Avusturyalı
yazar Ivan Illich, ünlü kitabı Şenlikli Toplum’da, sanayi sonrası
kapitalist toplumların büyüme sürecini sonsuz kılma arzusunun nihayetinde
yapısal bir krize veya totaliter bir kontrol sisteminin kuruluşuna yol açacağı öngörüsünde
bulunur. Yazarın kitapta bu ihtimali tarif etmek için kullandığı en çarpıcı imgelerden
biri de T. E. Frazier’in Skinerci toplama kampıdır.
Bu
güçlü metafor, okuru tahrik etmeyi amaç edinmiş, basit bir girişim değildir. Burada
yazar, esasında toplumun sadece tekniği ve algoritmayı esas alan, kendisini
insanların davranışlarının dürtü ve teşvikler üzerine kurulu, kontrol altında
tutulan bir sistem üzerinden biçimlendiği, devasa bir Skinner Kutusu olarak
örgütlenme tehlikesinden söz etmektedir.
Skinner’in
Walden İki çalışmasında adı geçen Frazier’e atıfta bulunan Ivan Illich,
bireyin özerkliğine dönük arzu dâhilinde verimliliğin ve yukarıdan aşağı doğru
işleyen kolektif planlama faaliyetinin belirleyici olduğu bir dünyaya işaret
etmektedir. Kitabın üzerinden elli yıldan fazla bir zaman geçti ve görüyoruz ki
Illich’in öngörüsü gerçekleşmiş.
Bu
makalenin amacı, eğitime dair yaklaşımları, dijital teknolojileri, toplumsal kontrol
politikalarını ve akılı şehirlere uzanan yolu radikal davranışçılığın nasıl biçimlendirdiğini
ortaya koymak. Yazı bu amaç doğrultusunda, yirminci yüzyıl psikolojisinin en
etkili isimlerinden biri olan Skinner’in mirasına odaklanıyor.
Bilindiği
üzere Skinner, ABD Kara Kuvvetleri için intihar bombası olarak kullanılacak
güvercinleri eğitmeyi amaçlayan projenin arkasındaki isim. Bu proje başarısız
oldu, kendisi para kaynağından mahrum kaldı ama İkinci Dünya Savaşı sonrası
aldığı parayla dünya genelinde şöhrete kavuştu. Fikirleri deneysel psikolojiyi
dönüştürmekle kalmadı, ayrıca eğitim, ekonomi ve yeni teknolojiler gibi
alanları epey etkiledi.
Radikal
Davranışçılık ve Skinner Kutusu
Bir
uyarıcıya verilen otomatik tepkiyle sınırlı olan klasik koşullanmadan farklı
olarak edimsel koşullanma, uzun bir süre boyunca faaliyet yürüten öznenin aktif
eylemliliğine ihtiyaç duyar. Skinner’in ortaya koyduğu biçimiyle, bir davranış,
belirli sonuçlara ulaşmak için ayarlanabilen bir işlem dâhilinde verilen
teşviklerin idaresi üzerinden pekiştirilebilir veya engellenebilir. Bu tür bir
davranış analizi somut ifadesini, Skinner’in edimsel koşullama ilkelerini
göstermek için kullandığı deneysel cihaz olarak Skinner Kutusu’nda bulur.
Skinner
Kutusu, bir fare veya güvercin gibi bir hayvanın davranışlarını etkilemek için
belirli uyarıcılara maruz bırakıldığı, izole edilmiş, kontrol altında tutulan
bir ortamdır. İçinde bir kol ya da düğme bulunur. Bununla hayvana yiyecek gibi teşvik
edici şeyler verilir ya da hayvan, elektroşok gibi kaçınmalı uyarıcılara maruz bırakılır.
Deneyi yapan kişi, ortamdaki değişkenleri kontrol ederek, hayvanın kendi
davranışını değiştirmeyi nasıl öğrendiğini analize tabi tutar.
Skinner’in
yürüttüğü araştırmanın en önemli bulgularından birisi, aralıklı pekiştirme
programlarının etkisiyle ilgilidir. Yaptığı bir deneyde Skinner, aralıklı
teşvikler verilen bir güvercinin hiç ödül almadığı binlerce girişimden sonra
bile koşullu bir davranış sergilemeyi sürdürdüğünü ortaya koymuştur. Kendiliğinden
ortadan kalkma ihtimali bulunmayan bu türden bir koşullanma, şans oyunları ve
dijital platformlar gibi alanlarda da uygulanmaktadır.
Çalışmasının
kapsamını laboratuvar sınırlarının dışına çıkartan Skinner, toplumda aynı
tekniklerin kullanıldığı vakit, tüm toplumun biçimlendirilebildiğini görmüştür.
Walden İki isimli ütopik romanı, teknokratik bir toplumdan söz eder. Burada
herkesin iyiliğini düşünen tek bir kişi vardır. Frazier isimli bu bilim insanı,
herkesin hayatı için neyin doğru olduğunu bilmektedir. Burada toplum, yoğun
koşullama pratiği üzerinden örgütlenmektedir. Kontrol altındaki bir ortamda
büyüyen çocuk, pozitif pekiştirme teknikleriyle yetiştirilir. Burada amaç,
işbirliğine dayalı, topluma faydalı davranışların sergilenmesini sağlamaktır. Toplumun
politik örgütlenme pratiği ise otoritesizlik üzerine kuruludur. Bu toplumda uzmanlık
alanlarına göre seçilmiş bir grup plancı ve yönetici, kararları bilimsel
veriler ışığında almakta ama hiçbir şekilde kişisel bir güce sahip olmamaktadır.
Bu
anlayış, gücünü eğitim felsefesiyle deneysel metodoloji arasında kurulan bağa
borçludur. İlgili anlayışta “insanın özgürlüğü ve onuru” yerini davranışların
teknik ve bilimsel açıdan yönetilmesini esas alan projeye bırakır. 1971 yılında
Skinner, bu felsefi anlayışı Özgürlüğün ve Onurun Ötesinde isimli
çalışmasında sistemleştirir. Bu anlayışı temel alan bazı cemaatler
kurulur. Bunlar, toplumun davranışçılık üzerinden planlanması denilen fikri
uygulamaya koyar.
Düşünce
planında itibarsızlaşmasına rağmen radikal davranışçılık, eğitim, otizm
spektrum bozukluğu ve son dönemde dijital kapitalizm gibi alanlarda uygulama
imkânı bulmaya devam eder.
Eğitim
ve Disiplin
Soğuk
Savaş süresince ABD, ulusal savunma konusunda eğitimin oynadığı rolün önemli
olduğu tespiti üzerinden, 1958 tarihli Ulusal Savunma İçin Eğitim Kanunu gibi
araçlarla bu türden teknolojilere para akıttı. 1962’de gizliliği kaldırılan bir
belgede görüldüğü üzere, CIA personelini programlanmış eğitim üzerinden eğitti.
Bu eğitimlerde kullanılan metinlerden birinde Skinner’in ismi açıktan zikrediliyordu.[1]
Altmışlarda
IBM gibi şirketler, öğretici makineler ürettiler. Buna karşın, ilgili hareket
altmışların sonuna doğru zayıfladı. Hızlı öğrenmeyle ilgili vaatler yerine
getirilmedi. İnsanlar, güvercinlerde geçerli yöntemin insanların eğitiminde
geçerli olup olmadığını sorgulamaya başladılar. Hareket başarısız olsa da
Skinner’in muhtevayı birimlere ayıran, ilk elden hızlı geri bildirim sağlayan, ufak
adımlarla ilerlemeyi esas alan yaklaşımı, bilgisayarlı eğitim alanında yaşanan
gelişmeleri bir biçimde etkiledi, böylelikle e-öğrenme ve uyarlanır öğrenme
gibi yaklaşımlar için gerekli yolu açtı.
Eğitim
sahasında Skinercilik hep diri kaldı. Radikal davranışçılık, süreç içerisinde
geriye uygulamalı davranış analizi gibi önemli bir miras bıraktı. Bu yaklaşım, davranışların
pozitif ve negatif teşvikler üzerinden modellenmesini esas alıyor, bu noktada öğretim,
biçimlendirme, sönümleme ve zincirleme gibi teknikler kullanılıyordu. Eğitim ve
otizm spektrum bozuklukları sahasında kullanılan bu yöntemler, mekanist
yaklaşımı üzerinden yoğun bir eleştiriye tabi tutuldu. Bu eleştirilere göre
ilgili yaklaşım, öznelerin kültürel ve kişisel özelliklerini görmezden geliyor,
bireyin özgül yanlarını veya sebepleri anlamak yerine sorunlu görülen davranışların
bastırılmasına odaklanıyordu.
Artan
şikayetlere rağmen uygulamalı davranış analizi, otizmli ve ruhsal açıdan
uyumsuz olan kişilerin tedavisinde standart yöntem kabul edilmeyi sürdürdü. Bu anlamda
Skinerci model, pratikte hükmünü yürütmeye devam etti. Günümüz koşullarında bu
gerçeğe bir de bireyi belirli usuller, ölçümler ve geri bildirimlerle
düzeltilebilecek, kusurlu bir makine olarak gören eğilim eşlik etti.
Dijital
İçin Model
Shoshana
Zuboff, Tristan Harris, Jaron Lanier gibi araştırmacılar, sosyal ağların ve
uygulamaların kişilerin dikkatini çekmek için farklı teşvik ve pekiştirme
yöntemlerini kullandığını söylüyorlar. Aralıklı olarak bildirimlere ve sanal
ödüllere maruz kalan insanlarda dopamin üretim devresi aktive oluyor,
böylelikle kullanıcılar, belirli bir davranışı sürekli tekrar etme ihtiyacı
duyuyor. Örneğin ekranı kaydırıyor, paylaşımda bulunuyor, başkalarıyla ilişki
kuruyor.
2021
yılında Nature Communications dergisinde yayınlanan Lindström vd. imzalı
bir araştırma, sosyal platformlarla kurulan ilişkinin Skinner Kutusu’nda deneyi
yapılan modeller üzerinden tarif edilebileceğini ortaya koyuyor. Bu araştırmaya
göre bugün hepimiz, özgürlükle manipülasyon arasındaki sınırın silikleştiği, devasa
bir edimsel koşullandırma deneyinin kobaylarıyız.
Ivan
Illich’in sözünü ettiği “Skinerci toplama kampları”na benzer bir ortamda yaşıyoruz.
Hatta bugün Skinner Kutusu, tüm toplumsal ve teknolojik dokuyu gündelik
rutinlerle birleştiren kafesler yanında çok masum kalıyor.
Skinerci
toplama kampı, bugün kendisini dikkat ekonomisinde ortaya koyuyor. Araştırmacılar,
aralıklı uyarıcılara maruz kalan bir tür kobay faresi olarak kullanıcının
oyunlaştırma, ekran kaydırma, beğeniler ve bildirimler gibi etkileşimlerle,
tekrarlanan eylemler üzerinden zaman ve enerji harcamaya zorlandığını
söylüyorlar.
Dikkat
denilen mesele, Facebook, Google, Twitter, TikTok gibi şirketlerin ana
hammaddesi hâline geliyor. Bu şirketler, kullanıcıların profilini çıkartma,
gelecekte oluşacak tatların, arzuların ve davranışların öngörülebilmesi için
gerekli zemini oluşturma konusunda eldeki tüm kıymetli verileri kullanıyorlar. Buradan
şirketler, reklam alanlarını ve analiz hizmetlerini üçüncü taraflara
satıyorlar. İnternet deneyimini koşulluyorlar, onun giderek şahsileşmesini
sağlıyorlar, bilgisayar ve telefonda daha fazla zaman geçirilmesi için
uğraşıyorlar.
Kıymetli
teşvik ve pekiştirme imkânları sunan internet platformları ile ödüller alan,
davranışa dair veriler üreten ve internete bağlı kalan kişiler arasındaki geri
bildirim, söz konusu mekanizmanın özünü teşkil ediyor. İlgili ortamda
koşullandırma pratiği ölçüme tabi tutuluyor. Dijital platformları kuranlar,
karmaşık yapıyı sadeleştirmek, kullanıcıları önceden tanımlanmış veya tavsiye
edilen seçeneklerden oluşan bir sistem dâhilinde kafesliyorlar.
Bugün
yeni yeni gündeme gelen eleştiriler, bireyin sömürülecek bir kaynağa indirgendiği
gerçeğine işaret ediyorlar. Bir dizi söyleşisinde ve makalesinde bu hususu ele
alan Jaron Lanier, davranışçılığın ürettiği popüler kültürü mahkûm ediyor. Bu anlayışa
göre, bir tvitle bir hususa aşırı dikkat kesiliyorsunuz. Bu da dopamin akınına
yol açıyor.
Shoshana
Zuboff ise gözetim kapitalizminin kullanıcıların dikkatini maniple eden pratikleri
esas aldığını, onları bir tür kaynak çıkartma sistemine esir ettiğini söylüyor.
Google’ın eski ürün müdürü ve Asana şirketinin kurucularından Justin
Rosenstein, ilgili mekanizmayı yalın bir dille tarif ediyor. Sosyal İkilem
isimli filminde şunu söylüyor:
“Finansal açıdan bir ağacın
veya bir balinanın canlıyken ölü hâlinden daha değersiz olduğu bir dünyada
yaşıyoruz. [...] Bugün hepimiz birer ağacız veya birer balinayız.”
Bu,
özünde oldukça yıkıcı bir model. Bu modelde sadece doğa değil, biz insanlar da
bir metayız. Hepimiz internete daha çok bağlandıkça dijital platformlarda daha
fazla zaman ve enerji harcıyoruz. Davranışsal verileri daha fazla üretiyoruz. Böylece
ortaya hepimizi baştan çıkartan, herkesi kuşatan ortamlar, gerçek ekosistemler
oluşturmaya iten bir dinamik açığa çıkıyor. Bu ekosistemlerde edimsel koşullama
kuralları işliyor.
Havuç
ve Sopanın Ötesine Geçildi: Artık Dürtmek ve Soft Paternalizm Esas
Teknolojik
kontrolün en tartışmalı yönlerinden biri de ondaki paternalist nitelik. Bu, sadece
radikal davranışçılığın bir özelliği değil. Dürtme ve kibarca itme gibi
eylemler, dünyanın çeşitli yerlerinde hükümetlerin eylemlerine ilham veren pratikler.
Kamuoyu, kibarca dürtme meselesiyle Kovid döneminde tanıştı. Yeşil pasaport
gibi politikalar, ideolojik planda bu dürtme anlayışı üzerinden
meşrulaştırıldı. Manipülatif mekanizmaların kullanımı, bu dürtme ve davranış
teknolojileri ile birlikte gündeme geldi. Bu mekanizmaları kullananlar, ilgili
araçların bireylerin refahını arttırdığını, onları daha rasyonel ve daha faydalı
tercihlere yönelttiğini söylüyorlardı.[2]
Ama
dürtmenin edimsel koşullama pratiği olmadığını söylemek lazım. Bu pratik, daha
gelişkin tetikleyicileri ve tercih oluşturma pratiğini esas alıyor. Kibarca dürtme
pratiklerinde amaç, kişiyi belirli tercihlerde bulundurmaya çalışmak değil, onu
belirli bir tercihi yapacak konuma taşımak veya bilinçsizce belirli bir tercihi
yapmaya itmektir.
Yeşil
pasaport, kibarca itme pratiği değil, eskiden başvurulan güvercini kafese alma
politikasının yeniden diriltilmiş hâlidir.
Dürtme
konusunda en iyi örnekse Amsterdam’daki Schiphol Havalimanı’nda bulunan pisuvarlardır.
Pisuvarlardaki temizlik maliyetlerini düşürmek için havalimanı müdürü,
pisuvarların içine bir karasinek görseli yerleştirir. İşeyen kişinin bu sineği
hedef alacağını varsayan müdür, sıçrama sonucu kirlenmenin azalacağını düşünmüştür.
Skinner
Kutusu Artık İşyerlerinde
Dürtme
ve davranışların koşullanması ile ilgili teoriler, sadece dijital dünyada
değil, çalışma hayatında, daha da özelde, iş sürecinin yönetilmesinde önemli
bir güce kavuştular. Makine öğrenimi platformlarına bağlı olan farklı tipte sensörler
ve giysiler üzerinden çalışanlar sürekli gözetleniyor. Bu noktada algoritmik
yönetim sistemleri kullanılıyor. Bir yandan, algoritmik yönetim ve dijital
alandaki dürtme pratikleri insanlara mola verecekleri veya fiziksel egzersiz
yapacakları vakti hatırlatmak suretiyle rahatlık vaat ederken bir yandan da
bağımsız hareket etme imkânını azaltıyor, karar alma konusunda sahip olunan
özgürlüğü kısıtlıyor, şirketlerde edimsel koşullama modelinin etkin bir biçimde
uygulanmasını sağlıyor. Yapay zekâ temelli dürtme pratikleri, neoliberal ve
sömürücü iş ahlakının dışavurumları. Bunlar, bir yandan da ayrımcılığı teşvik
ediyor, şeffaflığı ortadan kaldırıyor.
Bu
konuda Microsoft MyAnalytics önemli bir örnek. Bu uygulama sayesinde işçiler,
üretkenlikle esenlikleri arasında belirli bir denge tesis ediyorlar. McKinsey,
dürtme uygulamalarının organizasyonun performansını artırdığını, işletmedeki
güçlüklerin çözüme kavuşturulmasını kolaylaştırdığını söylüyor.
Virgin
Atlantic Havayolları, yakıt tüketimini bu sayede düşürdü. Google gibi şirketler
bu tekniği, çalışanlarının ve kullanıcılarının güvenliğini artırmak ve yaşam
tarzına ait alışkanlıklarını iyileştirmek için kullandı. Giysiler veya makine
öğrenimi platformları gibi araçlarla kişiye özel tavsiyeler sunulabiliyor. Bu noktada
yapay zekâ üzerinden değerlendirilen dinamik veriler kullanılıyor. Burada bireylerin
özgürce rasyonel kararlar alamayacakları varsayımı temel alınıyor. Böylece seçim
yapma özgürlüğünü sınırlayan ve politik pratiğe, kişisel hayata ve iş sahasına dair
ihtimalleri belirleyen dışsal kontrol pratiği meşrulaştırılıyor.
“Akıllı
Şehirler”in Ufku
Skinerci
toplama kamplarını tam da bu bağlamda ele almak gerekiyor. Skinner’in anlayışında
birkaç bin kişinin yaşadığı, kısıtlı bir mekâna mahkûm olan, davranışçı ilkeler
üzerinden biçimlendirilmiş bir cemaat esası teşkil ediyor. Bugünse tüm şehrin
hatta tüm dünyanın kontrol altına alınması riski söz konusu. Akıllı şehirler,
bu kontrol pratiğinin bir tezahürü. Bu şehirler, sensörlerle donatılmış,
trafik, enerji, hareket ve güvenlik yönetimi için akıllı sistemlerin internet
üzerinden kullanıldığı, şehirdeki akışı gerçek zamanlı olarak okuyan ve
yurttaşların davranışlarını yöneten bir sistemi ifade ediyor.
Genelde
bu akıllı şehirler, olumlu bir şeymiş gibi anlatılıyor. Bunların verimliliği
artıracağı, çevrenin korunacağı, kolaylıkların sağlanacağı söyleniyor. Ancak öte
yandan, bu şehirlerin somuttaki uygulamaları kimi önemli soruları gündeme
getiriyor: şehirlerdeki hizmetler ve kurulan ilişkilerin algoritmik yönetimi
insanların temel hak ve özgürlüklerine ne ölçüde saygı gösterecek? Akıllı
şehirleri destekleyenler, şehrin şehir sakinlerinin ihtiyaçlarını önceden tespit
ettiğini söylüyorlar. Eğer öyleyse bu şehirler, insanların ihtiyaçlarını biçimlendirecek
mi, insanları sürekli gözetlenen, yurttaşı sahne pratiğine göre değerlendiren modele
mahkûm edecek mi?
Ivan
Illich de aynı uyarıyı yapıyordu: Biz, büyüme imkânlarını artıracak, şenlikli
toplum zeminini oluşturacak, gerçek mübadeleyi besleyecek fırsatların arttığı
bir bağlamda yaşamak istiyor muyuz, altından yapılmış bile olsa sürekli maniple
edildiğimiz bir tür kafeste yaşamayı seçiyor muyuz? Tüm dünyayı bir Skinner
Kutusu’na dönüştürecek akıllı şehir pratiği, bizim asli tercihimiz olabilir mi?
Norberto Albano
Kaynak
4 Ocak 2025
Dipnotlar:
[1] Smuts, C. (2024). “The myth of being modern: Digital machines and the loss
of discovery”, Curator: The Museum Journal, 67 (1), s. 329–351. Cura.
[2]
Bu yaklaşımı kutsal kabul eden bir çalışma için bkz.: Thaler, R. H.,
& Sunstein, C. (2009). “Nudge Improving Decisions about Health, Wealth, and
Happiness”, New York Penguin.
0 Yorum:
Yorum Gönder