28 Eylül 2022

,

Satrap

Türkiye’de esasen sosyalist hareketin laiklik gibi bir derdi yok. Sol örgütler için laiklik, devlete ve sermayeye hoş görünmek ve işmar etmek için kullanılan bir makyajdan ibaret. O, ordunun gölgesine sığınanların bahanesi, “sermayeye kulluk edeceğim” sözü verenlerin kılıfıdır.

Yüz yıldır sol, kendisini ancak sağcıların dilindeki argümanlara göre kurabilmiştir. Onun dışındaki devrimci ve komünist pratik, sol tarafından tasfiye edilmiştir. Sol, ancak sağ kadar, onun izin verdiği ölçüde konuşabildiğini bilir.

Sol örgütler, sağın “bu solculuk bu topraklara yabancı” sözüne göre inşa edilmişlerdir. Her daim ve sürekli, bu topraklara yabancı olmadıklarını ispatlama derdindedirler. Bunun için bir toprak tarif ederler. Toprak, bir süre sonra faşist harekette görüldüğü türden, sınıf ve sınır dışı, yüce ve kutsal bir değer hâline gelir, eleştiriden muaf olmak için, o toprak, eleştiriden muaf tutulur. O toprağın devleti koruma altına alınır. Buna da “TKP’cilik” denilir.

* * *

TKP danışma kurulu üyesi şahıs[1], İran cumhurbaşkanını ve tabii ki 1979 devriminin arkasındaki iradeyi “İran toprağına yabancı bir unsur” olarak gördüğünü söylüyor. Bunu söyleyerek, buradaki toprak sahiplerine işmar ediyor. Çünkü İran’a dair ne söyleniyorsa, Türkiye için söyleniyordur.

Bugün TKP danışma üyesi, bugün bin yıllık medeniyetin temsilcisi olduğunu iddia eden Şah yanlıları gibi konuşuyor. Konuşmaya mecbur. Çünkü o danışman, Koç’un adamı.

Bu anlamda, TKP’nin danıştığı kurulun üyesi, Şah yanlısı bir sağcıdır. Sağa göre inşa edilmiş sol, ancak sağcılık üretebilir.[2] Nereye örgütleniyorsan, nereyi örgütlüyorsan, osundur. Orta sınıfa örgütlenen, onun düdüğünü üflemeye mecburdur.

Bugün mesele, TKP’ye açma izni verilen semtevlerinin, esasen kısa vadede seçim bürosu, uzun vadede emlak bürosu olmasıdır. O izin, bunun içindir. Bu seçim sürecinde TKP balonuna kim üflüyorsa, halkın ve işçi sınıfının düşmanıdır. Çünkü o balon, çarpma anında şiddeti düşürmek için kullanılan bir tür hava yastığıdır. Orta sınıfın elinde sol, hava yastığından başka bir şey olamaz.

Bir belediye seçiminde başörtülü adayı manşetlere ve sahneye taşıyan bir partinin laiklik gibi bir derdi yoktur, olamaz. Onun için laiklik, devlete ve sermayeye hoş görünmek için giyilen bir kıyafetten ibarettir.

* * *

İran’da iki tutam saç için sokaklar yakılırken, burada laik geçinen solcular, ancak İran haberleriyle birbirlerini gaza getirebiliyorlar. Bu “kendine propaganda”nın ezilene, sömürülene bir hayrı yoktur. Sola İran’ı küçümseyip, onu “haydut devlet” gören ABD’nin yanına hizalanma, ama kendi ülkesinde kitlelere seçim havucunu sallama görevi verilmiştir.

İran’da irade, “biz Küfe ehli değiliz, Ali’yi yalnız bırakmayız” diyen halk kitleleriyle tanışmadığı, kaynaşmadığı, orayı sınıfsal anlamda bölmediği sürece hiçbir sonuç alamaz. Kısa vadeli çözüm için en fazla emperyalizmin kuyruğuna tutunabilir.

TKP danışma kurulu üyesinin cahil cesaretiyle, İran toprağına yabancı saydığı ideoloji, o halkın kavgasına kazılı, direncine yazılıdır. Bu kavgaya düşman olan danışma kurulları, ancak devletin hâkim kanatları ve egemen sınıf fraksiyonları arasında yaptıkları seçimi sosyalizm diye yutturmak için uğraşırlar.

Bugün solun tamamı, Ekim Devrimi’nin karşısında hizalanmış sol örgütlere dönüşmüştür.[3] Sol, Ekim düşmanıdır. Dışarlıklı, bu toprağa yabancı, gerçek ve akıl dışı olarak suçlanmaktansa sol örgütler, devletle ve sermayeyle varolmayı seçmişlerdir. Onların filizlendiği toprak burasıdır.

Bugün sol örgütler, içeriden, yerli, gerçek ve makul olmanın devletin ve sermayenin safında olmakla mümkün olduğunu düşünüyorlar. Bu sebeple onlar, devlete ve sermayeye karşı her türden “Bolşevik” itirazı yok etmek zorunda. Varlıklarının gerekçesi bu.

* * *

TKP’nin danıştığı kurulun üyesi şahıs, aslında Amerika’da yaşayan İranlı’nın değerlendirmesinde dile getirilen beyazlığın savunucusudur.

“Sürgündeki şah yanlısı kişilerin büyük bir kısmı, imtiyazlarının devrim yüzünden yitirildiğini, o imtiyazların ise esasen onurlu bir şey olan beyaz olma ayrıcalığı aracılığıyla elde edildiğini düşünüyor.”[4]

İlker Belek gibiler, pandemiyi koruma hareketi üyesi olarak, ilâç şirketlerine göre kendilerini inşa ediyorlarsa eğer, bu beyazlığın savunucuları da kendilerini Müslüman ve Kürt düşmanlığına göre kurmaya mecburdurlar. Bu düşmanlık, tabii ki mülkiyete dairdir. Bu solcular, kendileri gibi mülküne tehdit gördüğü unsurlara yönelik düşmanlığı sosyalizm diye pazarlamaya mecburdurlar. İlâç mümessilliği nasıl ki sosyalizm değilse, orta sınıfın mülkünü savunmak da sosyalizm olamaz.

TKP gibi sol yapılar ancak, yağma ve işgal pratiği dâhilinde Müslüman’a ve Kürt’e doğru genişleyen sermaye ve devletin gözdesi olmaktan çıkmış, bu konuda paniğe kapılan eski mülk sahibi, mülke ortak olduğunu sanan küçük burjuvaları örgütleyebilir. O küçük burjuvanın kini ve öfkesine kırmızı bir boya çalınmaktadır.

TKP danışma üyesi gibilerin “Binlerce yıllık İran kültürü” dedikleri şey de sarayların, efendilerin, kralların ve satrapların kültürüdür. Danışma üyesi, ezilenin, sömürülenin kültürüne, Ali’nin yolundan, Hüseyin’in sancağı ile yürüyenlere düşmandır. O nedenle, Twitter vitrinlerinde vakitlerini burjuva kültürüne methiyeler düzmekle geçirmektedirler. Kışlık Saray’daki Çin vazolarını kıran proleterler, TKP gibiler için kâbustan başka bir şey değildir.

* * *

Öyle ya da böyle, sol örgütler, ezilenin sömürülenin iradesine örgütlenmediği, o iradeyi örgütlemediği için 1979’da yenildiler. İranlı bir Marksistin dediği gibi, “kimse, gelip devrimi solun elinden çalmadı. Sol, aslında devrime hiç hazır değildi.”[5] Ama mollalar, “ekonomik krizle geçen dönemi (1974-79) kitle tabanı oluşturmak, propaganda faaliyeti yürütmek, camileri kitleleri organize edip harekete geçirmek için kullandılar.” Sol ise bu dönemi “diktatörlüğe karşı birleşik cephe” gibi konulara dair soyut tartışmalar yürüterek geçirdiler.

Bu süreç, “Arap’ın hikâyesi” denilerek aşağılandığı düşünülen İslam ve Şiiliğe dair cehaletle izah edilemez. Mollanın tarihsel konumu, Şiiliğin tarihsel-toplumsal yeri, sınıfsal gelişmelerde ezilenleri kimlerin örgütlediği gibi meselelere bakmayanlar, İran’ı ancak kendi hayalciliklerine malzeme olarak kullanırlar. İran'a bakıp Türkiyeliliğe şükretmekle ömür tüketirler.

* * *

24 Ocak 1993 günü patlayan bombanın sesini işittik, kısa bir süre sonra TV ekranının altında kayan yazıdan Uğur Mumcu’nun öldürüldüğünü öğrendik.

Cenazesine on binler katıldı. “MİT, CIA, Kontrgerilla”ya işaret eden sloganlarımızla ve o toy hâlimizle, oradaydık.

Maltepe Camii önüne gelindiğinde, etrafımızdaki insanlar, karşıdaki binanın üçüncü katını gösterip “N’apıyor bunlar böyle, kim bunlar?” diyorlardı. O katta o günlerde STP diye anılan “TKP” bürosu vardı. İçerideki insanlar, büronun camına boydan boya dizilip kitleyi seyre dalmışlardı. Ertesi gün o izleyicilerden birine, “cenazeye neden katılmadıklarını” sorduk. Soruya “Metin abi, Uğur Mumcu’nun MİT ajanı olduğunu söylüyor, o yüzden katılmadık” cevabını verdiler.

“Metin abi”, kısa süre önce ölen Metin Çulhaoğlu’ydu. Partinin akıl hocası olan bu kişi, sonra, 28 Şubat sürecine doğru “darbe olacak ve darbenin kitle tabanını Atatürkçü Düşünce Derneği oluşturacak” tespitine yer verdiği yazılar yazdı. Gelgelelim, Çulhaoğlu ve çizgisi, on beş yirmi yıl sonra Uğur Mumcu’nun da ADD’nin de gerisine düştü. Biden’la aynı gemiye bindi.[6]

Son TKP içi bölünmede ana tartışma konusunun “Fethullahçıların gemisine binelim mi binmeyelim mi?” tartışması olduğu söyleniyordu. Her iki taraf da binme yanlısıydı. Ama Kemal Okuyan, saflık, arınıklık, sterillik düşkünü, kişisel egosu ve kariyerine sevdalı olduğu için, “Hayır, o gemiye binmeyelim, bizi kirletir” dedi. Metin başkan ve yoldaş Baş, “bizim abdestimiz sağlam” cevabını verdi. Tilmizi Okuyan ise,

“Gorbaçov dönemi, Brejniyev ve Hruşçov dönemlerinin kapsamlı bir eleştirisinden yola çıkarak yeni bir sıçramayı belirledi, yeni bir süreci başlattı. […] Gorbaçov’un konuşması bu anlamda bir umut ışığıdır.”[7]

diyen hâlini ve fikrini hiç değiştirmedi. Avrupa soluyla organik bağını hiç kopartmadı. Kendisini, Sovyetler’in tasfiye süreci için gerekli ideolojik araçları üreten Avrupa KP’lerinin teslimiyetçi çizgisine bağladı. Öyle ki partisi, Küba Devrimi’nin içeriğine ve biçimine tümüyle karşı olmasına rağmen, Küba sempatisini örgütlemeye çalıştı. Bunun için dernek kurdu. Aslında bu Küba ilgisi de Küba’nın Batı’yla, özellikle Avrupa’yla ve sermayeyle ilişki kurmak için adım attığı günlerde başladı. Bugün aşı ve eşcinsellik konusunda Küba’ya destek vermelerinin sebebi, oradaki glasnostu Avrupa adına savunup kendi çizgisini buradan meşrulaştırmak.

Sol içerisine yönelik operasyonun adı olarak TKP “elektrik devletleştirilsin” eylemlerini ancak, bugün İngiltere ve Almanya’da elektrik dağıtımını kamulaştırma kararı verildiğini işitince yapabiliyor. Ancak Avrupa’dan işaret alındığında, burada eylem yapılabiliyor. Bu açıdan, TKP, liberal Selin Sayek Böke’nin de gerisine düşüyor. Bu tür sol örgütler, efendiler adına sahayı boşaltıyorlar, böylelikle sağ partileri parlatıyorlar. TKP, göçmenleri örgütleyeceğini Avrupa sınırlarını korumayı görev bellediği için söylüyor. Başkanı, Şangay İşbirliği Örgütü ile yapılan görüşmelerin ardından, bu Avrupacılığı sebebiyle, “ülke Avrupa’dan kopmaz, kopamaaaz!” deme gereği duyuyor.

Satrap, Pers imparatorluğundaki bölge valilerini ifade ediyor. Bugün solcular, bugünün “imparatorluğu”na bağlı bölgelerin valileri olmak için birilerine yaranmaya, hoş görünmeye çalışıyorlar. “Laiklik” diye bağırıyorlar, ama onun için dövüşecek ne bir iradeleri, ne istekleri, ne de güçleri var. O yaranma, hoş görünme çabasına “sosyalist siyaset” diyorlar. Kendilerini ve başkalarını kandırıyorlar. Sosyalist siyasetse sadece ezilenin, sömürülenin kolektif iradesiyle tanımlı. Onun satrap adaylarının mülkiyetiyle ve rekabetiyle bir alakası yok.

Eren Balkır
25 Eylül 2022

Dipnotlar:
[1] Engin Solakoğlu, “Dış gücün resmi”, 23 Eylül 2022, X.

[2] Laborans’ın “Güney Azerbaycan” tabirini kullanması da aynı sağcılaşmanın tezahürüdür. Bu solcular, MİT’e bağlı Türkçülerin jeopolitikasına örgütlenmişlerdir. Yağmadan pay istemektedirler. [Laborans, “Güney Azerbaycan Halkı”, 23 Eylül 2022, X.

[3] Eren Balkır, “Siyanür”, 11 Kasım 2019, İştiraki.

[4] Areş Davari, “İranlı Göçmenlerde Sol Liberalizm”, 2018, İştiraki.

[5] Yasemin Mater, “Fedai Pratiğinden Çıkartılacak Dersler”, 10 Eylül 2008, İştiraki.

[6] Metin Çulhaoğlu, “Evet, Bu Kez Herkes Aynı Gemide!”, 9 Kasım 2020, İleri.

[7] Cemal Hekimoğlu, “Glasnost ve Sol”, Temmuz 1987, Gelenek.

0 Yorum: