Üç
gün önce İliç’te altın madeni aranan sahada yaşanan toprak kayması sonucu dokuz
işçi, milyonlarca metreküp toprak ve kaya parçasının altında kaldı. On üç yıl
önce Elbistan Termik Santrali’nde beş gün arayla yaşanan göçüklerde dokuz işçi
toprak altında kalmıştı. Her iki işçi katliamında da göçük altında kalan
işçiler bulunamadı, bulunamıyor.
Defin
ve mezar hakkındaki esas, yaşamını yitirenin yerinin belli olması ve
yakınlarının onu ziyaret etmesidir. Türküyü güncelleyerek günümüze uyarlarsak, “mezarsız
kalacak ölümüz bizim!” Bu insanların ailelerinin ve dostlarının onları ziyaret
edip çiçekler bırakacakları bir yerleri yok, sanki hiç yaşamamışlar gibi, sanki
hiç sevinmemişler üzülmemişler gibi. İşçi ne yaşar ne yaşamaz.
Tarih,
sürekli bir akıştır ve kopuşlara yer vermez. Yeni bir yıla girdik ama
eskilerini aratmıyor çünkü sömürü halen zeval görmedi.
2012’de
Aşkale’de beş işçi barajda donarak öldü, kurtarılabilirlerdi ama
kurtarılamadılar. Aynı yıl Kozan’da baraj inşaatında gerçekleşen katliamda on
işçi yaşamını yitirdi fakat yedi işçinin ölü bedenine ulaşılamadı. 2014’te Soma’da
üç yüz bir işçi maden ocağında can verdi, ölen, toprağın altına gömülür ama
ölüler toprağın altından yeryüzüne çıkarıldı. Aynı yıl Torunlar Center’ın
inşaatında asansör halatının kopması sonucu on işçi can verdi. Yine aynı yıl
Ermenek’te on sekiz işçi çalıştıkları maden ocağında meydana gelen su baskını
sonucu can verdi. 2016’da Şirvan’da bakır madeninde çalışan on altı işçi can
verdi. 2020’de Hendek havai fişek fabrikasındaki patlama sonucu yedi işçi can
verdi. 2021'de yetmiş beş işçi maden ocaklarında can verdi. Aynı yıl Batı
Karadeniz’de yaşanan sel felaketinde doksan yedi insan yaşamını yitirdi. 2022’de
Amasra’da kırk iki işçi maden ocağında can verdi. Aynı yıl yine Van’da çığ
düşmesi sonucu kırk iki kişi can verdi. 2023’te en az altmış sekiz motokurye,
çalışırken can verdi.
Sadece
son on yılın verilerine yer verdik ama 1941’den beri üç binden fazla işçi,
madenlerde can verdi ve hemen her yıl ölümler yaşandı. Son on yılda
inşaatlarda, tersanelerde, barajlarda, mevsimlik tarım işçisi servislerinde,
maden ocaklarında ve çeşitli iş kollarında on binlerce işçi katledildi. Her yıl
bin beş yüz civarı işçi yaşamını yitirirken bunlardan ortalama yetmişi çocuk.
İşçi
ölümlerinin yanı sıra her yıl ortalama beş yüz kadın katlediliyor. Ankara Garı,
Suruç, Reyhanlı, Çorlu tren kazası başta olmak üzere yaşanan katliamlar da
hesaba katıldığında ülke, emperyalizmin koca bir mezarlığına dönmüş durumda.
Depremler, seller, yangınlar da hesaba katılırsa Van’ın, Elazığ’ın, İzmir’in ve
6 Şubat’ın acıları halen taze ve yaraları kabuk bağlamadı. Ülkemiz enkaz
altında kaldı.
Neden
böyle, insanımız iş cinayetlerinde ve afetlerde neden can verir? Bu sorunun tek
yanıtı var: emperyalizm.
Emperyalizm
çağında yaşıyoruz. Fiziki işgalden önce zihin işgali devreye girerek algı ve
kültürel manipülasyon işliyor. Daha sonra beden uyuşturuluyor. Bu aşamalardan
geçen işçi ve insan sömürülmeye en “uygun” yapıya evriliyor.
Bizim
yanıtımız “emperyalizm” ama işçi ve emekçi sendikaları konfederasyonları ve
meslek odaları İliç’te yaşanan işçi katliamı için “emperyalizm” sözcüğünü
lügatten çıkarıyor. Bu yapıların işçi katliamlarında kullandığı argüman hiç
değişmiyor: “İşçilerin uyarısına rağmen alınmayan önlemler, göz göre göre gelen
felaketler, ÇED raporları ve mahkeme süreçleri...” Bu argümandan çıkan sonuç
şu: “Önlem alın, iş sağlığı ve güvenliğine sahip olun, işçiler ölmesin, sonra
istediğiniz gibi sömürün insanımızı.”
Yeni
sömürge ülkelerde emperyalizmle iş tutmak, işbirliği yapmak önemlidir.
Geliştirilen işbirliği sonucunda ülkenin yabancı bir ordu tarafından işgal
edilmesine gerek duyulmadan sömürülmesi kolaylaştırılır.
Neden
suçludur emperyalizm? Harcına işçilerin kanının ve terinin karıldığı Torunlar
Center'da Starbucks bulunuyor. İliç’te siyanürle altın madeni arayan şirket,
Kanadalı. Yeni yapılan daireler yabancı burjuvalar tarafından satın alınıyor,
hem de onlarca yüzlerce. Yapılan HES’ler ve enerji santralleri emperyalizmle
ortaklık geliştiren burjuvazi için inşa ediliyor. Bugün bir kentte, Avrupalı
şirketler fabrika kurduğunda çalıştırdığı işçi asgari ücret alıyor, yani
ortalama 400-500 dolar. Bu da sömürünün emperyalizm boyutunu açığa çıkarır.
Sadece ucuz işçi gücü değil, aynı zamanda İliç örneğinde bir kez daha görüldüğü
gibi Kanadalı bir şirket hem işçiyi hem de tüm yeraltı ve yer üstü kaynaklarını
katlediyor.
Alamos
Gold adlı emperyalist şirketin adı daha önce de Kazdağları tahrip edilirken
duyulmuştu. Şirketin CEO’su “Türkler iyi taş taşır!” diyor ama bu söylem, halkı
kin ve düşmanlığa sevk etmek, halkı ve halkın değerini (en başta emek)
aşağılamaktan suç sayılmıyor. Bugün gıdadan (McDonalds gibi) hijyen
malzemesine, bağlamanın teline, buğdaya, teknolojik cihazlara, giyime, ulaşım
araçlarına kadar her şey emperyalist şirketlerinin üretimi. Benzer şekilde,
uzman, ücretli ve sözleşmeli öğretmenlik uygulamaları emperyalizmin dayattığı
politikaların sonucu. Kamu personel rejiminde yapılan düzenlemelerle iş
güvencesinin yok edilmesi de öyle. Hiçbir kazanç getirmediği için çayını,
fındığını, üzümünü, narenciyesini, kayısısını yollara döken köylünün de
sorumlusu emperyalizm.
Yerin
altı da üstü de emperyalizmin sömürüsüne açık hale getirildi, getiriliyor.
Ülke, emperyalizmin düzenini bozduğu coğrafyalardan gelen mazlum insanların
akınına uğradı. Gelen insanlar da ya çocuk işçi ya da ucuz iş gücü olarak emek
sömürüsüne tabi tutularak iş cinayetlerinde can veriyor. Ülke insanı da
sömürünün nedenini emperyalizm olarak algılamasın diye ırkçılıkla zehirleniyor.
“Irkçılık ideolojik bir düşünce değil psikolojik bir rahatsızlıktır” diyen
Malcolm X’e kulak vermezsek, o vakit birbirimize düşman oluruz emekçiler
olarak.
Bu
toprağın emekçisi bir babaya Somali başkanının oğlu aracıyla vuruyor ve sonra
da kaçıp gidiyor, şimdi nerede kim bilir (Onu kim kaçırdıysa o bilir). Aynı
hafta Beyoğlu’nda benzer bir vaka yaşanıyor.
Arkadaş
filminde Yılmaz Güney’in oynadığı karaktere burjuvazi, Umut filminde
ülkenin yoksul arabacısına ve arkadaşına emperyalizm, en nihayetinde Yılmaz
Güney'e feministler tokat atıyor. Yılmaz biziz, en nihayetinde bize atılan tüm
tokatlar emperyalizmin eli tarafından atılıyor. Bazen bu tokat sol, feminist,
radikal demokratlar tarafından emperyalizm lehine bize kendi “içimizden”
atılıyor.
Solların
yaptığı da tarihsel görevi de sömürge valiliği. O yüzden, her işçi katliamı
sonrasında şu meşhur “ihmal” sözcüğü sarf ediliyor.
Sadece
metalarla sınırlı kalmadı; insan, zihninden duygulara, sanata ve bilime kadar
emperyalizmin tezgâhında şekil almayan hiçbir şey kalmadı: sınıfsız sömürüsüz
düzen ideolojisi dışında. Bu noktada Göç Destanı referans alınabilir. Destanda
beş çocuk dünyaya gelir ve biri ülkesine yönetici yapılır. Çin prensesiyle
evlenmesi için karşılığında kutsal olan kaya verilir. Çin krallığı kutsal
kayayı sirkeyle eritir. Bunun sonucunda tanrı, Türk topluluğunu cezalandırarak
anayurtlarından göç ettirir, halkın duyduğu bir ses vardır: göç, göç, göç...
Bugün
kutsal kaya vatan toprağı, emeğimiz ve onun üzerinde yaşayan insanımızdır.
İşlenen tüm suçlar, işçi katliamları, intiharlar, bozulan psikolojiler ve
toplumsal yapılar emperyalizmin yeni sömürge ülkelere uyguladığı ekonomi-politik
planların ve uygulamaların sonucudur. Askeri işgal devri, yerini rızaya ve
işbirlikçi sermayeye bırakıyor. Netfliks ve Disney platformlarıyla zihin,
medyayla gerçek manipüle edilirken işsizlikle psikoloji, uyuşturucuyla beden
bozuluyor. Esir alma bu şekilde gerçekleşince insan yurtsuzlaşıyor, yurt da
emperyalizmin pazar alanına dönüyor. Hiçbir ülkenin kabul etmediği kaç tonluk
asbestli gemi “limanlarımıza” yollanıyor, Akdeniz illeri başka ülkelerin çöp ve
atıklarının gönderildiği merkezlere dönüşüyor. Yurtsuzlaştırılan emekçi halk
yığınlarının mahallesine rant girsin diye önce uyuşturucu, fuhuş ve kumarla
yozlaştırılarak o mahalle apolitize edilip parçalanıyor, sonra mahalleli, bu
güvensiz ortamdan kaçmak için göç ediyor ama bu süreçten önce mahallesini bu
yozlaşmadan koruyanlara bedel ödetiliyor. Sonra çete ve mafya, görevini
tamamlayınca müteahhitler devreye giriyor. Direnme kapasitesi kırılsın diye
satranç oynanıyor. Her şey adım adım geliyor, yaşananlar, tam bir Kırmızı
Pazartesi kurgusuyla işliyor.
Biz,
sadece acılar istatistiğinin bir kısmına yer verdik. Sömürülenlerin takvimi de
saati acıyla doludur. Akrep ile yelkovan işledikçe takvim acıyla doluyor. “Biz
ne yapabiliriz?” sorunun yanıtını sonuç bölümünde vermeye çalışacağız.
Ara
Söz
Emperyalizm
çağında yaşıyoruz. Bir yanda; emperyalizmden fon alan STK’lar, AB fonları alan
işçi ve emekçi sendikaları, komünalizm şöleni düzenleyen radikal demokratlar,
kokteylci sendikalar, emperyalist şirketlere ülkeyi pazar alanı olarak açıp
işsizliği bitirme vaadi veren muhalefet partileri, mecliste yapılan askeri pakt
oylamasına katılmayan sözde işçi partileri; diğer yanda BİZ: Emekli olduğu
halde çalışan büyüklerimiz, çatıda can veren yaşını almış insanlarımız, sıvalı
evlerde halkın dayanışmasıyla yaşayan insanlarımız, 6 Şubat’lardan beri
çadırlarda yaşayanlar, her gün katledilen motokuryeler, faturalar ve kiralar
altında ezilenler, inşaatlarda madenlerde can verenler, karla kapanan yollar
açılmadığı için hasta oğlunun ölü bedenini sırtında taşıyan babalar,
çocuklarını fön makinesiyle ısıtıp intihar eden analar, toplu taşımalarda nefes
almadan sömürülmeye gidenler, çocuk işçiler, depremlerde sellerde
katledilenler...
Aile
yok ediliyor: Anne baba işçi emekçi, dede emekli olduğu halde işçi, çocuklar ya
tarlada ya MESEM’de ya iş yerlerinde. Hepsi de emperyalizmin saldırılarının
yaralıları.
BİZİM
safımızda direniş ve mücadele var. Gazze’de beş aya yakındır direniyoruz.
Seydişehir’de hem çiftçiler hem de maden işçileri direniyor. İşi, ekmeği, onuru
için yerlerde sürüklenen ihraç emekçiler var. Akbelen’de ağaca sarılan ana,
vatan toprağını savunuyor (Onlar ağacına sarılıyor, onu yurt belliyor ama
kayyum atanan TTB yöneticileri Tevfik Fikret gibi kendilerini kurumlarının
kapısına zincirleyemiyor çünkü onlar, çoktan zihnen esir alındı, kurumunu yurdu
olarak görmüyor). “1 Mayıs alanı Taksim’dir!” diyerek cüret gösterip bedeller
ödeyenler de var. Urfa’ya kadar yayılan işçi direnişleri var. Her biri de
kazanımla sonuçlanıyor, sonuçlanacak da.
OHAL
döneminde havalimanı inşaatında yüzlerce işçi, hakları için iş bıraktı; bu,
işçi sınıfının gücünün hiçbir koşulda engellenemeyeceğinin kanıtıdır.
Sonuç:
İhmal ya da Alınmayan Önlem
Evet,
emperyalizm çağında yaşıyoruz. Ne “yerli” (varsa!) ne de emperyalist
şirketlerin yaptığı işçi ve emekçi katliamlarından sonra “Önlem alındı mı, ÇED
raporları dikkate alındı mı, yürütme durduruldu mu, işçiler daha önce uyarmış,
mecliste soru önergesi verilmiş...” gibi reformist söyleme sığınmayacağız.
Bugün İliç için yapılan ortak basın açıklamasında sendikalar ve meslek odaları
emperyalizm diyemiyorsa ak buğdayla kara buğdayı ayırmamız gerekiyor, ideolojik
mücadelemiz gereği olarak bu tarihsel görevimizdir.
Alınması
gereken önlem budur: anti emperyalist mücadele. İş güvenliği de şudur: sınıfsız
sömürüsüz düzen ideolojisi ve mücadelesi. Gerisi entelektüel gevezelik ya da
reformizmdir. Bugün de reformizm, emperyalizmin ideolojik aygıtı ve Truva
atıdır. Emperyalizmin hediye diye sunduğu o atın içinde reformistlerin
kuşandığı özgürlük, kimlikler, komünalizm şölenleri, kokteyller, uzlaşmacılık,
dövüşsüz yenilgi, teslimiyet, seçim vaatçiliği, ilkesiz ittifaklar, elitizm,
alkol, postmodernizm, aile karşıtlığı, erkek ve işçi emekçi düşmanlığı,
yurdundan utanç duyma var. Her biri de baldaki zehir.
Emperyalistlerin
öngördüğü gibi yirmi birinci yüzyıl onlar için tehdit yüzyılı olacak. Antiemperyalist
mücadeleyi büyütmek zorundayız. Akbelen, Tokatköy, Tozkoparan, 6 Şubatlar, iş
güvencemiz, Özaklar, motokuryeler, Somalar, inşaat ve tersane işçileri, vatan
toprağında üretim yapan köylüler, geleceğimizi kurtaracak olan öğrenciler için
o kutsal kayayı/vatanımızı savunmak için anti emperyalist mücadeleyi büyütmek
zorundayız.
Gazze
de İliç de birdir. İliç anayurdumuz, Gazze aşkın yüzü olacak yeryüzüdür.
İnsanca yaşamak ve el kapılarını kendi ülkemizde yaşamamak için, çocuklarımızı
ve gençlerimizi uyuşturucu ve yozlaşmaya, yani bataklığa teslim etmemek için,
göçükler altında mezarsız kalmamak için tüm mücadele dinamiklerini anti
emperyalist çatı altında birleştirmek zorundayız. Bu yapılmadığında reformizm
olur.
Önlem
alacağız: Emperyalizmle mücadele edeceğiz, safımız belli olmak zorunda,
ideolojik bulanıklığa mahal vermeyecek kadar net olmadıkça takvim, emek
katliamlarıyla işlemeye devam edecek. Bazen Akbelen’de bir ağaç, bazen İliç,
bazen ranta teslim edilecek bir mahalle, bazen faşistlerin yazılama yapacağı iş
yerlerimizin duvarı, bazen uyuşturucuyla zehirlenmeye çalışılan genç bedenler
vatanımızdır. O sömürülürse üstünde yaşayanlar da sömürülür. Meselelere
diyalektik ilkelerle bakma zorunluluğumuz var.
Ülkemizde
sömürüsüz, yeryüzünde sınıfsız sömürüsüz bir düzen!
Hep
birlikte bir adım, bir adım daha ileri, hep ileri!
S. Adalı
17
Şubat 2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder