Pages

20 Nisan 2025

Medusa'nın Salı



TKP yöneticileri, kadrolara İştirakî okumayı yasak etmiş ama “Medusa’nın Salı” isimli belgesel denemesinin birinci bölümünden anladığımız kadarıyla, o yöneticiler, gizlice İştirakî okumuşlar. Zira, belgeselin ilk bölümü İştirakî yazılarını, bilhassa “Koç Taşağı”[1] yazısını temel alıyor.

Biz, o yazıyı 2018’de kaleme almışız. Yazı yazıldığında Birgün gazetesi Mustafa Koç için yas tutuyordu. TKP ve türevi örgütler, ya orduya ya da sermayeye “AKP gerici ya, n’olur onun yanında olmayın” diye yalvarıyorlardı. Tek siyasetleri, burjuva devrimini savunmaktı. Yazıda kullandığımız görselde görüldüğü üzere, TKP bu dönemi tatilde geçirdi!

Belgeselin Marksizm-Leninizmle veya komünist siyasetle bir alakası yok. Basit bir liberal gazetecinin elinden çıkmış. Liberal gazeteci, elindeki tüm kupürleri masaya dizmiş, o kupürler arasında bugüne göre, kendisini ve bugündeki varlığını ölçü alarak bağlar kurmuş. Filmin her karesinde bu yanlış yöntem konuşuyor. Anakronizm ve eklektizm, küçük burjuvanın doğal icraatı. Belgeselin başında bahsi edilen devrimse şapka devrimi!

“Medusa’nın Salı”, sırtını devrime dönmüş halkın çaresiz tutunduğu sala işaret ediyor. Bu tabirin Fransız emperyalizmiyle ve Fransız devrimiyle bir bağı var.

Olacak olan değil, olmuş olan devrime put gibi tapan TKP de tersten, tarihi, emperyal geçmişe yönelik devrimle, saltanata ve hilafete karşı mücadeleyle ilgili ilkokul düzeyindeki tarih bilgisiyle okuyor.

Bu sol örgütler, esasında kurtuluş savaşının emperyalist niteliğini siliyorlar, buradan Sovyetler’le kurulan ilişkilere küfretme imkânı buluyorlar. Sovyetler’le kurulmuş olan diplomatik ve iktisadi ilişkinin sınırlarında solculuk yapabilmek için meseleyi emperyalizme karşı mücadele düzleminden uzaklaştırıp, içte Atatürk önderliğinde, hilafete ve saltanata karşı gerçekleştirilmiş devrim hikâyesine indirgiyorlar. Bu hikâye, TKP gibi küçük burjuva örgütleri, 1960 darbesine dair mitolojiye bağlıyor. Belgesel, Amerika’ya yalandan vuruyor, ama İngiliz’in varlığına hiç değinmiyor.

Liberal gazetecinin ürettiği belgeselin çıkış noktası aldığı, eşelediği iki olgu var: ordu ve sermaye. Dolayısıyla, belgesel de orduya ve sermayeye yalvarma siyasetinin uzantısı olarak somutlaşıyor. Ordu ve sermayeden ayrı ve gayrı bir siyasete ve iradeye işaret etmiyor. Dolayısıyla, belgeseli izleyen biri, şu yorumu yapıyor: “Demek ki bugün de CHP, sermayenin belirli bir kesimini yanına çekmek zorunda.”

Belgesel, bu liberalliğiyle doğalında Oray Eğin gibi isimlerin övgülerine mazhar oluyor.[2] Cumhuriyetçilik, Eğin şahsında bir “yoldaş” daha kazanıyor.

Sermayenin, ordu gibi gerici bir kurumun zincirlerinden kurtulmasını savunan liberale; ordunun sermayenin zincirlerinden kurtulmasını savunan başka liberal denk düşüyor. Sol liberal, liberal solcuyu tamamlıyor.

Belgesel, elindeki çekici rakiplerine savuran, sürekli çark eden TKP isimli örgütün ele alınan dönemde, Fethullahçıların saldırılarının gerçekleştiği dönemde, “Kemalizm kirdir, bu kirden bizi AB kurtarır” diyen yazılar yazdığından bahsetmiyor.

Birikim dergisi, militarizmden ve milliyetçilikten arınmış, özgür sermayenin burjuva devrimini talep ederken, onun antitezi olarak örgütlenmiş olan Gelenek çizgisi, holdinglerden arınmış ordu ve millet istiyor. İkisinde de aynı liberalizm konuşuyor.

Bu küçük burjuvalar, çektikleri belgeselde sürekli “yönetimde bütünlük ve ahenk”ten söz ediyorlar. Eleştirilerini bu ölçüt belirliyor. İlgili taleplerin sınıfsız olduğu görülmüyor. O bütünlüğü ve ahengi bozma ihtimali bulunan işçi sınıfının adı belgeselde hiç geçmiyor, içeriği sınıfsal bakış tayin etmiyor. Sınıftan ari, münezzeh olgular, kirlendikleri için eleştiriliyor. Bu noktada küçük burjuvanın sırtı sıvazlanıyor. Belgesel, onun adına konuşuyor. Bütünlük ve ahenk arayışının sınıfsallığı hiç sorgulanmıyor.

Sermayeyle kirlenmemiş ordu, orduyla kirlenmemiş sermaye… Tek dertleri bu olanların sınıfa söyleyecekleri söz, sunacakları bir mevzi bulunmuyor. Belgesel, işçi sınıfının devrimi hükümetin yayınladığı kararnameden öğrendiği Devrimden Sonra filminin uzantısı. Bu işler, proleter iradeyi silmek için üretiliyor.

TKP, belgesel boyunca anlattığı hikâyelerde yaptıklarının ve yapmadıklarının hesabını vermiyor. Mesela, 2001’deki esnaf isyanını “gerici faşist” olarak kodlayıp ondan uzak durduğunu söylemiyor. 19 Aralık’tan bir hafta önce ölüm orucundaki evlatlarına destek veren anaları bürolarından kovan ÖDP ve SİP’ten hiç söz etmiyor. Kemal Derviş müdahalelerine neden güçlü bir itiraz örgütlemediğini, NATO eyleminde neden pikniğe kaçtığını, neden Vehbi Koç yetiştirmesi bir hariciyeciyi danışma kuruluna aldığını açıklamıyor. (Yandaki kupür bu hariciyecinin düğün töreniyle ilgili. Bu hariciyecinin İsrail’in yaşama hakkını savunan yazılarını bizzat TKP yayınladı.)

Belgeselde de bahsi edilen saldırı sonrası polisler, yürüyüş gerçekleştirdiler. Aynı saatlerde Ankara Kızılay’da F tiplerini protesto edilen kitleye sert müdahale edildi. Faşistler, kitlenin üzerine salındı. ÖDP bürosu saldırıya uğradı. ÖDP yönetimi, dirayetli duruş sergilemedi. Teslim oldu. Durumu fırsata çeviren parti yönetimi, büroda evlatlarına destek için açlık grevi eylemi gerçekleştiren analar için “derhal büroyu terk etsinler!” kararı aldı. Bu karar üzerine, bürodan çıkartılan analar ve onlara destek için toplanan kitlenin karşısına çıkan sorumlu kişi, “SİP’e gidelim” dedi. Kendisine bu partinin anaları almayacağını, başka bir yol düşünülmesi gerektiğini söyledik ama kitle, gene de SİP bürosuna yönlendirildi. İki dakika sonra aşağıya inen sorumlu kişi, SİP’in anaları büroya almadığı bilgisini iletti. O analar da o eylemde o partilerin ihaneti de unutuldu. Belgeselde bunların hiçbirisi anlatılmıyor.

Bugün Okuyan, emperyalizmin medeni kanuna müdahalesini, dış güçlerin verdiği ayarı “özgürleştirici” buluyor. Aynı cümleyi yirmi küsur yıl önce Kemal Derviş de ekonomi ve siyaset için sarf ediyor. Kafaları aynı işliyor. Okuyan da Derviş kadar liberal. Neticede CEO, Gorbaçov yetiştirmesi.

Onca yıl tek işleri kültür-sanat olmasına rağmen belgeseli sunacak, diksiyonu iyi birini bulamamaları, meseleyi ciddiye almadıklarının delili. Neticede belgesel, içeriye yönelik bir imalat. Aydınlıkçıların otuz yıldır raflarında tuttukları kupürleri görünür kılmaktan başka bir şey yapmıyor. Negri, İmparatorluk’ta yılların postmarksist-postmodernist gevezeliklerini alımlı bir ambalaja sarmayı bilmişse TKP de Aydınlıkçıların kötü şöhrete sahip habercilik pratiğini allayıp pulluyor. Bu pratiğin bazı parti bürolarında köken olarak Kürt olan kişilerin görevden alınıp yerlerine eski Vatan Partili veya Sosyalist Cumhuriyet Partili kişileri yerleştirmeleriyle bir alakası olmalı.

Kemal Okuyan, bu yeni toplamı kendi ölçüsünde pekiştiriyor. Belgesel, içeriye hitap ediyor. Okuyan, kendi “iç cephe”sini güçlendiriyor.

Belgeselin ele aldığı dönemde, 1999 yılında parti, iç tartışmalar yüzünden bölündü. Kamal Okuyan’ın yumruklandığı o tartışmalar neticesinde önemli bir kütle, partiden ayrıldı.

Seçim dönemiydi. Konvoya yapılan faşist saldırı neticesinde Hüseyin Duman isimli bir tekstil işçisi katledildi. Okuyan, onun için yazdığı yazıyı[3] bile parti içine ayar vermek, mesaj iletmek için kullandı. Hüseyin Duman’ı “romantik” olmakla eleştiren Okuyan, aslında partiden ayrılanları eleştiriyor, onların gerekli ve yeterli sabrı göstermediklerini söylüyordu. Duman, ayrılan ekibe yakın diye bu genç işçinin adı bir daha hiç anılmadı. Partiden ayrılan ekip ona sahip çıktı. Ama Okuyan ve çevresi, Duman’ı unuttu.

Okuyan sabretti, devletten TKP için gerekli izni ve icazeti aldı. Bu sopayla her türden muhalifini susturdu. Ancak o zaman Duman’ın adını anabildi. Bu sefer de onun hatırasını “biz küçük burjuvaya sesleniyoruz ama arada işçi kardeşlerimiz de partiye üye olabilir” diyebilmek için kullandı. 

Bugün Okuyan ve partisi belgeselde bahsini ettiği güçlerin hangisinin kendisine TKP olma izni ve icazeti verdiğini söylemiyor.

Şimdi bu aklın çektiği belgesel, özünde şunu söylüyor: “AKP bir TÜSİAD ve ABD projesidir.” İşçi Partisi de yıllarca bunu söyledi, soluğu Erdoğan’ın yanında aldı. Bu söz, sermaye ve ordunun gerçek bağlantılarını, müdahalelerini gizliyor. Sermayeden arınık devlet hülyası, devletin gerçek sınıfsal niteliğini örtbas ediyor. Bu anlamda, TKP’nin TÜSİAD salvoları, küçük burjuvazinin burjuvaziye duyduğu hasedin bir sonucu. Onun büyüme, güçlenme iradesine ses ve soluk olmak istiyor. Burjuvaziye haset eden, proletaryadan nefret ediyor. Bu nefret, belgeselin altmetnini tayin ediyor, Kürt ve Müslüman’a dair sözlerinde açığa çıkıyor.

Kapitalizmi ahmaklık sanan, basit bir bilişsel-zihinsel sorun zanneden akıl, kişilere odaklanıyor, kişilerin yanlış tercihlerini eleştiriyor. Yapıya, maddeye, maddi zemine bakmıyor. Marx’ın eleştirdiği, “Adalet, Özgürlük, Eşitlik ve Kardeşlik gibi tanrılarla yüklü modern mitoloji”ye iman ediyor.

“Medusa’nın Salı” resmi, Okuyan’ın eleştirdiği romantizmin önemli eserlerinden. Théodore Géricault’nun resmi, 1816’da Senegal’i İngilizlerin elinden alsın diye gönderilen geminin geçirdiği kaza sonrası sala binen, birbirlerini yiye yiye tüketen 150 kişinin hikâyesini aktarıyor. Kazadan sadece on kişi kurtuluyor. Kötü bir kaptanın ehliyetsizliğinin sonucu yaşanan kaza, devletteki çöküşe dair bir imgeden ibaret. Küçük burjuvalar, onda yönetmeyi bilmeyen ehliyetsiz kişilere yönelik eleştiriyi buluyorlar.[4]

TKP, aynı küçük burjuva imgeye mal bulmuş mağribi gibi sarılıyor. Devletin ehil olmayan ellerde çökertildiği, halkın, milletin yönsüz ve pusulasız kaldığı üzerinde duruyor. Meselenin iyi yönetişim olduğunu sanıyor. Başta Okuyan olsaydı Erdoğan’la aynı şeyleri yapacaktı, bu gerçek görülmüyor.

Onca eleştiriye rağmen Erdoğan, aslında aklanıyor. Belgeselde Sabancı’nın övdüğü Erdoğan, kurtarıcıdır, reistir. Burjuvazinin börteçinesidir. Mesele, onu eleştirmek değil, proletaryanın öncüsünü inşa etmektir.

Bu anlamda belgesel, TKP’nin yönetenlerin yönetememesi, yönetilenlerin eskisi gibi yönetilmek istememesi meselesini Marksizm-Leninizm dışında bir yerden anlamasının, devrim öncesi görevlerle devrim sonrası görevler arasında ayrım gözetmemesinin, siyaseti sınıfsız-sınırsız bir yerde kurmasının, özünde küçük burjuvaziye örgütlü oluşunun bir tezahürüdür.

Eren Balkır
19 Nisan 2025

Dipnotlar:
[1] Eren Balkır, “Koç Taşağı”, 7 Ekim 2018, İştiraki.

[2] Oray Eğin, “Yakın Tarihten Çıkacak En Önemli Ders”, 17 Nisan 2025, Habertürk.

[3] Kemal Okuyan’dan aktaran: Özkan Öztaş, “Devrimci Natürmortu”, 17 Nisan 2020, X.

[4] Orhan Elmacı, “Türkiye’nin Sosyo- Ekonomik ve Politik Mevcut Durumu ve Geleceğinin Medusa’nın Salı Metaforu Üzerinden Analizi”, 17 Nisan 2025, OE.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder