Bir gösteri bastırıldı, bir gazeteci dövüldü, bir
sanatçı tutuklandı, bir gazete sansürlendi ve bir eylemci işkence gördü.
Birileri tarafından övülen bir “manzara” olarak anayasa referandumundan on altı
ay ve yeni hükümetin seçilmesinden tam bir yıl sonra Fas’taki manşetler bozuk
bir plak gibi tekrarlıyorlar kendilerini. Meclis seçimlerinin 25 Kasım 2011’de
yapılacağı duyurulduğunda, 20 Şubat Hareketi ve destekçileri seçimlerin gerçek
bir değişimi koşullamayacağı tespiti üzerinden boykot kararı aldılar. Adalet ve
Kalkınma Partisi’nin (AKP) çoğunluğu ele geçirdiği seçimlerden bir yıl sonra
rejimin vaat ettiği “reform yolu”na henüz girilebilmiş değil. Dahası zenginler
için vergi muafiyeti, halk ayaklanmasını önlemeyi amaçlayan gıda destekleri ve
devlet bütçesinin orantısız bir biçimde birilerine peşkeş çekilmesinden
müteşekkil bir bileşim, yardım paketleri ve IMF’den alınan borçlara giderek
daha fazla bağımlı hâle gelen ülkenin berbat ekonomik görünümünü izah eder
nitelikte.
Esasında bu yapılması öngörülen Kasım 2011 seçimleri
birçok gözlemci, kralın takdim ettiği anayasa reformlarına ilişkin ilk sınav
olarak değerlendirdi. Reformlar yanında, kadınlar ve gençler için tahsis
edilecek koltuklara kota konuldu ve bu durum ciddi ihtilaflara yol açtı. Ayrıca
seçimler en çok oy alan partinin liderinin kral tarafından başbakan olarak
tayin edilmesini ilk kez sağladı. Başbakan bunun dışında “hükümetin başı”
unvanını alıp meclisi dağıtma yetkisini eline geçirdi. Ancak reformlara rağmen
iktidarın önemli bir bölümü hâlâ kralın elinde. Muhtelif partiler, hareketler
ve kitle örgütlerinin talep ettikleri demokratikleşmeden ziyade serbestleşmeye
dönük birer adım olan bu sınırlı reformlar, seçimler esnasında oy kullanma
hakkına sahip Faslıların yarısını bile seferber etmeyi başaramadı. Nüfusun
yüzde elli beşinin oy kullandığı seçimlerde AKP oyların yüzde yirmi üçünü aldı
ve parti lideri Abdullah Benkirani başbakan oldu. Tıpkı
önceki seçimler gibi Kasım 2011 seçimleri de bir koalisyon hükümeti ile
sonuçlandı. Koalisyon bu sefer AKP, İstiklâl Partisi, Halk Hareketi ve İlerleme
ve Sosyalizm Partisi’ni içeriyordu.
Abdullah Benkirani’nin kabinesini resmî olarak takdim
etmesinden bile önce saray basına kraliyet danışmanlarının atanmasını duyuran
haberler aktardı. Bu danışmanların arasında Kral VI. Muhammed’in çocukluk
arkadaşı Fuad Ali Himma ve kralla arasındaki ilişkilerden politik ve mali
açıdan istifade eden ünlü bir saray dostu da vardı. AKP’nin seçim kazanmasını
önceleyen yıllarda Benkirani ve Himma birbirilerine hasımdı. Bu süre zarfında
Benkirani, Himma gibi simalara dönük eleştirel görüşlerini hiç mi hiç sakınmadı.
Göreve gelmesini müteakip iki hafta içinde Benkirani, Himma’yı kraliyet
danışmanı olarak atayan VI. Muhammed’e tepki niyetine şu sözü sarf etmek
zorunda kaldı: “Devletin başının Kral VI. Muhammed olduğu bir ülkede yeni bir
hükümet kuruyorum, benim patronum o. Patronum olan devletin başı, kendi
kraliyet sarayını yönetiyor.” Başbakan olarak, VI. Muhammed’in kendisinin
üzerinde duran bir otorite olduğunu kabul etmenin ötesinde Benkirani, rejimin
“reform yolu” olduğunu iddia ettiği şeyin statükoyu muhafaza etmek için inşa
edilmiş bir duvardan başka bir şey olmadığına dair herhangi bir emare
bulunmadığına ilişkin sav hakkında, Fas’ta mevcut sesleri istemeyerek dile
getirmiş oldu.
AKP ve üyeleri, politikaya inancını yitirmiş Faslıları
bir biçimde kucakladı. Önceki muzaffer partilerin tersine, AKP’nin yapısı
şeffaftı ve iç parti seçimlerine dayanıyordu. Halk önüne her çıktığında
Benkirani halk diline başvurdu ve diğer politik simalarla sürekli
ilişkilendirilen seçkincilikten ve kopukluktan uzak durdu. Partinin kimi
üyeleri bir dönem hapis yatmış isimlerdi, bugün adalet bakanlığı yapan Mustafa
Ramiz bile kısa süre hapisten çıkmış olan Faslı gazeteci Raşid Nini’nin
avukatlığını yapmıştı. Benkirani’nin kabinesindeki tek kadın olan Besima
Hakkuyi, tek bir kadın bakanın atanması kararına itiraz etti. Baştaki vaatlere
rağmen bir kez daha Fas’taki mevcut politik iklim, seçimleri kazanmanın politik
bir partinin başına gelebilecek en kötü şey olduğunu gösteriyor. Benkirani’nin
kullandığı halk dili artık alaya alınıyor. Ramiz’in geçmişteki reform yanlısı
duruşuna karşın eylemciler basit barışçıl gösteriler yaptıkları için
tutuklanıyorlar. On altı yaşındaki Faslı bir kızın kendisine tecavüz eden adamla
evlenmeye zorlanması ardından Hakkuyi, tecavüze uğramış kadının tecavüzcüsü ile
evlenmesi gerektiğini savunuyor ve bu durumun “gerçek herhangi bir zarar”a yol
açmayacağını söylüyor.
AKP’nin devam eden başarısızlığı ve onu en fazla
eleştirmiş kesimlerdeki insanı sağır eden sessizlik, Fas rejimindeki iktidarın
çok yüzlü doğasını da kuşatıyor. Monarşi bir yandan muhalefetin savunduğu
reformla ilgili dili kullanılırken, bir yandan da kendi otoritesini eşzamanlı
olarak dayatıyor, bunun sonucunda da hükümet AKP’ye teslim ediliyor. İtibarını
politik alana kendisini başarılı bir biçimde konumlandırmış olması sayesinde
edinmiş bir parti olan AKP, bir yandan diğer partilerle ilişkili olarak ortaya
çıkan yozlaşma ve akraba kayırmacılığı ile ilgili boş bir dizi anlayışlara dair
görece eleştirel bir tutum takınırken, bir yandan da monarşinin stratejisi
dâhilinde uyumlu bir aktör olarak iş görüyor. AKP’nin seçilmesi, partinin
kendisinden daha çok VI. Muhammed için politik bir zafer. Kral, monarşinin
muhafazası noktasında hayatî olan “Fas’ta reformların yapılması” ile ilgili
hikâyenin anlatılmasına devam edilmesi için AKP’nin seçilmesi en münasip yol.
Ancak monarşinin elindeki iktidar, hem AKP’nin mevcut imajına hem de ülkeyi
etkin biçimde yönetme becerisine zarar veriyor. En açık yoldan VI. Muhammed,
partinin en önemli hasmını kraliyet danışmanı olarak atamakla sadece AKP ve
liderliğine değil, ayrıca önceki hükümetin önemli simalarına da mesaj göndermiş
oluyor. Örneğin Kral, Clinton’ın Kasım 2011 seçimleri sonrasında Fas’ı ziyareti
esnasında AKP’yi utanç verici biçimde ezdi. Zira Clinton ilk toplantısını
mevcut dışişleri bakanı değil, hâlihazırda kraliyet danışmanı olan eski
dışişleri bakanı ile yaptı.
Burada tüm suçu monarşiye yüklemek olmaz. Geçmişte AKP
liderliğinin yaptığı coşkulu eleştirilerin de gösterdiği üzere parti mevcut
iktidar yapısını kabul ediyor ve bu hata mevcut politik imajına gereğinden
fazla zarar veriyor. Yukarıda bahsedilen Ramiz dâhil, birçok önemli üyesi,
aralarında 20 Şubat Hareketi’nin de bulunduğu muhalif kesimleri açıktan
desteklediği için sempatiyle karşılanıyordu. Bu sempati ve destek seçimler
ardından birkaç ay içerisinde eridi ve 20 Şubat Hareketi sistematik biçimde
ezildi. 2012 Temmuz’unda bir hâkim, söz konusu hareketin illegal olduğuna ve
hareketle bağlantılı her türden derneğin kovuşturulmasına hükmetti. İnsan
hakları ihlalleri ve hareketin birçok üyesinin tartışmalı hukukî süreç
dâhilinde sorgulanmasına ilişkin deliller sunulsa bile, söz konusu pratiklerin
düzeltilmesi halkın mevcut durumu kabullenmesinden başka bir sonuç üretmiyor.
Rejim dâhilinde eski bir muhalefet partisi olarak
sahip olduğu itibarı muhafaza edebilme noktasında çok az imkânı bulunan AKP,
yurtdışında olumlu bir izlenim elde etmek ve ani bir politik ölümden kaçınmak
için başka bir yere yüzünü çevirdi. Parti, Fas’ın Birleşmiş Milletler Güvenlik
Konseyi’ndeki geçici koltuğu sayesinde, Suriye’de devam eden krizi kuşatan
diplomatik manevralarda aktif rol oynama imkânı buluyor. Dışişleri bakanı ve
eski AKP lideri Saadettin Osmanî, Suriye rejiminin şiddet eylemlerine karşı sürekli
laf eden bir isimdi. Fas, Arap Birliği toplantılarına ev sahipliği yaptı,
BMGK’den kimi kararların çıkmasına katkı sundu ve diğer faaliyetler yanında,
müzakereler esnasında Rus ve Amerika arasında bir arabulucu olarak iş gördü.
Clinton, bir basın brifinginde Osmanî’nin Suriye ile ilgili konumunu öne
çıkartıp şunları söyledi: “Fas’ın ilkin Arap Birliği içinde ikinci olarak da
Güvenlik Konseyi’nde oynadığı önemli rol için dışişleri bakanına teşekkür
ederim. Fas, uluslararası toplumun gayretlerinin biçimlenmesinde özel bir yere
sahiptir.”
Kendisini meşru bir politik güç olarak kurmaya
çalıştığında bile AKP monarşinin kontrol dışı iktidarını tehdit etmekten
kaçındı. Benkirani’nin seçilmiş bir hükümet üzerinden monarşi lehine olan
iktidar yapıları tarafından biçimlendirilmiş, kendisinin ve hükümetinin
“yönetme imkânı bulduğu” verili koşulları tümüyle kabul etmesi ile birlikte
AKP, politik partilerin monarşinin muhafazası adına maniple edildikleri bir
ortama girmeye çalışıyor. Önceki hükümet partileri gibi AKP de politik
muhalefete karşı bir tür amortisör, bir tampon olarak monarşi için oldukça
faydalı. Bu arada İslamcılar, sosyalistler ve muhafazakâr milliyetçilerden
oluşan koalisyon hükümetindeki ağız dalaşı monarşinin politik açmaza dönük
eleştirilerden uzak durmasını sağlıyor ve tam da anayasa referandumunda
yaşandığı üzere, onu Fas halkının “esenliği” için değişimi dayatan “tarafsız”
bir kurum olarak sahneye çıkmasına imkân veriyor. Ancak monarşi toplumdan
gelecek muhalefetten arî bir yerde durmanın keyfini yaşasa da onun elindeki
güç, ekonomik koşulların kötüleşmesi ile birlikte, zayıflıyor. Örneğin geçen
hafta 20 Şubat Hareketi ve Fas İnsan Hakları Derneği, sarayın elinde tuttuğu
895.000 dolarlık günlük bütçeyi protesto ederken dayaktan geçirildi. Kimi
uzmanlar, Fas’ı bir “istisna” olarak tanımlamaya devam edebilir ancak ülke
esasında otoriter rejim, özgürlüklerin ezilmesi ve son iki yıl içinde komşu
ülkelerdeki rejimleri deviren koşullara kıyasla daha vahim bir tablo ortaya
koyan sosyo-ekonomik koşulları da içine alan bir “istisnaî” durumlar
bileşkesinden başka bir şeyi ifade etmemektedir.
Samia İrazzuki
0 Yorum:
Yorum Gönder