Eskiden ‘Filistinliler kahramanlar
gibi dövüşüyor’ derlerdi,
şimdilerde ‘Kahramanlar Filistinliler gibi dövüşüyor’ diyorlar.
Varolmak direnmektir.
Filistinliler
bir haini yakalamışlar, motosikletin arkasına bağlayıp halka teşhir etmişler,
işte bu noktada ülke içindeki hâkim İsrail medyası devreye girmiş ve insanlık,
hak-hukuk dersleri vermeye başlamış.
Bu
yayınların bir kez daha ifşa ettiği üzere, insan da, hak da hukuk da
efendilerin durduğu yerden tarif ediliyor. Rahat ve huzurlu etleri, canları, o
rahat ve huzurlu malikânelerinde, restoranlarında, otellerinde, plazalarında
rahat ve huzurlu bir biçimde varolabilsin diye zalimler, insan, hak ve hukuk
tarif edip bu tarifi, sürekli rahatsız ve huzursuz kıldığı mazlumun alnına bir
silâh gibi dayıyorlar. Buranın Siyonizm ve emperyalizm uşakları, o silâhı her
fırsatta bize doğrultuyorlar.
İsrail
içişleri bakanı, bizim iblis naimi aratmayacak biçimde, son operasyonun
amacının “Gazze’yi Ortaçağ’a geri göndermek” olduğunu söylüyor.
Tarih
konusunda ezberletilmiş bir mevzudur, “Ortaçağ karanlığı”. Bilim insanları,
tarihçiler ve felsefeciler, Ortaçağ’ın karanlık olarak nitelenemeyeceğini yeni
yeni söylüyorlar. Bu tabirin yerleşmesinin nedeni muhtemelen Yahudiler, zira
Ortaçağ, esasında onlar için karanlık.
Aynı
durum, “özgürlükler ülkesi Amerika” tabiri için de geçerli. Amerika, kimse için
özgürlükler ülkesi değilken, esas olarak onlar için özgürlükler ülkesi ve bu
tabiri en çok onlar kullanıyorlar. Bize ezberletilen ifadelere, tarihle alakalı
kırıntılara, malumatlara aldanmamak gerekiyor.
* * *
Bugünün
zalim İsrail’i, sınıfî, millî ve dinî olanın ortak örgütlenmesinin ve geçmiş
zulüm tarihinden damıtılmış bir bilincin ürünü. 48’den beri ona karşı ve ona
düşman olarak bileylenmiş sınıfî ve millî kılıçların hepsi, emperyalizm ve
Siyonizm tarafından kırıldı, sıra dinî olanda. İhvan çizgisi içinde tek istisna
olarak Hamas bu kılıcın ucuydu, o da kırılmak üzere. Direnişi, kırılmamak
içindir. Kırılmamak adına ortaya konulan direnç, ezilen halkların kolektif
direncidir. O direnci ait olduğu bağlamda değerlendirmek gerekir. Düşmanın ve
uşaklarının durdukları yer, sahip oldukları çıkarlar, ölçümüz olamaz.
Bu
efendiler, bu zalimler bir insan, bir hak, bir hukuk tarif ediyorlar, bizim de
Kur’an ayeti gibi bu tarife biat etmemizi bekliyorlar. Oysa savaş, işgal, kırım
ve zulüm var. Bu koşullarda insan yok, hain ve düşman var. Bir hain bu şekilde
cezalandırılmazsa, teslimiyete meyleden yönler, düşman tarafından daha fazla
öne çıkartılacaktı. İçteki düşman olarak bir hain öldürülmeseydi, içi boş bir
insan tarifi üzerinden insanca muamele görseydi, düşman, içeride daha fazla
mevzi bulabilecekti. Burada savaşın kanunu konuşur.
Çünkü
insan, zaten zalime göre tarif edilmiş. Hiçbir savaşın tek bir boyutu yok,
içeri dönük tarafı, bazen taktik ve strateji açısından daha fazla önemli
olabilir kimi zaman. Dolayısıyla, Gazze’de hainlerin teşhir edilme biçimi
birilerinin tüylerini ürpertebilir, ama bu Gazzelilerin değil, o tüylerine
altından boncuk dizenlerin günahı!
* * *
Bugün
teslim olmuş İslamcılar, saf bir İslam peşinde olduklarını söyleyerek, ümmeti
kandırmak derdinde. Bu amaçla, İslamî politikanın İsrail’e göre tanımlı
olmaması, kendinden menkul bir değer olması yönünde telkinde bulunuluyor. Bu,
“savaşmayacağım, İsrail’in varlığını tanıyorum” demektir.
İsrail’i
tanıyan bir İslam için içtihat, tarih bilinci ve siyaset geliştiriliyor. Oysa
Hamas, tam da FKÖ, başta belirlediği İsrail’in mevcudiyetini tanımamaya dönük
ilkesel tutumunu seksenlerde terk ettiği için doğdu. Onca şüheda, bu ilkeden
vazgeçmenin millî versiyonu yerine dinî versiyonu geçsin diye toprağa düşmüş
değil.
Bugün
İslamcılar, İsrail karşıtı sınıfî ve millî mücadeleyi İslamî tabula rasa,
bir boş gösteren üzerinden eleştirmeyi maharet zannediyorlar. Düşene bir tekme
de onlar vuruyorlar. Sınıfî ve millî direnişin ayrı ayrı ve bütün olarak ortaya
koyduğu mirası efendilerle birlikte ters yüz ediyorlar. Bu sayede yolun
kendilerine açılacağını zannediyorlar. Aslında o yol, bir din devleti olarak
İsrail’i tanıyan, Dubai tarzı, kontrol edilebilir din devletçiklerine uzanan
bir yol.
* * *
Hizbullah
lideri Nasrallah, Gazze’ye yönelik son saldırının Suriye cephesinin düşmesi
sonucu gerçekleştiğini iddia ediyor. İsrail’in Suriye’den gelen stratejik ve
lojistik desteğin kesilmesiyle elinin kolunun rahatladığını söylüyor.
Bir
başka iddia ise şu: Amerika, İran’a saldırma bahsinde İsrail’e kısa vadeli
rüşvet olarak Gazze’yi veriyor. Yani Amerika, bu dönemde İran’a saldırmak
istemiyor ama İsrail’i rahatlatmak, seçim öncesi bir koz vermek amacıyla Gazze
saldırısının önünü açıyor.
Ta
başından beri “Arap Baharı”na karşı çıkan ve mukavemet hattını destekleyen
Pencaplı Sukant Çandan ise “madem bölgenin bağımsızlık bayrağının taşıyıcıları,
o vakit Tunus, Kahire, Ankara ya da Doha, Gazze’ye neden füze göndermiyorlar?”
diye soruyor. Haksız değil.
Bizdeki
İslamcılar ise Gazze saldırısının Suriye’yi geri plana ittiği için hayıflanıyor
ve İslamî Cihad üzerinden İran’ın yeniden popülerleşmesine kızıyorlar. Bir
kısmının yanaklarından ise, Davudoğlu gibi, timsah gözyaşları süzülüyor. Avını
yutarken nefesi kesildiğinden timsahın gözünden yaş geliyor, insanî bir
değerlendirme ile timsahın avı için üzüldüğü zannediliyor.
* * *
Filistin’e
gidişini tecimsel olana peşkeş çekmiş, yıllardır bunun rantını yiyen, daha
doğrusu, bu kanaldan iktidara koopte edilmiş, uzun zaman içerideki İsrail
medyasına akıl hocalığı yapan Faik Bulut ise Hamas’ın Gazze’deki rantın üzerine
çöreklendiğinden ve bunu bırakmak istemeyeceğinden bahsediyor. İnsan, başkasını
gene kendisinden biliyor. Bulut, kendisini meşrulaştırmak için uğraşıyor. Herkesi
kendisi gibi zannediyor.
Faik
Bulut, rant hesabı yaptığından, Hamas’ı da basit bir özne gibi görüp onun da
rant hesabı yaptığını söylüyor. Millî olandan dinî olana geçişte boşlukta kalan
solcular gibi dinî olana çamur atmayı kendince paraya tahvil ediyor. Solda da
verili durum itibarıyla, az da olsa Filistin dolayımıyla mevcut olan, Hamas’a
dönük saygı ve sevgiyi silmeye çalışıyor. İş tanımı bu.
İsrail
medyası, soyut bir insan, hak, hukuk tanımı ile İsrail’in varlığını kabul
ettirmeye çalışıyor. “Onlar da insan, onların da devlet kurma hakkı var” diyor.
Mümin ve devrimci örgüt de bu formülasyon dâhilinde, bir biçimde karşı tarafla
eşitlenmeye çalışılıyor. Mümin ve devrimci örgütün yaptıkları İsrail’in
tanınması sonucu boşa düşüyor ve ilerlemenin önünde engel olarak kodlanıyor.
İsrail, insan ve hukukla tanımlı ilerlemenin Ortadoğu’daki en son seviyesi
olarak görüldüğünden, ona saldırmak ve ona karşı çıkmak, Ortadoğu’nun yeni
kurgusunun dışına çıkmak anlamına geliyor.
* * *
Bugün
İsrail’e göre ve ona karşı tanımlı İslamî siyaset, sınıfî ve millî geçmişini
reddederek, tıpkı İsrail gibi ve İsrail’i dolaylı ya da doğrudan tanıyan bir
din devletine kilitlenmiş durumda. Suriye için tayin edilen konseyi tanımayan
devrimci Müslüman kesimlerin kafasında da böylesi bir din devleti var ve
“Suriye’de âdil bir din devleti” kuracaklarını söylüyorlar. Ama kafadaki bu din
devletinin ilk işi, Kürd’e silâh çekmek oluyor. Kürd illeri, Ortaçağ’a geri
döndürülerek, bugünün modernist efendilerine kul edilmek isteniyor.
Suriyeli
muhalifler de tıpkı Gazze’ye saldıran İsrail gibi, Ortaçağ karanlığına gömülmüş
coğrafyanın bir tepsi içinde efendilere servis edilmesine katkı sunuyorlar.
Zira kafadaki din devleti, her şeyden münezzeh biçimde İsrail ile tanımlı
olduğundan, o tepsiye ne elinin tersiyle vuruyor ne de o tepsiyi efendinin
kafasına geçiriyor. Bu teslimiyet içinde olan, Gazzeli fukara Müslümana oluyor.
“Varolmak direnmektir” sözü, tüm gerçekliği ile onda vücut buluyor.
Eren Balkır
21 Kasım 2012
0 Yorum:
Yorum Gönder