Pages

13 Şubat 2024

Sosyolojinin Edebiyatı: “Anıları Mücadelemizde Yaşayacak”


Yazının başlığına konu olan mesele, bir sloganın ne anlama geldiği üzerinden açılacak tartışmadır. Şüphesiz, iddialı bir slogan ve ülkemiz soluna ait.

Edebiyatın sosyolojisi, edebi metinlerin gerçek yaşamla hangi açılardan aynı düzlemde buluştuğu ve karakterlerin sınıfsal açıdan temsil ettiği kişilikler üzerine yapılan çalışmaları kapsar. Sosyolojinin edebiyatı da hangi gerçekliğin söz ve metin hazinesinin üretimine katkı sağladığı üzerinedir.

Kimlerin anıları hangi mücadelede ve nasıl yaşatılacaktır? Bu soruya yanıt vermek, mücadelenin perspektifini ve kapsam alanını açığa çıkaracaktır.

Anadolu tarihi, hak arama mücadeleleriyle şekillenir. Bu damar, bu toprakların mayasında hep bulunur. Yörüklerin düze inmeye direnmesi, Pir Sultan’ın adalet ve hak temelli duruşu, Dadaloğlu’nun vergi ve sömürüye geçit vermemek için başlattığı mücadele, Bedrettin’in Ege’de kurduğu komün ve daha nice sıcak mücadele tarihimizin köklerini oluşturur. Mücadelenin bu topraklarda saldığı kök, 60 sonrasında fidana döner. Tohum doğru toprağa atıldığından, fidan da boy verir. Köklerin anıları türkülerle, atasözleriyle, ağıtlarla, halk hikâyeleriyle yaşıyor.

60 sonrası fidanın dalları 71 ve 80’de ne kadar kırılmaya çalışılsa da dalların bir kısmı yeşilini korudu. Öyledir. Bir ağaca zararlı böcekler yuvalandığında her zaman tamamını kurutmaz, diyalektik süreç gereği bazı dallar bu mücadelede meyve vermese de kendini korumayı başarır. Orman yangınlarında kül içinden ışınlar türer.

Sosyolojinin edebiyatı bağlamında aktardığımız slogana dönersek; bu slogan, hem bir iddiayı hem de verilen bir sözü içerir. Sınıfsız sömürüsüz düzen yolunda bedeli yaşamlarıyla ödeyenlerin ardından “Anıları mücadelemizde yaşayacak!” denir.

Nedir bu anılar? Yoldaşlarının bir araya gelip “Yazık oldu, güzel insandı. Vay be, bir defasında şöyle bir anımız olmuştu, şöyle demişti...” nostaljisi midir? Kesinlikle bu değildir. Anıları birer öğretidir, yola devam edenlere. Mücadelenin hangi noktasında tıkanma yaşanıyorsa, onu aşma çabasında gösterdiği gayrettir, yönetebilme ve hangi zamanda hangi bedelin ödeneceğini bilmesidir. Mücadele içinde hem kendini dönüştürme hem de sınıfı ve kitleyi dönüştürmesidir. Disiplinli ve ilkeli yaşamasıdır. Çevresinde uyandırdığı güvendir. Sahiplenme kültürünü yeniden üreterek sürdürmesidir. Haklı olduğu mücadelenin meşruiyetine duyduğu güvenle tek başına kalabileceği zamanlar da olsa mücadeleyi omuzlamasıdır. Ahlaklı bir yaşam sürdürmesidir. Umutsuzluğa teslim olmamasıdır. “Ama dönem onların dönemi, biz zayıfız” serzenişinde bulunmayıp, mücadelenin kesintisiz bir süreç olduğu bilincine sahip olmasıdır. Her zaman yapılabilecek bir şeyler olduğu arayışıdır ve yapmasıdır. Anıları bunlar ve daha fazlasıdır.

Feodal bir nostaljik ruh hâliyle, yenilgi ve yılgınlık sofrasında teslimiyet lokması yiyerek yad edilmesi değildir. Sanatla, davranış biçimiyle, onları tanımayan kulaklara yaşamlarını ve mücadelelerini anlatmaktır. Onların devamcısı olduğunu insanlara anlatarak mücadeleyi büyütmektir. Müzisyensek türkülerde, yazar ve şair isek üretimlerimizde, tiyatrocuysak mücadelelerini sahnelerde, bunlardan herhangi bir yeteneğe sahip değilsek mezarlarında ot bitirmeden büyük bir ailenin ferdi olmanın bilinciyle mücadele içinde yer almaktır.

Okulumuzun, evimizin, iş yerimizin, mahallemizin duvarına yazılan faşist yazıyı silemiyorsak demek ki anıları mücadelemizde yaşamıyor. Alkol masalarında onları hatırlayıp hüzünlü bir nostaljiye kapılıyorsak demek ki mücadeleyi yozlaştırıyoruz. Reformizme kaydığımız anda hangi çevre ve gelenekten geliyorsak demek ki o çevreyi var edenleri ya da anısı mücadelede yaşayacak olanları çoktan terk ettik. Islıkla da olsa tepkimizi veremiyorsak demek ki anıları da o olmayan mücadelemizde yaşamıyor.

Bugün anıları mücadelelerinde yaşayanlara “Narodnik, işçi sınıfından kopuk, anarşist, sekter, gerici, ütopik” diyen reformistler, kendilerini var eden tarihe sırt dönüp kendi geçmişlerine bu sıfatları yakıştırıyor demektir. Ağacın kuruyan dalları onlardır.

Kimdir, anıları mücadelelerde yaşayacak olanlar? Ateşten denizleri mumdan gemilerle geçmeye çalışanlardır. Duvara yazdığı slogana bedeller ödeyerek sahip çıkıp 13 Eylül sabahı mücadele bitti umutsuzluğuna düşmeyenlerdir. Emperyalizmi bu topraklardan püskürtenlerdir. Kendi kariyerini ve rahat alanını mücadele uğruna terk edenlerdir. O tarihten geldiğini ve ardılları olduğunu iddia eden çevreler, onları yaşatmıyorsa ne anı kalmıştır ne mücadele.

Bugün bu bilince sahip olanlar, 24 saatini sınıfsız sömürüsüz düzen kurma mücadelesi için ideolojiyi geliştirmek ve kavgaya ter dökmek için çaba harcayanlardır. “Dönem de böyle n’apalım” demek yerine, “umutsuzluğa teslim olduğun an yenildin” diyenlerdir. Yenilgi bir okuldur ama ak buğdayla kara buğdayın ayrıştığı yerdir. Asıl yenilgi, okulu terk etmektir.

Mücadele de içinde gerilemenin, ilerlemenin, durağanlıkların olduğu bir okuldur. Hangi sınav başarısız geçtiyse verilen yanlış yanıtları gözden geçirip her defasında yeniden daha güçlü şekilde sınava hazırlanmak temel ve tarihsel görevdir.

Bugün kimi müzik gruplarının hiçbir üretim ortaya koyamıyor oluşlarının sebebi, mücadelesinin bittiğini ilân edenlerdir. Bugün hangi şair, şiirinin ideolojik zeminini değiştirdiyse yakın olduğu çevrenin tarihinin sona erdiğini kabul etmesinden kaynaklıdır. Anıları mücadelede yaşatma kararlılığını gösteremeyenler, sosyolojinin edebiyatını yazamazlar.

Mücadelesi olanın sanatı, değerleri, tarihi, ilkeleri ve kültürü olur. Bunlarla halka ve sınıfa ulaşıp ardılı oldukları tarihi yaşatabilirler. Sanatını da mücadelesini de halkın ve sınıfın içinde yer alarak üretir. Anılar böyle yaşar mücadelede, sınıfsız sömürüsüz düzen kurmanın kesintisiz bir süreç olduğu bilincine varanlar, çabalarının ahlak yasası olduğunu bilirler, çünkü sömürü düzeni, ahlaki sorunları üreten bir çarktır. Onun ahlakı ve kültürüyle ona karşı bir mücadele verilmez. Mücadele, alternatif ve çözüm üretmek zorundadır. Halk “böyle” (ki bu “böyle”nin yerine birçok olumsuz sıfat dizilebilir) olduğu için mi anılar mücadelede yaşayamaz yoksa anılar mücadelede yaşatılmadığı için mi halk “böyledir”? Bu soruya verilen yanıt, sizi ya anıları tüketen reformist ya da anıları yaşatan mücadeleci yapar. Diğer şekilde dersek “aktivist” yapar.

Anıları ve anıların müzeleştiği ot bitirilmeyecek yekpare mermerleri terk etmek, yurtsuzlaşmaya ve tarihsizleşmeye götürür. Bugün bunu yapmayanlar, entelektüel gevezelik zemininde hareket etmek istese ve on sayfalık cinsel kimlik araştırması projesi için emperyalist kuruluşlara başvuruda bulunsa “rahat” içinde yaşar, nitekim bunu yapanlar da var.

“Bize ne, benim ekonomik durumum bana yetiyor” diyerek mücadeleyi önemsiz ya da ütopik görüyorsanız, çevrenizi kuşatan yozlaşma, uyuşturucu, anomiye dönüşen şiddet sarmalına da “razısınız” demektir. Bu yol seçildiğinde trafikte aracını üzerinize sürenler, toplu taşımada kavga edenler, son ses müzikle rahatsızlık verenler, kabalığı iletişim biçimi olarak uygulayanlar, tanıdığınız yoksa işinizi halletmeyenlere de razısınız demektir, ama öyle değil! Mümkün değil, bu topraklarda yaşayan insanların bu sömürüye ve yozlaşmaya razı olması.

Bu düzen insanı insanlıktan çıkarıyor, düzenden nemalanan bir avuç insan dışında kimse razı değil. Haklı gerekçeleriniz var. Size anılar ve tarih anlatılmadı, güveniniz sarsıldı, yeri geldi, “sekter” davranıldı. Anılar, davranışla ve ilkelerle yaşatılmadı. Bunun aksini yapan, doğru hattı yürüten insanlarla ve çevrelerle hiç karşılaşmadınız belki de. O yüzden size de onlar ütopik olgular olarak anlatıldı. Belki de düzenin muhalefetine her defasında aldanıp gerçek alternatif bu sandınız. Marşları, türkülerin, değerlerin anıları ve mücadelesinin ne olduğu, sizin kulaklarınıza hiç ulaşmadı. Size yaşatılan sömürünün acılarını anlatan türküleri ve size cesaret veren marşları, yaşamınızı size ayna olarak tutan metinleri artık üretmiyorlar. Belki de güvendikleriniz, teslimiyet bayrağını çekti ve siz de umutsuzluğa ve yalnızlığa mahkûm edildiniz ama her şeye rağmen sömürü, her dakika kendini yeniden üretiyor.

Sömürü orada kaldı, kalıyor ama kalmayacak, çünkü her şey zıddıyla var olur, ağacın kurdu içindedir. Sömürü olduğu sürece onun karşısında mücadele hep var olacaktır. Haksızlık olduğu sürece hak arayanlar her zaman olacak. Birbirimize güvenmekten başka çaremiz yok. Kitleselleşip mücadele etmek zorundayız.

Meşru mücadelenin bilinciyle hareket ettiğimizde, ne uyuşturucu ne sömürü ne adaletsizlik ne talan ve yağma ne de duvarlarda faşist yazılar kalır. O zaman mücadelenin sanatı ve sosyolojinin edebiyatı üretilir. Yaşamıyla bayraklaşanların anıları ancak bu şekilde mücadelede yaşatılabilir.

Atasözlerine de güvenmek zorundayız: “Bir elin nesi var, iki elin sesi var.” O ses de “biziz”. Ağacın yeşil kalan dallarını korumak zorundayız, çünkü tohum ve kökler hâlâ canlı. Kendi anılarımızı mücadelemizle yazmak zorundayız.

S. Adalı
13 Şubat 2024

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder