19 Şubat 2024

,

Bir Uğraşı Olarak Part-Time Sendikacılık ve Solculuk


İliç’te maden arayan emperyalist şirket, daha önce Kazdağları’nda ağaç katliamı gerçekleştirdi. Yürütme durdurulunca ülkeye tazminat davası açtı. Vergi ve KDV konusunda gereken bütün “kolaylıklardan” faydalanıyor. Son yirmi yılda 386 bin maden ocağına ruhsat veriliyor.

İliç, vatandır.

Maden-İş temsilcisine tepki veren işçi, “bizim başka ülkelerin işçilerinden ne farkımız var, günlük çok az dolara çalışıyoruz, kendi ülkemizde paramızla malımızla köle olduk” minvalinde tepki gösterince “Şov yapma!” diye karşılık görüyor.

Diğer işçi ve emekçi sendikalarının da bu tepki sahibinden farklı bir algısı yok. Onlar da işçiyi emekçiyi oy yönsemesiyle değerlendiriyor. Onların aradıkları “beyaz işçi sınıfı”.

Sendikalar, anti-emperyalist olmadığı sürece burjuvazinin yanında saf tutar. Sendikalar, anti-emperyalist olmakla yükümlüdür. Bugün sendikalar, anti-emperyalizmi ulusalcılık olarak görüyor, oysa anti-kapitalist olmayan anti-emperyalizm ulusalcılıktır. Bu yeni algı, 30 yılda hükmünü kaybetti. Berlin Duvarı’nın yıkıldığı 1989’dan beri kimlik ve demokrasi hareketleri sınıfın yerine geçirilmeye çalışıldı, artık sol da sendikalar da sivil toplum kuruluşu olacaktı.

12 Eylül sağa alan açarken sola liberal demokrasi alanını açtı. Bu alan, konformizm solculuğuyla dolduruldu. Kimliklerin ve demokrasi mücadelesinin sınıf temelinden ayrıştırılarak ele alınması bugün geldiğimiz aşamanın temel nedenlerindendir.

Emperyalist aşamada yapılması gereken tarihsel görev, işçi sınıfının ideolojisi öncülüğünde verilecek bir halk mücadelesine dayanır. Halk ise işçi, emekçi, ezilen ve sömürülenlerin toplamıdır. Paramiliter ve faşist çeteler, uyuşturucu tüccarları, halk karşıtlığını alenen yapanlar halk sınıflarına dâhil değildir. Solun bir kısmının yaptığı da işçi sınıfını sadece fabrika havzalarıyla sınırlandırmasıdır. Mücadele bununla sınırlı değildir.

Adalet, kimlik, demokrasi ve bir bütün olarak eşitlik mücadelesi sınıfsal temele dayanır ve bu kavramlar, her dönem egemenler ve burjuvazi tarafından yeniden şekillendirilmeye çalışılır, kavramların pratiğe geçişi ve halk sınıflarına uygulanışı her dönemde değişkenlik gösterse de sonuç sabittir: sömürü.

Bugün, anti-emperyalist mücadele en acil görevdir. Sendikalar ve sollar bu görevi yerine getiremediği sürece, kendindeki bilinci açığa çıkarmayacak olan sınıflar, sömürünün ideolojisine kulak verip ırkçılık, mezhepçilik, faşizm ile şekillenecektir, bu kaçınılmaz da olsa işçi sınıfının ve köylünün bilinci bir şekilde direnişi de beraberinde getiriyor.

Bugün “sol” diye bilinen sendikalar, işçi sınıfının ve halkın taleplerini sınıfsal ilkelerle anti-emperyalist temelde birleştiremiyor. Gazze’de katledilen 12 bin çocuğun 3500'ü öğrenci ama hiçbir eğitim sendikası tepki vermiyor. Bugün, ülkemizdeki çocuklar, MESEM projesiyle iş yerlerinde can veriyor ama sendikalar sadece söylemde kalıyor, MESEM üzerine seminer vermekle yetinip gerekirse kapı kapı gezip mahalle mahalle velilere ulaşmıyor, çünkü sendikacılığı görev değil, meslek ediniyor. MESEM projesi emperyalizmin sömürü politikasının ürünü. Ülkemizde mülteci çocuk işçiler iş yerlerinde can veriyor ama sendikalar ve sol, mültecinin emeğiyle değil, kimliğiyle ilgileniyor.

Sol da sendikalar da anti-emperyalist olmak zorunda. Suriye savaşı başladığında genel greve gidilmedi. Nedeni çok açıktı. Amaç, Suriye’nin kuzeyinde kurulacak kantonlar için “denge politikası” izlemekti fakat bu bölge cihatçıların saldırısına uğrayınca iki günlük grev kararı alındı.

Suriye’ye bakıp Baas’ı, Filistin'e bakıp Hamas'ı görmek. Şu an Suriye petrolü emperyalist şirketler tarafından sömürülüyorsa bunun sorumlusunun kimler olduğu açıktır, katkısı olanlardan biri petrol bekçileridir, emperyalizmin bölgedeki kara gücü ve yeni ileri karakolu olmaya çalışanlardır.

Bugün solu ve sendikaları anti-emperyalist mücadeleden uzaklaştıran tek yapı radikal demokratlardır. “Sendikalarda milliyetçi politikalar izlenmiyor ki!” tepkisini vermek de doğrudur fakat her doğru, gerçek değildir. Sendikaları emek ve sınıf temelli anti-emperyalist mücadele hattında işletmeyerek geçersiz kılmak da milliyetçi bakışın sonucudur.

Buradan çıkacak sonuç şudur: “Programımızı uygulayamıyorsak sendikayı da işlemez hale getiririz!” Aynı çevrenin ajandası hep sabittir, hiç değişmedi. Adım adım solun kendi özünden soyutlanarak halkla ve sınıfla mesafesinin açılmasıydı. Solun bir kısmı biatle, bir kısmı güce tapınarak, bir kısmı vekil ve sendikal yöneticilik matematiğiyle, kendini var eden geçmişine sırtını döndü. Bu yönüyle yurtsuzluğu tercih etti.

Her halkın talepleri vardır. Ezilen halkla sömürülen halkın birleşeceği asgari zemin, sömürüye maruz kaldıkları gerçeğidir. Geriye kalan kimliksel talepler partiler tarafından dile getirilir. Sendikaların böyle bir görevi yoktur. Bunu yapmıyor diye “ücret sendikacılığı” yaptığı ya da “ulusalcı” olduğu anlamı çıkarılamaz. Anti-kapitalist, anti-faşist, anti-emperyalist mücadele verecek bir sendika, işçi ve emekçilerin siyasi, ideolojik ve ekonomik mücadelesini yürütmekle sorumludur. Sendikaların asli görevi budur ama bu ilkelerin hiçbiri hayata geçirilmiyor. Sendika genel merkez seçimlerinde “sınıfsal taleplerle demokrasi ve kimlikler mücadelesinin talepleri at başı gitmelidir” demek bile, ki tartışmalarda bunlar yazılıyor, sendikayı özünden soyutlamaktır.

Emek veren her insan emeğinin karşılığını görmek ister. Hakkını alamadığında tepki göstermek ister fakat bunu tek başına yapmayı göze alamaz ki bu da olağan bir durumdur. Ezilen ve sömürülen insan, yanında aynı haksızlığa uğramış insanı görerek güç olmak ister. Her insan, yaşanan çarpıklıklara tepki veriyor fakat hiçbir insan bir diğerine gidip “birlikte tepki verelim” demez. Bunu başaracak olan tek güç, sınıfsız sömürüsüz düzen mücadelesini yürüten sendika, çevre ve yapıdır.

İnsanlar güven arar, güveni hissedip değer verildiğini gördüğünde mücadeleye katılır. Birleştirici güç olmadan tepkiler ortak zeminde örülemez. OHAL döneminde yaşanan ihraçlarda binlerce insan işsiz kaldı fakat sendikalar bu konuda bir adım atmadı. Ekonomik desteği de üye talep etti hatta sendika aidatının en üst meblağdan kesilmesi yönünde bir istekte bulunuldu. Bir iş kolu sendikasının genel merkez yöneticileri baskı ve zulmü göze alıp mücadele cüreti gösterseydi, yeni ihraçlar yaşanmazdı. Tarih, yanlışlar toplamıyla ilerleyince üye dinamizmi güvensizliğe kapıldı. Güvenmeyen bir insan mücadeleye de katılmaz.

Bugün İliç örneğinde görüldüğü gibi emperyalizm, vatan toprağını ekonomik ve kültürel yönden kuşatmış durumda. Sol da sendikalar da artık medya gibi birer ideolojik aygıttır, o sadece ezilenin sömürülenin tepkisini dindirmek için vardır. O yüzden depremde can verenler için mum yakarak anma yapmayı tercih eder, o yüzden -varsa- balkonunuzda 1 Mayıs kutlamanızı dayatır, o yüzden salgında eve kapanmanızı talep eder ve sokağa çıkmak zorunda kalanları -ki çıkılmalı da- “karantinayı bozuyor” diye görür. Evlere temizliğe giderek yaşamını sürdüren kadınları “emekçi” olarak tanımadığından 8 Mart’ları LGBT ve postmodernler ile Taksim’de kutlar ama işçi sınıfını 1 Mayıs için Taksim’e çağırmaz. Mekâna cinsiyet atar, işçi “erkektir”.

Onlar başka bir mecrada akadursun, ülkenin hemen her yerinde işçi ve emekçiler, köylüler sokağa çıkıyor, grev ilan ediyor. Siyonizme tepki büyüyor, boykotlar sürdürülmeye çalışılıyor. Öğrenciler, hak aramaya devam ediyor. Adaletsizliğe maruz kalanlar oturma eylemleri yapıyor, mücadeleyi bırakmıyor. Tek ihtiyacımız var ki o da tüm bu mücadeleleri anti-emperyalist hatta birleştirerek sınıfsız sömürüsüz düzen ideolojisini hayata geçirecek sınıf partisi ve sendikası. Başka İliçlerin yaşanmamasının tek şartı bu. Başka çıkar yolumuz yok sömürülenler olarak, gerisi çıkmaz sokak.

8 Mart emekçi kadınlarla semt meydanlarında ve iş yerlerinde, 1 Mayıs Taksim’de kutlandığında; 25 Kasım yürüyüşleri Bağcılar'da Esenyurt'ta gerçekleştirildiğinde; Filistin için mitingler ve gece yürüyüşleri düzenlendiğinde; duvarlardaki faşist yazılar silindiğinde; üretici köylüye giderek onların talepleri mücadelede hattında birleştirildiğinde; mahallelerde forumlar düzenlendiğinde ki yapılabilecek olan daha çok meşru emek pratiği hayata geçirildiğinde sınıf mücadelesi ivme kazanacaktır. Bunun yolu da sendikacılığı ve solculuğu meslek belleyip part-time mücadele vermemektir. Gerektiğinde kapı kapı, iş yeri iş yeri, insan insan ziyaret etmenin yolunu arşınlamamak sadece tabelayı ve varoluşu korumayı her gün yaşatır.

EK NOT: İliç örneğinin yaşanmaya devam edeceğini sollar emperyalist burjuvaziye temin ediyor. Bu sözün verildiğini görmek için Hatay’a bakmak gerekir. İdeolojik donanımı olmayan emekli futbolcuyu TİP, belediye başkanı adayı olarak gösteriyor. TİP ve diğer liberal solların genel seçimde peşinden gittiği CHP de halkın tepkisine rağmen mevcut belediye başkanını tekrar aday gösteriyor hem de depremde yıkılan rezidansların projesine onay verdiği halde. TİP başkanı, işçi havzası Gebze’den belediye başkan adayı oluyor, eğer seçilemezse işçi sınıfından güven oyu alamayarak nasıl işçi partisi olduğunu iddia edecek? Kadıköy'e değinmeye bile gerek yok. Tüm bu denklem ve haritalama yeni İliçlerin kaçınılmaz olduğunu gösteriyor.

S. Adalı
19 Şubat 2024

0 Yorum: