CHP,
devletin sermaye partisi; AKP sermayenin devlet partisidir. Sermaye ve devlet
bütünlüğünde ikisi, kendilerine pay edilen rolleri oynamaya mecburdur. Misal,
kâr oranlarının düştüğü, kriz ve savaş koşullarının hüküm sürdüğü gerçeklikte
devlet bir yola girer, o yolda yürüyenlerin geride bıraktıkları pisliği
temizlemek CHP’ye düşer. AKP’ye vurarak devlet ve sermaye aklanır. CHP, o yolun
başında, misal Man Adası işlemleri başladığında değil, işlemler bitip eller
yıkanırken sahneye çıkar. Sosyalist hareketin bu oyalama taktiğine kul olması,
acziyettir.
Sosyalist
hareket, CHP ve AKP’ye verilen rollerin kesildiği sahneyi devrimci bir güç
olarak dağıtmak yerine, orada arkada figüran veya dekor olarak varolmayı tercih
etmiştir. Çünkü artık maddi ihtiyaçlar ve zorunluluklar değil, kişisel
tercihler önemlidir. Sosyalist hareket, sahnede dönen oyunun sahipleri rahatsız
olmasın diye vardır. Belirli bir kıvama getirilmiştir.
Devletin
güdümünde olan sermayeyle sermayenin güdümünde olan devlet arasındaki
sürtüşmelere fazla anlam yüklenmektedir. Birbirlerini yok edemezler. Solun
önemli bir kısmı devlete karşı sermayeye uşaklık etmeyi tercih etmiştir. Bu
tercih de kutsaldır, ilahidir, bu anlamda, dokunulmazdır. Tarihi ve toplumu
devlet ve sermaye arasındaki kavga üzerinden okuyanlar, gaflet içerisindedirler.
Hepimizi bu gaflete teslim olmaya zorlayanlar, devletin veya sermayenin uşağı
olma hâllerini meşrulaştırabileceklerini düşünüyorlar. Bu meşruiyet zemini,
reddedilmelidir.
Sürekli
tuzaktayız. Fili çukura düşürürler. Siyah giyimli adamlar gelip fili sopalarla
döverler. Ardından beyaz giyimli adamlar, fili çukurdan çıkartıp ona yemek
verirler ve istediklerini yaptırırlar.
Sürekli
nezaretteyiz. Kötü polis gelir, hakaret eder, vurur, sonra iyi polis gelir,
gardımızı düşürecek, direncimizi kıracak hamleler yapar, teslim oluruz.
Sürekli
işkencedeyiz. Cellât gelir, elektriği verir, papaz gelir elimizden tutarmış
gibi yapar, vaatlerde bulunur, bizi çözer.[1]
Bu yöntem, iktidar katında da kullanılmaktadır. Yabani, kontrol dışı, tehlikeli ve tekinsiz bulunan halk kitleleri, her daim baskı altında tutulmalıdır. Politikaların önemli bir yönü, bu baskıyla alakalıdır. Bugün “enflasyon, sermaye adına halka kesilen vergidir, sermayenin güçlendirilmesi işlemidir” diyenler, o halk için hiçbir şey yapmazlar. Yalandan poz keserler, “şirketlerin kârlarına el koyup emekçiye ve emekliye dağıtacaklarını” söylerler.
Bu TKP
yalanı, esasen seçim siyasetinin bir ürünüdür. Bu tür bildirilerle oy toplamak
niyetinde olan parti, “o kârlar için yaşayan şirketler, o kârlara el
konulduğunda ne yaparlar?” sorusuna cevap verme gereği duymaz. O kârlara nasıl
el koyacağını açıklamaz. Kârlara el koymak için güç biriktirmek, güç olmak
gerekir. Bunun için TKP, devletin icazetiyle sahip olduğu yüz küsur yıllık tarihi
boyunca ne yapmıştır, bunları açıklamak zorundadır. Tarihsel analiz buradan, güç meselesi üzerinden yapılmalıdır.
Bu
tür sol örgütler, ancak Batı’da bazı elektrik dağıtım şirketleri
kamulaştırıldığı vakit “şirketlere el konulmalı” diyebilirler. Bu örgütlerin
şirketlerin kılına zarar vermeleri mümkün değildir. Danışma kurulunda Koç’un
yetiştirdiği bir kadronun bulunduğu TKP, şirketlere hiçbir şey yapamaz. Ama
zevahiri kurtarmak adına, şirket karşıtı dile başvururlar. Köşeleri ve
subaşlarını tutmak, tek siyasetleridir.
Sol,
“normalleşme derken CHP’yi normalleştirmekten söz ediyorduk” diyen Erdoğan’ın
istediğidir. Sol, normalleşmiş, düzene uygun kıvama getirilmiştir.
1
Mayıs sonrası CHP’nin ve CHP borazanlarının gözaltıları meşrulaştıran tutumuna
kimse laf edemedi. Ancak anlamsız ve gerçeksiz “sosyalist ilkeler”den dem
vurabildi. Bu burjuva akıl, sosyalizmi ancak “ahlaki temellere oturan bir
iyilik ideolojisi” olarak tarif edebilirdi.[2] Çünkü Özel, Erdoğan’la el
sıkışmıştı ve solculara ancak ahlakçı bir yerden mızırdanmak düşüyordu. Bu
normalleşme sürecinde, AB’den ve belediyelerden gelen paralar adına
susulmalıydı. Birgün, susma biçimiydi.
Ahlakçı
Birgün yazarının yoldaşı, mecburen “Ülkemiz tarihinin gördüğü en büyük
proleterleştirme, mülksüzleştirme sürecini yaşıyor” der.[3] Ama bu sürecin en
keskin momenti olan pandemide iktidara destek olur, “çocuklara aşı vurulsun,
kapanma olsun” diye bağırır. Sonra gider, seçimlerde CHP için oy toplar.
Özgür
Özel ve solun yeni öncüsü Fatih Altaylı, vantrolog sermayenin kuklası olarak
der ki “bölgesel ve sektörel asgari ücreti doğru buluyoruz.” O CHP’lilik
yüzünden “bu lafı edenden uzak durulmalıdır” diye tvit atan Aksu, lafın
sahibinin adını anamaz. CHP, anti-CHP’cilik imajına da ihtiyaç duyar. Zaten
eldeki yenilenmiş, çapaklarından arındırılmış CHP’dir. Sol Haber sitesinin
sahibi, o yüzden Sivas Katliamı’nın gerçekleştiği dönemde iktidarda olan
partinin adını anamaz. “İnsanlıktan tiksindiğini” söyleyen bu “komünist”, tüm
estet hâliyle, CHP’ye kul-köledir. Ama bir yandan da CHP’den dökülenleri
toplayıp gerisin geri aynı burjuva yatağına akıtmakla görevlidir. Bu anlamda,
TKP CEO’sunun “Mehmet Şimşek tüm sermaye partilerinin bakanıdır” lafı boştur. Onun
“o zaman o adamın programına neden oy ve destek verdiniz?” sorusunu cevaplaması
gerekir. O program, Altılı Masa’nın ekonomi programıydı ve tek bir solcu bile onu eleştirmedi. Bu dilsizlik, liberalizme teslimiyetle ilgili.
Özellikle
Gezi’den beri liberallerin ve Fethullahçıların inşa ettikleri bir AKP
karşıtlığı siyaseti yürürlükte. Sosyalist hareket, “Kuzey Kore oluyoruz!”
yaygarasını kopartan koroya teslim olmuştur. Kendisine operasyon çekildiğini
görmemiştir. Bu körlüğün sebebi, teslimiyettir.
Özgür
Özel, o liberal Fatih Altaylı’nın karşısında “Hamas zeplinlerle bomba attı”
türünden saçma sapan laflar etmektedir. Sosyalistlerin tek görevi ise bu
liberalizme oy toplamaktır. “Zeplin” vurgusu, muhtemelen dil sürçmesi değil,
Nazilere atıftır. Fatih Portakal, aynı liberallikle, “Hamas’ın politbürosu”ndan
bahsetmektedir. Bir belgeselde görüldüğü üzere, Ukrayna’yı ziyaretinde
görüştüğü askerlerle sohbetinde karşı tarafın gücünü merak eden Alman heyetinin
başkanı, “Sovyet güçlerinin kaç askeri var?” ifadesini kullanmaktadır. Liberal,
ezileni-sömürüleni kriminalize etmekte mahirdir. Aynı maharet, İslam ve
Müslüman konusunda da yürürlüktedir.
İslam’la
ilgili kullanılan ifadelerin de sosyalizmi kestiğini, komünist harekete atıfta
bulunduğunu, solun burjuva efendilerine yaranmak için giderek daha fazla
liberalleştiğini artık kimse göremeyecek haldedir.
Özgür
Özel, Ankara’da emeklilik mitingi yapar. Aynı parti, liberal burjuva
iktisatçısı Özgür Demirtaş’ı cumhurbaşkanı adayı yapsa oy verecek olan “Atatürkçü
anti-emperyalist” kitle, Dünya Bankası projesiyle parlamış Mansur Yavaş’ı
alkışlar. Kitle, Demirtaş’ın emeklilik maaşının kaldırılması gerektiğini
düşündüğünü bilmez. Aynı kitle ve arkadan ona bildiri dağıtan TKP’liler, 28
Mayıs’ta, batılı yazarların “Bozkurt” olarak andıkları Atatürk’ün partisine, onun
bozkurt işareti yapan Kılıçdaroğlu isimli liderine ve Ümit Özdağ’ın içişleri
bakanlığına oy verdikleri gerçeğini gizleyerek, Merih Demiral ile oyalanırlar. Kendilerini böylelikle aklayacaklarını sanırlar. Sosyal medyalarında gerici milliyetçilikle ve dinle
mücadelesinde burjuvaziden takdir almak için taklalar atarlar. Aynı TKP,
partinin İstanbul’a giden bir otobüsündeki muhabbeti Ümit Özdağ’ın nasıl
bilebildiğini, Özdağ’ın parti içerisindeki kadrolarını nedense açıklamaz. Dün
Osmaniye ve Sakarya gibi yerlerde ülkücülerin TKP’li olduklarıyla övünen parti,
bugün hangi nabza şerbet vereceğini şaşırmıştır.
Avrupa
Birliği dayatmalarına hiç direnmeden, halkın “Hayır” demesine rağmen teslim
olan, boyun eğen Çipras, Koç Üniversitesi’nin mezuniyet töreninde “Boyun eğme!”
diye bitirir sözlerini. İşte TKP, bu yalandır. “Boyun eğme!” diyorsa kesin
boyun eğmiştir. Çünkü gaz alınmalıdır, kitlelerdeki kopuş ve devrimcilik
ihtimalleri yok edilmelidir, elektrik toprağa verilmelidir, devrimci
olasılıklar oyalanmalıdır, ezilenin-sömürülenin güç olma imkânları ortadan
kaldırılmalıdır. Karaburun gibi yerlerde emeklilik hayalleri, bu çabalar
sayesinde kurulabilmektedir.
Dün
“Suriyeliler ve Afganlar işçi sınıfının parçası, onları AB adına
örgütleyeceğiz, onları burada tutacağız” diyen TKP, şimdi programını revize
etmektedir. “Göçmen romantizmine gerek yok” diyen parti, birden, nasıl olduysa,
işçi sınıfını ve ekonomiyi anımsamıştır. Kim anımsatıyor, kim bunların kulağına
sufle veriyor, bunlar önemlidir.
Fatih
Yaşlı, “Bozkurt” işaretinin politikliğini görmeyene “cahil dombili” der. Bu
tabir kendisini de kapsar, zira o da aynı bozkurt işaretini yapan
Kılıçdaroğlu’na tıpış tıpış oy vermiştir.
Sol,
Merih Demiral’la ve AB’nin ülkücüleri yasaklama olasılığına el ovuşturmakla
yetinebilir. Merih’e laf eden aynı Alman içişleri bakanı, Ukrayna’da
neonazileri beslemektedir.
Sol,
bireyci özgürlük yanılsaması üzerinden, bütünlükten azade ve bağımsız olduğu
vehmine teslim olmuştur. Bu liberal burjuva fikriyat, sosyalistleri ele
geçirmiştir. Dolayısıyla, sosyalist hareket, kitleleri, halkları, kolektif
dinamikleri değil, ancak bireyi görebilir. Bütünü, bütündeki çatlakları,
gerilimleri ve hareketi ancak birey üzerinden okuyabilir. Bu sebeple, AKP-CHP
bütünlüğünü ve anlamını sorgulayamaz.
“Kemal
Derviş, kimin adamıdır, hangi partinin görevlisi olarak gelmiştir, ne
yapmıştır?” gibi soruları soramaz. Derviş, madencilik yasasını değiştirdi, Kaz
Dağları’ndan Aladağlar’a dek uzanan coğrafyayı yağma ve talana açtı. Maden
Mühendisleri Odası’nın kulu-kölesi olan sosyalist hareket, bu yağma ve talana
tek laf etmedi. Yıllar sonra zengin olan bu solcu şefler, “Z kuşağı” mensubu
çocukları rahat tatil yapsın diye ekolojik mücadeleyi örgütlüyormuş gibi
yaptılar. Bunlar, asla bir mücadele örgütleyemezler.
Liberalizme
teslim olan sol, birey ölçüsünde okuduğu bütünlüğü, gerçekliği ve hareketi,
bireyin çıkarları ve tercihleri ölçüsünde anlayabilir. Bu sebeple, AKP karşıtı
siyasetin devlete değil, belirli kişilere yönelik olduğunu, devletle ve
sermayeyle mücadelenin birey ölçüsü üzerinden yürütülemeyeceğini göremez.
CHP
normalleştirilmelidir. Buradaki muhalif dinamikleri, devrimci imkânları
soğurması, kontrol altına alması, etkisizleştirmesi için bu zaruridir. “CHP’nin
13. Katı”, esasen doğrudan MİT gibi devlet mekanizmalarına bağlıdır. Oradan
gelen döküntü haberlerle gazetecilik pozu kesenlere hiçbir şekilde
inanılmamalıdır. O haberlerin neden CHP MHP ile ortakken yayınlanmadığı
sorgulanmalıdır. MHP adayı Ekmeleddin'e oy verenler, bu sorgulamayı yapamazlar.
Birey
merkezli ve birey merkezci akıl, CHP ve AKP’ye kendisi gibi hür ve müstakil
varlıklar olarak muamele eder. Bütünlükten kopartılmış olgular olarak CHP ve
AKP, ancak birey odaklı, bireye göre anlaşılır. Bu yöntem, gericidir ve
reddedilmelidir.
CHP,
en fazla devlete kol kanat gerebilir, sermaye zarar görmesin diye uğraşabilir.
Onda başka bir anlam ve değer aranmamalıdır. AKP’nin eksiklerini giderir,
yanlışlarını düzeltir, hepsi bu. Eksiğe ve yanlışa dair bilinçse devlete ve
sermayeye aittir. “CHP sağa kaydı, ondan dökülenleri toplayalım”, sosyalist
siyaset olamaz.
Eren Balkır
5
Temmuz 2024
Dipnotlar:
[1] Eren Balkır, “Papaz”, 5 Şubat 2016, İştiraki.
[2] L. Doğan Tılıç, “Erdoğan-Özel görüşmesinin perde arkası ve Sosyalist 10 Emir”, 4 Mayıs
2024, Birgün.
[3] Başaran Aksu, “Zafer Yakında!”, 5 Kasım 2023, Umutsen.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder