Medusa’nın
Salı
belgeselinden anlaşıldığı kadarıyla TKP, Hrant Dink cenazesindeki kitleyle
Cumhuriyet Mitingleri’ni sermaye ve devlet için birleştirmenin derdinde. O
kavşağa yerleşiyor. Ordunun derdini dert belliyor ama ondaki liberalliğe de kayıtsız
kalamıyor.
Zaten
sonrasında o liberalliğin nasıl paylaşılacağı konusunda kavga çıkıyor, kavga
neticesinde TİP kuruluyor. TİP, Hrant Dink cenazesiyle açılan liberal pazarı
örgütlemekle görevlendiriliyor. Başına Ergenekon avukatı ile Ergenekon sürecini
yürüten Fethullahçıların dergisinin muhabirini geçiriyorlar. Tuhaf ki 15 Temmuz
sonrası KHK’lar ile yargılanan birçok ismin avukatlığını Ankara’da bir İşçi
Partili yapıyor. Bu karışık sular, çok şey anlatıyor. Devlet, boşluk tanımıyor.
Görüldüğü
kadarıyla, TKP’nin Tüpraş’ın özelleştirmesine karşı gerçekleştirdiği eylemin
sebebi, ordunun önünde diz çöküp, boynunu bükerek ettiği bağlılık yeminidir.
Tüpraş’ın orduyla bağından, ordunun ekonomik ve politik hayattaki konumunun
daralmasından güya rahatsız olan TKP’nin megafonda dile getirdiği “kapitalizm
karşıtı” ifadelerin bir anlamı yok. Eylem, ordu için, ona yaranmak adına
yapılmış. Yüz yıl öncesinden gelen emirle komünist hareket, orduya bağlılığını
konuşturmuş. TKP, müesses nizamın sahte komünist partisidir.
Demek
ki TKP, doksanlarda “Asparti” analizlerini “Bana görev verin” demek için
yapmış. Partiyi Asparti yapmak için uğraşmış. Tek dertleri, ordudaki ideolojik
krizi örgütlemekmiş. Ama bunu ancak silahlar zayıfladığı, ordu takatsiz kaldığı
noktada yapıyor. Asıl sorumluluğu tabii ki üstlenmek istemiyor. Öncü olması
gerektiği yerde kaçıyor.
Önce
iç yayınlarında “proletarya toplumu bölüyor. Bu doğru değil. Toplumu görmek
gerek” diyor, sonra da sınırsız-sınıfsız bir olgu olarak askeriyenin önünde diz
çöküyor, oradan gelen emirlere boyun eğiyor. Laik milliyetçiliğe, sivil kışlaya
örgütleniyor. Küçük burjuvalara diyor ki “ışığa tuttuğunuzda bendeki Atatürk
filigranını hemen göreceksiniz”. O filigranı bizzat devlet yerleştiriyor.
TKP’nin
dile döktüğü “Holdingsiz ve tarikatsız bir cumhuriyet” hayali, sermaye için.
Birey olarak Okuyan, kendi sınıfsız-sınırsız gerçekliğini mutlak veri alıyor,
dünyayı etrafında döndürüyor.[1] Bu kadar öznelcilik, kör bir nesnelciliğe
kapanıyor. Bu anlamda TKP, küçük burjuvaziyi ordunun sınıfsız-sınırsız kolektif
ruhunu esas alan yönetimsel bütünlüğe ve ahenge örgütlemeye çalışıyor. Bu
bütünlüğe ve ahenge halel getirdiği için holdinglere ve tarikatlara saldırıyor.
Kendisi holding zihniyetiyle, bir tür tarikat olarak çalıştığı gerçeğini
gizliyor.
Bu
noktada belgesel, sadece Ankara merkez kışlasından işgal harekâtı için
“Müslüman ‘mahalle’ye girmek de Türkiye’den Doğu pazarına yönelmek de baştaki
akde, ahenge ve bütünlüğe zarar veriyor” diyor. Sınıfsal devrimci analizin
konusu yapamadığı müesses nizamı sütten çıkmış ak kaşık olarak yüceye
yerleştiriyor, onu dokunulmaz kılıyor. Halkın kutsal bildiği Kur’an ve ekmeği
yerinden indirip kendi kutsalını duvara asıyor. Sürekli o müesses nizamın imal
ettiği cumhuriyete ve ulusa hitap ediyor. Mahalleye ve Doğu’ya hücumun iç
cephede yol açtığı yaralara merhem satıyor.
TKP,
kurucu Kemalist ideolojideki kaçak olarak değerlendirdiği OYAK’ı bir tür sapma olarak
görüyor, gösteriyor. Onun maddi gerçekliğinin doğal sonucu olduğunu, askerlikte
ucuza çalıştırılan işgücünü, ordunun sermayeyle ilişkilerini görmek istemiyor.
Basit kişilerin yanlış tercihlerinden söz ediyor. Tüm belgesel, orduyu ve
müesses nizamı aklayan, temize çıkartan Büyük Ortadoğu Projesi ezberi üzerine
kurulu. Her yol, her cümle, her nörolojik aktivite, oraya çıkıyor. Bu boş
laflar, NATO ordusu için, bu ordu içerisinden sarf ediliyor. Bizim “sürece itiraz
edenler de var. Zinde kuvvetler hâlâ faal” dememizi istiyor.
Belgeselden
aksettiği biçimiyle TKP, ordunun kolektif ruhunu ve ülkenin uygun adım
yürüyüşünü merkeze alıyor, küçük burjuvaziyi asker tipolojisi üzerinden burjuva
ideolojisine örgütlüyor. TKP şahsında bu ruhun ve yürüyüşün sermaye için hâlâ
kıymetli olduğu görülüyor.
TKP,
ahenkli dansların edildiği Halkevleri balolarıyla ve 19 Mayıs kortejleriyle
düşünüyor. Herkesi bu idealist fikriyata çağırıyor. Hitler için üretilen
Sümerbank pazenini “komünist” zannediyor. Küçük burjuva avlama derneği olarak
işliyor. Sahte Atatürk filigranı ile karşımızda bir Türkiye Kalpazanlar Partisi
duruyor.
TKP,
OYAK’ı esasında “Devlet domates üretmemeli” zaviyesinden, bu liberalizm
üzerinden eleştiriyor. Orduyu liberaller gibi alaya alıyor, ama bir yandan da
“Çavuşlar” diye dalga geçtiği Özden Örnek gibilerin sermaye ve emperyalizm
karşısındaki güçsüzlüğüne timsah gözyaşları döküyor. Altta ellerini
ovuşturuyor. O suyun başını tutmak, milliyetçi damarı değil, içindeki asil kanı
kendisine örgütlemek istiyor. Devletin sermayesine devletin KP’si denk düşüyor.
AB ve ABD’den gelen emirle dönüştürülen, profesyonel ve özel kılınan ordu, kendisine ve dişine uygun KP inşa ediyor. Sanki ordunun hilafınaymış, iradesi dışında cereyan ediyormuş gibi takdim edilen bu dönüşümde TKP, orduya dair imge, simge ve bilgi üzerinden, o saf, masum ve arı kana atıfla küçük burjuvaziyi kandıracağını sanıyor.
Özel profesyonel ordu, TKP’li üyesini AB fonlarının başına yerleştiriyor. Sahilini onlara veriyor. Nükleer santralinde önemli bir koltuğu onunla dolduruyor. Telekom’a bu gelenekten gelenleri yerleştiriyor. CHP’ye teslim olan sendikaları onlara peşkeş çekiyor.
Ermenilerden gasp edilmiş olan bir binanın kültür merkezi olarak kullanılmasına izin veriyor. İşçi-köylünün iradesiyle kurulan TKP’yi
burjuvaziye teslim ediyor. Burjuvazinin kapitalizmle kirlenen ideallerine bekçi
ve kâhya yetiştiriliyor.
“Sermayeyle askerin
kavgasını İslamcılar üstlendi. Sermaye, kavganın aleni parçasıymış gibi
görülmek istemedi. Olan bitenin İslamcılarla askerin çatışması olarak
algılanması büyük patronların işine geliyordu.”
Bunu
söyleyen TKP, İslamcılarla askerin çatışmasında askerin borazanlığını yaptı,
sermayeyi gizledi. Sermaye içerisinde ittifaklar arayan sola tek bir eleştiri
getirmedi. O sermayenin adamını üst yönetimine aldı. Kadrolarını AB fonlarının
dağıtıldığı musluğun başına yerleştirdi. Ulusalcı Dursun Çiçek’e TKP, Çiçek’in
genç sivil oğluna TİP inşa ettiler. Fukara halka da “şeriat geliyoor!”
yaygarası düştü.
TKP,
neticede ordunun sıkıştığı, “tasfiye edildiği”, nüfuz alanının daraltıldığı
noktada öne atılmadı. Samimi ve gerçek bir ülküyle ikinci kuvayı milliyeye
işaret eden Denizlerin iradesinin binde birini sergilemedi. Sadece yakınmakla
yetindi. Orduevlerindeki, lüks yazlıklarda düzenlenen konken partilerindeki
mızırdanmalara örgütlendi. Gelen yüksek maaşların gölgesinde susmayı öğrendi,
öğretti.
17-25
Aralık’la açığa çıkan ayakkabı kutularındaki paraların çok daha büyüğü, İran’la
yürütülen gizli ticaretin önemli bir payı, orduya gitti. Teknolojik yatırımlar
ve sermaye, orduya aktı. Ordunun sustuğu dönüşümde yapılan laiklik ve
cumhuriyet yaygarasının bir anlamı yoktu. Alper Taş, laiklik bayrağını ordudan
devraldıklarını söylüyordu. Ordunun emriyle hareket ettikleri gerçeğini
gizliyorlardı.
Bugün
TKP, “Cumhuriyet mitinglerinin programı ve yolu yoktu” diyor. Kendi varlığını
inkâr ediyor. Madem bir TKP vardı, o vakit parti, o programı temin edip yolu
açsaydı. O kitleye öncü olsaydı. Bir ara TKP’liyken arkadaşlarını ihbar edip
polisleşen adama, Tuncay Özkan gibi MİT memurlarına, “Araba çoraba karşı Koç’a
destek olalım” diyen İlhan Selçuk gibi birine meydanı bırakmasaydı, kitlenin önüne geçip,
misal, meclisi işgal etseydi.
Ama
zaten bu bireyci liberalizmin geniş kitlelerin sorumluluğunu alma imkânı da
niyeti de yok. Okuyan için politika, basit bir heyecanlı ve zevkli hobiden
ibaret. Suyun başına oturup egemenler adına zararlı otları ayıklamakla,
ideolojik arındırma faaliyetini yürütmekle, burjuva devletini korumakla meşgul.
TKP,
belgeselinde bir de 1 Mart’taki savaş karşıtı kitleye değiniyor. Ama aynı TKP,
bugün İran’a açılacak savaşta aynı kitlenin toplanmasına mani olmak için
uğraşıyor. 1 Nisan’a ve 15 Şubat 2003 tarihli tezkereye değinirken nedense
İngiliz-ABD geriliminden bahsetmiyor. O tezkerenin tartışıldığı günlerde
İngiltere, Amerikan askerinin Irak işgalinde Türkiye’yi kullanmasına karşı
çıkıyor. İşgal güçlerinin İngilizlerin egemen olduğu güneyden çıkmasını
istiyor. AKP içinde ve dışında yer alan İngilizciler kullanılarak tezkere
baltalanıyor. ABD, bunun intikamını birkaç ay sonra, 15 ve 20 Kasım’da bir
İngiliz bankasına, İngiliz konsolosluğuna ve bir sinegoga saldırı
gerçekleştirerek alıyor. TKP, belgeselinde o İngiliz’in iradesiyle kurulmuş
müesses nizama tabii ki laf edemiyor. “Cumhuriyetçiler” diye anlattığı masalın
ardına çok gerçekler gizliyor.
Eren Balkır
23
Nisan 2025
Dipnot:
[1] Eren Balkır, “Steril”, 7 Temmuz 2024, İştiraki.
0 Yorum:
Yorum Gönder