05 Temmuz 2024

,

İyi Polis-Kötü Polis


CHP, devletin sermaye partisi; AKP sermayenin devlet partisidir. Sermaye ve devlet bütünlüğünde ikisi, kendilerine pay edilen rolleri oynamaya mecburdur. Misal, kâr oranlarının düştüğü, kriz ve savaş koşullarının hüküm sürdüğü gerçeklikte devlet bir yola girer, o yolda yürüyenlerin geride bıraktıkları pisliği temizlemek CHP’ye düşer. AKP’ye vurarak devlet ve sermaye aklanır. CHP, o yolun başında, misal Man Adası işlemleri başladığında değil, işlemler bitip eller yıkanırken sahneye çıkar. Sosyalist hareketin bu oyalama taktiğine kul olması, acziyettir.

Sosyalist hareket, CHP ve AKP’ye verilen rollerin kesildiği sahneyi devrimci bir güç olarak dağıtmak yerine, orada arkada figüran veya dekor olarak varolmayı tercih etmiştir. Çünkü artık maddi ihtiyaçlar ve zorunluluklar değil, kişisel tercihler önemlidir. Sosyalist hareket, sahnede dönen oyunun sahipleri rahatsız olmasın diye vardır. Belirli bir kıvama getirilmiştir.

Devletin güdümünde olan sermayeyle sermayenin güdümünde olan devlet arasındaki sürtüşmelere fazla anlam yüklenmektedir. Birbirlerini yok edemezler. Solun önemli bir kısmı devlete karşı sermayeye uşaklık etmeyi tercih etmiştir. Bu tercih de kutsaldır, ilahidir, bu anlamda, dokunulmazdır. Tarihi ve toplumu devlet ve sermaye arasındaki kavga üzerinden okuyanlar, gaflet içerisindedirler. Hepimizi bu gaflete teslim olmaya zorlayanlar, devletin veya sermayenin uşağı olma hâllerini meşrulaştırabileceklerini düşünüyorlar. Bu meşruiyet zemini, reddedilmelidir.

Sürekli tuzaktayız. Fili çukura düşürürler. Siyah giyimli adamlar gelip fili sopalarla döverler. Ardından beyaz giyimli adamlar, fili çukurdan çıkartıp ona yemek verirler ve istediklerini yaptırırlar.

Sürekli nezaretteyiz. Kötü polis gelir, hakaret eder, vurur, sonra iyi polis gelir, gardımızı düşürecek, direncimizi kıracak hamleler yapar, teslim oluruz.

Sürekli işkencedeyiz. Cellât gelir, elektriği verir, papaz gelir elimizden tutarmış gibi yapar, vaatlerde bulunur, bizi çözer.[1]

Bu yöntem, iktidar katında da kullanılmaktadır. Yabani, kontrol dışı, tehlikeli ve tekinsiz bulunan halk kitleleri, her daim baskı altında tutulmalıdır. Politikaların önemli bir yönü, bu baskıyla alakalıdır. Bugün “enflasyon, sermaye adına halka kesilen vergidir, sermayenin güçlendirilmesi işlemidir” diyenler, o halk için hiçbir şey yapmazlar. Yalandan poz keserler, “şirketlerin kârlarına el koyup emekçiye ve emekliye dağıtacaklarını” söylerler. 

Bu TKP yalanı, esasen seçim siyasetinin bir ürünüdür. Bu tür bildirilerle oy toplamak niyetinde olan parti, “o kârlar için yaşayan şirketler, o kârlara el konulduğunda ne yaparlar?” sorusuna cevap verme gereği duymaz. O kârlara nasıl el koyacağını açıklamaz. Kârlara el koymak için güç biriktirmek, güç olmak gerekir. Bunun için TKP, devletin icazetiyle sahip olduğu yüz küsur yıllık tarihi boyunca ne yapmıştır, bunları açıklamak zorundadır. Tarihsel analiz buradan, güç meselesi üzerinden yapılmalıdır.

Bu tür sol örgütler, ancak Batı’da bazı elektrik dağıtım şirketleri kamulaştırıldığı vakit “şirketlere el konulmalı” diyebilirler. Bu örgütlerin şirketlerin kılına zarar vermeleri mümkün değildir. Danışma kurulunda Koç’un yetiştirdiği bir kadronun bulunduğu TKP, şirketlere hiçbir şey yapamaz. Ama zevahiri kurtarmak adına, şirket karşıtı dile başvururlar. Köşeleri ve subaşlarını tutmak, tek siyasetleridir.

Sol, “normalleşme derken CHP’yi normalleştirmekten söz ediyorduk” diyen Erdoğan’ın istediğidir. Sol, normalleşmiş, düzene uygun kıvama getirilmiştir.

1 Mayıs sonrası CHP’nin ve CHP borazanlarının gözaltıları meşrulaştıran tutumuna kimse laf edemedi. Ancak anlamsız ve gerçeksiz “sosyalist ilkeler”den dem vurabildi. Bu burjuva akıl, sosyalizmi ancak “ahlaki temellere oturan bir iyilik ideolojisi” olarak tarif edebilirdi.[2] Çünkü Özel, Erdoğan’la el sıkışmıştı ve solculara ancak ahlakçı bir yerden mızırdanmak düşüyordu. Bu normalleşme sürecinde, AB’den ve belediyelerden gelen paralar adına susulmalıydı. Birgün, susma biçimiydi.

Ahlakçı Birgün yazarının yoldaşı, mecburen “Ülkemiz tarihinin gördüğü en büyük proleterleştirme, mülksüzleştirme sürecini yaşıyor” der.[3] Ama bu sürecin en keskin momenti olan pandemide iktidara destek olur, “çocuklara aşı vurulsun, kapanma olsun” diye bağırır. Sonra gider, seçimlerde CHP için oy toplar.

Özgür Özel ve solun yeni öncüsü Fatih Altaylı, vantrolog sermayenin kuklası olarak der ki “bölgesel ve sektörel asgari ücreti doğru buluyoruz.” O CHP’lilik yüzünden “bu lafı edenden uzak durulmalıdır” diye tvit atan Aksu, lafın sahibinin adını anamaz. CHP, anti-CHP’cilik imajına da ihtiyaç duyar. Zaten eldeki yenilenmiş, çapaklarından arındırılmış CHP’dir. Sol Haber sitesinin sahibi, o yüzden Sivas Katliamı’nın gerçekleştiği dönemde iktidarda olan partinin adını anamaz. “İnsanlıktan tiksindiğini” söyleyen bu “komünist”, tüm estet hâliyle, CHP’ye kul-köledir. Ama bir yandan da CHP’den dökülenleri toplayıp gerisin geri aynı burjuva yatağına akıtmakla görevlidir. Bu anlamda, TKP CEO’sunun “Mehmet Şimşek tüm sermaye partilerinin bakanıdır” lafı boştur. Onun “o zaman o adamın programına neden oy ve destek verdiniz?” sorusunu cevaplaması gerekir. O program, Altılı Masa’nın ekonomi programıydı ve tek bir solcu bile onu eleştirmedi. Bu dilsizlik, liberalizme teslimiyetle ilgili.

Özellikle Gezi’den beri liberallerin ve Fethullahçıların inşa ettikleri bir AKP karşıtlığı siyaseti yürürlükte. Sosyalist hareket, “Kuzey Kore oluyoruz!” yaygarasını kopartan koroya teslim olmuştur. Kendisine operasyon çekildiğini görmemiştir. Bu körlüğün sebebi, teslimiyettir.

Özgür Özel, o liberal Fatih Altaylı’nın karşısında “Hamas zeplinlerle bomba attı” türünden saçma sapan laflar etmektedir. Sosyalistlerin tek görevi ise bu liberalizme oy toplamaktır. “Zeplin” vurgusu, muhtemelen dil sürçmesi değil, Nazilere atıftır. Fatih Portakal, aynı liberallikle, “Hamas’ın politbürosu”ndan bahsetmektedir. Bir belgeselde görüldüğü üzere, Ukrayna’yı ziyaretinde görüştüğü askerlerle sohbetinde karşı tarafın gücünü merak eden Alman heyetinin başkanı, “Sovyet güçlerinin kaç askeri var?” ifadesini kullanmaktadır. Liberal, ezileni-sömürüleni kriminalize etmekte mahirdir. Aynı maharet, İslam ve Müslüman konusunda da yürürlüktedir.

İslam’la ilgili kullanılan ifadelerin de sosyalizmi kestiğini, komünist harekete atıfta bulunduğunu, solun burjuva efendilerine yaranmak için giderek daha fazla liberalleştiğini artık kimse göremeyecek haldedir.

Özgür Özel, Ankara’da emeklilik mitingi yapar. Aynı parti, liberal burjuva iktisatçısı Özgür Demirtaş’ı cumhurbaşkanı adayı yapsa oy verecek olan “Atatürkçü anti-emperyalist” kitle, Dünya Bankası projesiyle parlamış Mansur Yavaş’ı alkışlar. Kitle, Demirtaş’ın emeklilik maaşının kaldırılması gerektiğini düşündüğünü bilmez. Aynı kitle ve arkadan ona bildiri dağıtan TKP’liler, 28 Mayıs’ta, batılı yazarların “Bozkurt” olarak andıkları Atatürk’ün partisine, onun bozkurt işareti yapan Kılıçdaroğlu isimli liderine ve Ümit Özdağ’ın içişleri bakanlığına oy verdikleri gerçeğini gizleyerek, Merih Demiral ile oyalanırlar. Kendilerini böylelikle aklayacaklarını sanırlar. Sosyal medyalarında gerici milliyetçilikle ve dinle mücadelesinde burjuvaziden takdir almak için taklalar atarlar. Aynı TKP, partinin İstanbul’a giden bir otobüsündeki muhabbeti Ümit Özdağ’ın nasıl bilebildiğini, Özdağ’ın parti içerisindeki kadrolarını nedense açıklamaz. Dün Osmaniye ve Sakarya gibi yerlerde ülkücülerin TKP’li olduklarıyla övünen parti, bugün hangi nabza şerbet vereceğini şaşırmıştır.

Avrupa Birliği dayatmalarına hiç direnmeden, halkın “Hayır” demesine rağmen teslim olan, boyun eğen Çipras, Koç Üniversitesi’nin mezuniyet töreninde “Boyun eğme!” diye bitirir sözlerini. İşte TKP, bu yalandır. “Boyun eğme!” diyorsa kesin boyun eğmiştir. Çünkü gaz alınmalıdır, kitlelerdeki kopuş ve devrimcilik ihtimalleri yok edilmelidir, elektrik toprağa verilmelidir, devrimci olasılıklar oyalanmalıdır, ezilenin-sömürülenin güç olma imkânları ortadan kaldırılmalıdır. Karaburun gibi yerlerde emeklilik hayalleri, bu çabalar sayesinde kurulabilmektedir.

Dün “Suriyeliler ve Afganlar işçi sınıfının parçası, onları AB adına örgütleyeceğiz, onları burada tutacağız” diyen TKP, şimdi programını revize etmektedir. “Göçmen romantizmine gerek yok” diyen parti, birden, nasıl olduysa, işçi sınıfını ve ekonomiyi anımsamıştır. Kim anımsatıyor, kim bunların kulağına sufle veriyor, bunlar önemlidir.

Fatih Yaşlı, “Bozkurt” işaretinin politikliğini görmeyene “cahil dombili” der. Bu tabir kendisini de kapsar, zira o da aynı bozkurt işaretini yapan Kılıçdaroğlu’na tıpış tıpış oy vermiştir.

Sol, Merih Demiral’la ve AB’nin ülkücüleri yasaklama olasılığına el ovuşturmakla yetinebilir. Merih’e laf eden aynı Alman içişleri bakanı, Ukrayna’da neonazileri beslemektedir.

Sol, bireyci özgürlük yanılsaması üzerinden, bütünlükten azade ve bağımsız olduğu vehmine teslim olmuştur. Bu liberal burjuva fikriyat, sosyalistleri ele geçirmiştir. Dolayısıyla, sosyalist hareket, kitleleri, halkları, kolektif dinamikleri değil, ancak bireyi görebilir. Bütünü, bütündeki çatlakları, gerilimleri ve hareketi ancak birey üzerinden okuyabilir. Bu sebeple, AKP-CHP bütünlüğünü ve anlamını sorgulayamaz.

“Kemal Derviş, kimin adamıdır, hangi partinin görevlisi olarak gelmiştir, ne yapmıştır?” gibi soruları soramaz. Derviş, madencilik yasasını değiştirdi, Kaz Dağları’ndan Aladağlar’a dek uzanan coğrafyayı yağma ve talana açtı. Maden Mühendisleri Odası’nın kulu-kölesi olan sosyalist hareket, bu yağma ve talana tek laf etmedi. Yıllar sonra zengin olan bu solcu şefler, “Z kuşağı” mensubu çocukları rahat tatil yapsın diye ekolojik mücadeleyi örgütlüyormuş gibi yaptılar. Bunlar, asla bir mücadele örgütleyemezler.

Liberalizme teslim olan sol, birey ölçüsünde okuduğu bütünlüğü, gerçekliği ve hareketi, bireyin çıkarları ve tercihleri ölçüsünde anlayabilir. Bu sebeple, AKP karşıtı siyasetin devlete değil, belirli kişilere yönelik olduğunu, devletle ve sermayeyle mücadelenin birey ölçüsü üzerinden yürütülemeyeceğini göremez.

CHP normalleştirilmelidir. Buradaki muhalif dinamikleri, devrimci imkânları soğurması, kontrol altına alması, etkisizleştirmesi için bu zaruridir. “CHP’nin 13. Katı”, esasen doğrudan MİT gibi devlet mekanizmalarına bağlıdır. Oradan gelen döküntü haberlerle gazetecilik pozu kesenlere hiçbir şekilde inanılmamalıdır. O haberlerin neden CHP MHP ile ortakken yayınlanmadığı sorgulanmalıdır. MHP adayı Ekmeleddin'e oy verenler, bu sorgulamayı yapamazlar.

Birey merkezli ve birey merkezci akıl, CHP ve AKP’ye kendisi gibi hür ve müstakil varlıklar olarak muamele eder. Bütünlükten kopartılmış olgular olarak CHP ve AKP, ancak birey odaklı, bireye göre anlaşılır. Bu yöntem, gericidir ve reddedilmelidir.

CHP, en fazla devlete kol kanat gerebilir, sermaye zarar görmesin diye uğraşabilir. Onda başka bir anlam ve değer aranmamalıdır. AKP’nin eksiklerini giderir, yanlışlarını düzeltir, hepsi bu. Eksiğe ve yanlışa dair bilinçse devlete ve sermayeye aittir. “CHP sağa kaydı, ondan dökülenleri toplayalım”, sosyalist siyaset olamaz.

Eren Balkır
5 Temmuz 2024

Dipnotlar:
[1] Eren Balkır, “Papaz”, 5 Şubat 2016, İştiraki.

[2] L. Doğan Tılıç, “Erdoğan-Özel görüşmesinin perde arkası ve Sosyalist 10 Emir”, 4 Mayıs 2024, Birgün.

[3] Başaran Aksu, “Zafer Yakında!”, 5 Kasım 2023, Umutsen.

0 Yorum: