Yazının başlığına konu olan mesele, bir sloganın ne
anlama geldiği üzerinden açılacak tartışmadır. Şüphesiz, iddialı bir slogan ve
ülkemiz soluna ait.
Edebiyatın sosyolojisi, edebi metinlerin gerçek
yaşamla hangi açılardan aynı düzlemde buluştuğu ve karakterlerin sınıfsal
açıdan temsil ettiği kişilikler üzerine yapılan çalışmaları kapsar.
Sosyolojinin edebiyatı da hangi gerçekliğin söz ve metin hazinesinin üretimine
katkı sağladığı üzerinedir.
Kimlerin anıları hangi mücadelede ve nasıl
yaşatılacaktır? Bu soruya yanıt vermek, mücadelenin perspektifini ve kapsam
alanını açığa çıkaracaktır.
Anadolu tarihi, hak arama mücadeleleriyle şekillenir.
Bu damar, bu toprakların mayasında hep bulunur. Yörüklerin düze inmeye
direnmesi, Pir Sultan’ın adalet ve hak temelli duruşu, Dadaloğlu’nun vergi ve
sömürüye geçit vermemek için başlattığı mücadele, Bedrettin’in Ege’de kurduğu
komün ve daha nice sıcak mücadele tarihimizin köklerini oluşturur. Mücadelenin
bu topraklarda saldığı kök, 60 sonrasında fidana döner. Tohum doğru toprağa
atıldığından, fidan da boy verir. Köklerin anıları türkülerle, atasözleriyle,
ağıtlarla, halk hikâyeleriyle yaşıyor.
60 sonrası fidanın dalları 71 ve 80’de ne kadar
kırılmaya çalışılsa da dalların bir kısmı yeşilini korudu. Öyledir. Bir ağaca
zararlı böcekler yuvalandığında her zaman tamamını kurutmaz, diyalektik süreç
gereği bazı dallar bu mücadelede meyve vermese de kendini korumayı başarır.
Orman yangınlarında kül içinden ışınlar türer.
Sosyolojinin edebiyatı bağlamında aktardığımız slogana
dönersek; bu slogan, hem bir iddiayı hem de verilen bir sözü içerir. Sınıfsız
sömürüsüz düzen yolunda bedeli yaşamlarıyla ödeyenlerin ardından “Anıları
mücadelemizde yaşayacak!” denir.
Nedir bu anılar? Yoldaşlarının bir araya gelip “Yazık
oldu, güzel insandı. Vay be, bir defasında şöyle bir anımız olmuştu, şöyle
demişti...” nostaljisi midir? Kesinlikle bu değildir. Anıları birer öğretidir,
yola devam edenlere. Mücadelenin hangi noktasında tıkanma yaşanıyorsa, onu aşma
çabasında gösterdiği gayrettir, yönetebilme ve hangi zamanda hangi bedelin
ödeneceğini bilmesidir. Mücadele içinde hem kendini dönüştürme hem de sınıfı ve
kitleyi dönüştürmesidir. Disiplinli ve ilkeli yaşamasıdır. Çevresinde
uyandırdığı güvendir. Sahiplenme kültürünü yeniden üreterek sürdürmesidir.
Haklı olduğu mücadelenin meşruiyetine duyduğu güvenle tek başına kalabileceği
zamanlar da olsa mücadeleyi omuzlamasıdır. Ahlaklı bir yaşam sürdürmesidir.
Umutsuzluğa teslim olmamasıdır. “Ama dönem onların dönemi, biz zayıfız”
serzenişinde bulunmayıp, mücadelenin kesintisiz bir süreç olduğu bilincine
sahip olmasıdır. Her zaman yapılabilecek bir şeyler olduğu arayışıdır ve
yapmasıdır. Anıları bunlar ve daha fazlasıdır.
Feodal bir nostaljik ruh hâliyle, yenilgi ve yılgınlık
sofrasında teslimiyet lokması yiyerek yad edilmesi değildir. Sanatla, davranış
biçimiyle, onları tanımayan kulaklara yaşamlarını ve mücadelelerini
anlatmaktır. Onların devamcısı olduğunu insanlara anlatarak mücadeleyi
büyütmektir. Müzisyensek türkülerde, yazar ve şair isek üretimlerimizde,
tiyatrocuysak mücadelelerini sahnelerde, bunlardan herhangi bir yeteneğe sahip
değilsek mezarlarında ot bitirmeden büyük bir ailenin ferdi olmanın bilinciyle
mücadele içinde yer almaktır.
Okulumuzun, evimizin, iş yerimizin, mahallemizin
duvarına yazılan faşist yazıyı silemiyorsak demek ki anıları mücadelemizde
yaşamıyor. Alkol masalarında onları hatırlayıp hüzünlü bir nostaljiye
kapılıyorsak demek ki mücadeleyi yozlaştırıyoruz. Reformizme kaydığımız anda
hangi çevre ve gelenekten geliyorsak demek ki o çevreyi var edenleri ya da
anısı mücadelede yaşayacak olanları çoktan terk ettik. Islıkla da olsa
tepkimizi veremiyorsak demek ki anıları da o olmayan mücadelemizde yaşamıyor.
Bugün anıları mücadelelerinde yaşayanlara “Narodnik,
işçi sınıfından kopuk, anarşist, sekter, gerici, ütopik” diyen reformistler,
kendilerini var eden tarihe sırt dönüp kendi geçmişlerine bu sıfatları
yakıştırıyor demektir. Ağacın kuruyan dalları onlardır.
Kimdir, anıları mücadelelerde yaşayacak olanlar?
Ateşten denizleri mumdan gemilerle geçmeye çalışanlardır. Duvara yazdığı
slogana bedeller ödeyerek sahip çıkıp 13 Eylül sabahı mücadele bitti
umutsuzluğuna düşmeyenlerdir. Emperyalizmi bu topraklardan püskürtenlerdir.
Kendi kariyerini ve rahat alanını mücadele uğruna terk edenlerdir. O tarihten
geldiğini ve ardılları olduğunu iddia eden çevreler, onları yaşatmıyorsa ne anı
kalmıştır ne mücadele.
Bugün bu bilince sahip olanlar, 24 saatini sınıfsız
sömürüsüz düzen kurma mücadelesi için ideolojiyi geliştirmek ve kavgaya ter
dökmek için çaba harcayanlardır. “Dönem de böyle n’apalım” demek yerine, “umutsuzluğa
teslim olduğun an yenildin” diyenlerdir. Yenilgi bir okuldur ama ak buğdayla
kara buğdayın ayrıştığı yerdir. Asıl yenilgi, okulu terk etmektir.
Mücadele de içinde gerilemenin, ilerlemenin,
durağanlıkların olduğu bir okuldur. Hangi sınav başarısız geçtiyse verilen
yanlış yanıtları gözden geçirip her defasında yeniden daha güçlü şekilde sınava
hazırlanmak temel ve tarihsel görevdir.
Bugün kimi müzik gruplarının hiçbir üretim ortaya
koyamıyor oluşlarının sebebi, mücadelesinin bittiğini ilân edenlerdir. Bugün
hangi şair, şiirinin ideolojik zeminini değiştirdiyse yakın olduğu çevrenin
tarihinin sona erdiğini kabul etmesinden kaynaklıdır. Anıları mücadelede
yaşatma kararlılığını gösteremeyenler, sosyolojinin edebiyatını yazamazlar.
Mücadelesi olanın sanatı, değerleri, tarihi, ilkeleri
ve kültürü olur. Bunlarla halka ve sınıfa ulaşıp ardılı oldukları tarihi
yaşatabilirler. Sanatını da mücadelesini de halkın ve sınıfın içinde yer alarak
üretir. Anılar böyle yaşar mücadelede, sınıfsız sömürüsüz düzen kurmanın
kesintisiz bir süreç olduğu bilincine varanlar, çabalarının ahlak yasası
olduğunu bilirler, çünkü sömürü düzeni, ahlaki sorunları üreten bir çarktır.
Onun ahlakı ve kültürüyle ona karşı bir mücadele verilmez. Mücadele, alternatif
ve çözüm üretmek zorundadır. Halk “böyle” (ki bu “böyle”nin yerine birçok olumsuz
sıfat dizilebilir) olduğu için mi anılar mücadelede yaşayamaz yoksa anılar
mücadelede yaşatılmadığı için mi halk “böyledir”? Bu soruya verilen yanıt, sizi
ya anıları tüketen reformist ya da anıları yaşatan mücadeleci yapar. Diğer
şekilde dersek “aktivist” yapar.
Anıları ve anıların müzeleştiği ot bitirilmeyecek
yekpare mermerleri terk etmek, yurtsuzlaşmaya ve tarihsizleşmeye götürür. Bugün
bunu yapmayanlar, entelektüel gevezelik zemininde hareket etmek istese ve on sayfalık
cinsel kimlik araştırması projesi için emperyalist kuruluşlara başvuruda
bulunsa “rahat” içinde yaşar, nitekim bunu yapanlar da var.
“Bize ne, benim ekonomik durumum bana yetiyor” diyerek
mücadeleyi önemsiz ya da ütopik görüyorsanız, çevrenizi kuşatan yozlaşma,
uyuşturucu, anomiye dönüşen şiddet sarmalına da “razısınız” demektir. Bu yol
seçildiğinde trafikte aracını üzerinize sürenler, toplu taşımada kavga edenler,
son ses müzikle rahatsızlık verenler, kabalığı iletişim biçimi olarak
uygulayanlar, tanıdığınız yoksa işinizi halletmeyenlere de razısınız demektir,
ama öyle değil! Mümkün değil, bu topraklarda yaşayan insanların bu sömürüye ve
yozlaşmaya razı olması.
Bu düzen insanı insanlıktan çıkarıyor, düzenden
nemalanan bir avuç insan dışında kimse razı değil. Haklı gerekçeleriniz var.
Size anılar ve tarih anlatılmadı, güveniniz sarsıldı, yeri geldi, “sekter”
davranıldı. Anılar, davranışla ve ilkelerle yaşatılmadı. Bunun aksini yapan,
doğru hattı yürüten insanlarla ve çevrelerle hiç karşılaşmadınız belki de. O
yüzden size de onlar ütopik olgular olarak anlatıldı. Belki de düzenin
muhalefetine her defasında aldanıp gerçek alternatif bu sandınız. Marşları,
türkülerin, değerlerin anıları ve mücadelesinin ne olduğu, sizin kulaklarınıza hiç
ulaşmadı. Size yaşatılan sömürünün acılarını anlatan türküleri ve size cesaret
veren marşları, yaşamınızı size ayna olarak tutan metinleri artık üretmiyorlar.
Belki de güvendikleriniz, teslimiyet bayrağını çekti ve siz de umutsuzluğa ve
yalnızlığa mahkûm edildiniz ama her şeye rağmen sömürü, her dakika kendini
yeniden üretiyor.
Sömürü orada kaldı, kalıyor ama kalmayacak, çünkü her
şey zıddıyla var olur, ağacın kurdu içindedir. Sömürü olduğu sürece onun
karşısında mücadele hep var olacaktır. Haksızlık olduğu sürece hak arayanlar
her zaman olacak. Birbirimize güvenmekten başka çaremiz yok. Kitleselleşip
mücadele etmek zorundayız.
Meşru mücadelenin bilinciyle hareket ettiğimizde, ne
uyuşturucu ne sömürü ne adaletsizlik ne talan ve yağma ne de duvarlarda faşist
yazılar kalır. O zaman mücadelenin sanatı ve sosyolojinin edebiyatı üretilir.
Yaşamıyla bayraklaşanların anıları ancak bu şekilde mücadelede yaşatılabilir.
Atasözlerine de güvenmek zorundayız: “Bir elin nesi
var, iki elin sesi var.” O ses de “biziz”. Ağacın yeşil kalan dallarını korumak
zorundayız, çünkü tohum ve kökler hâlâ canlı. Kendi anılarımızı mücadelemizle
yazmak zorundayız.
S. Adalı
13
Şubat 2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder