızlığa yönelik anarşist savunu örneklerine dair bir eleştiri için bkz.: Jo Freeman, “The Tyranny of Structurelessness”, erişim tarihi: 18 Şubat 2015, Joreen.

[54] Holloway, s. 212.

[55] Graeber, Direct Action, s. 203.

[56] Holloway, s. 13.

[57] James C. Scott da Anarşizmin İki Yönü isimli çalışmasının genel yapısını bu şekilde niteliyor.

[58] Holloway, s. 27.

[59] Anarşizmin gerici olduğunu söyleyip onu eleştiren ilk önemli çalışmalardan biri için bkz.: Barber, Superman & Common Men. Barber’ın eleştirisi, anarşizmin kapsamlı tarihini içeriyor. Ayrıca 1971’de yazdığı kitabında anarşizmin öldüğünü gönül rahatlığıyla ilân edebiliyor.

[60] Gabriella Coleman, Hacker, Hoaxer, Whistleblower, Spy: The Many Faces of Anonymous (Londra: Verso, 2014), s. 399.

[61] The Invisible Committee, s. 112.

[62] Daniel Bensaid “Permanent Scandal”, Democracy in What State? içinde, Çeviri: William McQuaig (New York: Columbia University Press, 2011), s. 42.

[63] Slavoj Žižek, geçmişin sol faşizmine benzeyen solcu şiddetini bugün açıktan savunan isimlerden biri.

0 Yorum: