27 Nisan 2025

,

Türkiye Kalpazanlar Partisi

Medusa’nın Salı belgeselinden anlaşıldığı kadarıyla TKP, Hrant Dink cenazesindeki kitleyle Cumhuriyet Mitingleri’ni sermaye ve devlet için birleştirmenin derdinde. O kavşağa yerleşiyor. Ordunun derdini dert belliyor ama ondaki liberalliğe de kayıtsız kalamıyor.

Zaten sonrasında o liberalliğin nasıl paylaşılacağı konusunda kavga çıkıyor, kavga neticesinde TİP kuruluyor. TİP, Hrant Dink cenazesiyle açılan liberal pazarı örgütlemekle görevlendiriliyor. Başına Ergenekon avukatı ile Ergenekon sürecini yürüten Fethullahçıların dergisinin muhabirini geçiriyorlar. Tuhaf ki 15 Temmuz sonrası KHK’lar ile yargılanan birçok ismin avukatlığını Ankara’da bir İşçi Partili yapıyor. Bu karışık sular, çok şey anlatıyor. Devlet, boşluk tanımıyor.

Görüldüğü kadarıyla, TKP’nin Tüpraş’ın özelleştirmesine karşı gerçekleştirdiği eylemin sebebi, ordunun önünde diz çöküp, boynunu bükerek ettiği bağlılık yeminidir. Tüpraş’ın orduyla bağından, ordunun ekonomik ve politik hayattaki konumunun daralmasından güya rahatsız olan TKP’nin megafonda dile getirdiği “kapitalizm karşıtı” ifadelerin bir anlamı yok. Eylem, ordu için, ona yaranmak adına yapılmış. Yüz yıl öncesinden gelen emirle komünist hareket, orduya bağlılığını konuşturmuş. TKP, müesses nizamın sahte komünist partisidir.

Demek ki TKP, doksanlarda “Asparti” analizlerini “Bana görev verin” demek için yapmış. Partiyi Asparti yapmak için uğraşmış. Tek dertleri, ordudaki ideolojik krizi örgütlemekmiş. Ama bunu ancak silahlar zayıfladığı, ordu takatsiz kaldığı noktada yapıyor. Asıl sorumluluğu tabii ki üstlenmek istemiyor. Öncü olması gerektiği yerde kaçıyor.

Önce iç yayınlarında “proletarya toplumu bölüyor. Bu doğru değil. Toplumu görmek gerek” diyor, sonra da sınırsız-sınıfsız bir olgu olarak askeriyenin önünde diz çöküyor, oradan gelen emirlere boyun eğiyor. Laik milliyetçiliğe, sivil kışlaya örgütleniyor. Küçük burjuvalara diyor ki “ışığa tuttuğunuzda bendeki Atatürk filigranını hemen göreceksiniz”. O filigranı bizzat devlet yerleştiriyor.

TKP’nin dile döktüğü “Holdingsiz ve tarikatsız bir cumhuriyet” hayali, sermaye için. Birey olarak Okuyan, kendi sınıfsız-sınırsız gerçekliğini mutlak veri alıyor, dünyayı etrafında döndürüyor.[1] Bu kadar öznelcilik, kör bir nesnelciliğe kapanıyor. Bu anlamda TKP, küçük burjuvaziyi ordunun sınıfsız-sınırsız kolektif ruhunu esas alan yönetimsel bütünlüğe ve ahenge örgütlemeye çalışıyor. Bu bütünlüğe ve ahenge halel getirdiği için holdinglere ve tarikatlara saldırıyor. Kendisi holding zihniyetiyle, bir tür tarikat olarak çalıştığı gerçeğini gizliyor.

Bu noktada belgesel, sadece Ankara merkez kışlasından işgal harekâtı için “Müslüman ‘mahalle’ye girmek de Türkiye’den Doğu pazarına yönelmek de baştaki akde, ahenge ve bütünlüğe zarar veriyor” diyor. Sınıfsal devrimci analizin konusu yapamadığı müesses nizamı sütten çıkmış ak kaşık olarak yüceye yerleştiriyor, onu dokunulmaz kılıyor. Halkın kutsal bildiği Kur’an ve ekmeği yerinden indirip kendi kutsalını duvara asıyor. Sürekli o müesses nizamın imal ettiği cumhuriyete ve ulusa hitap ediyor. Mahalleye ve Doğu’ya hücumun iç cephede yol açtığı yaralara merhem satıyor.

TKP, kurucu Kemalist ideolojideki kaçak olarak değerlendirdiği OYAK’ı bir tür sapma olarak görüyor, gösteriyor. Onun maddi gerçekliğinin doğal sonucu olduğunu, askerlikte ucuza çalıştırılan işgücünü, ordunun sermayeyle ilişkilerini görmek istemiyor. Basit kişilerin yanlış tercihlerinden söz ediyor. Tüm belgesel, orduyu ve müesses nizamı aklayan, temize çıkartan Büyük Ortadoğu Projesi ezberi üzerine kurulu. Her yol, her cümle, her nörolojik aktivite, oraya çıkıyor. Bu boş laflar, NATO ordusu için, bu ordu içerisinden sarf ediliyor. Bizim “sürece itiraz edenler de var. Zinde kuvvetler hâlâ faal” dememizi istiyor.

Belgeselden aksettiği biçimiyle TKP, ordunun kolektif ruhunu ve ülkenin uygun adım yürüyüşünü merkeze alıyor, küçük burjuvaziyi asker tipolojisi üzerinden burjuva ideolojisine örgütlüyor. TKP şahsında bu ruhun ve yürüyüşün sermaye için hâlâ kıymetli olduğu görülüyor.

TKP, ahenkli dansların edildiği Halkevleri balolarıyla ve 19 Mayıs kortejleriyle düşünüyor. Herkesi bu idealist fikriyata çağırıyor. Hitler için üretilen Sümerbank pazenini “komünist” zannediyor. Küçük burjuva avlama derneği olarak işliyor. Sahte Atatürk filigranı ile karşımızda bir Türkiye Kalpazanlar Partisi duruyor.

TKP, OYAK’ı esasında “Devlet domates üretmemeli” zaviyesinden, bu liberalizm üzerinden eleştiriyor. Orduyu liberaller gibi alaya alıyor, ama bir yandan da “Çavuşlar” diye dalga geçtiği Özden Örnek gibilerin sermaye ve emperyalizm karşısındaki güçsüzlüğüne timsah gözyaşları döküyor. Altta ellerini ovuşturuyor. O suyun başını tutmak, milliyetçi damarı değil, içindeki asil kanı kendisine örgütlemek istiyor. Devletin sermayesine devletin KP’si denk düşüyor.

AB ve ABD’den gelen emirle dönüştürülen, profesyonel ve özel kılınan ordu, kendisine ve dişine uygun KP inşa ediyor. Sanki ordunun hilafınaymış, iradesi dışında cereyan ediyormuş gibi takdim edilen bu dönüşümde TKP, orduya dair imge, simge ve bilgi üzerinden, o saf, masum ve arı kana atıfla küçük burjuvaziyi kandıracağını sanıyor.

Özel profesyonel ordu, TKP’li üyesini AB fonlarının başına yerleştiriyor. Sahilini onlara veriyor. Nükleer santralinde önemli bir koltuğu onunla dolduruyor. Telekom’a bu gelenekten gelenleri yerleştiriyor. CHP’ye teslim olan sendikaları onlara peşkeş çekiyor. 

Ermenilerden gasp edilmiş olan bir binanın kültür merkezi olarak kullanılmasına izin veriyor. İşçi-köylünün iradesiyle kurulan TKP’yi burjuvaziye teslim ediyor. Burjuvazinin kapitalizmle kirlenen ideallerine bekçi ve kâhya yetiştiriliyor.

“Sermayeyle askerin kavgasını İslamcılar üstlendi. Sermaye, kavganın aleni parçasıymış gibi görülmek istemedi. Olan bitenin İslamcılarla askerin çatışması olarak algılanması büyük patronların işine geliyordu.”

Bunu söyleyen TKP, İslamcılarla askerin çatışmasında askerin borazanlığını yaptı, sermayeyi gizledi. Sermaye içerisinde ittifaklar arayan sola tek bir eleştiri getirmedi. O sermayenin adamını üst yönetimine aldı. Kadrolarını AB fonlarının dağıtıldığı musluğun başına yerleştirdi. Ulusalcı Dursun Çiçek’e TKP, Çiçek’in genç sivil oğluna TİP inşa ettiler. Fukara halka da “şeriat geliyoor!” yaygarası düştü.

TKP, neticede ordunun sıkıştığı, “tasfiye edildiği”, nüfuz alanının daraltıldığı noktada öne atılmadı. Samimi ve gerçek bir ülküyle ikinci kuvayı milliyeye işaret eden Denizlerin iradesinin binde birini sergilemedi. Sadece yakınmakla yetindi. Orduevlerindeki, lüks yazlıklarda düzenlenen konken partilerindeki mızırdanmalara örgütlendi. Gelen yüksek maaşların gölgesinde susmayı öğrendi, öğretti.

17-25 Aralık’la açığa çıkan ayakkabı kutularındaki paraların çok daha büyüğü, İran’la yürütülen gizli ticaretin önemli bir payı, orduya gitti. Teknolojik yatırımlar ve sermaye, orduya aktı. Ordunun sustuğu dönüşümde yapılan laiklik ve cumhuriyet yaygarasının bir anlamı yoktu. Alper Taş, laiklik bayrağını ordudan devraldıklarını söylüyordu. Ordunun emriyle hareket ettikleri gerçeğini gizliyorlardı.

Bugün TKP, “Cumhuriyet mitinglerinin programı ve yolu yoktu” diyor. Kendi varlığını inkâr ediyor. Madem bir TKP vardı, o vakit parti, o programı temin edip yolu açsaydı. O kitleye öncü olsaydı. Bir ara TKP’liyken arkadaşlarını ihbar edip polisleşen adama, Tuncay Özkan gibi MİT memurlarına, “Araba çoraba karşı Koç’a destek olalım” diyen İlhan Selçuk gibi birine meydanı bırakmasaydı, kitlenin önüne geçip, misal, meclisi işgal etseydi.

Ama zaten bu bireyci liberalizmin geniş kitlelerin sorumluluğunu alma imkânı da niyeti de yok. Okuyan için politika, basit bir heyecanlı ve zevkli hobiden ibaret. Suyun başına oturup egemenler adına zararlı otları ayıklamakla, ideolojik arındırma faaliyetini yürütmekle, burjuva devletini korumakla meşgul.

TKP, belgeselinde bir de 1 Mart’taki savaş karşıtı kitleye değiniyor. Ama aynı TKP, bugün İran’a açılacak savaşta aynı kitlenin toplanmasına mani olmak için uğraşıyor. 1 Nisan’a ve 15 Şubat 2003 tarihli tezkereye değinirken nedense İngiliz-ABD geriliminden bahsetmiyor. O tezkerenin tartışıldığı günlerde İngiltere, Amerikan askerinin Irak işgalinde Türkiye’yi kullanmasına karşı çıkıyor. İşgal güçlerinin İngilizlerin egemen olduğu güneyden çıkmasını istiyor. AKP içinde ve dışında yer alan İngilizciler kullanılarak tezkere baltalanıyor. ABD, bunun intikamını birkaç ay sonra, 15 ve 20 Kasım’da bir İngiliz bankasına, İngiliz konsolosluğuna ve bir sinegoga saldırı gerçekleştirerek alıyor. TKP, belgeselinde o İngiliz’in iradesiyle kurulmuş müesses nizama tabii ki laf edemiyor. “Cumhuriyetçiler” diye anlattığı masalın ardına çok gerçekler gizliyor.

Eren Balkır
23 Nisan 2025

Dipnot:
[1] Eren Balkır, “Steril”, 7 Temmuz 2024, İştiraki.

0 Yorum: