17 Şubat 2024

,

İhmaller Zinciri ve Emperyalist Kuşatma


Üç gün önce İliç’te altın madeni aranan sahada yaşanan toprak kayması sonucu dokuz işçi, milyonlarca metreküp toprak ve kaya parçasının altında kaldı. On üç yıl önce Elbistan Termik Santrali’nde beş gün arayla yaşanan göçüklerde dokuz işçi toprak altında kalmıştı. Her iki işçi katliamında da göçük altında kalan işçiler bulunamadı, bulunamıyor.

Defin ve mezar hakkındaki esas, yaşamını yitirenin yerinin belli olması ve yakınlarının onu ziyaret etmesidir. Türküyü güncelleyerek günümüze uyarlarsak, “mezarsız kalacak ölümüz bizim!” Bu insanların ailelerinin ve dostlarının onları ziyaret edip çiçekler bırakacakları bir yerleri yok, sanki hiç yaşamamışlar gibi, sanki hiç sevinmemişler üzülmemişler gibi. İşçi ne yaşar ne yaşamaz.

Tarih, sürekli bir akıştır ve kopuşlara yer vermez. Yeni bir yıla girdik ama eskilerini aratmıyor çünkü sömürü halen zeval görmedi.

2012’de Aşkale’de beş işçi barajda donarak öldü, kurtarılabilirlerdi ama kurtarılamadılar. Aynı yıl Kozan’da baraj inşaatında gerçekleşen katliamda on işçi yaşamını yitirdi fakat yedi işçinin ölü bedenine ulaşılamadı. 2014’te Soma’da üç yüz bir işçi maden ocağında can verdi, ölen, toprağın altına gömülür ama ölüler toprağın altından yeryüzüne çıkarıldı. Aynı yıl Torunlar Center’ın inşaatında asansör halatının kopması sonucu on işçi can verdi. Yine aynı yıl Ermenek’te on sekiz işçi çalıştıkları maden ocağında meydana gelen su baskını sonucu can verdi. 2016’da Şirvan’da bakır madeninde çalışan on altı işçi can verdi. 2020’de Hendek havai fişek fabrikasındaki patlama sonucu yedi işçi can verdi. 2021'de yetmiş beş işçi maden ocaklarında can verdi. Aynı yıl Batı Karadeniz’de yaşanan sel felaketinde doksan yedi insan yaşamını yitirdi. 2022’de Amasra’da kırk iki işçi maden ocağında can verdi. Aynı yıl yine Van’da çığ düşmesi sonucu kırk iki kişi can verdi. 2023’te en az altmış sekiz motokurye, çalışırken can verdi.

Sadece son on yılın verilerine yer verdik ama 1941’den beri üç binden fazla işçi, madenlerde can verdi ve hemen her yıl ölümler yaşandı. Son on yılda inşaatlarda, tersanelerde, barajlarda, mevsimlik tarım işçisi servislerinde, maden ocaklarında ve çeşitli iş kollarında on binlerce işçi katledildi. Her yıl bin beş yüz civarı işçi yaşamını yitirirken bunlardan ortalama yetmişi çocuk.

İşçi ölümlerinin yanı sıra her yıl ortalama beş yüz kadın katlediliyor. Ankara Garı, Suruç, Reyhanlı, Çorlu tren kazası başta olmak üzere yaşanan katliamlar da hesaba katıldığında ülke, emperyalizmin koca bir mezarlığına dönmüş durumda. Depremler, seller, yangınlar da hesaba katılırsa Van’ın, Elazığ’ın, İzmir’in ve 6 Şubat’ın acıları halen taze ve yaraları kabuk bağlamadı. Ülkemiz enkaz altında kaldı.

Neden böyle, insanımız iş cinayetlerinde ve afetlerde neden can verir? Bu sorunun tek yanıtı var: emperyalizm.

Emperyalizm çağında yaşıyoruz. Fiziki işgalden önce zihin işgali devreye girerek algı ve kültürel manipülasyon işliyor. Daha sonra beden uyuşturuluyor. Bu aşamalardan geçen işçi ve insan sömürülmeye en “uygun” yapıya evriliyor.

Bizim yanıtımız “emperyalizm” ama işçi ve emekçi sendikaları konfederasyonları ve meslek odaları İliç’te yaşanan işçi katliamı için “emperyalizm” sözcüğünü lügatten çıkarıyor. Bu yapıların işçi katliamlarında kullandığı argüman hiç değişmiyor: “İşçilerin uyarısına rağmen alınmayan önlemler, göz göre göre gelen felaketler, ÇED raporları ve mahkeme süreçleri...” Bu argümandan çıkan sonuç şu: “Önlem alın, iş sağlığı ve güvenliğine sahip olun, işçiler ölmesin, sonra istediğiniz gibi sömürün insanımızı.”

Yeni sömürge ülkelerde emperyalizmle iş tutmak, işbirliği yapmak önemlidir. Geliştirilen işbirliği sonucunda ülkenin yabancı bir ordu tarafından işgal edilmesine gerek duyulmadan sömürülmesi kolaylaştırılır.


Neden suçludur emperyalizm? Harcına işçilerin kanının ve terinin karıldığı Torunlar Center'da Starbucks bulunuyor. İliç’te siyanürle altın madeni arayan şirket, Kanadalı. Yeni yapılan daireler yabancı burjuvalar tarafından satın alınıyor, hem de onlarca yüzlerce. Yapılan HES’ler ve enerji santralleri emperyalizmle ortaklık geliştiren burjuvazi için inşa ediliyor. Bugün bir kentte, Avrupalı şirketler fabrika kurduğunda çalıştırdığı işçi asgari ücret alıyor, yani ortalama 400-500 dolar. Bu da sömürünün emperyalizm boyutunu açığa çıkarır. Sadece ucuz işçi gücü değil, aynı zamanda İliç örneğinde bir kez daha görüldüğü gibi Kanadalı bir şirket hem işçiyi hem de tüm yeraltı ve yer üstü kaynaklarını katlediyor.

Alamos Gold adlı emperyalist şirketin adı daha önce de Kazdağları tahrip edilirken duyulmuştu. Şirketin CEO’su “Türkler iyi taş taşır!” diyor ama bu söylem, halkı kin ve düşmanlığa sevk etmek, halkı ve halkın değerini (en başta emek) aşağılamaktan suç sayılmıyor. Bugün gıdadan (McDonalds gibi) hijyen malzemesine, bağlamanın teline, buğdaya, teknolojik cihazlara, giyime, ulaşım araçlarına kadar her şey emperyalist şirketlerinin üretimi. Benzer şekilde, uzman, ücretli ve sözleşmeli öğretmenlik uygulamaları emperyalizmin dayattığı politikaların sonucu. Kamu personel rejiminde yapılan düzenlemelerle iş güvencesinin yok edilmesi de öyle. Hiçbir kazanç getirmediği için çayını, fındığını, üzümünü, narenciyesini, kayısısını yollara döken köylünün de sorumlusu emperyalizm.

Yerin altı da üstü de emperyalizmin sömürüsüne açık hale getirildi, getiriliyor. Ülke, emperyalizmin düzenini bozduğu coğrafyalardan gelen mazlum insanların akınına uğradı. Gelen insanlar da ya çocuk işçi ya da ucuz iş gücü olarak emek sömürüsüne tabi tutularak iş cinayetlerinde can veriyor. Ülke insanı da sömürünün nedenini emperyalizm olarak algılamasın diye ırkçılıkla zehirleniyor. “Irkçılık ideolojik bir düşünce değil psikolojik bir rahatsızlıktır” diyen Malcolm X’e kulak vermezsek, o vakit birbirimize düşman oluruz emekçiler olarak.

Bu toprağın emekçisi bir babaya Somali başkanının oğlu aracıyla vuruyor ve sonra da kaçıp gidiyor, şimdi nerede kim bilir (Onu kim kaçırdıysa o bilir). Aynı hafta Beyoğlu’nda benzer bir vaka yaşanıyor.

Arkadaş filminde Yılmaz Güney’in oynadığı karaktere burjuvazi, Umut filminde ülkenin yoksul arabacısına ve arkadaşına emperyalizm, en nihayetinde Yılmaz Güney'e feministler tokat atıyor. Yılmaz biziz, en nihayetinde bize atılan tüm tokatlar emperyalizmin eli tarafından atılıyor. Bazen bu tokat sol, feminist, radikal demokratlar tarafından emperyalizm lehine bize kendi “içimizden” atılıyor.

Solların yaptığı da tarihsel görevi de sömürge valiliği. O yüzden, her işçi katliamı sonrasında şu meşhur “ihmal” sözcüğü sarf ediliyor.

Sadece metalarla sınırlı kalmadı; insan, zihninden duygulara, sanata ve bilime kadar emperyalizmin tezgâhında şekil almayan hiçbir şey kalmadı: sınıfsız sömürüsüz düzen ideolojisi dışında. Bu noktada Göç Destanı referans alınabilir. Destanda beş çocuk dünyaya gelir ve biri ülkesine yönetici yapılır. Çin prensesiyle evlenmesi için karşılığında kutsal olan kaya verilir. Çin krallığı kutsal kayayı sirkeyle eritir. Bunun sonucunda tanrı, Türk topluluğunu cezalandırarak anayurtlarından göç ettirir, halkın duyduğu bir ses vardır: göç, göç, göç...

Bugün kutsal kaya vatan toprağı, emeğimiz ve onun üzerinde yaşayan insanımızdır. İşlenen tüm suçlar, işçi katliamları, intiharlar, bozulan psikolojiler ve toplumsal yapılar emperyalizmin yeni sömürge ülkelere uyguladığı ekonomi-politik planların ve uygulamaların sonucudur. Askeri işgal devri, yerini rızaya ve işbirlikçi sermayeye bırakıyor. Netfliks ve Disney platformlarıyla zihin, medyayla gerçek manipüle edilirken işsizlikle psikoloji, uyuşturucuyla beden bozuluyor. Esir alma bu şekilde gerçekleşince insan yurtsuzlaşıyor, yurt da emperyalizmin pazar alanına dönüyor. Hiçbir ülkenin kabul etmediği kaç tonluk asbestli gemi “limanlarımıza” yollanıyor, Akdeniz illeri başka ülkelerin çöp ve atıklarının gönderildiği merkezlere dönüşüyor. Yurtsuzlaştırılan emekçi halk yığınlarının mahallesine rant girsin diye önce uyuşturucu, fuhuş ve kumarla yozlaştırılarak o mahalle apolitize edilip parçalanıyor, sonra mahalleli, bu güvensiz ortamdan kaçmak için göç ediyor ama bu süreçten önce mahallesini bu yozlaşmadan koruyanlara bedel ödetiliyor. Sonra çete ve mafya, görevini tamamlayınca müteahhitler devreye giriyor. Direnme kapasitesi kırılsın diye satranç oynanıyor. Her şey adım adım geliyor, yaşananlar, tam bir Kırmızı Pazartesi kurgusuyla işliyor.

Biz, sadece acılar istatistiğinin bir kısmına yer verdik. Sömürülenlerin takvimi de saati acıyla doludur. Akrep ile yelkovan işledikçe takvim acıyla doluyor. “Biz ne yapabiliriz?” sorunun yanıtını sonuç bölümünde vermeye çalışacağız.

Ara Söz

Emperyalizm çağında yaşıyoruz. Bir yanda; emperyalizmden fon alan STK’lar, AB fonları alan işçi ve emekçi sendikaları, komünalizm şöleni düzenleyen radikal demokratlar, kokteylci sendikalar, emperyalist şirketlere ülkeyi pazar alanı olarak açıp işsizliği bitirme vaadi veren muhalefet partileri, mecliste yapılan askeri pakt oylamasına katılmayan sözde işçi partileri; diğer yanda BİZ: Emekli olduğu halde çalışan büyüklerimiz, çatıda can veren yaşını almış insanlarımız, sıvalı evlerde halkın dayanışmasıyla yaşayan insanlarımız, 6 Şubat’lardan beri çadırlarda yaşayanlar, her gün katledilen motokuryeler, faturalar ve kiralar altında ezilenler, inşaatlarda madenlerde can verenler, karla kapanan yollar açılmadığı için hasta oğlunun ölü bedenini sırtında taşıyan babalar, çocuklarını fön makinesiyle ısıtıp intihar eden analar, toplu taşımalarda nefes almadan sömürülmeye gidenler, çocuk işçiler, depremlerde sellerde katledilenler...

Aile yok ediliyor: Anne baba işçi emekçi, dede emekli olduğu halde işçi, çocuklar ya tarlada ya MESEM’de ya iş yerlerinde. Hepsi de emperyalizmin saldırılarının yaralıları.

BİZİM safımızda direniş ve mücadele var. Gazze’de beş aya yakındır direniyoruz. Seydişehir’de hem çiftçiler hem de maden işçileri direniyor. İşi, ekmeği, onuru için yerlerde sürüklenen ihraç emekçiler var. Akbelen’de ağaca sarılan ana, vatan toprağını savunuyor (Onlar ağacına sarılıyor, onu yurt belliyor ama kayyum atanan TTB yöneticileri Tevfik Fikret gibi kendilerini kurumlarının kapısına zincirleyemiyor çünkü onlar, çoktan zihnen esir alındı, kurumunu yurdu olarak görmüyor). “1 Mayıs alanı Taksim’dir!” diyerek cüret gösterip bedeller ödeyenler de var. Urfa’ya kadar yayılan işçi direnişleri var. Her biri de kazanımla sonuçlanıyor, sonuçlanacak da.

OHAL döneminde havalimanı inşaatında yüzlerce işçi, hakları için iş bıraktı; bu, işçi sınıfının gücünün hiçbir koşulda engellenemeyeceğinin kanıtıdır.

Sonuç: İhmal ya da Alınmayan Önlem

Evet, emperyalizm çağında yaşıyoruz. Ne “yerli” (varsa!) ne de emperyalist şirketlerin yaptığı işçi ve emekçi katliamlarından sonra “Önlem alındı mı, ÇED raporları dikkate alındı mı, yürütme durduruldu mu, işçiler daha önce uyarmış, mecliste soru önergesi verilmiş...” gibi reformist söyleme sığınmayacağız. Bugün İliç için yapılan ortak basın açıklamasında sendikalar ve meslek odaları emperyalizm diyemiyorsa ak buğdayla kara buğdayı ayırmamız gerekiyor, ideolojik mücadelemiz gereği olarak bu tarihsel görevimizdir.

Alınması gereken önlem budur: anti emperyalist mücadele. İş güvenliği de şudur: sınıfsız sömürüsüz düzen ideolojisi ve mücadelesi. Gerisi entelektüel gevezelik ya da reformizmdir. Bugün de reformizm, emperyalizmin ideolojik aygıtı ve Truva atıdır. Emperyalizmin hediye diye sunduğu o atın içinde reformistlerin kuşandığı özgürlük, kimlikler, komünalizm şölenleri, kokteyller, uzlaşmacılık, dövüşsüz yenilgi, teslimiyet, seçim vaatçiliği, ilkesiz ittifaklar, elitizm, alkol, postmodernizm, aile karşıtlığı, erkek ve işçi emekçi düşmanlığı, yurdundan utanç duyma var. Her biri de baldaki zehir.

Emperyalistlerin öngördüğü gibi yirmi birinci yüzyıl onlar için tehdit yüzyılı olacak. Antiemperyalist mücadeleyi büyütmek zorundayız. Akbelen, Tokatköy, Tozkoparan, 6 Şubatlar, iş güvencemiz, Özaklar, motokuryeler, Somalar, inşaat ve tersane işçileri, vatan toprağında üretim yapan köylüler, geleceğimizi kurtaracak olan öğrenciler için o kutsal kayayı/vatanımızı savunmak için anti emperyalist mücadeleyi büyütmek zorundayız.

Gazze de İliç de birdir. İliç anayurdumuz, Gazze aşkın yüzü olacak yeryüzüdür. İnsanca yaşamak ve el kapılarını kendi ülkemizde yaşamamak için, çocuklarımızı ve gençlerimizi uyuşturucu ve yozlaşmaya, yani bataklığa teslim etmemek için, göçükler altında mezarsız kalmamak için tüm mücadele dinamiklerini anti emperyalist çatı altında birleştirmek zorundayız. Bu yapılmadığında reformizm olur.

Önlem alacağız: Emperyalizmle mücadele edeceğiz, safımız belli olmak zorunda, ideolojik bulanıklığa mahal vermeyecek kadar net olmadıkça takvim, emek katliamlarıyla işlemeye devam edecek. Bazen Akbelen’de bir ağaç, bazen İliç, bazen ranta teslim edilecek bir mahalle, bazen faşistlerin yazılama yapacağı iş yerlerimizin duvarı, bazen uyuşturucuyla zehirlenmeye çalışılan genç bedenler vatanımızdır. O sömürülürse üstünde yaşayanlar da sömürülür. Meselelere diyalektik ilkelerle bakma zorunluluğumuz var.

Ülkemizde sömürüsüz, yeryüzünde sınıfsız sömürüsüz bir düzen!

Hep birlikte bir adım, bir adım daha ileri, hep ileri!

S. Adalı
17 Şubat 2024

0 Yorum: