04 Temmuz 2024

Antisemitizm

Dünya genelinde Yahudilik yeniden canlandı ve bu canlanma, antisemitizmin yeniden can bulmasına neden oldu. Yahudilerin eylemleri, karşısında antisemitist gericiliği buldu. “Kutsal Birlik” politikasının savaş süresince benimsediği antisemitizm, savaş sonrasında her yana yayıldı. Barış, onu bir savaşçı hâline getirdi. Bu ifade, bir miktar çelişkiliymiş gibi gelebilir. Fakat tarihsel gerçeklere bakanlar, bu sözün ne kadar doğru olduğunu kolaylıkla göreceklerdir.

Versay Barış Anlaşması’nı hiçbir milliyetçilik akımı benimsemedi. Bu koşullarda antisemitizmi yaygınlaşan milliyetçilik ve muhafazakârlık besledi. Antisemitizm, sağa ait bir duygu ve fikir hâline geldi.

Savaştan zaferle çıkmış olan ülkelerde ve yenilmiş olan ülkelerde sağcılar, Versay Barışı’nın kendilerini dışladığını düşündüler. Diğer yandan sağcılar, barış anlaşmasının mevcut dokusunda enternasyonalizme ait kimi izler buldular. Onda, kudretsiz olsa da kendisini alenen ortaya koyan, soldan ilhamını almış bir şeyler olduğunu düşündüler.

Fransız sağı, barış anlaşmasını püritenlerin, Yahudilerin ve İngilizlerin barış anlaşması olarak görüp çöpe attı. Korkmadan, çekinmeden, sonrasında veya eşzamanlı olarak gündeme gelen tüm önerilere karşı çıktılar.

Bugün Fransız sağına göre barış anlaşmasını dayatan, uluslararası bankacılık sistemiydi ve bu genel merkezi Londra’da bulunan sistem, büyük ölçüde İsraillilere aitti.

Sağ, Yahudiliğin Anglosakson püritenizminin oluşumuna güçlü bir manevi ruh katarak onun parçası hâline geldiğini düşünüyor. Sonuç itibarıyla, sağ, İsraillilerin, püritenlerin ve İngilizlerin çıkarlarının örtüşmesinin gayet doğal olduğu görüşünde. Bu yakınlaşma, çıkarlar arasındaki uyuşma ve ilgili güçlerin kurdukları dayanışma ilişkileri, barışın da anlaşmanın da aynı zamanda İsraillilere, püritenlere ve İngilizlere ait olduğu gerçeğini bir biçimde izah ediyor.

Burada Fransız gericiliğine mensup yazarların teorilerinin izini, soyut ve çelişkili görüşlerle örülü yol üzerinden, püritenizmin ve kapitalizmin köklerine dek sürmeye gerek yok. Sadece basit kimi sebeplere bağlı olarak, barış anlaşmasının metnini yazanların, orada İsraillilere ait kimi hak iddialarını kabul ettiklerini söylemekle yetinelim.

Anlaşma, Milletler Cemiyeti’ne üye devletlerdeki etnik ve dini azınlıklara verilmiş olan hakların Polonya ve Romanya’daki Yahudilere verilmesi gerektiğini söylüyor. Bu karar üzerinden, Polonya ve Romanya’da İsraillilerin maruz kaldıkları, Ortaçağ’dan miras alınmış olan hukuki ve politik eşitsizlikler, tek darbede ortadan kaldırılıyor.

Fakat öte yandan, Versay Anlaşması’nda yeniden bir millet olarak alınan Polonya, Çarlık rejiminden ona ait antisemitist yöntem ve alışkanlıkları da miras aldı. Ayrıca bu ülke, dünyadaki en büyük Yahudi nüfusuna ev sahipliği yapan yer. Gettolarda yaşayan, toplum nezdinde ayrımcılığa tabi tutulan, sürekli, sistematik olarak pogromlara (katliamlara) maruz bırakılan Yahudilerin nüfusu 3 milyonu aşıyor.

Dolayısıyla, buradaki Yahudi sorunu diğer yerlere göre daha yoğun. Tam da bu sebeple Versay Anlaşması üzerinden Yahudiler lehine alınmış olan kararlar, başka ülkelerde görülen antisemitist ajitasyonu katbekat aşan bir ajitasyon faaliyetine sebep oluyor.

Polonya’nın savaş sonrası Avrupa siyasetinde oynadığı rol de bu ülkede iktidarın antisemitizmin kontrolüne girmesine neden oldu. Fransa’da gericiliğin hâkim olduğu bir dönemde bu ülkenin nüfuzuna ve güdümüne giren Polonya’ya Rus Devrimi’nden sızan tehlikeli unsurlara karşı Batı’yı savunma ve koruma görevi verildi. Bu politika, muhafazakâr sınıflara bel bağlamak, onlardaki önyargıları ve Yahudi karşıtı öfkeyi beslemek zorunda. Burada İbrani olan herkesin ve her şeyin ayrım gözetmeden Bolşevizme meyilli olduğuna dair şüphe, epey güçlü.

Polonya, bugüne dek antisemitizmin en acımasız yüzüne tanık olduğumuz ülke. Burada antisemitizm, sadece şoven ve milliyetçi kalabalıkların gerçekleştirdikleri katliamlarda vücut bulmadı.

Barış anlaşmasının dile getirdiği yükümlülüklere ilkin hükümet karşı çıktı. Polonya’dan gelen son haberler de bunu söylüyor:

“Polonya’da hükümet ve toplum kaynaklı antisemitizm giderek güçleniyor. Bugüne dek Çarlık Rusyası’nın Polonya’ya miras bıraktığı, belirli kesimleri istisnai gören kanunlar, hâlen daha yürürlükten kaldırılmış değil.”

Romanya, antisemitizmin yoğunlaştığı diğer bir ülke. Burada da güçlü bir İsrailli azınlığı mevcut. Zulüm, bu halkın göç etmesine neden olmuş. Bugün Filistin’e göç edenlerin önemli bir bölümü Romanyalı. Ülkede kalanların sayısı ise 755.000’i buluyor.

Tüm Avrupa’da olduğu gibi Romanya’daki Yahudiler de kentli. Diğer Doğu Avrupa ülkelerinde olduğu gibi Romanya’da da yasama ve idare, tümüyle toprak sahibi sınıfın çıkarları üzerine kurulu. Bu demek değil ki Yahudiler, kentlerde çile çekmiyorlar. Kentlerde de köylülere ait fikir ve duygular güçlü.

Rumen milliyetçiliği ve muhafazakârlığı, Yahudilere vatandaşlık hakkı ve serbest meslek sahibi olma hakkı verilmesini hiçbir zaman bağışlamadı. Antisemitist nefret, üniversitelerde giderek güçleniyor. İsrailli öğrenciler, bu nefretin sert yüzüne her gün tanık oluyorlar. Antisemitizm, bugün üniversitelere sınırlı sayıda İsraillinin alınmasını istiyor.

Sınırlı sayıda İsraillinin üniversiteye girmesini öngören karar, komünist devrimin yaşadığı yenilgiyi antisemitist terör döneminin takip ettiği Macaristan’da uzun zamandır yürürlükte. Roma İmparatorluğu’nda Hristiyanların gördüğü zulümden daha ağır bir zulmü gören komünistler, bir dizi katliamla yüzleştiler. Bu terör döneminde Yahudiler, kanunların ve mahkemelerin koruması altında olma hakkını tümüyle yitirdiler.

Bir İsrailli olarak Bela Kun, Macar Sosyalist Cumhuriyeti’nin cumhurbaşkanıydı. Bu bile tüm Yahudi ırkının ağır baskılara maruz kalması için yeterli görülüyor. O günden beri antisemitist öfke, hiçbir şekilde dinmedi.

Macar faşizmi, kontrol ettiği kalabalıkları dönem dönem Yahudilerin üzerine salıyor. Hristiyanlık adına eyleme dökülen öfke, son dönemde Macaristan Başpiskokosu Kardinal Csernoch’un tepkisine yol açtı. Kardinal, bu “menfur eylemler”i gerçekleştirenlerin yapıp ettiklerini meşrulaştırmak için Hristiyanlığı kullanmalarına karşı çıktı ve şunu söyledi: “Bu bin yıllık koltukta oturan kişi olarak ben, bunların imandan veya hukuktan yoksun kişiler olduklarını haykırıyorum.”

Batı Avrupa’da antisemitizmin uyguladığı şiddet, Doğu Avrupa’daki düzeyde değil. Burada ahlaki yapı ve tarihsel zemin farklı. Batı Avrupa’da Yahudi sorunu ciddiyet arz edecek düzeylerde değil. Burada antisemitizm, biraz daha güçsüz, o kadar yaygınlık arz etmiyor.

Fransa’da aşırı sağın sesi çok çıkan ama aslında ufak olan belirli bir kesimiyle sınırlı. Bu ülkede antisemitizme L’Action Française ev sahipliği yapıyor. Liderliğini ise Charles Maurras üstlenmiş.

Devrimle birlikte antisemitizmin tehlike arz edecek ölçüde mayalandığı Almanya’da ilgili akım sadece iki partide dil bulabiliyor. Almanya Milliyetçi Partisi ve Faşist Parti. Almanya’da ırkçılığın en önemli savunucusu, Alman general ve siyasetçi Erich Luddendorff. Bu tür isimlerin öncülük ettiği ırkçılık, Yahudiliği şeytanlaştırıyor ve sosyalizmin bu “şeytan”ın işi olduğunu söylüyor. Ama ülkede bu türden batıl inançları pek ciddiye almayan geniş bir sağcı kesim var. Yahudi iş adamları ve finansçılardan oluşan İsrailli plütokrasisi ise Halk Partisi’nde kümelenmiş durumda.

Tüm dünya genelinde gericilik, belirgin bir antisemitist eğilimi içeriyor. İsraillilerse demokrasi ve devrim cephesinde dövüşüyorlar. Antisemitist ve gerici bir yazar olarak Georges Batault, bu durumu şu şekilde izah ediyor:

“Beynelmilel Yahudilerin elinde devrim ve Milletler Cemiyeti denilen iki kart varken antisemitizmin elinde milliyetçilik kartı var.”

Aynı yazar, devamında, Siyonizmin Yahudi sorununa çözüm sunabileceğini söylüyor.

Bugün Avrupa’daki milliyetçilik akımları el ele vermişler, hep birlikte Yahudi milliyetçiliğini imal etmek için uğraşıyorlar. Zira bu akımlar, Yahudi milleti teşkil edildiği takdirde dünyayı Sami ırkından kurtaracağını düşünüyorlar. Her şeyin ötesinde milliyetçilik içre akımlara mensup kişiler, tarihi düşman milliyetçilik akımlarıyla savaşçı emperyalizmin bir mücadelesi olarak görüyorlar. Üstelik bundan gayrı bir tarih anlayışına da sahip değiller.

José Carlos Mariátegui
1925
Kaynak

Kitap PDF

0 Yorum: