Müşterek’i
Okumak isimli çalışma, 1983 yılında Irak’ta o dönemdeki Irak
devriminin yeni görevlerini ele alan bir program belgesi olarak yayımlanan Müşterek
belgesinin çevirisini ve bizim kimi düzenlemelerimizi içermektedir. Bu belge,
modern sosyalist devrimlerin deneyimlerinin gözden geçirilmesi, İslam
toplumlarının incelenmesi ve Irak’ta ortaya çıkan koşulların değerlendirilmesi
temelinde Irak Komünist Partisi Merkez Komitesi tarafından hazırlanmıştır.
Müşterek, sosyalist
düşüncede Irak ve dünya komünist hareketinin deneyimlerinden yararlanarak
gerçekleştirilen önemli bir gelişmeyi temsil etmektedir. Belge, esas olarak yetmişlerde,
seksenlerde ve doksanlarda Irak Komünist Partisi (Merkez Komutanlığı) Genel
Sekreteri olan merhum Dr. İbrahim Allavi tarafından yazılmıştır.
Belge,
insanların veya ulusların sömürülmediği, ileri demokratik toplumlar yaratma
yolunun temellerini atmaktadır. Ayrıca İslam tarihindeki işbirliği düşüncesinin
temellerini ele almakta ve İslam’daki işbirliğini esas alan felsefi mirasın
Irak’ta olumlu bir değişim yaratmada oynayabileceği role vurgu yapmaktadır.
Müşterek’te dile
getirildiği biçimiyle:
“İslam, Müslümanlar
arasında işbirliği ilkesini benimsemiş ve toprak, madenler ve suyu Allah’ın mülkiyeti,
dolayısıyla tüm İslam toplumunun ortak mülkiyeti olarak kabul etmiştir. Birilerinin
bunları tekeline alması veya tüm ulusun kamu çıkarlarına aykırı davranması caiz
değildir.
Bu ilke, İslam’daki tarım
sistemi olan Haraç sisteminin temelini oluşturmuştur. 1848 tarihli Komünist
Manifesto, bu gelişmiş ekonomik sisteme ilk kez atıfta bulunarak, ikinci
bölümünde diğer taleplerle birlikte bunu birincil talep olarak sıralamıştır: ‘1.
Toprağın özel mülkiyetinin kaldırılması ve tüm toprak gelirlerinin kamuya ait
hale getirilmesi.’ […]”
Biz,
Müşterek çalışmasının, diktatörlük rejimlerinin devrilmesinden sonra
demokratik sosyalizme giden yolu çizmek, halk demokrasisi ve paylaşım ekonomisi
için bir çerçeve oluşturmanın ötesinde bir anlam ve öneme sahip olduğuna
inanıyoruz. Çalışma ayrıca, siyasi dönüşümün ayrılmaz bir parçası olarak işbirliğine
dayalı kurumların kurulmasının hayati önemini vurgulamaktadır. İspanya’daki
Mondragon kooperatifleri yanı sıra Çin Halk Cumhuriyeti'ndeki kooperatifler ve
sosyal girişimler gibi başarılı örnekler, bu yaklaşım içinde kooperatif
girişimlerini teşvik etmenin önemini etkili bir şekilde göstermektedir.
Son
olarak şunu söyleyelim: Çalışmada ilgili dönemde Irak’ta oluşmuş olan politik
alana dair özel kimi ayrıntılar, İslam tarihi ve demokratik sosyalizm
programının kapsadığı ana kısımlar açısından pek önem arz etmediği için metinde
yer verilmemiştir. Ana kısımlarda hiçbir değişiklik yapılmamıştır.
Neden
Müşterek?
1983
tarihli özgün metnin 2024’teki politik duruma dair düşünceler geliştirilmesi
amacıyla güncellenmesi
Müşterek,
1983
yılında, İran-Irak Savaşı sırasında, Saddam Hüseyin rejiminin yüzleştiği bir
dizi askeri yenilginin ardından yazıldı. Bu dönemde, Irak halkının çeşitli
kesimlerinde ve farklı milletlere mensup halk kitlelerinde, Baas rejiminin
çöküşünü ve Irak’ı saran karanlığın sona ermesini sabırsızlıkla bekleyen yaygın
bir iyimserlik havası hâkimdi. Umutları, kan dökülmesinin, zorla yerinden
edilmenin ve insan onurunun aşınmasının sona ermesine dairdi. Ancak, rejimin çökmesi
için yirmi yıl daha geçmesi gerekti ve bu, 2003 yılında Amerika’nın Irak’ı
işgaliyle gerçekleşti. Ne yazık ki, rejimin çöküşü Irak halkının acılarını
hafifletmedi, aksine yeni zorluklar ortaya çıkardı.
Irak
halkının Saddam Hüseyin rejiminin çöküşüne yönelik umutlu beklentilerine
rağmen, işgalci Amerikan güçleri, askeri güç ve yıkıcı yöntemlerle yeni bir
sömürge işgali biçimi uygulamaya çalıştı. Bu, Irak devletinin çeşitli
bileşenlerinin parçalanmasını, petrol kaynaklarının kontrolünün ele
geçirilmesini ve Irak’ı etnisite temelinde, keyfi olarak bölmeyi, böylece
zayıflamış bir ülke üzerinde ABD’nin hâkimiyetini tesis etmeyi amaçlayan Biden
projesinin uygulanmasını gerekli kılıyordu. Irak halkı, işgalcilerin direnişine
rağmen, halk seçimleri düzenlemeyi başarmış olsa da, bugün siyasi süreç,
sömürgeci bir tasarıma dayanan bir çerçeve içinde işliyor. 142. maddede
belirtildiği gibi, belirli yönlerden değiştirilmesi mümkün olmayan bir anayasa
eliyle çizilen bu siyasi çerçeve, neticede siyasi mezhepçiliğin, yolsuzluğun,
Irak’ın bölünmesinin ve kaynakları üzerindeki kontrolün kurumsallaşmasına yol
açıyor.
Irak,
başlangıçta sömürgeciliğin yol açtığı sonuçlardan beslenen baskıcı bir rejimin
pençesinden kurtuldu, ancak başka bir karanlık döneme girdi. Bu karanlık
dönemde, ülkemizin geniş bölgelerini kontrol altına almayı başaran IŞİD gibi
acımasız ve aşırıcı gruplar ortaya çıktı. Ancak, Halk Seferberlik Güçleri ve
silahlı kuvvetlerin kahramanca fedakârlıkları sayesinde, bu güçler nihayetinde
yenilgiye uğratıldılar. Bununla birlikte, Bremer’ın siyasi yapısının bir sonucu
olarak ortaya çıkan yozlaşmış siyasi sistemle birlikte siyasi kriz devam etti.
Bu sistem, Irak halkına sadece geri kalmışlık ve sefalet getirdi, onların
zorluklarını daha da artırdı.
Irak
halkının çoğunluğunun üzerinde hemfikir olduğu siyasi alternatif sorunu,
ertelenmeye veya geciktirilmeye müsaade edilemeyecek acil bir görev haline
gelmiştir: Halkımızı karanlık, terör, savaş, yıkım ve yolsuzluk dönemlerinden
kurtaracak siyasi sistem hangisidir? Halkın demokratik özgürlüklerini garanti
altına alacak ve Irak’ta insan onurunu geri kazandıracak siyasi kurumlar
hangileridir? Halkın ulusal kurtuluş, demokrasi ve sosyal ilerleme mücadelesine
öncülük edecek siyasi güçler hangileridir? Ayrıca, ülkenin karşı karşıya olduğu
mevcut krizden çıkış yolu nedir?
Çözülmesi
gereken en önemli düşünsel sorunlardan birinin, demokratik ve sosyalist
devrimler arasındaki doğru ilişkiyi belirlemek olduğuna hiç şüphe yok. Irak
toplumu, bugün sosyalist devrim değil, ulusal demokratik devrim göreviyle karşı
karşıyadır. Ancak bu devrim, kurumları yolsuzlukla dolu ve mevcut anayasal yapı
içinde faaliyet gösteren mevcut siyasi güçler tarafından yönetilemez;
milyonlarca Iraklı işçiyi ait olduğu tüm kategorilerde temsil eden yeni siyasi
kurumlara ve güçlere, ekonomik-siyasi bağımsızlık ve kendi kendine yeterlilik
yolunu izleyen, son elli yılda dünyadaki sol hareketlerin, kooperatiflerin ve
sendikal hareketlerin zengin deneyimlerinden yararlanan kurumlara ihtiyaç
vardır.
Müşterek [“ortak
mülkiyet”], Arap-İslam tarihi ve Irak halkının geleneklerinden ilham alarak
gerçekleştirilecek sosyalist devrimlerin özünün somutlaştığı kavramdır. Bu
kavram, yozlaşmış bir devlet karşısında bile çağdaş, ekonomik açıdan müreffeh
ve kendi kendine yeten kurumlar inşa etmek için güçlü bir araç görevi
görmektedir. İşbirliğine dayalı bir ekosistem oluşturan bu demokratik kurumlar,
Irak halkını ilerleme, özgür bir vatan ve mutlu bir halk arayışında
birleştirecektir. Birlikte, modern iletişim devriminin dönüştürücü
potansiyelinden yararlanarak, umut ve ortak refahla dolu daha parlak bir
geleceğe giden yolu açacaklardır.
İlerleyen
bölümlerde, 1983 tarihli Müşterek çalışmasının çok küçük, belirtilen
değişikliklerle yapılan çevirisine yer verilmektedir.
Terminoloji
Üzerine
Eskiler
sosyal ve felsefi kavramları ifade ederken çok hassastılar ve bu nedenle,
toplumlarıyla birlikte ortadan kaybolan ve günlük kullanımdan uzak kalan hassas
bir terminoloji geliştirdiler. Bazı çevirmenler ve modern yazarlar, yabancı
kelimeleri Arapçada karşılıklarını bulmak için ciddi bir çaba sarf etmeden kullanma
yoluna gitmişlerdir. Bu dilbilimsel yaklaşım, siyasi ve sosyal metinleri hızlı
bir şekilde çevirmek gibi sınırlı bir amaca hizmet edebilir, ancak toplumumuzun
özelliklerini ve tarihsel oluşumunu daha iyi anlamak için bu kavramları eski
kavramlarla karşılaştırmak gerektiğinde, hızla kafa karışıklığı ve yanlış
anlaşılmalara yol açar. Örnek olarak “sosyalizm” ve “komünizm” terimlerini ele
alalım.
Bu
kelimelerin, modern sosyalist hareketlerin ortaya çıktığı Arapçaya, Avrupa
dillerindeki karşılıklarının çevirileri yoluyla girdiği bilinmektedir. Cemaleddin
Efgani ve Muhammed Abduh gibi Arap yazarlar bu kavramları ele aldıklarında,
başlangıçta en yakın karşılıklarını kullandılar; Fransızca ve İngilizce
“sosyalizm” kelimesinin karşılığı olarak “içtimaiyye” [sosyal] terimini, Avrupa’daki
“komünizm” kelimesinin çevirisi olarak ise “şiyuiye” [komünizm] terimine
başvurdular.[1]
Daha
sonra, Avrupa düşüncesinden etkilenen entelektüellerin yazılarında yeni
terimler ortaya çıktı. Örneğin Selamet Musa, sırasıyla 1910 ve 1913 yıllarında
yayınlanan Üstinsan ve Sosyalizm adlı kitaplarında “iştirakiyye”
[sosyalist] kelimesini kullandı. İçtimaiye [sosyal] ve iştirakiyye
[sosyalizm] kavramları arasında büyük bir fark vardır, ancak her iki terim de
Avrupa'daki “sosyalizm” kelimesinin eşdeğeri olarak kullanılmıştır.
“Komünizm”in eşdeğeri olarak kullanılan şiyuiye terimi ise, tüm yazarlar
tarafından kabul gören bir çeviri haline gelmiş görünmektedir. Selamet Musa’nın
yukarıda bahsedilen kitabında, 1910 yılında “Avrupa’nın en uzak bölgelerinde
komünizmle [şiyuiye] sonuçlanan sosyalist eğilim”den bahsederek, iki
kavramı birbirinden ayırdığı görülmektedir.
Avrupaî
kavramların çevirilerini dilbilimsel kökenleriyle karşılaştırdığımızda,
özellikle bugün Marksizmin komünizme giden ilk tarihsel aşama olarak savunduğu
sosyal sistemi ifade etmek için yaygın olarak kullanılan “sosyalizm” kelimesi
açısından, Arapça karşılıklarıyla açık farklar olduğunu görüyoruz. Arapçada iştirakiyye
olarak çevrilen “sosyalizm” kelimesi, bazı Avrupa sözlüklerinde belirtildiği
gibi, “arkadaş, müttefik veya klan” anlamına gelen Latince socius
kelimesinden türeyen “sosyal” kelimesinden türemiştir.
“Sosyal”
kelimesi, konuşma bağlamından aldığı başka anlamlara da sahiptir. Örneğin,
İngilizcedeki “social relations” (sosyal ilişkiler) ve Fransızcadaki “rapports
sociaux” (sosyal ilişkiler) gibi sosyal yaşamla ilgili kavramlar, siyasi
bir hareket veya belirli bir sosyal model olarak sosyalizm kavramından
farklıdır.[2]
“Sosyalizm”
kelimesinin çevirisinde Arapçada çok sayıda eşdeğer kelime bulunmasının
nedenini, yukarıda sunulan örnekler üzerinden anlamak mümkün. Muhammed Abduh bu
kelimeyi içtimaiyye olarak çevirdiğinde, dilsel anlamı açısından doğru
bir çeviri yapmıştı, ancak iştirakiyye olarak çevirdiğinde dilsel açıdan
doğru bir çeviri yapmamıştı, çünkü “sosyal” kelimesi, mutlaka mülkiyet ve
üretim araçlarına katılım anlamına gelmez. Ancak, o dönemde “sosyalizm”
teriminin kullanımı, işgücünün çıkarlarına hizmet etmeyi amaçlayan devrimci bir
hareket olarak ayırt edilmesini gerektiren siyasi bir ihtiyacı da ortaya
koyuyordu. Öte yandan, Arapçada içtimaiyye kelimesi, dilsel açıdan doğru
olmasına rağmen, Selamet Musa ve Arap Marksistleri gibi sosyalizm
destekçilerinin amaçladığı gerekli özelliği sağlamamaktadır.
Bu
nedenle, ilgili sorun, dilsel sınırları aşarak siyasi kavramlara dönüşmüş,
Avrupa ile İslam-Arap dünyası arasındaki temel toplumsal farklılıkları
yansıtmıştır. Avrupa orta sınıf toplumları ve kapitalizm, üretim araçlarının ve
toprağın bireysel özel mülkiyeti kavramına dayanmaktadır. Bu nedenle, toplumsal
mülkiyet çağrıları, o dönemde hâkim olan bireysel mülkiyet kavramına göre
devrimci bir nitelik kazanmıştır. Dolayısıyla, ilerici hareketler, kendilerini
“sosyalist” olarak adlandırmışlardır. Uzun süre İslam hukuku ile yönetilen
ülkelerde ise durum farklıdır; bu ülkelerde toprak, nehirler ve başlıca üretim
araçları devlete aittir. Devlet mülkiyetinin yanı sıra özel mülkiyet de
çoğunlukla üst düzey yetkililere aittir ve bu nedenle, büyük ölçüde devlet
aygıtındaki konumlarına bağlıdır. Görüleceği üzere, bu durum İslam’da
“toplumsal” mülkiyet çağrısını anlamsızlaştırmış, mevcut gerçekliği onaylayan
bir ifadeye dönüştürmüştür. Bu nedenle, “sosyal” kavramı, işçi sınıfının
çıkarlarını ifade eden bir hareket olarak devrimci anlamını yitirir.
Cemaleddin
Efgani ve Muhammed Abduh’un “sosyal” terimini kullanması, Arap ülkelerindeki
sol hareketler arasında kabul görmedi ve “sosyalizm” teriminin kullanımı,
Avrupa kökenli terimden açıkça farklı olmasına rağmen, yaygınlaştı. Aslında,
Arapça iştirakiyye kelimesi, her ikisi de paylaşım kavramından türediği
için, Avrupa’daki “komünizm” kelimesine karşılık gelir. Ancak, “komünizm”
teriminin kullanılmasıyla birlikte, bu terim ile kavram arasındaki dilbilimsel
fark kabul edilir bir fark olarak görülmeye başlanmıştır.
Bir
başka sorun da Fransızca “commune” kelimesinin çevirisinde ortaya
çıkmaktadır. Marksist çevirmenler, bu kelimeyi geleneksel olarak Arapçaya “muşa’a”
[ortak] olarak çevirmişler veya “commune” ve “communard”
kelimelerini olduğu gibi bırakmışlardır. Ancak, bu terminolojik kullanımı kabul
etmek, Irak da dâhil olmak üzere, İslam toplumlarının sosyal ve siyasi
gelişimini doğru bir şekilde anlamak için temel bir miras teşkil eden eski
İslam metinlerini anlamada birçok engel yaratmaktadır.
Biz
bu sebeple, Marksist literatürdeki “komün” kavramının karşılığı olarak, derin
anlamları olan eski Arapça kelime Müşterek’i [ortak mülkiyet] kullanmaya
karar verdik. Lenin’in de işaret ettiği gibi, Marx ve Engels, “komün”
kelimesini çevirmek için eski Almanca terimler kullandıkları için bu geçerli
bir seçimdir. Lenin, ayrıca Rusçada bu terimin anlamına karşılık gelen bir
kelime bulunmadığını belirtmiş ve “komün”ü ifade etmek için aynı Fransızca
kelimenin kullanılmasını önermiştir.
“Müşterek”
kelimesini kullanmayı seçmemizin nedeni, bu terimin “komünal” kelimesiyle
neredeyse eşanlamlı olduğunu gösteren çok sayıda İslam öncesi ve İslami Arapça
metinlerin varlığıdır. Temel fark, katılımın paylaşılan bireyleri ve insanları
önkoşul olarak görmesi, “komünal”in ise paylaşılan şeyleri ifade etmesi ile
ilgilidir. Bir Hadis’te şöyle denmektedir:
“Ortak
yoldaş, yoldaş komşudan daha hayırlıdır.”[3]
Bu
Hadis’in tefsirini içeren sözlüğün yazarı şunu söylüyor:
“Hz.
Muhammed, ortak derken, ortak paylaşım sürecine katılan insanı kastediyor.”
“Katılım”
ve “ortak paylaşım” arasındaki dilbilimsel fark nettir. “Müşterek” kelimesi, paylaşılan
şeyler ve mülklerden önce temel bir dayanak olarak bir insan grubunu önkoşul
olarak varsayar. Bu kavramda insanların rolünü vurgulamak, sosyal sistemde özel
bir öneme sahiptir. Bunun sonraki bölümlerde netleşeceğini umuyoruz. Bu konu,
Marx ve Engels’in ilgisini çekmiştir, zira onlar, “sosyalizm” ve “komünizm”
terimleri arasındaki farkı (terimlerin genel anlamıyla) açıklamışlardır.
Engels, 1890 yılında Komünist Manifesto’nun girişinde şöyle yazmıştır:
“[...]
1847’de sosyalizm bir orta sınıf hareketi, komünizm ise bir işçi sınıfı
hareketiydi.”[4]
Arapçada
genellikle “demokrasi-sosyalizm” olarak çevrilen ve bazen ilk kelimenin ikinci
kelimenin önüne geldiği “sosyal demokrat” teriminin, Marksist hareketin
hedeflerine ve bilimsel kavramlarına uyması için Engels tarafından “komünist”
kelimesiyle değiştirilmesi önerildi.[5] Aynı nedenle Lenin, 1917’de Rus Sosyal
Demokrat İşçi Partisi’nin adını Tüm Rusya Komünist Partisi olarak değiştirmeyi
önerdi ve Nisan Tezleri’nde bu değişikliğin önemli siyasi amacını
açıkladı.[6]
Bu
terimler ile “sosyalizm koşullarında demokrasi” kavramı arasında yaşanacak kafa
karışıklığına mani olmak adına, bu terimin Avrupa’daki dilbilimsel anlamına
göre hareketler ve partiler için “sosyal demokrasi” çevirisini kullandık.
Aşağıdaki sayfalarda geçen “sosyalist demokrasi” terimi, İkinci Enternasyonal
partilerini ve Kautsky okulunu değil, sosyalizm koşullarında proleter
demokrasiyi ifade etmektedir. “Sosyal demokrasi” teriminin, bu hareketi Avrupa’da
öncelikle burjuva liberal partilerle ilişkilendirilen “siyasi demokrasi”den
ayırmak için Avrupa dilbilimsel köklerinden türetilmiş bir terim olduğu
bilinmektedir.
“Sosyal
demokrasi” terimi, yasal çalışma koşullarından yararlanmak ve parlamento
mücadelelerine katılmak isteyen sosyalist ve işçi partilerinin ayırt edici bir
sembolü olarak, geçen yüzyılın ikinci yarısında yaygınlaştı. Bu terim,
özellikle İkinci Enternasyonal partilerinin çoğunun, tarihsel köklerine ve
işçilerden oluşan üyeliklerine rağmen, liberal burjuva çıkarlarına hizmet eden
örgütlere dönüştüğü sosyalist Ekim Devrimi’nden sonra, artık Marksist hareketi
temsil etmemektedir.
Bu
değişiklikler ışığında, Bolşevik Parti daha önce de belirtildiği gibi adını
Komünist Parti olarak değiştirdi, Marx ve Engels ise 1870 yıllarına ait Alman
Sosyal Demokrat Partisi programında geçen her “devlet” kelimesini Müşterek
anlamına gelen “komün” kelimesiyle değiştirdi.
“İslam”
kavramı gibi, sonraki bölümlerde tekrar eden ve kafa karışıklığına neden olan
bazı diğer noktaları açıklığa kavuşturmak gerekiyor. İslam’dan bahsettiğimizde,
sadece fakihlerin Kur’an ve Sünnet aracılığıyla tanımladıkları İslam şeriatını
ve her bir düşünce okulunun İslam öğretilerinden sunduklarını kastetmiyoruz.
Daha ziyade, “İslam” derken, bağlamdan da anlaşılacağı üzere, Irak tarihinin ve
uzun süre İslam egemenliğine tabi olan ülkelerin, İslam egemenliğiyle ilişkili
belirli kalıplara uyum sağlamış sosyal yapılarının olduğu dönemi kastediyoruz.
Bu tanım, bilimsel açıdan eksik veya kesin olmayabilir, Ortaçağ veya Bizans
dönemi gibi yaygın olarak kullanılan terimlerle değiştirilebileceği iddia
edilebilir. Ancak, “Ortaçağ” ve “feodal” gibi Avrupa tarihinden türetilen
terminolojilerin İslam’ın durumuna uygulanamamasının yanı sıra, İslam tarihi
hakkında üzerinde uzlaşılmış bilimsel terminolojilerin bulunmaması, “İslam”
kavramı için sunduğumuz tanımı haklı kılabilir.
Marksist-Leninistlerin
dine karşı tutumunun açık olduğunu ve bu belgede tekrar edilmesine gerek
olmadığını söylemeye gerek yoktur. Buradaki amaç, birbiriyle çelişen düşünsel
eğilimleri uzlaştırmak değil, tarihsel olguları olabildiğince objektif bir
şekilde incelemek, ülkemizin mevcut durumuna ışık tutmak ve geleceğe giden yolu
araştırmaktır.
Ali Assam
Mecid Allavi
Kaynak: Reading
in Al-Mushtarak: A System for Democratic Socialism, Yayına Hz. ve Çeviren:
Ali Al-Assam ve Majid Allawi, Iskra Book, 2024, s. xix-xxvii.]
Dipnotlar:
[1] Cemaleddin Efgani’nin “Materyalistlere Cevap” başlıklı mektubuna
bakılabilir: Hayderabad 1879, Darü’l-Hilal baskısı, Kahire, 1973, s.17.
[2]
Fransız dilbilimci, kendi ismini taşıyan ünlü Fransızca sözlüğünün yazarı
Robert’in de ifade ettiği biçimiyle, Fransızcadaki “socialisme” terimi 1822’de
İngilizce “socialism” kelimesinden veya 1803’te İtalyanca kelime “socialismo”dan
türetildi. Dolayısıyla, Avrupa dillerinde bu kelime basit bir dilsel
değişikliğe uğramadı, tarihsel süreçte gelişme kaydetti.
[3]
Efgani’nin mektubu, Hayderabad 1879, Darü’l-Hilal baskısı, Kahire, 1973, s. 17.
[4]
Frederick Engels, Preface to the 1888 English edition, 30 Ocak 1888, MIA.
[5]
Bkz.: Lenin, Selected Works, Cilt. 2, Bölüm 1, Foreign Languages
Publishing House, Moskova, 1952, s. 458.
[6] A.g.e., s. 48.
0 Yorum:
Yorum Gönder