26 Nisan 2025

, ,

Skinner Kutusu



Avusturyalı yazar Ivan Illich, ünlü kitabı Şenlikli Toplum’da, sanayi sonrası kapitalist toplumların büyüme sürecini sonsuz kılma arzusunun nihayetinde yapısal bir krize veya totaliter bir kontrol sisteminin kuruluşuna yol açacağı öngörüsünde bulunur. Yazarın kitapta bu ihtimali tarif etmek için kullandığı en çarpıcı imgelerden biri de T. E. Frazier’in Skinerci toplama kampıdır.

Bu güçlü metafor, okuru tahrik etmeyi amaç edinmiş, basit bir girişim değildir. Burada yazar, esasında toplumun sadece tekniği ve algoritmayı esas alan, kendisini insanların davranışlarının dürtü ve teşvikler üzerine kurulu, kontrol altında tutulan bir sistem üzerinden biçimlendiği, devasa bir Skinner Kutusu olarak örgütlenme tehlikesinden söz etmektedir.

Skinner’in Walden İki çalışmasında adı geçen Frazier’e atıfta bulunan Ivan Illich, bireyin özerkliğine dönük arzu dâhilinde verimliliğin ve yukarıdan aşağı doğru işleyen kolektif planlama faaliyetinin belirleyici olduğu bir dünyaya işaret etmektedir. Kitabın üzerinden elli yıldan fazla bir zaman geçti ve görüyoruz ki Illich’in öngörüsü gerçekleşmiş.

Bu makalenin amacı, eğitime dair yaklaşımları, dijital teknolojileri, toplumsal kontrol politikalarını ve akılı şehirlere uzanan yolu radikal davranışçılığın nasıl biçimlendirdiğini ortaya koymak. Yazı bu amaç doğrultusunda, yirminci yüzyıl psikolojisinin en etkili isimlerinden biri olan Skinner’in mirasına odaklanıyor.

Bilindiği üzere Skinner, ABD Kara Kuvvetleri için intihar bombası olarak kullanılacak güvercinleri eğitmeyi amaçlayan projenin arkasındaki isim. Bu proje başarısız oldu, kendisi para kaynağından mahrum kaldı ama İkinci Dünya Savaşı sonrası aldığı parayla dünya genelinde şöhrete kavuştu. Fikirleri deneysel psikolojiyi dönüştürmekle kalmadı, ayrıca eğitim, ekonomi ve yeni teknolojiler gibi alanları epey etkiledi.

Radikal Davranışçılık ve Skinner Kutusu

Bir uyarıcıya verilen otomatik tepkiyle sınırlı olan klasik koşullanmadan farklı olarak edimsel koşullanma, uzun bir süre boyunca faaliyet yürüten öznenin aktif eylemliliğine ihtiyaç duyar. Skinner’in ortaya koyduğu biçimiyle, bir davranış, belirli sonuçlara ulaşmak için ayarlanabilen bir işlem dâhilinde verilen teşviklerin idaresi üzerinden pekiştirilebilir veya engellenebilir. Bu tür bir davranış analizi somut ifadesini, Skinner’in edimsel koşullama ilkelerini göstermek için kullandığı deneysel cihaz olarak Skinner Kutusu’nda bulur.

Skinner Kutusu, bir fare veya güvercin gibi bir hayvanın davranışlarını etkilemek için belirli uyarıcılara maruz bırakıldığı, izole edilmiş, kontrol altında tutulan bir ortamdır. İçinde bir kol ya da düğme bulunur. Bununla hayvana yiyecek gibi teşvik edici şeyler verilir ya da hayvan, elektroşok gibi kaçınmalı uyarıcılara maruz bırakılır. Deneyi yapan kişi, ortamdaki değişkenleri kontrol ederek, hayvanın kendi davranışını değiştirmeyi nasıl öğrendiğini analize tabi tutar.

Skinner’in yürüttüğü araştırmanın en önemli bulgularından birisi, aralıklı pekiştirme programlarının etkisiyle ilgilidir. Yaptığı bir deneyde Skinner, aralıklı teşvikler verilen bir güvercinin hiç ödül almadığı binlerce girişimden sonra bile koşullu bir davranış sergilemeyi sürdürdüğünü ortaya koymuştur. Kendiliğinden ortadan kalkma ihtimali bulunmayan bu türden bir koşullanma, şans oyunları ve dijital platformlar gibi alanlarda da uygulanmaktadır.

Çalışmasının kapsamını laboratuvar sınırlarının dışına çıkartan Skinner, toplumda aynı tekniklerin kullanıldığı vakit, tüm toplumun biçimlendirilebildiğini görmüştür. Walden İki isimli ütopik romanı, teknokratik bir toplumdan söz eder. Burada herkesin iyiliğini düşünen tek bir kişi vardır. Frazier isimli bu bilim insanı, herkesin hayatı için neyin doğru olduğunu bilmektedir. Burada toplum, yoğun koşullama pratiği üzerinden örgütlenmektedir. Kontrol altındaki bir ortamda büyüyen çocuk, pozitif pekiştirme teknikleriyle yetiştirilir. Burada amaç, işbirliğine dayalı, topluma faydalı davranışların sergilenmesini sağlamaktır. Toplumun politik örgütlenme pratiği ise otoritesizlik üzerine kuruludur. Bu toplumda uzmanlık alanlarına göre seçilmiş bir grup plancı ve yönetici, kararları bilimsel veriler ışığında almakta ama hiçbir şekilde kişisel bir güce sahip olmamaktadır.

Bu anlayış, gücünü eğitim felsefesiyle deneysel metodoloji arasında kurulan bağa borçludur. İlgili anlayışta “insanın özgürlüğü ve onuru” yerini davranışların teknik ve bilimsel açıdan yönetilmesini esas alan projeye bırakır. 1971 yılında Skinner, bu felsefi anlayışı Özgürlüğün ve Onurun Ötesinde isimli çalışmasında sistemleştirir. Bu anlayışı temel alan bazı cemaatler kurulur. Bunlar, toplumun davranışçılık üzerinden planlanması denilen fikri uygulamaya koyar.

Düşünce planında itibarsızlaşmasına rağmen radikal davranışçılık, eğitim, otizm spektrum bozukluğu ve son dönemde dijital kapitalizm gibi alanlarda uygulama imkânı bulmaya devam eder.

Eğitim ve Disiplin

Soğuk Savaş süresince ABD, ulusal savunma konusunda eğitimin oynadığı rolün önemli olduğu tespiti üzerinden, 1958 tarihli Ulusal Savunma İçin Eğitim Kanunu gibi araçlarla bu türden teknolojilere para akıttı. 1962’de gizliliği kaldırılan bir belgede görüldüğü üzere, CIA personelini programlanmış eğitim üzerinden eğitti. Bu eğitimlerde kullanılan metinlerden birinde Skinner’in ismi açıktan zikrediliyordu.[1]

Altmışlarda IBM gibi şirketler, öğretici makineler ürettiler. Buna karşın, ilgili hareket altmışların sonuna doğru zayıfladı. Hızlı öğrenmeyle ilgili vaatler yerine getirilmedi. İnsanlar, güvercinlerde geçerli yöntemin insanların eğitiminde geçerli olup olmadığını sorgulamaya başladılar. Hareket başarısız olsa da Skinner’in muhtevayı birimlere ayıran, ilk elden hızlı geri bildirim sağlayan, ufak adımlarla ilerlemeyi esas alan yaklaşımı, bilgisayarlı eğitim alanında yaşanan gelişmeleri bir biçimde etkiledi, böylelikle e-öğrenme ve uyarlanır öğrenme gibi yaklaşımlar için gerekli yolu açtı.

Eğitim sahasında Skinercilik hep diri kaldı. Radikal davranışçılık, süreç içerisinde geriye uygulamalı davranış analizi gibi önemli bir miras bıraktı. Bu yaklaşım, davranışların pozitif ve negatif teşvikler üzerinden modellenmesini esas alıyor, bu noktada öğretim, biçimlendirme, sönümleme ve zincirleme gibi teknikler kullanılıyordu. Eğitim ve otizm spektrum bozuklukları sahasında kullanılan bu yöntemler, mekanist yaklaşımı üzerinden yoğun bir eleştiriye tabi tutuldu. Bu eleştirilere göre ilgili yaklaşım, öznelerin kültürel ve kişisel özelliklerini görmezden geliyor, bireyin özgül yanlarını veya sebepleri anlamak yerine sorunlu görülen davranışların bastırılmasına odaklanıyordu.

Artan şikayetlere rağmen uygulamalı davranış analizi, otizmli ve ruhsal açıdan uyumsuz olan kişilerin tedavisinde standart yöntem kabul edilmeyi sürdürdü. Bu anlamda Skinerci model, pratikte hükmünü yürütmeye devam etti. Günümüz koşullarında bu gerçeğe bir de bireyi belirli usuller, ölçümler ve geri bildirimlerle düzeltilebilecek, kusurlu bir makine olarak gören eğilim eşlik etti.

Dijital İçin Model

Shoshana Zuboff, Tristan Harris, Jaron Lanier gibi araştırmacılar, sosyal ağların ve uygulamaların kişilerin dikkatini çekmek için farklı teşvik ve pekiştirme yöntemlerini kullandığını söylüyorlar. Aralıklı olarak bildirimlere ve sanal ödüllere maruz kalan insanlarda dopamin üretim devresi aktive oluyor, böylelikle kullanıcılar, belirli bir davranışı sürekli tekrar etme ihtiyacı duyuyor. Örneğin ekranı kaydırıyor, paylaşımda bulunuyor, başkalarıyla ilişki kuruyor.

2021 yılında Nature Communications dergisinde yayınlanan Lindström vd. imzalı bir araştırma, sosyal platformlarla kurulan ilişkinin Skinner Kutusu’nda deneyi yapılan modeller üzerinden tarif edilebileceğini ortaya koyuyor. Bu araştırmaya göre bugün hepimiz, özgürlükle manipülasyon arasındaki sınırın silikleştiği, devasa bir edimsel koşullandırma deneyinin kobaylarıyız.

Ivan Illich’in sözünü ettiği “Skinerci toplama kampları”na benzer bir ortamda yaşıyoruz. Hatta bugün Skinner Kutusu, tüm toplumsal ve teknolojik dokuyu gündelik rutinlerle birleştiren kafesler yanında çok masum kalıyor.

Skinerci toplama kampı, bugün kendisini dikkat ekonomisinde ortaya koyuyor. Araştırmacılar, aralıklı uyarıcılara maruz kalan bir tür kobay faresi olarak kullanıcının oyunlaştırma, ekran kaydırma, beğeniler ve bildirimler gibi etkileşimlerle, tekrarlanan eylemler üzerinden zaman ve enerji harcamaya zorlandığını söylüyorlar.

Dikkat denilen mesele, Facebook, Google, Twitter, TikTok gibi şirketlerin ana hammaddesi hâline geliyor. Bu şirketler, kullanıcıların profilini çıkartma, gelecekte oluşacak tatların, arzuların ve davranışların öngörülebilmesi için gerekli zemini oluşturma konusunda eldeki tüm kıymetli verileri kullanıyorlar. Buradan şirketler, reklam alanlarını ve analiz hizmetlerini üçüncü taraflara satıyorlar. İnternet deneyimini koşulluyorlar, onun giderek şahsileşmesini sağlıyorlar, bilgisayar ve telefonda daha fazla zaman geçirilmesi için uğraşıyorlar.

Kıymetli teşvik ve pekiştirme imkânları sunan internet platformları ile ödüller alan, davranışa dair veriler üreten ve internete bağlı kalan kişiler arasındaki geri bildirim, söz konusu mekanizmanın özünü teşkil ediyor. İlgili ortamda koşullandırma pratiği ölçüme tabi tutuluyor. Dijital platformları kuranlar, karmaşık yapıyı sadeleştirmek, kullanıcıları önceden tanımlanmış veya tavsiye edilen seçeneklerden oluşan bir sistem dâhilinde kafesliyorlar.

Bugün yeni yeni gündeme gelen eleştiriler, bireyin sömürülecek bir kaynağa indirgendiği gerçeğine işaret ediyorlar. Bir dizi söyleşisinde ve makalesinde bu hususu ele alan Jaron Lanier, davranışçılığın ürettiği popüler kültürü mahkûm ediyor. Bu anlayışa göre, bir tvitle bir hususa aşırı dikkat kesiliyorsunuz. Bu da dopamin akınına yol açıyor.

Shoshana Zuboff ise gözetim kapitalizminin kullanıcıların dikkatini maniple eden pratikleri esas aldığını, onları bir tür kaynak çıkartma sistemine esir ettiğini söylüyor. Google’ın eski ürün müdürü ve Asana şirketinin kurucularından Justin Rosenstein, ilgili mekanizmayı yalın bir dille tarif ediyor. Sosyal İkilem isimli filminde şunu söylüyor:

“Finansal açıdan bir ağacın veya bir balinanın canlıyken ölü hâlinden daha değersiz olduğu bir dünyada yaşıyoruz. [...] Bugün hepimiz birer ağacız veya birer balinayız.”

Bu, özünde oldukça yıkıcı bir model. Bu modelde sadece doğa değil, biz insanlar da bir metayız. Hepimiz internete daha çok bağlandıkça dijital platformlarda daha fazla zaman ve enerji harcıyoruz. Davranışsal verileri daha fazla üretiyoruz. Böylece ortaya hepimizi baştan çıkartan, herkesi kuşatan ortamlar, gerçek ekosistemler oluşturmaya iten bir dinamik açığa çıkıyor. Bu ekosistemlerde edimsel koşullama kuralları işliyor.

Havuç ve Sopanın Ötesine Geçildi: Artık Dürtmek ve Soft Paternalizm Esas

Teknolojik kontrolün en tartışmalı yönlerinden biri de ondaki paternalist nitelik. Bu, sadece radikal davranışçılığın bir özelliği değil. Dürtme ve kibarca itme gibi eylemler, dünyanın çeşitli yerlerinde hükümetlerin eylemlerine ilham veren pratikler. Kamuoyu, kibarca dürtme meselesiyle Kovid döneminde tanıştı. Yeşil pasaport gibi politikalar, ideolojik planda bu dürtme anlayışı üzerinden meşrulaştırıldı. Manipülatif mekanizmaların kullanımı, bu dürtme ve davranış teknolojileri ile birlikte gündeme geldi. Bu mekanizmaları kullananlar, ilgili araçların bireylerin refahını arttırdığını, onları daha rasyonel ve daha faydalı tercihlere yönelttiğini söylüyorlardı.[2]

Ama dürtmenin edimsel koşullama pratiği olmadığını söylemek lazım. Bu pratik, daha gelişkin tetikleyicileri ve tercih oluşturma pratiğini esas alıyor. Kibarca dürtme pratiklerinde amaç, kişiyi belirli tercihlerde bulundurmaya çalışmak değil, onu belirli bir tercihi yapacak konuma taşımak veya bilinçsizce belirli bir tercihi yapmaya itmektir.

Yeşil pasaport, kibarca itme pratiği değil, eskiden başvurulan güvercini kafese alma politikasının yeniden diriltilmiş hâlidir.

Dürtme konusunda en iyi örnekse Amsterdam’daki Schiphol Havalimanı’nda bulunan pisuvarlardır. Pisuvarlardaki temizlik maliyetlerini düşürmek için havalimanı müdürü, pisuvarların içine bir karasinek görseli yerleştirir. İşeyen kişinin bu sineği hedef alacağını varsayan müdür, sıçrama sonucu kirlenmenin azalacağını düşünmüştür.

Skinner Kutusu Artık İşyerlerinde

Dürtme ve davranışların koşullanması ile ilgili teoriler, sadece dijital dünyada değil, çalışma hayatında, daha da özelde, iş sürecinin yönetilmesinde önemli bir güce kavuştular. Makine öğrenimi platformlarına bağlı olan farklı tipte sensörler ve giysiler üzerinden çalışanlar sürekli gözetleniyor. Bu noktada algoritmik yönetim sistemleri kullanılıyor. Bir yandan, algoritmik yönetim ve dijital alandaki dürtme pratikleri insanlara mola verecekleri veya fiziksel egzersiz yapacakları vakti hatırlatmak suretiyle rahatlık vaat ederken bir yandan da bağımsız hareket etme imkânını azaltıyor, karar alma konusunda sahip olunan özgürlüğü kısıtlıyor, şirketlerde edimsel koşullama modelinin etkin bir biçimde uygulanmasını sağlıyor. Yapay zekâ temelli dürtme pratikleri, neoliberal ve sömürücü iş ahlakının dışavurumları. Bunlar, bir yandan da ayrımcılığı teşvik ediyor, şeffaflığı ortadan kaldırıyor.

Bu konuda Microsoft MyAnalytics önemli bir örnek. Bu uygulama sayesinde işçiler, üretkenlikle esenlikleri arasında belirli bir denge tesis ediyorlar. McKinsey, dürtme uygulamalarının organizasyonun performansını artırdığını, işletmedeki güçlüklerin çözüme kavuşturulmasını kolaylaştırdığını söylüyor.

Virgin Atlantic Havayolları, yakıt tüketimini bu sayede düşürdü. Google gibi şirketler bu tekniği, çalışanlarının ve kullanıcılarının güvenliğini artırmak ve yaşam tarzına ait alışkanlıklarını iyileştirmek için kullandı. Giysiler veya makine öğrenimi platformları gibi araçlarla kişiye özel tavsiyeler sunulabiliyor. Bu noktada yapay zekâ üzerinden değerlendirilen dinamik veriler kullanılıyor. Burada bireylerin özgürce rasyonel kararlar alamayacakları varsayımı temel alınıyor. Böylece seçim yapma özgürlüğünü sınırlayan ve politik pratiğe, kişisel hayata ve iş sahasına dair ihtimalleri belirleyen dışsal kontrol pratiği meşrulaştırılıyor.

“Akıllı Şehirler”in Ufku

Skinerci toplama kamplarını tam da bu bağlamda ele almak gerekiyor. Skinner’in anlayışında birkaç bin kişinin yaşadığı, kısıtlı bir mekâna mahkûm olan, davranışçı ilkeler üzerinden biçimlendirilmiş bir cemaat esası teşkil ediyor. Bugünse tüm şehrin hatta tüm dünyanın kontrol altına alınması riski söz konusu. Akıllı şehirler, bu kontrol pratiğinin bir tezahürü. Bu şehirler, sensörlerle donatılmış, trafik, enerji, hareket ve güvenlik yönetimi için akıllı sistemlerin internet üzerinden kullanıldığı, şehirdeki akışı gerçek zamanlı olarak okuyan ve yurttaşların davranışlarını yöneten bir sistemi ifade ediyor.

Genelde bu akıllı şehirler, olumlu bir şeymiş gibi anlatılıyor. Bunların verimliliği artıracağı, çevrenin korunacağı, kolaylıkların sağlanacağı söyleniyor. Ancak öte yandan, bu şehirlerin somuttaki uygulamaları kimi önemli soruları gündeme getiriyor: şehirlerdeki hizmetler ve kurulan ilişkilerin algoritmik yönetimi insanların temel hak ve özgürlüklerine ne ölçüde saygı gösterecek? Akıllı şehirleri destekleyenler, şehrin şehir sakinlerinin ihtiyaçlarını önceden tespit ettiğini söylüyorlar. Eğer öyleyse bu şehirler, insanların ihtiyaçlarını biçimlendirecek mi, insanları sürekli gözetlenen, yurttaşı sahne pratiğine göre değerlendiren modele mahkûm edecek mi?

Ivan Illich de aynı uyarıyı yapıyordu: Biz, büyüme imkânlarını artıracak, şenlikli toplum zeminini oluşturacak, gerçek mübadeleyi besleyecek fırsatların arttığı bir bağlamda yaşamak istiyor muyuz, altından yapılmış bile olsa sürekli maniple edildiğimiz bir tür kafeste yaşamayı seçiyor muyuz? Tüm dünyayı bir Skinner Kutusu’na dönüştürecek akıllı şehir pratiği, bizim asli tercihimiz olabilir mi?

Norberto Albano
Kaynak
4 Ocak 2025

Dipnotlar:
[1] Smuts, C. (2024). “The myth of being modern: Digital machines and the loss of discovery”, Curator: The Museum Journal, 67 (1), s. 329–351. Cura.

[2] Bu yaklaşımı kutsal kabul eden bir çalışma için bkz.: Thaler, R. H., & Sunstein, C. (2009). “Nudge Improving Decisions about Health, Wealth, and Happiness”, New York Penguin.

0 Yorum: