25 Mart 2016

, ,

Obama Suudi Arabistan’a ve Sünni Müttefiklerine Sırtını Döndü


Yorumcular, Obama’nın Suudi Arabistan ve Sünni devletlerle ilgili iğneleyici yorumunun sahip olduğu önemi gözden kaçırdılar. Obama, ABD’nin müttefiki olan bu devletleri mezhepçi bir nefreti körükledikleri ve kendi adlarına ABD’yi bölgesel savaşlarına dâhil etmeye çalıştıkları için uzun süredir eleştiriyordu. Goldberg’le yaptığı mülâkatta Obama, ABD dış siyaset kurumlarının geleneğini sürdürmenin neden ABD’nin çıkarına olmadığını izah ediyor, hakir gördüğü bu gelenek, Obama’ya göre, Suudilere ve müttefiklere otomatik destek sunuyor.

Obama’nın dile getirdiği argümanlar önemli, zira asla düşünmeden söylenmiş laflar değil, detaylı, kapsamlı, dikkatle ele alınmış ve ABD siyasetindeki yeni başlangıçlara yol açacak tespitler bunlar. Asıl dönüm noktası 30 Ağustos 2013’tü. O tarihte Obama, Suriye’de hava saldırıları gerçekleştirilmesini reddetti. Böylesi bir saldırı, ABD’nin askerî eyleme başlamasını getirecek, böylelikle Şam’da rejim değişikliği yapılacaktı. Bu eylem süreci, Obama kabinesinin büyük kısmının aynı zamanda dış politika uzmanlarının önerdiği bir yoldu.

Suudi Arabistan, Türkiye ve Körfez monarşileri istediklerini alabileceklerine ve ABD’nin Esad’ı devirerek kendi işlerini ifa edeceğine ikna oldular. Bu devletler bu işlerin kolay olacağını düşündüler, oysa bu, Amerikan müdahalesi olmaksızın mümkün değildi, bu noktada bir iktidar boşluğu oluşacak, söz konusu boşluk, Irak, Afganistan ve Libya’da olduğu gibi köktenci İslamcı hareketlerce doldurulacaktı.

Goldberg’e göre, Suriye’yi bombalamayı reddederek Obama, “kendisinin ‘Washington’ın taktik tahtası’ dediği şeyden ayrışmayı sağladı. Bu, onun kurtuluş günüydü.”

ABD, 11 Eylül’den beri selefi cihadizmi yarattığı için Suudileri suçlama konusunda gönülsüz bir tavır içerisinde olageldi. Bu cihadizmin merkezinde Sünnilerin Şiilere ve diğer İslamî yaklaşımlara yönelik nefreti, ayrıca kadınların köleleştirilmesi dâhil, baskıcı toplumsal gelenekler duruyor.

Obama, El-Kaide ve IŞİD’in kökenlerinden haberdar. Çocukluğunu geçirdiği Endonezya’da İslam’ın hoşgörüsüz ve herkesi dışlayan bir hâl aldığını biliyor. Bunun neden olduğu sorulduğunda Obama şu cevabı veriyor:

“Suudiler ve Körfez’deki diğer Arap devletleri, ülkeye para, çok sayıda imam ve hoca taşıdı. Doksanlarda Suudiler, kraliyet ailesinin desteklediği köktenci İslam versiyonunu öğreten Vehhabist medreseler ve okullara para akıttılar.”

Hâkim Sünni İslam’ın “Vehhabileşmesi”ne dönük bu kayma, Sünni olan, 1,6 milyar Müslüman içindeki kesimin önemli bir kısmını etkiliyor.

Petrole sırtını yaslamış Arap devletleri, güçlerini dinî yayılma benzeri araçlarla başka coğrafyalara genişletiyor, bu noktada nüfuzlu görülen kurum ve kişiler satın alınıyor. Washington’da önceden epey itibar gören akademik kurumların bile Körfez’den gelen paralar karşısında utanmaz bir hâl içinde, ağızlarının suyunun aktığı görüldü. Bu tip kurumlar, Irak, Suriye, Lübnan ve başka yerlerdeki yolsuzluğa bulaşmış liderlerin ve yırtıcı savaş ağalarının desteğini gördü.

Obama ve şürekasıyla sıkı fıkı bir ilişki içinde olan Goldberg’ün söylediği kadarıyla, “Beyaz Saray’da birçok önemli dış siyaset kuruluşunun Araplardan ve İsrail’den para aldığı düşünülüyor.” Bu türden birçok düşünce kuruluşunun merkezi olan Massachusetts Bulvarı’na atıfta bulunan bir yetkiliye göre bu bulvar, “Arapların işgal ettiği bir toprak.” Televizyon ve gazeteler, bu türden düşünce kuruluşlarından kimi uzmanlardan gönül rahatlığı ile alıntı yapıyor. Bu kuruluşlara lekesiz bir nesnelliğe sahip, tarafsız birer akademisyen muamelesi yapılıyor.

ABD’deki seçim sonrası yeni başkan, ABD dış siyasetini Sünni iktidarlara güvenme siyasetinden uzaklaştırıp Amerikan ordusunu ve politik “gücünü” kendi çıkarları için kullanabilir. Önceki ABD liderleri, Afganistan, Irak, Libya ve Suriye’de felaketlere yol açan girişimlere gözlerini kapayıp durdular. Goldberg, Obama’nın “Amerika’nın Sünni Arap müttefiklerinin Amerika karşıtı terörizmi beslemesi konusunda oynadığı rolü yoğun bir biçimde sorguladığını söylüyor. Dış siyasetteki kitabî yaklaşımların kendisini Suudi Arabistan’ı müttefik olarak görmeye mecbur ettiği için rahatsız olduğunu açıktan ifade ediyor.”

ABD dış siyasetindeki yeni çıkışlarla ilgili asıl tuhaflık, bu çıkışların gerçekleşmesinin epey uzun bir zaman alması. 11 Eylül günlerinde uçakları kaçıran 19 kişiden 15’inin Suudi olduğu, Ladin ve bağışçılarının bu eylemi finanse ettiği biliniyordu. Dahası ABD, Suudi Arabistan, Türkiye, Pakistan ve Körfez krallıklarına büyük güçlermiş gibi muamele etti, oysa onların gerçek güçlerinin ve Batı’ya sadakatlerinin sınırlı olduğu açıkça görülüyordu.

ABD’nin uzun süredir desteklenen ve Pakistan’da sığınmasına izin verilen Taliban’ın yenilemediği görülse de Amerikalılar, bu meselede Pakistan’ı hiçbir zaman karşısına almadılar. Goldberg’e göre Obama, “işlevsiz olduğunu düşündüğü Pakistan’ın artık ABD’nin müttefiki olarak görülmemesi gerektiğini” söylüyor. Türkiye konusunda ise Obama, Erdoğan’a dair kimi umutlara sahip, ama gene de o, Erdoğan’ı politikaları başarısız olmuş, otoriter bir yönetici olarak görmeye başlamış.

Obama’nın dış politikasının çarpıcı yönü, onun hata ve yanlışlarından öğrenmesi. Bu, Libya’da Kaddafi’yi deviren silâhlı muhalefeti desteklemenin doğru olduğunu iddia eden Cameron’ın yaklaşımına karşıtlık arz ediyor. Öte yandan, İngiliz Muhafazakâr Parti üyesi George Osborne ise 2013’te Suriye’nin bombalanması için mecliste yeterli oy alamamasının yasını tutuyor.

Obama’nın Libya’da NATO’nun hava saldırısında öncü rol oynayan Sarkozy ve Cameron konusunda küçümseyici bir dil kullanması şaşırtıcı değil. ABD, Fransa’nın desteği karşılığında Sarkozy’nin palavralarına uyum sağladı, oysa Obama, “ABD tüm hava savunmalarını temizlemiş, müdahale için gerekli altyapıyı kurmuştuk” diyor. ABD’nin 2003’te Irak’ta yaptığı yanlışları yapmamaya dönük tüm çabalarına karşın Obama şu sonuca ulaşıyor: “Libya artık bataklık, orada herkes boka battı.” Bu noktada suçu ABD müttefiklerinin edilgenliğinde ve Libyalı kabileler arası ayrışmada buluyor.

Üç yıl sonra Libya’nın kaosun içine gömülmesi ve savaş ağalarının eline düşmesi, Obama’ya Suriye’ye yönelik askerî müdahale konusunda bir ikaz görevi gördü. Obama, Libya’daki felaketin Suriye’de de tekrarlanabileceğini düşündü.

Libya’da oluşan vahim sonuç, Cameron ya da dışişleri bakanı Philip Hammond üzerinde zerre bir etki yaratmadı. Bu isimler, Obama’nın artık terk ettiği argümanlara başvurarak silâhlı eylemi savunmayı sürdürdüler. Obama ise bu tip argümanların olayların seyri üzerinden itibarsızlaştığını gördü, bunların Amerika’nın gücüne kene gibi yapışmış yapıların sadece kendisine hizmet eden girişimler olduğunu anladı.

Kasım seçimi sonrası Obama’daki Suudiler, Türkiye, Pakistan ve diğer ABD müttefikleri ile ilgili realist yaklaşımın ve ABD dış siyaset kurumuna dönük şüphelerinin yeni yönetimce ne ölçüde paylaşılacağı daha iyi görülecek. Alametler bugünden bakıldığında pek hayırlı değil, zira Hillary Clinton, Irak’ta 2003’te yaşanan işgali, 2011’de Libya’ya yapılan müdahaleyi ve 2013’te Suriye’nin bombalanmasını desteklemişti. Eğer o başkan olursa, Suudiler ve ABD dış siyaset kurumu daha rahat nefes alacaktır.

Patrick Cockburn
12 Mart 2016
Kaynak

0 Yorum: