Pages

06 Temmuz 2024

George Grosz

Almanya’nın en büyük karikatüristlerinden biri olan George Grosz, Avrupalı okurlarını saldırgan diliyle şaşkına çeviriyor. O, son dönemde eski Almanya’ya karşı dillendirilmiş en sert talebin sahibi olarak takdim edilmeyi hak ediyor.

Grosz, Alman burjuvazini en iyi anlatan sanatçı. Bu sınıfı gayet yalın ve basit bir dille tasvir ediyor. Çizimleri asilzadelerin, bankacıların, rantiyecilerin vs. ruhunu açığa vuruyor. O, ensesi yağlı, göbekli ağalara-paşalara hürmet etmiyor, başka sanatçılar gibi onlar karşısında el pençe divan durmuyor. Grosz, artık bitap düşmüş, temelleri çürümüş kast sisteminin ruhsal çöküşünü ve psikolojik sefaletini bir edebiyatçıdan, ressamdan ve bir psikiyatristten daha iyi anlatıyor. Grosz bir psikolog, bir psikoanalizci.

Çizdiği, resmettiği karakterlerin psikolojisi, hassasiyetten uzak. Grosz’un kalemi, bu zenginlerin tüm hâllerini ve şehvetle sarıldığı şeyleri inceliyor. Dünyevi olana ve paraya düşkünlüğü resmediyor. O zenginlerin restoranlarında, kumarhanelerinde, kabare salonlarında, hassasiyete zerre yer yok. Zenginler, şampanyasını zevk düşkünü arkadaşlarının önünde yudumladığı sofrasına bakan kalabalığa kör gözlerle bakıyorlar.

George Grosz, aslında karikatürist değil. Güldürü ustası hiç sayılmaz. Bir çizimini görseniz karikatür demezsiniz. George Grosz, doğayı komik olacak şekilde deforme eden biri değil. O, doğayı ondaki hakikati ortaya çıkartmak denilen o korkunç güçle yorumluyor, onu soyuyor. Onun ressamlığı Goya mertebesinde. Onunla aynı kategoride ele alınması gereken biri. Goya’nın modern, devrimci ve şiddetli tartışmalara sebep olan hâli.

Bu dönemde Grosz, teorik düzeyde aşırı realizm sınıfına sokulabilir. Onu realizm kategorisinde ele alan René Arcos, Grosz’u tarif ederken “realizm” kelimesinin fazlasıyla kâfi olduğunu söylüyor. “Eğer” diyor Arcos, “bu realizm kelimesi yetersiz geliyormuş hissi uyandırıyorsa bunun sebebi, ondaki realizme layık hizmetkârların henüz bulunamamış olmasıdır. Grosz’u görenin aklına, natüralizmin hâkim olduğu dönemde eser üreten, realizmin en düşük düzeyde varlık alanı bulduğu ressamlar ve yazarlar gelmez. Bu dönemin yazarları ve ressamları, varlıkların ve eşyanın dış görünüşüne takılıp kalmışlardı. Bugün realizm henüz hâlâ emekleme çağında. Ben burada, kimseyi ürkütmeyecekse eğer, iç realizmden, içsel realizmden söz ediyorum.”

İster aşırı realist isterse realist olsun, George Grosz üst mertebeye ait bir sanatçıdır. Çocukların çizimleri kadar basit ve yalın olan çizimleri, tüm imkân ve olasılıkları kuşatan bir ifade gücünün ürünüdür.

Grosz, çocukların başvurduğu üslup ve tarzın kendisini her daim etkilediğini, baştan çıkarttığını söylüyor. Bu sanatsal niteliği dâhilinde onda ekspresyonizmin, en genel manada aşırı modern sanat okullarının izlerini tespit edip görmek mümkün.

Grosz, gerçek sanatçıyı devrimci dürtünün hareket ettirdiğini düşünüyor. Gerçek sanatçı, kendi döneminin üslubunu, zevklerini ve uzlaştığı mevzuları dikkate almadan çalışandır. O, kendi çağdaşlarıyla uzlaşma içinde olmakla hiç ilgilenmez. Onun için kendisiyle anlaşabiliyor olmak önemlidir. Kendi bireysel ilhamına itaat eder. Gelecek için üretir. Eserlerini gelecek nesillerin eleştirilerine teslim eder. O, insanlığın değişeceğini bilir. Eserlerinin bu değişime katkı sunmaya yazgılı olduğunu düşünür.

İlk başlarda Grosz, kendisi gibi sanatçılarla aynı yoldan ilerleyerek, şüpheci ve ümitsizliğe gömülmüş bir bireyciliğe teslim olmuştu. Sanata olduğundan daha fazla değer ve anlam yükleyen o sağlıksız yaklaşımın esiriydi. İnsandan kaçmak denilen illetin çilesini çekti. Ondaki kötümser felsefeye göre insanlar iki ayrılırdı: zayıflar ve aptallar. Savaşla birlikte ondaki bu huysuz ve benmerkezci hayat ve insanlık anlayışı, tümüyle değişti.

“Birçok yoldaşım çizimlerimi güzel buluyor, duygularımı bir biçimde paylaşıyordu. Bu durum, hayal mahsulü bir bakış açısı üzerinden eserlerimi takdir eden sıradan bir amatör ressamın alacağı ödülden çok daha fazla memnun etti beni. O dönemde sırf çizmek bana zevk verdiği için değil, ayrıca bendeki ruh hâlimi başkaları paylaşsın diye çizmeye başladım. Sadece kendim ya da resim tüccarları için çalışmaktan daha iyi bir amaç olduğunu gördüm.”

Grosz’un durumu biraz da Barbusse’ün durumuna benziyor. Tıpkı Barbusse gibi Grosz da şüpheci, bireyci ve her şeye olumsuz bakan bir nesle mensuptu. Savaş, ona yeni bir yolda yürümeyi öğretti. Savaş sayesinde mevcut hâli inkâr ve mahkûm edenlerin yalnız olmadıklarını gördü. O siperlerde Grosz, insanlığı keşfetti. Daha öncesinde o, sadece insanları baştan çıkartıp duran elitleri biliyordu. Oysa bu elit kesim, o capcanlı suyun yüzünde tüm rahatsız hâliyle yüzüp duran ölü bir kabuktan başka bir şey değildi.

“Bugün artık ayrım gözetmeksizin tüm insanlardan nefret eden biri değilim. Bugün kötü kurumlardan ve onları savunanlardan nefret ediyorum. Tek umudum, bu kurumların ve onları koruyan sınıfın yok olduğunu görmek. Eserlerim, bu umudun hizmetinde. Milyonlarca insan, ne amatör ressam, ne sanat galerisi sahibi ne de resim tüccarı olan milyonlarca insan, bu umudumu paylaşıyor.”

Bu, kibar beylerin ve burjuva eleştirmenlerin sadece mizah gücü, biçimsel ve dışsal unsurları, tekniği, saldırgan dili ve nüfuz etme becerisi sebebiyle hayranlık duyabildiği, sanat denilen pratik, Grosz’da manevi kökleri olan bir duyguyla, dini bir hissiyatla besleniyor.

Grosz’daki ifade gücü, ondaki imanın ve değerler sisteminin bir ürünü. İtalyan yazar Italo Tavolato, Grosz’un eserlerinin metafizik âlemde üretildiğini söylerken haklı:

“Grosz’un anladığı biçimiyle burjuvazi, Hristiyanlıkta gördüğümüz, yaratılıştaki kusurların cisimleştiği sorumsuz varlık, doğanın kösteklenmiş deneyiminin ürünü, kusurlu oluşun sembolü olarak günahkâra denk düşüyor. Tüm dinlerin ilk arzusu uyarınca insanın tek ve yegâne görevi kâmil, yani dahi olmaksa, bu bağlamda burjuvazi, insanlık içerisinde üst mertebede olma cüretine sahip bulunmayan, kutsal özün kimi unsurlarına sahip olmayı bilmeyen, kendisini ondan kopartmış ve yarı yolda fosilleşmiş varlığı ifade ediyor.”

İşte George Grosz’u diğer avangart okullara mensup sanatçılardan tam da bu vasfı ayırıyor. Birçok ekspresyonist, fütürist, kübist ve aşırı realist vs. kendilerini tuhaf ve fayda getirmeyen maceralara sürükleyen bezgin ve kısır araştırmalara girişiyor. Bu insanların ruhu bomboş, hayatları çölleşmiş. Mitten, duygudan, gizemden yoksunlar, eserlerini ve fikirlerini besleme becerisine sahip değiller. Bu sanatçılar, sadece aracın kendisiyle ilgililer. Amacı asla dert etmiyorlar. O aracı bir kez bulmuşlarsa, onu sadece yeni bir okul icat etme işine hasrediyorlar.

Grosz, biraz aşırı gerçekçi, biraz Dadacı, biraz da Fütürist. Ama o, ne ruhunu meydana getiren unsurları, ne de sanatını üstün kılan özellikleri kendisindeki dehayı göz ardı edemeyecek durumda olan bu okullara borçlu.

José Carlos Mariátegui
1925
Kaynak

Kitap PDF

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder