TKP
yöneticileri, kadrolara İştirakî okumayı yasak etmiş ama “Medusa’nın
Salı” isimli belgesel denemesinin birinci bölümünden anladığımız kadarıyla, o
yöneticiler, gizlice İştirakî okumuşlar. Zira, belgeselin ilk bölümü
İştirakî yazılarını, bilhassa “Koç Taşağı”[1] yazısını temel alıyor.
Biz,
o yazıyı 2018’de kaleme almışız. Yazı yazıldığında Birgün gazetesi
Mustafa Koç için yas tutuyordu. TKP ve türevi örgütler, ya orduya ya da
sermayeye “AKP gerici ya, n’olur onun yanında olmayın” diye yalvarıyorlardı.
Tek siyasetleri, burjuva devrimini savunmaktı. Yazıda kullandığımız görselde
görüldüğü üzere, TKP bu dönemi tatilde geçirdi!
Belgeselin
Marksizm-Leninizmle veya komünist siyasetle bir alakası yok. Basit bir liberal
gazetecinin elinden çıkmış. Liberal gazeteci, elindeki tüm kupürleri masaya
dizmiş, o kupürler arasında bugüne göre, kendisini ve bugündeki varlığını ölçü
alarak bağlar kurmuş. Filmin her karesinde bu yanlış yöntem konuşuyor.
Anakronizm ve eklektizm, küçük burjuvanın doğal icraatı. Belgeselin başında
bahsi edilen devrimse şapka devrimi!
“Medusa’nın
Salı”, sırtını devrime dönmüş halkın çaresiz tutunduğu sala işaret ediyor. Bu
tabirin Fransız emperyalizmiyle ve Fransız devrimiyle bir bağı var.
Olacak
olan değil, olmuş olan devrime put gibi tapan TKP de tersten, tarihi, emperyal
geçmişe yönelik devrimle, saltanata ve hilafete karşı mücadeleyle ilgili
ilkokul düzeyindeki tarih bilgisiyle okuyor.
Bu
sol örgütler, esasında kurtuluş savaşının emperyalist niteliğini siliyorlar,
buradan Sovyetler’le kurulan ilişkilere küfretme imkânı buluyorlar.
Sovyetler’le kurulmuş olan diplomatik ve iktisadi ilişkinin sınırlarında
solculuk yapabilmek için meseleyi emperyalizme karşı mücadele düzleminden
uzaklaştırıp, içte Atatürk önderliğinde, hilafete ve saltanata karşı
gerçekleştirilmiş devrim hikâyesine indirgiyorlar. Bu hikâye, TKP gibi küçük
burjuva örgütleri, 1960 darbesine dair mitolojiye bağlıyor. Belgesel, Amerika’ya
yalandan vuruyor, ama İngiliz’in varlığına hiç değinmiyor.
Liberal
gazetecinin ürettiği belgeselin çıkış noktası aldığı, eşelediği iki olgu var: ordu
ve sermaye. Dolayısıyla, belgesel de orduya ve sermayeye yalvarma
siyasetinin uzantısı olarak somutlaşıyor. Ordu ve sermayeden ayrı ve gayrı bir
siyasete ve iradeye işaret etmiyor. Dolayısıyla, belgeseli izleyen biri, şu
yorumu yapıyor: “Demek ki bugün de CHP, sermayenin belirli bir kesimini yanına
çekmek zorunda.”
Belgesel,
bu liberalliğiyle doğalında Oray Eğin gibi isimlerin övgülerine mazhar
oluyor.[2] Cumhuriyetçilik, Eğin şahsında bir “yoldaş” daha kazanıyor.
Sermayenin,
ordu gibi gerici bir kurumun zincirlerinden kurtulmasını savunan liberale;
ordunun sermayenin zincirlerinden kurtulmasını savunan başka liberal denk
düşüyor. Sol liberal, liberal solcuyu tamamlıyor.
Belgesel,
elindeki çekici rakiplerine savuran, sürekli çark eden TKP isimli örgütün ele
alınan dönemde, Fethullahçıların saldırılarının gerçekleştiği dönemde, “Kemalizm
kirdir, bu kirden bizi AB kurtarır” diyen yazılar yazdığından bahsetmiyor.
Birikim dergisi,
militarizmden ve milliyetçilikten arınmış, özgür sermayenin burjuva devrimini
talep ederken, onun antitezi olarak örgütlenmiş olan Gelenek çizgisi,
holdinglerden arınmış ordu ve millet istiyor. İkisinde de aynı liberalizm
konuşuyor.
Bu
küçük burjuvalar, çektikleri belgeselde sürekli “yönetimde bütünlük ve ahenk”ten
söz ediyorlar. Eleştirilerini bu ölçüt belirliyor. İlgili taleplerin sınıfsız
olduğu görülmüyor. O bütünlüğü ve ahengi bozma ihtimali bulunan işçi sınıfının
adı belgeselde hiç geçmiyor, içeriği sınıfsal bakış tayin etmiyor. Sınıftan
ari, münezzeh olgular, kirlendikleri için eleştiriliyor. Bu noktada küçük
burjuvanın sırtı sıvazlanıyor. Belgesel, onun adına konuşuyor. Bütünlük ve
ahenk arayışının sınıfsallığı hiç sorgulanmıyor.
Sermayeyle
kirlenmemiş ordu, orduyla kirlenmemiş sermaye… Tek dertleri bu olanların sınıfa
söyleyecekleri söz, sunacakları bir mevzi bulunmuyor. Belgesel, işçi sınıfının
devrimi hükümetin yayınladığı kararnameden öğrendiği Devrimden Sonra
filminin uzantısı. Bu işler, proleter iradeyi silmek için üretiliyor.
TKP,
belgesel boyunca anlattığı hikâyelerde yaptıklarının ve yapmadıklarının
hesabını vermiyor. Mesela, 2001’deki esnaf isyanını “gerici faşist” olarak
kodlayıp ondan uzak durduğunu söylemiyor. 19 Aralık’tan bir hafta önce ölüm
orucundaki evlatlarına destek veren anaları bürolarından kovan ÖDP ve SİP’ten
hiç söz etmiyor. Kemal Derviş müdahalelerine neden güçlü bir itiraz
örgütlemediğini, NATO eyleminde neden pikniğe kaçtığını, neden Vehbi Koç
yetiştirmesi bir hariciyeciyi danışma kuruluna aldığını açıklamıyor. (Yandaki
kupür bu hariciyecinin düğün töreniyle ilgili. Bu hariciyecinin İsrail’in
yaşama hakkını savunan yazılarını bizzat TKP yayınladı.)
Belgeselde
de bahsi edilen saldırı sonrası polisler, yürüyüş gerçekleştirdiler. Aynı
saatlerde Ankara Kızılay’da F tiplerini protesto edilen kitleye sert müdahale
edildi. Faşistler, kitlenin üzerine salındı. ÖDP bürosu saldırıya uğradı. ÖDP
yönetimi, dirayetli duruş sergilemedi. Teslim oldu. Durumu fırsata çeviren
parti yönetimi, büroda evlatlarına destek için açlık grevi eylemi
gerçekleştiren analar için “derhal büroyu terk etsinler!” kararı aldı. Bu karar
üzerine, bürodan çıkartılan analar ve onlara destek için toplanan kitlenin
karşısına çıkan sorumlu kişi, “SİP’e gidelim” dedi. Kendisine bu partinin
anaları almayacağını, başka bir yol düşünülmesi gerektiğini söyledik ama kitle,
gene de SİP bürosuna yönlendirildi. İki dakika sonra aşağıya inen sorumlu kişi,
SİP’in anaları büroya almadığı bilgisini iletti. O analar da o eylemde o
partilerin ihaneti de unutuldu. Belgeselde bunların hiçbirisi anlatılmıyor.
Bugün
Okuyan, emperyalizmin medeni kanuna müdahalesini, dış güçlerin verdiği ayarı
“özgürleştirici” buluyor. Aynı cümleyi yirmi küsur yıl önce Kemal Derviş de
ekonomi ve siyaset için sarf ediyor. Kafaları aynı işliyor. Okuyan da Derviş
kadar liberal. Neticede CEO, Gorbaçov yetiştirmesi.
Onca
yıl tek işleri kültür-sanat olmasına rağmen belgeseli sunacak, diksiyonu iyi
birini bulamamaları, meseleyi ciddiye almadıklarının delili. Neticede belgesel,
içeriye yönelik bir imalat. Aydınlıkçıların otuz yıldır raflarında tuttukları
kupürleri görünür kılmaktan başka bir şey yapmıyor. Negri, İmparatorluk’ta
yılların postmarksist-postmodernist gevezeliklerini alımlı bir ambalaja sarmayı
bilmişse TKP de Aydınlıkçıların kötü şöhrete sahip habercilik pratiğini allayıp
pulluyor. Bu pratiğin bazı parti bürolarında köken olarak Kürt olan kişilerin
görevden alınıp yerlerine eski Vatan Partili veya Sosyalist Cumhuriyet Partili
kişileri yerleştirmeleriyle bir alakası olmalı.
Kemal
Okuyan, bu yeni toplamı kendi ölçüsünde pekiştiriyor. Belgesel, içeriye hitap
ediyor. Okuyan, kendi “iç cephe”sini güçlendiriyor.
Belgeselin
ele aldığı dönemde, 1999 yılında parti, iç tartışmalar yüzünden bölündü. Kamal Okuyan’ın yumruklandığı o tartışmalar neticesinde önemli bir kütle, partiden
ayrıldı.
Seçim
dönemiydi. Konvoya yapılan faşist saldırı neticesinde Hüseyin Duman isimli bir
tekstil işçisi katledildi. Okuyan, onun için yazdığı yazıyı[3] bile parti içine
ayar vermek, mesaj iletmek için kullandı. Hüseyin Duman’ı “romantik” olmakla
eleştiren Okuyan, aslında partiden ayrılanları eleştiriyor, onların gerekli ve
yeterli sabrı göstermediklerini söylüyordu. Duman, ayrılan ekibe yakın diye bu
genç işçinin adı bir daha hiç anılmadı. Partiden ayrılan ekip ona sahip çıktı.
Ama Okuyan ve çevresi, Duman’ı unuttu.
Okuyan sabretti, devletten TKP için gerekli izni ve icazeti aldı. Bu sopayla her türden muhalifini susturdu. Ancak o zaman Duman’ın adını anabildi. Bu sefer de onun hatırasını “biz küçük burjuvaya sesleniyoruz ama arada işçi kardeşlerimiz de partiye üye olabilir” diyebilmek için kullandı.
Bugün Okuyan ve partisi belgeselde bahsini ettiği
güçlerin hangisinin kendisine TKP olma izni ve icazeti verdiğini söylemiyor.
Şimdi
bu aklın çektiği belgesel, özünde şunu söylüyor: “AKP bir TÜSİAD ve ABD
projesidir.” İşçi Partisi de yıllarca bunu söyledi, soluğu Erdoğan’ın yanında
aldı. Bu söz, sermaye ve ordunun gerçek bağlantılarını, müdahalelerini
gizliyor. Sermayeden arınık devlet hülyası, devletin gerçek sınıfsal niteliğini
örtbas ediyor. Bu anlamda, TKP’nin TÜSİAD salvoları, küçük burjuvazinin
burjuvaziye duyduğu hasedin bir sonucu. Onun büyüme, güçlenme iradesine ses ve
soluk olmak istiyor. Burjuvaziye haset eden, proletaryadan nefret ediyor. Bu
nefret, belgeselin altmetnini tayin ediyor, Kürt ve Müslüman’a dair sözlerinde
açığa çıkıyor.
Kapitalizmi
ahmaklık sanan, basit bir bilişsel-zihinsel sorun zanneden akıl, kişilere
odaklanıyor, kişilerin yanlış tercihlerini eleştiriyor. Yapıya, maddeye, maddi
zemine bakmıyor. Marx’ın eleştirdiği, “Adalet, Özgürlük, Eşitlik ve Kardeşlik
gibi tanrılarla yüklü modern mitoloji”ye iman ediyor.
“Medusa’nın
Salı” resmi, Okuyan’ın eleştirdiği romantizmin önemli eserlerinden. Théodore
Géricault’nun resmi, 1816’da Senegal’i İngilizlerin elinden alsın diye
gönderilen geminin geçirdiği kaza sonrası sala binen, birbirlerini yiye yiye
tüketen 150 kişinin hikâyesini aktarıyor. Kazadan sadece on kişi kurtuluyor.
Kötü bir kaptanın ehliyetsizliğinin sonucu yaşanan kaza, devletteki çöküşe dair
bir imgeden ibaret. Küçük burjuvalar, onda yönetmeyi bilmeyen ehliyetsiz
kişilere yönelik eleştiriyi buluyorlar.[4]
TKP,
aynı küçük burjuva imgeye mal bulmuş mağribi gibi sarılıyor. Devletin ehil
olmayan ellerde çökertildiği, halkın, milletin yönsüz ve pusulasız kaldığı
üzerinde duruyor. Meselenin iyi yönetişim olduğunu sanıyor. Başta Okuyan olsaydı
Erdoğan’la aynı şeyleri yapacaktı, bu gerçek görülmüyor.
Onca
eleştiriye rağmen Erdoğan, aslında aklanıyor. Belgeselde Sabancı’nın övdüğü Erdoğan, kurtarıcıdır, reistir. Burjuvazinin börteçinesidir. Mesele, onu
eleştirmek değil, proletaryanın öncüsünü inşa etmektir.
Bu
anlamda belgesel, TKP’nin yönetenlerin yönetememesi, yönetilenlerin eskisi gibi
yönetilmek istememesi meselesini Marksizm-Leninizm dışında bir yerden
anlamasının, devrim öncesi görevlerle devrim sonrası görevler arasında ayrım
gözetmemesinin, siyaseti sınıfsız-sınırsız bir yerde kurmasının, özünde küçük
burjuvaziye örgütlü oluşunun bir tezahürüdür.
Eren Balkır
19 Nisan 2025
Dipnotlar:
[1] Eren Balkır, “Koç Taşağı”, 7 Ekim 2018, İştiraki.
[2]
Oray Eğin, “Yakın Tarihten Çıkacak En Önemli Ders”, 17 Nisan 2025, Habertürk.
[3]
Kemal Okuyan’dan aktaran: Özkan Öztaş, “Devrimci Natürmortu”, 17 Nisan 2020, X.
[4] Orhan Elmacı, “Türkiye’nin Sosyo- Ekonomik ve Politik Mevcut Durumu ve Geleceğinin Medusa’nın Salı Metaforu Üzerinden Analizi”, 17 Nisan 2025, OE.
0 Yorum:
Yorum Gönder