Almanya’nın
en büyük karikatüristlerinden biri olan George Grosz, Avrupalı okurlarını
saldırgan diliyle şaşkına çeviriyor. O, son dönemde eski Almanya’ya karşı
dillendirilmiş en sert talebin sahibi olarak takdim edilmeyi hak ediyor.
Grosz,
Alman burjuvazini en iyi anlatan sanatçı. Bu sınıfı gayet yalın ve basit bir
dille tasvir ediyor. Çizimleri asilzadelerin, bankacıların, rantiyecilerin vs.
ruhunu açığa vuruyor. O, ensesi yağlı, göbekli ağalara-paşalara hürmet etmiyor,
başka sanatçılar gibi onlar karşısında el pençe divan durmuyor. Grosz, artık
bitap düşmüş, temelleri çürümüş kast sisteminin ruhsal çöküşünü ve psikolojik
sefaletini bir edebiyatçıdan, ressamdan ve bir psikiyatristten daha iyi
anlatıyor. Grosz bir psikolog, bir psikoanalizci.
Çizdiği,
resmettiği karakterlerin psikolojisi, hassasiyetten uzak. Grosz’un kalemi, bu
zenginlerin tüm hâllerini ve şehvetle sarıldığı şeyleri inceliyor. Dünyevi olana
ve paraya düşkünlüğü resmediyor. O zenginlerin restoranlarında,
kumarhanelerinde, kabare salonlarında, hassasiyete zerre yer yok. Zenginler, şampanyasını
zevk düşkünü arkadaşlarının önünde yudumladığı sofrasına bakan kalabalığa kör
gözlerle bakıyorlar.
George
Grosz, aslında karikatürist değil. Güldürü ustası hiç sayılmaz. Bir çizimini
görseniz karikatür demezsiniz. George Grosz, doğayı komik olacak şekilde
deforme eden biri değil. O, doğayı ondaki hakikati ortaya çıkartmak denilen o
korkunç güçle yorumluyor, onu soyuyor. Onun ressamlığı Goya mertebesinde. Onunla
aynı kategoride ele alınması gereken biri. Goya’nın modern, devrimci ve şiddetli
tartışmalara sebep olan hâli.
Bu
dönemde Grosz, teorik düzeyde aşırı realizm sınıfına sokulabilir. Onu realizm kategorisinde
ele alan René Arcos, Grosz’u tarif ederken “realizm” kelimesinin fazlasıyla
kâfi olduğunu söylüyor. “Eğer” diyor Arcos, “bu realizm kelimesi yetersiz
geliyormuş hissi uyandırıyorsa bunun sebebi, ondaki realizme layık hizmetkârların
henüz bulunamamış olmasıdır. Grosz’u görenin aklına, natüralizmin hâkim olduğu
dönemde eser üreten, realizmin en düşük düzeyde varlık alanı bulduğu ressamlar
ve yazarlar gelmez. Bu dönemin yazarları ve ressamları, varlıkların ve eşyanın
dış görünüşüne takılıp kalmışlardı. Bugün realizm henüz hâlâ emekleme çağında.
Ben burada, kimseyi ürkütmeyecekse eğer, iç realizmden, içsel realizmden söz
ediyorum.”
İster
aşırı realist isterse realist olsun, George Grosz üst mertebeye ait bir
sanatçıdır. Çocukların çizimleri kadar basit ve yalın olan çizimleri, tüm imkân
ve olasılıkları kuşatan bir ifade gücünün ürünüdür.
Grosz,
çocukların başvurduğu üslup ve tarzın kendisini her daim etkilediğini, baştan
çıkarttığını söylüyor. Bu sanatsal niteliği dâhilinde onda ekspresyonizmin, en
genel manada aşırı modern sanat okullarının izlerini tespit edip görmek mümkün.
Grosz,
gerçek sanatçıyı devrimci dürtünün hareket ettirdiğini düşünüyor. Gerçek sanatçı,
kendi döneminin üslubunu, zevklerini ve uzlaştığı mevzuları dikkate almadan
çalışandır. O, kendi çağdaşlarıyla uzlaşma içinde olmakla hiç ilgilenmez. Onun
için kendisiyle anlaşabiliyor olmak önemlidir. Kendi bireysel ilhamına itaat
eder. Gelecek için üretir. Eserlerini gelecek nesillerin eleştirilerine teslim
eder. O, insanlığın değişeceğini bilir. Eserlerinin bu değişime katkı sunmaya
yazgılı olduğunu düşünür.
İlk
başlarda Grosz, kendisi gibi sanatçılarla aynı yoldan ilerleyerek, şüpheci ve
ümitsizliğe gömülmüş bir bireyciliğe teslim olmuştu. Sanata olduğundan daha
fazla değer ve anlam yükleyen o sağlıksız yaklaşımın esiriydi. İnsandan kaçmak
denilen illetin çilesini çekti. Ondaki kötümser felsefeye göre insanlar iki
ayrılırdı: zayıflar ve aptallar. Savaşla birlikte ondaki bu huysuz ve
benmerkezci hayat ve insanlık anlayışı, tümüyle değişti.
“Birçok yoldaşım
çizimlerimi güzel buluyor, duygularımı bir biçimde paylaşıyordu. Bu durum,
hayal mahsulü bir bakış açısı üzerinden eserlerimi takdir eden sıradan bir amatör
ressamın alacağı ödülden çok daha fazla memnun etti beni. O dönemde sırf çizmek
bana zevk verdiği için değil, ayrıca bendeki ruh hâlimi başkaları paylaşsın
diye çizmeye başladım. Sadece kendim ya da resim tüccarları için çalışmaktan
daha iyi bir amaç olduğunu gördüm.”
Grosz’un
durumu biraz da Barbusse’ün durumuna benziyor. Tıpkı Barbusse gibi Grosz da şüpheci,
bireyci ve her şeye olumsuz bakan bir nesle mensuptu. Savaş, ona yeni bir yolda
yürümeyi öğretti. Savaş sayesinde mevcut hâli inkâr ve mahkûm edenlerin yalnız
olmadıklarını gördü. O siperlerde Grosz, insanlığı keşfetti. Daha öncesinde o,
sadece insanları baştan çıkartıp duran elitleri biliyordu. Oysa bu elit kesim, o
capcanlı suyun yüzünde tüm rahatsız hâliyle yüzüp duran ölü bir kabuktan başka
bir şey değildi.
“Bugün artık ayrım gözetmeksizin
tüm insanlardan nefret eden biri değilim. Bugün kötü kurumlardan ve onları
savunanlardan nefret ediyorum. Tek umudum, bu kurumların ve onları koruyan sınıfın
yok olduğunu görmek. Eserlerim, bu umudun hizmetinde. Milyonlarca insan, ne amatör
ressam, ne sanat galerisi sahibi ne de resim tüccarı olan milyonlarca insan, bu
umudumu paylaşıyor.”
Bu,
kibar beylerin ve burjuva eleştirmenlerin sadece mizah gücü, biçimsel ve dışsal
unsurları, tekniği, saldırgan dili ve nüfuz etme becerisi sebebiyle hayranlık
duyabildiği, sanat denilen pratik, Grosz’da manevi kökleri olan bir duyguyla,
dini bir hissiyatla besleniyor.
Grosz’daki
ifade gücü, ondaki imanın ve değerler sisteminin bir ürünü. İtalyan yazar Italo
Tavolato, Grosz’un eserlerinin metafizik âlemde üretildiğini söylerken haklı:
“Grosz’un anladığı biçimiyle
burjuvazi, Hristiyanlıkta gördüğümüz, yaratılıştaki kusurların cisimleştiği
sorumsuz varlık, doğanın kösteklenmiş deneyiminin ürünü, kusurlu oluşun sembolü
olarak günahkâra denk düşüyor. Tüm dinlerin ilk arzusu uyarınca insanın tek ve
yegâne görevi kâmil, yani dahi olmaksa, bu bağlamda burjuvazi, insanlık
içerisinde üst mertebede olma cüretine sahip bulunmayan, kutsal özün kimi unsurlarına
sahip olmayı bilmeyen, kendisini ondan kopartmış ve yarı yolda fosilleşmiş
varlığı ifade ediyor.”
İşte
George Grosz’u diğer avangart okullara mensup sanatçılardan tam da bu vasfı ayırıyor.
Birçok ekspresyonist, fütürist, kübist ve aşırı realist vs. kendilerini tuhaf
ve fayda getirmeyen maceralara sürükleyen bezgin ve kısır araştırmalara
girişiyor. Bu insanların ruhu bomboş, hayatları çölleşmiş. Mitten, duygudan,
gizemden yoksunlar, eserlerini ve fikirlerini besleme becerisine sahip
değiller. Bu sanatçılar, sadece aracın kendisiyle ilgililer. Amacı asla dert
etmiyorlar. O aracı bir kez bulmuşlarsa, onu sadece yeni bir okul icat etme
işine hasrediyorlar.
Grosz,
biraz aşırı gerçekçi, biraz Dadacı, biraz da Fütürist. Ama o, ne ruhunu meydana
getiren unsurları, ne de sanatını üstün kılan özellikleri kendisindeki dehayı
göz ardı edemeyecek durumda olan bu okullara borçlu.
José Carlos Mariátegui
1925
Kaynak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder